Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fethullahçılar hem darbe yiyor, hem toparlanıyor

Son olarak İstanbul ve Ankara merkezli operasyonlarda 459’u muvazzaf asker 532 kişi hakkında Fethullahçı şebekeyle bağlantılı olma iddiasıyla gözaltı kararı alındı. Öte yandan Fethullah Gülen’in yakın çevresinde ciddi iktidar savaşları ve karşılıklı suçlamalar yaşandığı yolunda haberler geliyor. Son olarak özellikle yurtdışında yaşayan bazı gazeteci ve akademisyenlerin eleştirilerini kopuşa taşıyıp bağımsızlıklarını ilan ettiklerini görüyoruz. Bütün bu darbelere rağmen Fethullahçılar, başta ABD olmak üzere özellikle Batı ülkelerinde yeniden toparlanıyor, faaliyetlerine hız veriyorlar.

Yayına hazırlayan: Kubilayhan Kavrazlı

Merhaba. İyi günler, iyi haftalar. Bu hafta birçok açıdan yoğun bir hafta olacağı benzer. Zaten hafta sonu, beklendiği gibi Amerika Başkanı Joe Biden’ın, Amerikan başkanlarının her sene yaptığı 24 Nisan açıklamasında, 1915 olaylarını Ermeni Soykırımı olarak tanımlaması Türkiye’nin gündemine çok ciddi bir şekilde yerleşti. Peş peşe kınamalar var, sert çıkışlar var ve burada muhalefetin büyük bir kısmının da –HDP hariç– benzer  bir yerden tepki verdiğini görüyoruz. Ama hâlâ devleti birinci derecede temsil eden kişilerin bu konuda çok bağlayıcı bir çıkışına tanık olmadık. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, Bıden’a olan cevabın zaman içerisinde parça parça verileceği açıklaması var. Bu, zamanında, bir önceki başkan Trump’ın o ağır mektubuna yönelik verilen cevabı hatırlatıyor — aslında bir cevap verilmemişti. Her neyse… Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabine toplantısından sonra bu konuya bir şekilde değineceğini düşünüyorum. Herhalde birçok kişi de böyle düşünüyordur. Ama buradan çok sert bir cevabın, çok sert birtakım adımların atılacağını beklemek hiç gerçekçi değil.

Bu haftanın önemli bir başka olayı, tabii ki bugünkü kabineden sonra, salgınla mücadele konusunda yeni tedbirler olup olmayacağı… Çok sayıda haber çıkıyor tam kapanma kararı alınacağı yolunda. Fakat ben açıkçası çok emin değilim. Birtakım tedbirler daha da sertleştirilebilir, ama tam kapanma denecek bir kararı alabilecek bir ekonomik altyapıya Türkiye sahip mi, iktidar bunu kaldırabilir mi? Çok emin değilim. Yine de kabine sonrasında Türkiye’de tam bir kapanma kararı çıkarsa, bunun da çok önemli bir mesele olacağı muhakkak. Yine bu haftaya Irak’ın kuzeyinde PKK’ya yönelik operasyonlar ile başladık. Daha doğrusu haftasonu başladı. Bunun da bir etkisi belli anlamlarda olabilir. Bir diğer husus da tabii ki o meşhur Kobani Davası’nın nihayet bugün Sincan’da, cezaevinde başlamış olması. HDP’ye yönelik operasyonların yeni bir aşaması bu. Daha önce yapılmış birtakım şeylerin birleştirilerek daha toplu bir şekilde bir tür toplu davaya dönüştürülmesine şahit oluyoruz. Herhalde bunu da önümüzdeki günlerde çok ciddi bir şekilde konuşacağız. Zaten daha ilk günden itibaren konuşulmaya başlandı. Ama ben bugün bir başka olayı, bir başka operasyon haberini konuşmak istiyorum. Yine Fethullahçılar’a yönelik, devletin dili ile söyleyecek olursak FETÖ’ye yönelik, orduda çok ciddi bir operasyon yapılmış. Birisi İstanbul merkezli birisi İzmir merkezli operasyonlarda 459’u muvazzaf, 532 kişi hakkında gözaltı kararı… Rakamlar çok çarpıcı. Hep oluyor bu operasyonlar, neredeyse 15 günde bir; ama bu kadar 500’ü aşkın kişinin –ki bunların 459’u hâlâ orduda görev yapıyor–, İstanbul merkezli de 61 Jandarma, 122 Kara Kuvvetleri, 30 Hava Kuvvetleri, 22 Deniz Kuvvetleri, 22 Milli Savunma Bakanlığı’nda… Ve bunların içerisinde dört albay, bir yarbay, dokuz binbaşı, 24 yüzbaşı, 32 üsteğmen, 142 astsubay var. Bir de daha önce ilişkileri kesilmiş 42 askerî okul öğrencisi var. İzmir merkezli operasyonda da, 97’si Jandarma Genel Komutanlığı’nda, 111’i Kara Kuvvetleri, 16’sı Hava, 19’u Deniz ve bunların 235’i astsubay. 31 tane de eski askerî okul öğrencisi var. 532 kişi ve bunların 459’u halen orduda görevliymiş. Bu da bize bu olayın kolay kolay kapanmadığını, kapanmayacağını gösteriyor. Bu konuda daha önce de çok yayın yaptım, ama bu başlı başına bir soru işareti. Nasıl bir örgütlenmeymiş ki bu, hâlâ 10’ar 10’ar, 100’er 100’er insanlar bundan gözaltına alınıyor? Ve nasıl bir şeymiş ki devlet, bunları bir çırpıda halledemiyor, kademe kademe oluyor? Şimdi bu başlı başına bir konu. Bunun üzerine, daha önce de söyledim, yani diyecek çok da fazla bir şey yok. Bunların ne kadarı tutuklanacak, ne kadarı mahkûm olacak? Bunları bilemiyoruz tabii ki. Sonuçta haklarındaki suçlamalar genellikle iletişim ağı içerisinde oldukları yolunda. Bunların ne kadarı gerçek bir suçlama, gerçek bir örgüt üyeliği kapsamına giriyor? Yani baktığımız zaman dört albay, bir yarbay, dokuz binbaşı… Bayağı bir şey. Yüzbaşılar, üsteğmenler çok sayıda, toplam 377 astsubay… Her neyse… Ben açıkçası Fethullahçılık üzerine bir yayın yapmayı hep düşünüyordum. Ay ortasında özellikle Fethullahçılar arasında çok ciddi bir kavga çıktı. Ama bir türlü denk gelmedi, çünkü Türkiye’de üst üste gündem başka konulara yoğunlaşmayı, başka konuları öne çıkarmayı dayattı. Bu vesileyle bir de tabii ki Başkan Biden tarafından Ermeni Soykırımı sözünün edilmiş olması konusunda haftasonu bir şeyler söyledim; esas bugün saat 17.00’de Ömer Taşpınar ve Gönül Tol ile zaten “Transatlantik”te bunu konuşacağız. “Transatlantik”in müdavimleri bilir ki Ömer, bunu çok önceden söyledi. Neredeyse bütün adımları söyledi. En son geçen hafta yaptığımız yayında da muhtemelen Biden’ın Erdoğan’ı geçen hafta arayacağını söyledi. Soykırım diyeceğini ve Türkiye’nin de çok fazla bir ses çıkartmayacağını, çıkartamayacağını da söylemişti. Bugün bunu onlar ile zaten konuşacağız. Onun için bu vesileyle, operasyon da gündemdeyken, Fethullahçılık konusunu ele alıyorum; şunun farkındayım tabii: Birçok insan bu tür operasyon haberlerini okumuyor bile. Fakat benim gibi bu olayı çok eskiden beri takip eden kişiler için, bunların her birinin çok ciddi haber değeri ve analiz değeri var diyeyim. Analiz derken neyi kastettiğimi anlayanlar anlar. Esas benim bu konuyu, Fethullahçılık konusunu gündeme almak istememin nedeni, birbiriyle çelişkili iki durumdu. Birincisi, Fethullahçılar içten içe çok ciddi bir kaynama yaşıyorlar. Çok ciddi restleşmeler var, kavgalar var. Örneğin; uzun süredir, yıllardır, belki de ilk günden itibaren Fethullah Gülen’in bir tür özel sekreteri gibi olan Cevdet Türkyolu adlı şahıs hakkında yine Fethullah Gülen’e çok yakın olduğu bilinen Osman Şimşek adlı şahıs suçlamalar yöneltti. Ve bir kavga, dövüş yaşandı ay ortasında. Bu, Türkiye’de çok fazla haber olmadı. Daha doğrusu iktidara yakın medya yapmış olabilir, çünkü Anadolu Ajansı bunu haberleştirdi. İktidara yakın medya yapmış olabilir; fakat ben onları pek takip etmediğim için kaçırmışımdır. Ama onun dışında, daha normal, serinkanlı medyada bu konu çok fazla gündeme gelmedi. Hiç gündeme gelmedi hatta. 

Burada şöyle birtakım refleksler de oluyor olabilir: “Yani şimdi Fethullahçılık ile uğraşmanın sırası değil. Çünkü Fethullahçılık ile uğraşmak aslında iktidarın işine yarıyor, yarayabilir” diye düşünenler olabilir. Hatta benim bu konuyu sık sık gündeme getiriyor olmamdan hareketle böyle düşünenler, bana bunu açıkça söyleyenler de var. Fethullahçılar’ın kendileri söylüyor; ama onun dışında da, “Şimdi bunun sırası mı?” diyenler var. Bence bunun sırası hiçbir zaman gitmez. Dolayısıyla, içerideki bu kavganın temelinde akçe işleri var, para, yolsuzluk suçlamaları var birbirlerine yönelik. Bu olayın üstü kapanmak istendi. Fakat ilginç bir şekilde, eski Zaman gazetesi muhabiri, yurtdışında yaşayan Ahmet Dönmez’in son dönemde kendi adına yazdığı şeyler çok ilginç ve içeriden birisi olmasına rağmen eleştirel. 15 Temmuz konusunda da yaptığı, yazdıkları… Ve bu konuyu gündemde tutmasının çok dikkate değer bir olay olduğunu vurgulamak isterim. O, bunu büyüttü. Yani kamuoyuna olabildiğince yaydı, bu kavgayı aktardı. Bununla ilgili yazılar yazdı, videolar çekti. Ve ona karşı da birileri –Ekrem Dumanlı başta olmak üzere– cevap yetiştirdiler. Böyle bir kavga var. Yani içerideki elit içerisinde bir kavga var. Bu, bir paylaşım kavgası gibi de olabilir, öne çıkma kavgası gibi de olabilir. Ama bu bize her şeyden önce bir taraftan hem bu hareketin, yani Fethullahçılığın bir sorun yaşadığını gösteriyor; aynı zamanda içeride kavgaların çıkıyor olması o hareketin bir dinamizmini de gösterir. Yok olan hareketlerde de kavga çıkar, tamam… O genellikle kaçmaya yönelik kavgalardır, ama içeride kalmaya yönelik iktidar savaşının veriliyor olması, bu hareketin, bu grubun, bu şebekenin hâlâ belli bir güce sahip olduğunu, gücünü büyük ölçüde koruduğunu gösteriyor. Bu süreçte son dönemde yine bazı isimlerin daha önce biraz tereddütlü bir şekilde, mahçup bir şekilde bir şeyleri eleştirmeye başlayan yurtdışındaki, özellikle akademisyen kişilerden tam anlamıyla bağımsızlığını ilan edenler oldu. Tek tük isimlerini vermeye gerek yok. Bunlar sosyal medyada, “Özgür olmak ne güzelmiş” gibi şeyler de yazmaya başladılar. 

Burada benim dikkatimi çeken husus şu: Kendi başlarına ayakları üzerinde durabilenler, kafalarında da soru varsa –ki olmaması kaçınılmaz–, daha kolay kopabiliyorlar. Bu, özellikle, diyelim ki üniversitede öğretim üyesi olan, düzenli bir işi ve geliri olan, ortalamanın üstünde geliri olan insanlar için daha çok geçerli. Ama bir şekilde geçimini, hayatının idâmesini bu yapıya, bu şebekeye borçlu olanlar, bunu kolay kolay yapamıyorlar. Yani şöyle düşünelim: Buradan bir şekilde Türkiye’den firar etmiş birileri, gidiyor orada Fethullahçılığın şebekeliği içerisinde ona birtakım imkânlar sağlanıyor vs… Ne kadar soru işareti olsa da, kolay kolay kopamıyor; çünkü oraya bir anlamda mahkûm. Ya da bunun okullarında vs.’sinde, birtakım kuruluşlarında çalışan kişiler böyle bir eleştiriyi yaptıkları andan itibaren o okullardan, o kurumlardan kopmak zorunda kalacaklar. Ve ne yapacaklar? Kendilerine nasıl bir hayat kuracaklar? Ki bunların çoğu, aileleri, çoluk çocukları olan insanlar. Dolayısıyla bir anlamda kaçabilen kaçıyor. Böyle bir olayı yaşıyoruz. Bunların içerisinde, son âna kadar en sert bir şekilde, cansipârâne bir şekilde Hocaefendi’lerine kalkan olmuş bazı isimlerin de yavaş yavaş pılılarını pırtılarını toplayıp kaçtıklarını, bıraktıklarını görüyoruz. Bunların bazıları bir cesaret ile seslerini çıkartıp eleştirilerini dile getiriyorlar. Bazıları da sessizce kenara çekiliyor. Fakat hareket devam ediyor ve yayının başlığında da söylediğim gibi bir toparlanma emâresi de var.

Özellikle Türkiye’de yaşananlara paralel bir şekilde, Türkiye’de iktidarın krizi derinleştiği ölçüde Fethullahçılar’ın daha fazla kendilerini toparlama, özellikle Batı’da ve başta Amerika Birleşik Devletleri’nde toparlanma içerisine girdiklerini şahsen gözlüyorum. Birtakım işaretler var. Tanıdığım, güvendiğim bazı arkadaşlarım benzer gözlemler paylaşıyorlar. Özellikle Washington’da Biden’ın yönetime gelmesiyle beraber, tekrar Fethullahçılar’ın lobi faaliyetleri içerisine girdikleri söyleniyor. Örneğin daha önce Enes Kanter, tek başına bu konuda birçok şey yapıyordu. Onun dışında da birtakım yeni kurumlar kurdukları, yeni birtakım faaliyetlere giriştikleri, lobi faaliyetlerine giriştikleri görülüyor. Biliyorsunuz, New York merkezinde bir dijital reklam da vermişlerdi ve Ankara, buna cevap vermek için bayağı bir uğraşmıştı. Çok ciddi akademik çevrelerde ve Kongre’de, hatta Amerikan Başkanlık Sistemi içerisinde ulaşabildikleri bağlantıları var ve bir süre genellikle sessiz kalmışlardı, özellikle Trump döneminde. Çünkü yapacakları girişimlerin çok fazla karşılık bulamayacağını düşünüyor olmalıydılar. Şimdi, daha ilk andan itibaren Erdoğan ile sorunlu olan bir Başkan ve Başkan’ın ekibi içerisinde değişik dönemlerde Erdoğan ve ekibi tarafından hedef gösterilmiş çok sayıda etkili isim var. Tam bu işte Fethullahçılar’ın seveceği türden bir olay. Şunu bir not olarak düşmeme izin verin: Geçmiş tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde, Kongre’de ve Başkan nezdinde 24 Nisan’ın soykırım olarak tanınmamasında tabii ki bir dönem Türkiye lehine çalışan Yahudi lobisinin etkisi de vardı. Ama Fethullahçılar’ın da, belirleyici olmasalar bile etkileri vardı. Çünkü o tarihlerde, AKP ile birlikte çalıştıkları dönemde, böyle bir sorunun çıkmasını onlar da istemiyorlardı. 

Sorun çıktıktan sonra, Biden’ın son açıklamasından sonra tavırlarının ne olduğunu açıkçası bilmiyorum. Memnun olsalar da bunu açıkça ifade etmeyeceklerdir, ama bunun Erdoğan’ı daha da zayıflatacağını düşünerek –ki bu doğru–, herhalde bundan bir şekilde ifade etmeseler bile memnun olmuşlardır. Değişik değişik haberler geliyor. Köşelerine çekilmiş olan bazı isimlerin tekrar ortaya çıktıklarını görüyorum batıda. Sosyal medya üzerinden faaliyetlere daha bir yoğunluk veriyorlar. Ve yine ilginçtir, Batı’da yaşayıp Fethullahçı olmayan, ama Türkiye’deki yönetime de muhalif olduğunu bildiğimiz bazı isimler, tekrar bu kişilerin yayınlarında boy göstermeye başlıyorlar. Yeni bir dönemin kullanışlıları olarak kendilerini gösteriyorlar. Niye bunu yapıyorlar? Artık bunca yaşanan şeyden sonra çok anlaşılır değil. Ama bu da bir şekilde Fethullahçıların tekrardan toparlanmaya başladıklarının bir işareti olarak görülebilir. Yani ilginç bir durum. 

Türkiye’de operasyonlar devam ediyor, ama operasyonların devam ediyor olması Fethullahçılar’ın Türkiye’de varlığının devam ettiğinin bir işareti. Bir diğer yandan kendi içerisinde iktidar kavgaları, para kavgaları yaşanıyor. Bir diğer yandan buradan uzaklaşan, bağımsızlığını ilan eden tek tek bireyler var. Ama öte yandan Fethullahçılar’ın kendilerine güvenlerini yeniden kazanmaya başladıklarını ve özellikle Batı’da tekrar seslerini yüksek perdeden çıkarmaya başladıklarını ve özellikle lobi faaliyetlerini çok yoğunlaştırdıklarını görüyoruz. Böyle ilginç bir durum. Bu da bize bu olayın kolay kolay kapanmayacağını ve bunun da baş nedeninin Fethullahçılar’ın başarısı değil, Türkiye’yi yönetenlerin başarısızlığı olduğunu gösteriyor. Bunu ısrarla söylüyorum. Bu kafa ile, onların FETÖ ile mücadele perspektifi ile, bu kadrolarla, bu medya yaklaşımıyla gittikleri müddetçe, ne kadar operasyon yaparlarsa yapsınlar… — yurt içinde ve yurtdışında; yurtdışında da çok ciddi Millî İstihbarat Teşkilatı operasyonları olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda bazı Afrika, Asya ülkelerine baskı yapıldığını ve Fethullahçılar’ın okullarının ve diğer kurumlarının kapatılması için çok yoğun diplomatik faaliyet yürütüldiğini de biliyoruz. Bütün bunlara rağmen ortada çok ciddi bir sorun var: Erdoğan’ın iktidarı, Fethullahçılığı Türkiye’nin bir sorunu olarak değil kendilerinin bir sorunu olarak görüyor. Ve kendilerinin bir sorunu olarak gördükleri için de bununla ne ulusal anlamda ne küresel anlamda etkili bir mücadele yürütemiyorlar. Artık çok geç, bu iş artık Erdoğan ve iktidarının taşıyabileceği bir iş değil. Ve bundan sonra içinde yaşadığı bütün sorunlara rağmen, yediği bütün darbelere rağmen, eğer Fethullahçılık hâlâ varlığını sürdürüyorsa ve yer yer etkili olmaya başlıyorsa, bunun da birinci derecede sorumlusu Türkiye’yi yönetenler, daha doğrusu yönetemeyenlerdir. Kapatırken ısrarla şunu tekrar söylemek istiyorum: Bağımsız medyaya, Türkiye’nin gerçek sorunlarını dile getirmek isteyen, objektif olarak dile getiren ve bunları özgün bir şekilde yorumlamaya çalışan, yorumlamaya platform sunan, sunmaya çalışan bağımsız ve özgür medyaya lütfen sahip çıkın, destek olun. Var olan desteklerinizi artırın ve çevrenizdeki tanıdıklarınızın da destek olmasına aracı olun. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.