Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sedat Peker’in altıncı videosu: Kim pis, kim temiz?

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu dün akşam TRT Haber canlı yayınında Sedat Peker’in kendisi hakkındaki suçlamalarına cevap verdi. Peker ise Soylu’ya esas cevabı pazar günü vereceğini söyleyip, bu sabah yayınladığı “Zaferin Büyüklüğü Mücadelenin Zorluğuyla Ölçülür“ başlıklı altıncı videosunda esas olarak yine Soylu’ya yönelik yeni suçlamalarda bulundu. Savaş kızışıyor ve yeni savaşları da beraberinde getiriyor.

Yayına hazırlayan: Kubilayhan Kavrazlı 

Merhaba, iyi günler. Sedat Peker, altıncı videosunu da yaptı. Yine iddialı bir isim, “Zaferin büyüklüğü mücadelenin zorluğu ile ölçülür” başlıklı. Fakat bu video önceden kaydedilmiş. Süleyman Soylu’nun dün gece TRT Haber’deki canlı yayında söylediklerine cevabı pazar günü verecekmiş. Fakat bu videoda da çok ciddi bir şekilde ağırlıklı bölümü Süleyman Soylu oluşturuyor. Süleyman Soylu ile ilgili iddiaları, suçlamaları –oğlunu da katarak–, çok ciddi bir şekilde dozu da artırıyor. Yeni yeni olaylar da ekledi. En çarpıcılarından birisi –tabii ki birçok çarpıcı husus var ama–, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’ın da Süleyman Soylu tarafından dinlendiğini iddia etti — ki başlı başına çok önemli bir olay. Ama Süleyman Soylu’ya esas cevabını pazar günü vereceğini söyledi. Ben yayına girerken bayağı bir izlenmişti şu âna kadar. Sabah yedi buçukta koyduğu video, bayağı bir-iki milyona yaklaşmıştı. Geçen seferki beşinci video rekor kırmıştı; beş milyonu aşmıştı. Bu daha da aşabilir, bilmiyorum; ama pazar günkünün çok daha fazla olacağını tahmin etmek hiç zor değil. 

Söylenecek çok şey var; ama burada gözüken, bu savaşın kolay kolay bitmeyeceği. Savaşın içerisinde başka başka savaşlar olduğu gerçeği var. Bunun da işaretlerini büyük ölçüde Süleyman Soylu’nun TRT Haber‘deki yayınından anlıyoruz. O konuda birkaç şey söylemek istiyorum. Özellikle burada Süleyman Soylu’nun böyle bir canlı yayını yapmasının ne kadar akıl kârı olduğu konusunda benim kafam karışık. Sonuçta bunu böyle düşünmeyenler olabilir, ama bence bu yayın Süleyman Soylu’nun hiçbir yarasına merhem olabilecek bir yayın değildi. Uzun uzun konuştu, çok şey söyledi. Çok detay var üzerinde konuşulacak. Hazırlıklı gelmiş, elinde bir yığın materyel; videolar veriliyor. Bu da ilginç bir tür gazetecilik oluyor. Yani bakan geliyor, bakan aslında yayının akışını belirliyor; işte, kameraya zoom yaptırıyor vs.. Onun verdiği videolar geliyor. Mesela Sedat Peker’in eşinin evindeki aramanın videosu ya da Özgür Özel videosu, birtakım belgeler, şu bu. 

Çok hazırlıklı gelmiş; ama ben hazırlıklarına rağmen kendisinde çok ciddi bir… mesela, şu anda görüyorsunuz: Cumhuriyet gazetesi. Ne alâkası var? Terörle mücadele, muhalefet, muhalif medya… “Aslında benimle değil devlet ile uğraşıyorlar” diyor. Dış güçler, iç güçler, gayrinizami harp — ki gayrinizami harp eskiden çok kullanılırdı, Soğuk Savaş döneminin bir ürünüydü. Ve tabii ki Süleyman Soylu’nun geldiği geleneğin Türkiye’ye taşıdığı; yani merkez sağ, Demokrat Parti, Adalet Partisi geleneğinin ve Doğru Yol Partisi’nin taşıyıcılığını yaptığı bir şeydi. NATO döneminde kontrgerilla örgütlenmesi vs.. Bir gayrinizami harbin olduğunu ve kendisinin de burada böyle bir aracı kılındığını ve bunun nedeninin de kendisinin İçişleri Bakanı olarak gösterdiği başarılar olduğunu söylüyor. 

Ama şöyle bir husus var — tabii birçok kişinin de dikkatinden kaçmamış: Kendisi ile birtakım şeyleri başlatıyor; ama kendisi, AKP iktidarının son yıllarında partiye katıldı ve son yıllarında, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından İçişleri Bakanı oldu. Dolayısıyla kendisinden önce diyelim ki, “AVM’lere gidilemiyordu”, uyuşturucu ile mücadele, şu bu konularındaki şikâyetlerin muhatabı AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan. Burada bir ilginçlik var. Açık söylemek gerekirse dün akşamki yayındaki Süleyman Soylu’da, tabii ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarının bir bakanını, ama aynı zamanda eski Demokrat Parti, Doğru Yol Partisi döneminin Süleyman Soylu’sunu andıran durumlar da gördük. Çünkü o tarihlere çok gönderme yaptı ve hiç de eleştirel gönderme yapmadı; bir devamlılık gibi tarif etti. Burada Ahmet Şık’ın dikkat çektiği bir hususu özellikle vurgulamak lâzım. Babasından bahsederken: “Onun kimleri tokatladığını da çok iyi biliyorum” dedi. Burada kastedilen, o tarihlerde, babasının siyasette aktif olduğu tarihlerde İstanbul Emniyet Müdürü olan Mehmet Ağar’ı kastettiği söyleniyor. Zaten Süleyman Soylu’nun daha önce yaptığı açıklamada da Mehmet Ağara’ yönelik eleştirileri ortadaydı. 

Olay sadece Peker ile Süleyman Soylu ya da Peker ile Mehmet Ağar arasında değil, aynı zamanda Mehmet Ağar ile Süleyman Soylu, şu anda ortada olmasa da Süleyman Soylu ile Berat Albayrak ve bir anlamıyla da Sedat Peker’in sürekli gündeme getirdiği Pelikancılar boyutu olduğu da görülüyor. Yani bu, yeraltı dünyasının bir ismi ile İçişleri Bakanı arasındaki kavga, savaş değil; hatta bunun ilk başlangıcında Süleyman Soylu yoktu. Süleyman Soylu’yu Sedat Peker bir tür müttefik –neydi? “Dönüş bileti”, kendi tâbiriyle 20 yıl yatırım yaptığı dönüş bileti– olarak telaffuz etti sonradan. Ve bir aşamada –ki bu yayının başlığına da onu çıkarttım– kendisinden “mafya pisliği” olarak bahsetmesi ile beraber işlerin koptuğu anlaşılıyor. Bunun başka kanıtı da o meşhur skandal Hadi Özışık görüşmesinde defalarca bu pislik meselesini gündeme getirmiş olması. 

Süleyman Soylu’nun yayınını izlediğim zaman, açıkçası kendisinin çok ciddi bir özgüven kaybı içerisinde olduğunu düşündüm. Katılmayanlar olabilir, ama bana öyle geldi. Çok kendinden emin değildi ve söylediği şeyler, sorulara pek cevap teşkil etmedi. Yayını yapan gazeteciler, özellikle TRT Haber standartları içerisinde, ilk bölümlerde olmasa bile sonunda Sedat Peker olayına gelindiğinde sorulabilecek her şeyi bir şekilde kibarca da olsa sordular. Mesela “Nisan olayında ne olacaktı?” dediler. Süleyman Soylu, “Bilmiyorum” dedi. Birçok şeyi sordular. Süleyman Soylu’nun gazetecilere yönelik tavrının çok kabaca olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Onların soru sormasına, araya girmesine engel olmaya çalıştı. TRT Haber‘de bile böyle oluyorsa, başka bir yerde, hani kazârâ, ezkazâ biz yayını yapacak olsak, herhalde çok acayip sahneler yaşanabilir — ki oradaki gazeteciler, çok kibar bir şekilde alttan aldılar. Ama TRT‘de bile bu gerginlik hâlinde olması bile, işin onun için çok ciddi olduğunu gösteriyor. Zaten arada, “Gece saat ikide bir kararnâmelik” kişi olduğunu söylemesi de çok mânîdardı. Çok acayipti aslında; yani “Cumhurbaşkanı istese beni hemen alır” demesi başlı başına acayip bir şeydi. 

Ve tabii ki Sedat Peker ile ilgili söylediği, “Karısının iç çamaşırına sığınan âcizler, edepsiz” gibi sözleri de, bir İçişleri bakanının ağzından canlı yayında çıkan bu sözler birçok kişi tarafından not edildi. Herhalde en çok eden de –pazar günü göreceğiz– Sedat Peker olmuştur. Hadi Özışık ile ilgili soruya da, “Keklemişler, ben n’apayım?” diye bir cevap verdi. Şimdi bütün bunlar normal şartlarda olabilecek şeyler; ama sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı’nın bir mafya olarak tâbir ettiği, suç örgütü lideri olarak tâbir ettiği, “pislik” diye tâbir ettiği kişi ile yaptığı polemik, kayıtlara böyle geçti. 

Daha önceki yayınlarda şunu söylemiştim: Sedat Peker, kendi tâbiriyle “bir tripod, bir cep telefonuyla” gündemde çok etkili oluyor. Karşısındakilerin elinde çok geniş medya imkânları olmasına rağmen, istedikleri zaman istedikleri yere çıkabilecek olmalarına rağmen, onunla baş etmekte bayağı ciddi bir şekilde zorlanıyorlar. Birçok nedeni var bunun. Tabii ki biri suçlarken, ötekinin kendini savunmada hissetmesi var ve olayın bir boyutu bu. Bir diğer boyutu da, Sedat Peker’in kendisini de bu gayrimeşru, yasadışı –artık ne derseniz– olayların içerisine katması. Yani o zaten bir suçun ortağı olduğunu söylüyor; ama başkalarını da kendisiyle beraber yaktığını söylüyor. Dolayısıyla onda fazladan bir şey var; nasıl diyeyim? Avantajlı başlıyor.

Örneğin Hürriyet gazetesi baskını, 6 Eylül 2015. Hürriyet gazetesinin, daha doğrusu orada Doğan Holding binasının basılması meselesi. Onun faturası o tarihte AK Parti Gençlik Kolları Başkanı olan İstanbul Milletvekili Abdurrahim Boynukalın’a kesilmişti. Herkes hatırlayacaktır. Çünkü olay yerindeydi. Konuşma yaptı, insanları sakin olmaya çağırdı vs.; ama kendisi hakkında suç duyurusunda bulundu Hürriyet gazetesi, şu bu. Yıllarca onun üzerine kaldı. Ama Sedat Peker ne dedi? “Bir milletvekili beni aradı. Dedi ki: ‘Gençlik Kolları orada olacak, ama onlar bu işi beceremez; sen bu işe el at’ dedi. Ben de bu işe el attım.” Hatta Abdurrahim Boynukalın da bunun Sedat Peker’in olayı olduğunu birilerine söylemiş diye de aktardı. O milletvekili kim? İsimler dolaşıyor. Benim de aklıma, tabii ki akıl yürütmeyle gelen birtakım isimler var. Herhalde birçok kişi, aynı isimler üzerinde duruyordur. Sedat Peker açıklayana kadar ya da söz konusu olan kişi çıkıp da, “Evet, ben aramıştım. Ne olacak?” diyene kadar, isim zikretmemekte yarar var. Fakat bu olayın rengini gördük. Açık açık dedi ki: “Ben bastırdım” ve devamını da getirdi: “Demirören ailesi benim sayemde…” –ki Demirören demiyor biliyorsunuz, “Pambukören” diyor. “Ailesi benim sayemde oraya kuruldu” diyor. Ve belli ki onların, Demirören Grubu’nun kendisi hakkındaki yayınlarından rahatsız. Onlar hakkında da başka şeyler söyleyeceğini özellikle vurguluyor. 

Hürriyet olayı, başlı başına çok büyük bir olay. Öncelikle onu kaydetmek lâzım. Burada iktidar partisi ile Sedat Peker yaptığı ortaklığı anlatıyor. Bir suç var, evet suç. Gazete basılıyor, gazete binası basılıyor ve “orada ben vardım. Benim adamlarım…” yani kendisi yok da, kendi elemanları varmış. Ve kimin daveti üzerine? Bir iktidar partisi milletvekilinin daveti üzerine gitmiş. Zaten birçok yerde “Tayyip Ağabey” diyor, bunu daha önce de diyordu, onunla yıllar öncesinden tanışıklığı olduğunu söylüyor, onu hep ayrı bir yerde tutuyor. Onu hep iyi olarak tanımlıyor, ama hep onunla yakınlığını özellikle vurguluyor. Dolayısıyla kendisi iktidar partisinin dışında, iktidarın dışında, onların peşine düştüğü birisi olarak görmüyor. Anladığımız kadarıyla da öyle değil. Her ne kadar Süleyman Soylu, onunla ilgili operasyonları… Bursa’da bir ilginç olay: Köfteci Yusuf’a çökme girişimi Sedat Peker’in. Yani ortada yüzlerce kiloluk, hatta tonlarla bahsedilen kokainler vs. varken, ya da başka bir yığın olay ve iddia varken, Sedat Peker ile ilgili operasyonun Bursa’daki bir köfteci ile ilgili başlamış olması da acayip bir durum. Onu da özellikle vurgulamak lâzım. 

Şimdi “FETÖ Borsası” meselesi var. Bu ilk defa dile getirildi; yani Sedat Peker tarafından ilk defa dile getirildi. Bu gerçekten ilginç bir olay. Hep bir şekilde dile getirilen ama çok kurcalanmayan bir olay. Olduğu biliniyor, çok sayıda insanın radara takıldığı biliniyor ve birilerinin buralarda bayağı bir para kaldırdığı, birilerini haraca bağladığı yolunda çok ciddi rivayetler var. Açılmış birtakım soruşturmalar ve davalar da var. Hatta öyle ki FETÖ Borsası meselesi, birtakım insanlar, açıkgözler, dolandırıcılar, cep telefonu üzerinden sıradan vatandaşları bile –ki sıradan diyorum ama, kerliferli insanları bile– FETÖ üzerinden dolandırmaya kalkabiliyorlar ve bayağı da yürüyen bir şey. Bu bir sektör oluşturmuş. 80’li yıllar sonrasında çek-senet mafyası diye bir şey vardı. Daha sonra ihale mafyası, daha sonra bankaların el değiştirmelerinde mafyanın devreye girmesi… FETÖ Borsası’nı gündeme getirdi ve FETÖ Borsası’nı bir şekilde Süleyman Soylu ile bağlamaya kalktı — ki bunu da özel olarak not almak gerekir. 

Süleyman Soylu’nun Demokrat Parti Genel Başkanı seçilme sürecini de tekrar isimler vererek, Erdal Aras diye bir isim söyleyerek tekrar söyledi; belli ki çok işleyecek bu konuyu. Çünkü bu Soylu’nun siyasî kariyerinin önemli bir aşaması. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne geçişten önceki geldiği pozisyon, çok kolay bir durum değildi; her halükârda iyice zayıflamış bir parti olsa da, yine de onun başına geçmek. Burada dahli olduğunu, çok ciddi bir şekilde etkili olduğunu söylüyor Sedat Peker. Her ne kadar Süleyman Soylu, hiç tanışmadığını söylese de –ki anlaşıldığı kadarıyla da tanışıyor değiller, bizzat tanışmamış olabilirler, ama– ortada çok gidip gelen olduğu anlaşılıyor. Bunlardan iki tanesi Özışık biraderler, onların durumu ortada. Bir tanesini en son Türkiye gazetesi de kapının önüne koymuş, Süleyman olanını. Hadi Özışık da bir televizyondaki programını soruşturma tamamlanana kadar askıya almış vs.. Burada, Demokrat Parti meselesinde de görüldüğü gibi birtakım aradaki kişiler, yani Sedat Peker’in anlatısına göre arada birileri üzerinden yürüyen bir ilişki var. İlginç olan, mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan ile doğrudan ilişkiyi söylüyor, cezaevi ziyaretinden başka yerlere kadar; ama Soylu ile birileri üzerinden bahsediyor. 

Bu son videonun çarpıcı olaylarından birisi, Nazım Hikmet üzerinden yine sola selam sarkıtmak hususu. Nazım’dan bayağı bir bahsetti. Ardından Hazreti Ali vurgusu tekrar. Yanılmıyorsam arkada televizyondaki portre de Hazreti Ali’nin, çok emin olamadım açıkçası. Daha iyi bilenler YouTube‘dan beni uyarabilirler. Ama televizyonda daha önce Kudüs vardı, Alparslan Türkeş vardı, şimdi galiba Hazreti Ali. Yine Zülfikâr (kılıç) tabii ki bir yerde duruyor. Bir de kitap olarak karşımıza Yılmaz Özdil’in Son Cüret’ini çıkarttı ve Yılmaz Özdil’den de olumlu bir şekilde bahsetti. Cezaevindeyken kendisinin annesinin cenazesine gitmesine izin verilmediğini ve bunu bir tek Yılmaz Özdil’in dile getirmiş olduğunu söyledi. Bu tür olayları bir şekilde kaydeden birisi belli ki. Yani birilerine sempatisini ve birilerine antipatisini not alan birisi olduğu anlaşılıyor. Şimdi şunu unutmayalım, kendisi zaten söyledi: “Neden şimdi? Niye şu zamana kadar sakladın da neden şimdi anlatıyorsun?” sorusuna, “Ben mesih falan değilim kardeşim. Ben kendi derdime düşmüşüm” diye cevap veren birisi var. Dolayısıyla Sedat Peker’den Türkiye’ye temiz toplum getirecek, vs. yapacak, “iyilerin sözcüsü” falan diye bahsetmek söz konusu değil. Kendi meselesiyle uğraşıyor ve açık söylemek gerekirse… ki Hadi Özışık da bunu bir şekilde dile getirmiş, onların sohbetinde de söylemiş, yayınlarda da söylüyor, videolarda da söylüyor. Ne diyor? Bunu böyle yapmasaydı. Mesela Süleyman Soylu, “pislik” demeseydi ya da evine baskına yapıldığında eşine ve çocuklarına yapılan muamele ya da evine baskın yapılmış olmasaydı belki de bu işlere girmeyecekti. 

Belki de diyoruz, tabii ki girebilirdi. Ama şunu özellikle vurgulamak lâzım: Nisan ayı. Ne vardı Nisan ayında? Belli ki kendisine birtakım sözler verilmiş. Denmiş ki: “Dişini sık, Makedonya’da çok fazla şey karıştırma. İşler düzelecek ve sen buraya tekrar hiçbir şey olmamış gibi geleceksin.” Ne olacaktı da gelecekti? Süleyman Soylu’ya bu sorulduğu zaman, “Ben bilmiyorum” dedi. Sedat Peker de şu âna kadar, Nisan ayında kendisine geri dönüş vaat edildiğini söylüyor; ama hangi zeminde geri dönüşü olacağını şu âna kadar telaffuz etmedi. Bundan sonra telaffuz edecektir diye bekliyorum ve hatta Özışık konusunda olduğu gibi elinde birtakım belgeler de olabilir. Yani birilerinin ses kaydı, şusu busu… Kendisine Nisan ayı ile ilgili verilen sözler olabilir. Belge demişken, Süleyman Soylu yayınının çok çarpıcı yönü vardı, ama bir yerde HDP’lilere –daha başlarda uzun uzun tabii ki HDP anlattı–; HDP’lilere bakan sözü, Kültür Bakanlığı vs. Sanki o 2015 sonrası, Haziran seçimi sonrası HDP’ye bakanlıkları Adalet ve Kalkınma Partisi vermemiş gibi. Neyse… Ve bunun belgesi var dedi. Yanında o kadar eşyayla gelmiş olan İçişleri Bakanı, gazeteciler belgeyi sorunca dedi ki: “Yanımda değil. Yarın gelin, ben size bakanlıkta göstereyim” dedi. Herhalde öyle taşınmayacak bir şey değildir. Bu belge ile konuşmak, çok önemli gerçekleri anlatmak, işte, “Videoları cuma günü yayınlayacağım”dan başlayan bir şey.

Hep böyle ortaya atılan birtakım şeyler var. “Her şeyi biliyoruz. Neler neler biliyoruz. Bir konuşsak…” işte Soylu’nun da dediği gibi: “Savcıya anlatacağım”. O savcı her kimse bir an önce bu soruşturmayı açsın da Süleyman Soylu anlatacaklarını anlatsın. Hani biraz daha fazla şeffaflık açısından bilgilenelim diye bekliyoruz, ama bir savcı ya da savcılar soruşturma açacak mı? Süleyman Soylu oraya gerçekten çok önemli belgeler aktaracak mı? Açıkçası çok emin değilim. 15 Temmuz sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’ne Fethullah Gülen’in iadesi için yollanan belgeler konusunda da mesela, “Her şeyi anlattık” dediler; ama orada, karşı taraftan gelen cevaplar, bunların büyük bir kısmının gazete kupürü falan olduğu şeklindeydi. Şimdi dünkü yayında Süleyman Soylu’nun anlattıkları da çok da fazla öyle hani bakıp da “Aa tamam, olay buymuş” diyebileceğimiz çok fazla şey yoktu — devletin bütün imkânları elinde olan birisi olarak. 

Sonuçta bu Sedat Peker’in bir sözü, şimdi tam cümlesi aklımda değil ama, kendisine “suç örgütü lideri” dendiği zaman şöyle bir şey söylüyor: “Suç örgütü, tamam. Devlet nerede?” Yani bu işin içerisinde Türkiye örneğinde ve dünyanın birçok örneğinde, devletin tamamı değil tabii ki, ama devletin belli kesimleri içinde bazı kişiler olmadığı müddetçe hiçbir yerde suç örgütü falan barınmaz, barınamaz. Soylu, bize bunlar ile çok ciddi şekilde mücadele edildiğini anlatmaya çalıştı; ama Sedat Peker’in kendisine koruma tahsisi meselesini izah edemedi. Kendinden önce olduğunu söyledi. Bir iddiaya göre kendinden önce değilmiş; ama diyelim ki kendinden önce. Kendinden önce de İçişleri Bakanı Efkan Ala. O da şu anda AKP’nin genel başkan yardımcısı. Yani sonuçta Sedat Peker’in iktidar tarafından suç örgütü lideri olarak tanımlanmasının miladı, çok eski bir milat değil. Onlar adına mitingler yapmış, onlar için çalışmış bir kişi söz konusu. Evet, söylenecek daha çok şey var, ama burada keselim. Bugün saat 19.00’da Murat Yetkin ile bu konuları baş başa konuşacağız. Orada da kaldığımız yerden devam ederiz. Murat’ın katkılarıyla bu iktidar savaşlarını daha fazla anlamaya çalışırız. Ve tabii ki pazar günü birçok kişi gibi ben de o cevâbî videoyu bekliyor olacağım. Ve muhtemelen de pazar günü, o videodan hareketle yeni bir yayınla evden de olsa karşınızda olacağım. Evet, saat 19.00’da Murat Yetkin ile yayını tekrar hatırlatayım. Ve tekrar size böyle dönemlerde bağımsız medyanın ne kadar önemli olduğunu bir kere daha hatırlatayım ve buna sahip çıkmanız gerektiğinin altını bir kere daha çizeyim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.