Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan Akşener’den neden korkuyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Süleyman Soylu’ya sahip çıktığı dünkü grup konuşmasında İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i de hedef aldı, tehdit etti. Bu çıkış Erdoğan’ın Akşener’den duyduğu rahatsızlığın, hatta korkunun dışavurumuydu.

Yayına hazırlayan: Senem Görür 

Merhaba, iyi günler. Dün kısmen bahsettiğim, ama bugüne söz verdiğim yayın için karşınızdayım. Erdoğan’ın Meral Akşener’e yönelik sözleri, tehditleri üzerine konuşmak istiyorum ve başlığa da yazdığım gibi, Erdoğan, Akşener’den korktuğu için böyle yapıyor. Tabii böyle yapması; bu sert çıkışı, pek beklenmedik sert çıkışı bir ülkenin cumhurbaşkanının yapması tabii ki son derece yadırgatıcı ve yanlış. Bu çıkış aslında Akşener’den nasıl kaygılandığını, endişelendiğini, korktuğunu bize gösteriyor. Şöyle söyleyeyim: Erdoğan’ın siyasî kariyerini bayağı yakından takip etmiş birisiyim, Meral Akşener’i de öyle. Ama Erdoğan’ı daha fazla tanıdığımı sanıyorum. Meral Akşener’e gelince, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluş sürecinin ilk günlerinde o da vardı. O andan itibaren tanıdığımı sanıyorum. Zaten Türkiye’de hem İslâmî hareketi hem milliyetçi hareketi izlemeye çalışan bir gazeteci olarak Erdoğan ve Akşener bu alanların önemli aktörleri, siyasî aktörleri, siz istemeseniz de izlemek zorundasınız. Ama ikisini de bir şekilde bildiğimi düşünüyorum. Tabii ki yanlış düşüncelerim olabilir. Ama şunu söyleyeyim: Erdoğan’ın Akşener’e bu çıkışı, dünkü çıkışı, bir yanıyla çok şaşırtıcı, bir yanıyla da hiç şaşırtıcı değil. Zaten Akşener de ne demiş İsmail Saymaz’a? “Şaşırmadım, ama üzüldüm” demiş. Erdoğan bu tür yanlışları çok yapıyor. Özellikle son üç dört yıldır, ülkeyi başkanlık sistemine taşıdıktan hemen sonra, bence yanlış yaptığını fark ettiği andan itibaren sürekli stratejik ve taktik hatalar yapıyor. Akşener’e yönelik bu çıkışı da aslında kendisine hiçbir hayrı olmayacak ve Akşener’i daha da güçlendirecek bir çıkış olarak bence kayda geçti. Bunu da ileriki dönemde göreceğiz. 

Tabii ki tek başına bu çıkıştan hareketle bir şeyler değişmeyecek. Ama önümüzdeki süreçte bu sözlerin ne kadar Erdoğan’ın aleyhine ve Akşener’in lehine olduğunu göreceğiz. Eğer karşısında, bu tür sözlerden ürküp adımlarını dikkatli atacak bir siyasetçi olsaydı, belki bir anlamda onu sindirme gibi bir işlev görebilirdi. Ama Meral Akşener’in böyle birisi olmadığını biliyoruz; mesela 28 Şubat’ta Çevik Bir’in tehditlerine karşı da durabilmiş bir siyasetçi söz konusu. Ülkücü kökenli, ama Türkiye’de çok önemli yerlerde görevler yapmış biri ve sonra da çok kritik bir aşamada MHP Genel Başkanı olacakken –bence o seçim olsaydı seçilecekti– tasfiye edildi ve arkadaşlarıyla beraber bir partiyi yoktan var etti; o parti ilk girdiği seçimde çok başarılı oldu ve o günden bugüne kadar da parti içerisinde bir yığın sorun yaşanmasına rağmen, bir yığın imkânsızlığa rağmen sürekli oylarının arttığı görülüyor. En azından şu anda bakıldığında, İYİ Parti ve Meral Akşener kamuoyu araştırmalarında pozitif durumda olan ender partilerden ve siyasetçilerden biri. 

Erdoğan’la Meral Akşener’i kıyaslamada bence en önemli hususlardan birisi, Erdoğan’ın Akşener’den rahatsız olmasının en temel nedenlerinden biri –birçok neden var–, bir kere aynı mahallelerde, aynı camialarda olması, birbirlerinin kıta sahanlığı içerisinde yer almaları. Akşener’in güçlenmesi, Erdoğan’ın güçsüzleşmesi ile alâkalı bir şey. Yani Akşener, AKP ve MHP’den büyük ölçüde kendine yeni taraftar alıyor ya da genç seçmenşerden bu partilere gidebilecek olanlardan alıyor. Erdoğan’ın elindeki en önemli argümanlardan birisi, biliyorsunuz, “yerlilik ve millilik” ve buradan muhalefeti vurmaya çalışıyor. Akşener’in ise o yerlilik ve millilik konusunda pek bir sorunu yok. Bir diğer ilginç husus da –ki Gara operasyonundan sonra verdiği tepkide bunu gördük–, Akşener, Erdoğan’ın çizdiği sınırlar içerisinde bir yerli ve millilik iddiasında değil. Kimi zaman Erdoğan’ın çizdiği sınırlar içerisinde kaldığı oldu; ama Gara, bu anlamda –ki daha önce bunu da yorumlamıştık– bir tür dönüm noktası oldu. Pekâlâ onun çizdiği sınırlar içerisinde kalmadan milliyetçi ve muhafazakâr kimlikle siyaset yapabiliyor. Ve bu da Erdoğan’ı çok zor durumda bırakıyor. 

Yani Erdoğan’ın karşısında savunmada olan bir siyasetçi değil. Özellikle de en zayıf noktası olduğu düşünülen HDP ile örtülü ya da açık ittifak iddiaları –ki değişik şekillerde bu gündeme getirildi: ortak anayasa, bakan verilmesi vs.–, şu âna kadar bunlarda Akşener çok ciddi bir fire vermedi. Çok zorlandığını biliyoruz; değişik nedenlerle zorlandığını biliyoruz. Ama şu âna kadar o en zayıf olduğu düşünülen yerden Akşener’i vuramadı. Tabii bir diğer önemli husus ise Akşener’i yanlarına alamamaları. Önce Bahçeli, ardından Erdoğan Akşener’i çağırdılar, bunu yaparken de ona pozitiflik atfettiler. Yerli ve millilik atfettiler, ısrar ettiler. Ama Akşener buna yanaşmadı. Yanaşmadığı gibi Kemal Kılıçdaroğlu’yla olan ittifakını güçlendirdi ve bu ittifaka yeni partilerin de katılabileceğinin işaretlerini verdi — özellikle DEVA ve Gelecek partileriyle kurduğu ilişkiyle. Dolayısıyla Akşener’i Millet İttifakı’ndan ya da adı her ne olacaksa önümüzdeki seçimlerde ilk yapılacak seçimlerde bu muhalefet blokundan kopartmak mümkün olmadı. Tam tersine muhalefet blokunun daha güçlenmesinde çok kritik bir rol oynamaya başladı Akşener. Akşener’in olmadığı bir muhalefet blokunu Kılıçdaroğlu’nun kurması pek mümkün değil. Kursa bile, buradan Erdoğan’a meydan okuması çok mümkün değil. Bu açıdan bakıldığında, İYİ Parti içerisinde değişik kişilerin değişik zamanlarda yaptığı çıkışlardan da Akşener çok ciddi bir şekilde zarar görmedi.

Erdoğan ve Bahçeli’nin en büyük iddiaları, özgürlük yerine güvenliği öne çıkartmaları, yani beka meselesi ve buradan özellikle CHP’yi vurmaya çalışıyorlar. Ama bu noktada Akşener’e çok fazla vuramıyorlar. Çünkü Akşener içişleri bakanlığı da yapmış biri ve güvenlik meselelerinde –ki sağ geleneğin içerisinden gelen birisi– tecrübeli; dolayısıyla bu da onu çok korunaklı kılıyor ve çok ciddi bir şekilde o kozu ellerinden almış oluyor. Bir diğer husus, biliyoruz ki Erdoğan, partisinden çok daha fazla bir popülariteye sahip. Yapılan bütün kamuoyu araştırmalarında bunu görüyoruz. Yani AK Parti ve Erdoğan arasında, Erdoğan hep birkaç adım önde. Ama bunun bir başka versiyonunu Akşener için de söylemek mümkün. İYİ Parti hâlâ parti olarak tam kimliğini oluşturamamış olabilir; ama Akşener siyasî lider olarak Türkiye sahnesinde hızlı bir şekilde kendini kabul ettirdi. Çok yalpaladı; mesela genel başkanlıktan bir istifası vardır, sonra apar topar geri çağırdılar ve tekrar kaldığı yerden devam etti gibi. Ama sonuç itibariyle baktığımızda, Bahçeli Akşener’i MHP’den tasfiye ederek, hem kendisi için hem de bu kurulan ittifak için çok büyük bir yanlış yapmış. Onun MHP içerisinde kalabilmesi hâlinde, Bahçeli’nin onunla bir şekilde bir yolunu bulup MHP’deki iktidarını paylaşması gerçekleşmiş olsaydı, işin rengi değişebilirdi. 

Burada Erdoğan için bir başka sorun da şu: Türkiye’de bir merkez sağ diye bir şey vardı. Hep dönüp dolaşıp aynı şeyi söylüyoruz, onlar da kızıyor; ama Z kuşağı bunu bilmez. Bir zamanlar Türkiye’de merkez sağ vardı, artık merkez sağ yok. Erdoğan’ın AK Parti’si bunu büyük ölçüde kendi içine çekti. Bir kısmı CHP’ye yöneldi; ama büyük bir kısmı AKP’ye geldi. Şimdi ama, özellikle son dönemde Erdoğan’ın düşüşe geçtiği andan itibaren, burada çok ciddi bir boşluk oluşmaya başladı. Akşener işte orayı doldurmaya aday ve bu konuda çok güvenilir birtakım siyasetbilimciler Akşener’in bu alanı doldurmada çok mesafe katettiğini söylüyorlar. Bu da Erdoğan için çok büyük bir tehlike çanı anlamına geliyor. Birisi inerken, düşüşte iken, diğerinin çıktığı bir olayı yaşıyoruz ve inenin elinde çok büyük imkânlar var, çok büyük güç var. Devlet var, yargı var, her şey var. İstediği her şeyi yapabiliyor. Önünde hiçbir engel yok, ama yapamıyor. Öte yandan, imkânsızlıklar ya da sınırlı imkânlarla adım adım yükselişte olan birisi var. Bunu ne ile yapıyor? Erdoğan’ın artık yapamadığı şeyle yapıyor. Öncelikle halka gidiyor. Zaten yine İsmail Saymaz’a demiş. “Ne kendi gidiyor, ne ortağı gidiyor, milletimizin ayağına biz gidiyoruz, dertlerini dinliyoruz. Sonra bunlardan hareketle iktidarı uyarıyoruz” diyor. Erdoğan’ın memleketi Rize’ye gidip, orada bir muhalefet partisi lideri olarak insanların dertlerini dinliyor. Sadece Rize’ye gitmedi. Türkiye’nin birçok yerinde dolaşıyor. Eski tip siyaset yapıyor. Erdoğan artık bunu yapmıyor, yapamıyor. Arada sırada halkın arasına karışmaya çalıştığı anlar var. Ama o koruma ordularıyla, o büyük olağanüstü tedbirlerle bunu istese de hep sınırlı bir şekilde yapabiliyor –ki halkın içerisinde olmak, halktan gelmek ve halka gitmek Erdoğan’ın en büyük avantajlarından birisiydi–, Erdoğan artık bunu rafa kaldırdı –isteyerek ya da istemeyerek, bilmiyorum– ve partisinin içerisinde de bunu yapabilen başka pek kimse yok. 

Yani Erdoğan’a vekâleten halka giden, onun adına halkla konuşan pek kimse yok. Mesela Süleyman Soylu eski tip siyaset yapan kişi olarak dikkat çekiyordu –yakın bir zamana kadar– ve buna bağlı olarak da popülaritesi yükselmişti. Ve şimdi Süleyman Soylu çok ciddi bir krizde. Dünkü yayında da söylediğimiz gibi, Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın kendisine verdikleri desteğe ihtiyacı olan bir siyasetçi. Artık kendi ayakları üzerinde durabilen bir siyasetçi olmaktan bence çıktı. Nitekim Erdoğan’ın, tam da Soylu’ya sahip çıktığı konuşmada, Akşener’e bu kadar sert saldırılması bence çok da fazla rastlantı değil. Çünkü Erdoğan’ın elinde artık Soylu gibi bir koz da yok. Gerektiğinde, diyelim ki Akşener’in gittiği yerlere gidecek, onun kadar ya da ondan az da olsa halka gidebilecek çok fazla ismi de yok. Belli bir popülaritesi olan, eski tip siyaseti bilen ve hayata geçirebilen kimsesi de pek yok. 

Tabii buradaki en temel sorun şu: Türkiye’de sağ, belli bir tarihten itibaren CHP düşmanlığı üzerinden, karşıtlığı üzerinden kitleleri hareketlendirebilmiştir değişik tarihlerde. Bu hep bir şekilde var olmuştur ve sağ ile solun yan yana geldiği ender anlarda, mesela 1991 seçimlerinden sonra Süleyman Demirel’in kurduğu ilk koalisyonda, Erdal İnönü ile beraber çok ilginç bir an olmuştu. Bir tür tarihî mutabakat gibi görülmüştü, ama çok uzun ömürlü olmamıştı. Daha sonra Ecevit’in kurduğu koalisyon hükümetinde, hem ANAP’ın hem MHP’nin olduğunu gördük. O da çok fazla uzun süreli olmadı. Hep bir şekilde bir araya gelişler oldu, ama bunlar genellikle başarısızlıkla sonuçlandı ve CHP karşıtlığı her zaman için Türk sağında, popülist propagandada çok kullanışlı bir materyal oldu ve Erdoğan bunu hep kullandı. Açıkçası suyunu da çıkarttı ve zaten artık bir önceki seçimde bu çıktı ortaya. Saadet Partisi dahil İYİ Parti birlikte hareket ettiler CHP ile, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’si ile. Daha sonra son yerel seçimde aynısı oldu. Erdoğan’ın elindeki en büyük koz gitmiş oldu. 

Yani CHP ile, muhalefeti CHP’ye endeksleyerek ve onu da bir tür tek parti dönemi göndermelerine –bunun içerisinde mezhep meselesi de var, solculuk, komünizm ne kadar kaldıysa– bütün bu göndermelerle beraber insanları CHP’yle korkutmak silahını elinden alıyor Akşener. Temel Karamollaoğlu da alıyor ve Temel Karamollaoğlu’nu bu konuda yıpratmak için devreye Oğuzhan Asiltürk’ü sokmaya çalıştı; ama şu âna kadar çok da başarılı olabilmiş gibi gözükmüyor. Sonra ne olacağını bilmiyoruz, ama tek başına Akşener’in varlığı bile Erdoğan’ın elindeki, Türkiye’yi sağ sol diye bölerek ve işte, diyelim ki: “Yüzde 35 civarı sol oy, geri kalanı sağ oy, nasıl olsa alır gideriz” kozuna engel. Her halükârda, “Solu bir şekilde kendi başına bırakırsak biz bir şekilde bu olayı götürürüz” hesaplarının tutmamasına ve o basit argümanın Erdoğan’ın elinden alınmasına yol açtı. Sürekli siz “CeHaPe zihniyeti, CeHaPe zihniyeti” diye bir şey diyorsunuz, “Bay Kemal” diyorsunuz; ama bir bakıyorsunuz ki sağın en önde gelen isimlerinden Meral Akşener, CHP’yle beraber hareket ediyor, Kemal Kılıçdaroğlu ile beraber hareket ediyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın dün “Bay Kemal, Bay Meral” demesi, daha sonra da “Bayan Kemal” demesi –başka birçok böyle diyenler olmuş– çok dil sürçmesine benzemiyor. Bir öfkenin, onların yan yana durmasını engelleyememiş olmanın verdiği bir şiddetin dışavurumu.

Çok notum var. Bir başka hususu da vurgulamak çok çok önemli. Meral Akşener bir kadın. Kadın kimliğine sahip çıkıyor ve bunu çok net bir şekilde, inandırıcı bir şekilde yapıyor. Yine Z kuşağı bilmez, Tansu Çiller bir kadın siyasetçiydi, ama kadın kimliğine hiçbir zaman sahip çıkmamış bir siyasetçiydi. Genellikle kadın kimliğini annelik üzerinden tarif ederdi. Çok geleneksel bir alanda tutardı. Ama Meral Akşener bunu yapmıyor. Daha geniş bir kadın kimliğiyle ortaya çıkıyor ve bu anlamıyla da kendi partisi dışındaki partilere yönelen ya da ilgi duyan kadınların da en azından empatisine, kendisine yakın bakmasına neden oluyor. Bu hiç yabana atılmaması gereken bir husus. Erdoğan’ın her geçen gün daha fazla eril, erkek dilini öne çıkarttığı bir yerde, Meral Akşener kadın kimliğine sahip çıkan birisi olarak onu iyice zorluyor ve Erdoğan’ın hareketine baktığımız zaman: Kadın yok, yani AKP iktidarının kadın figürü yok. Eşi Emine Erdoğan bir siyasî figür olarak ortaya çıkmış değil. Bazı bakanlar var, onların da çok önemli roller oynadıklarını göremiyoruz. Partide milletvekilleri var. Yönetiminde kadınlar var. Onların da öne çıktığını göremiyoruz. Dolayısıyla toplumun en az yarısını oluşturan kadınlara seslenmeyen, hele İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ederek iyice onları karşısına almış bir Erdoğan’ın, kadın kimliğinin altını ısrarla ve inandırıcı bir şekilde çizen Meral Akşener’den rahatsız olması da çok anlaşılır bir şey.

Evet. Dolayısıyla, Erdoğan’ın Akşener’den rahatsız olduğunu, kendisinin inişine karşılık onun çıkışını engelleyememesinin verdiği bir rahatsızlık olduğunu, ondan siyaseten korktuğunu tekrar tekrar vurgulamak lâzım. Burada tabii şöyle bir husus var: Dünkü bu sözlerin ardından Erdoğan ile Meral Akşener ileride, yakın tarihte veya orta vâdede yan yana gelmez mi? Birlikte hareket etmez mi? İttifak yapmaz mı? Pekâlâ yapabilir. Çünkü Erdoğan mesela Bahçeli’yle ittifak halinde; Erdoğan’ın Bahçeli, Bahçeli’nin Erdoğan hakkında söylediklerini çok iyi biliyoruz. Kaç kere, yüzlerce kez bizzat canlı olarak izlemiş birisiyim. Nasıl bir araya gelirler diyebildiğiniz kişiler siyâseten bir araya geliyor. Özellikle de Türk sağında çok olağan bir şey bu. Fakat burada Akşener’e karşı dezavantajlı durumda olduğunu dünkü gibi sert çıkışlarla açık etmiş olması, Erdoğan’ın ilerideki muhtemel pazarlıklarda elini iyice zayıflatıyor. Yani onu normal bir şekilde yapmadı. Açıkçası, Rize’de Akşener’in başına gelenleri kınamasını beklemedik. Ama diyelim ki kınasaydı, ya “Bu da çok yanlış oldu” vs. diyebilseydi, bence Erdoğan için daha akıllıca olurdu — yani ilerisi için. Aksi takdirde, şu çıkışıyla gemileri yaktı anlamına gelmiyor bence bu; çok daha sert sözler ettiği insanlarla bir arada olabilmiş bir siyasetçiden bahsediyoruz. Ama elinin bu kadar zayıf olduğunu göstermiş olması gerçekten şaşırtıcı. Erdoğan’ın iyice gücünü kaybettiğini ve inisiyatif almakta eskisi kadar güçlü olmadığını, becerikli olmadığını bize gösteriyor. Herhalde Meral Akşener de bu sözleri duyduğu zaman ya da kendisine aktarıldığı zaman, önce bir rahatsız olmuştur; ama siyaseten düşününce, bu çıkışın kendisine yaradığını ve kendi gidişinin hiç de fena olmadığını herhalde düşünmüştür diye akıl yürütüyorum.

Daha fazla uzatmayayım. Bakıyorum notlarıma: halka gidiyor olması, grup toplantılarında halkı kürsüye çıkartıyor olması. Bir de AKP ve MHP’nin en hassas konularından birisi Uygurlar meselesi, Çin ile ilişkiler. Bu konuda İYİ Parti’nin yaptığı, Meral Akşener’in yaptıkları da ayrıca fazladan bir rahatsızlık konusu diyeyim. Burada noktayı koyayım. Bitirirken şunu da tekrar vurgulamama izin verin. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki… ve önümüzdeki günler çok daha sert olacağa benziyor. Burada bağımsız ve özgür medyanın ihtiyacının çok daha net olduğu, ne kadar âcil ve elzem olduğunu herhalde hepiniz, eğer beni izliyorsanız herhalde biliyorsunuzdur. Dolayısıyla özgür ve bağımsız medyaya ve gazetecilere sahip çıkmanızı rica ediyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.