Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Peker-Soylu-Erdoğan-Bahçeli: İktidar savaşlarında son durum- Ruşen Çakır & Levent Gültekin tartışıyor

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Salı günü Levent Gültekin ile, Sedat Peker’in açığa çıkardığı iktidar savaşlarını konuşmuştuk. Çarşamba günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrı ile beraber işin rengi iyice değişti ya da değişmişe benziyor. İşte, son aşamayı yine Levent ile beraber konuşacağız. Levent, merhaba.

Levent Gültekin: Merhabalar, iyi yayınlar. 

Ruşen Çakır: Şimdi, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çalışkan’ın Cumhuriyet’teki sözleri çok çarpıcı — onu biraz sonraya bırakalım. Ben sana şunu soracağım: Salı günü söylediklerin, daha önceki yayınlarda da söylediklerin, tarif ettiğin bir iktidar savaşları, mevzilenme fotoğrafı, tablosu vardı. Önce Salı günü Bahçeli Süleyman Soylu’ya sahip çıktı — ama “tasma” lâfını da kullanarak. Ertesi gün de Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Binali Yıldırım’a hem de Süleyman Soylu’ya sahip çıktı. Yani senin çizdiğin tabloda Erdoğan’ın mecburiyetten davrandığını –yanlışsam düzeltirsin–, Bahçeli’nin çok daha etkin olduğunu tasvir ediyordun. Bu yaşananların da senin söylediklerini doğruladıklarını düşünüyorsun, öyle mi?

Levent Gültekin: Şimdi, ben zaten Erdoğan’ın grup toplantısında sahip çıkma ihtimâlinin yüksek olduğunu o yayında da söylemiştim. Çünkü Erdoğan bu tartışmalarda, bu kavgada kontrolü kaybetmek istemiyor. Yani kendisinin kontrolünde bir mesafeyle yol almayı birinci öncelik haline getirmiş. O grup konuşmasında Süleyman Soylu’ya sahip çıkmamış olsaydı, kavga çok hızlı bir şekilde su yüzüne çıkacaktı ve muhtemelen Erdoğan da kontrolü kaybedecekti. Şimdi Erdoğan için en önemli şey, bu mevcut ittifakın onun kontrolü olmadan, yani onun kontrolü dışında bir bozuntuya uğramamasıdır; çünkü bozuntuya uğradığı an hem Türkiye’deki kontrolü kaybediyor, hem de iktidardaki kontrolü kaybediyor. MHP’nin ya da Süleyman Soylu’nun, Erdoğan’ın bir tavrından dolayı kopmaları durumunda toplanamayacak aşama geliyor. O yüzden ben grup toplantısında Erdoğan’ın Süleyman Soylu’ya o sahip çıkışının çok yüzeysel, çok göstermelik olduğunu düşünüyorum. Nereden çıkarıyorum bunu? Erdoğan’ın hakikaten iktidara yönelik saldırılar ya da iktidara yönelik eleştiriler ya da arkasında “Türkiye’ye saldırıdır!” diye gördüğü herhangi bir olayı köpürte köpürte saatlerce kullandığını her konuda biliyoruz. Ortalama bir muhabirin bir sözünü de alıp onun üzerinden “Türkiye’ye saldırı var!” diye kullanıyor, ya da bir gazetecinin dil sürçmesi sonucunda veyahut bir siyasetçinin dil sürçmesi sonucunda ortaya çıkan yanlış bir cümleyi de alıp saatlerce kullanıyor. Fakat o kadar uzun bir grup toplantısında, Süleyman Soylu sadece bir cümlede geçti — o da sadece, “Yanındayız…” falan. Ama ben o grup toplantısının önemli bir kısmının Süleyman Soylu’lara tehdit içerdiğini düşünüyorum. Mesela bir cümlede, “Halkımız kimin çetelerle kol kola olduğunu izliyor” dedi. Bu tamamen onlara verilmiş bir mesajdı — “İzleniyorsunuz…” mesajıydı.

Ruşen Çakır: Peki?

Levent Gültekin: …Habire sıklıkla…

Ruşen Çakır: Buyur, devam et!

Levent Gültekin: Habire sıklıkla, işte, “Halkımızın bize verdiği yetkiyi devretmedik devretmeyeceğiz, kimseye bırakmadık bırakmayacağız. Yolumuza devam edeceğiz…” falan. Bütün bunlar Süleyman Soylu ve ortaklarına vermiş olduğu bir mesajdı. Ben zaten bekliyordum. Erdoğan’ın sahip çıkmama ihtimali yoktu. Şunu tekrar söylüyorum: Kontrolü kaybetmek istemiyor, zaman kazanmak istiyor. Salı günüydü ya da Pazartesi günüydü herhalde; bizim konuştuğumuzdan ya bir gün önceydi ya da aynı gündü. Biliyorsun, HSYK 3500’e yakın hâkim ve savcının yer değiştirme kararnâmesini açıkladı. Ben mesela hemen bir arkadaşımdan şöyle bir duyum aldım Ankara’da: MHP’de olağanüstü bir öfke var; çünkü çok önem verdikleri bazı hâkim ve savcılar görevden alınmış. Belli ki Erdoğan, aynen FETÖ operasyonlarında olduğu gibi, kamuoyu önünde kontrolü kaybetmeden ilişkiyi, o kavgayı su yüzüne çıkarmadan, el altından kendince bir operasyon çekiyor, kendince bir ayarlama yapıyor — devlet içerisindeki bu mevcut yapının gücünü azaltmaya dönük. Bu yüzden o beklediğim şey değildi. Ben mesela daha ileri gideyim — bu da bir yorum, tutar mı tutmaz mı, ne kadar doğru, izleyicilerimiz bilir: Mesela, Meral Akşener ile ilgili yaptığı o akıl almaz tehdit de biraz bu konuların konuşulmasını engellemeye dönük. Biraz bu yaptığı operasyonların üzerinden dikkatleri çekmeye, kavganın çok konuşulmasını engellemeye dönük bir çıkış olduğunu düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Ama…

Levent Gültekin: Çünkü Cumhurbaşkanı o kadar…

Ruşen Çakır: Bu Akşener meselesi, bunu böyle yorumlayan, yani gündem değiştirme çabası gibi yorumlayan çok kişi oldu; ama orada gemileri çok yakar gibi bir tavrı var. Yani, bir taraftan Bahçeli’yle olan meselesini sorunlu olarak tarif ediyorsun; ama yarın öbür gün Bahçeli ile yolu ayrılırsa, ilk aklına geleceklerden birisi Meral Akşener olmak durumundadır. Yani bu kadar sert bir çıkış çok sorunlu değil mi?

Levent Gültekin: Erdoğan ile Bahçeli arasında geçmişte söylenen sözlerden sence daha mı sert? Yani birbirlerine neredeyse “zürriyetsiz” diyecek kadar… Bahçeli’ye böyle söyledi değil mi?  Hatırlıyorsak, miting meydanlarında… Bahçeli’nin çocuğunun olmaması bile diline dolanmıştı. Sonuçta geldiler bir çıkar ittifakında bir araya geldiler. Bundan sonra gelirler anlamında söylemiyorum. Erdoğan’ın şu anda birinci önceliğinde muhalefete gitmek, muhalefetle ittifak yapmak yok. Erdoğan her halükârda kendi içerisinde pozisyonunu koruyarak bunları gerileteceğini, etkisiz hale getireceğini, Süleyman Soylu’nun kendiliğinden, yani olgunlaşmış bir meyvenin, olgunlaşmış bir yaprağın düşmesi gibi kendiliğinden düşeceğini, kendi alanında güç kazandıkça hem toplumsal anlamda hem de bürokrasideki o gücünü tesis etikçe MHP’nin de bir miktar geri çekileceğini hesap ediyor. Yoksa kafasında, “Bunlarla bu ilişkiyi bitireyim” gibi bir aşamaya henüz geldiğini zannetmiyorum. O yüzden de mesela ben Meral Akşener ile ilgili sözünü –bu bir yorum, bilgi değil– şöyle yorumluyorum. Bir taraftan kavga sürdürdüğü diğer ortaklarına, “Bakın, benim bunlara gitmek gibi bir niyetim yok. Öyle bir şey olsa bu kadar arayı açmam” diyor. Yani buraya bir yandan, “Ben buradayım, siz beni çok sıkıştırıyorsunuz, alan bırakmadınız, biraz geri çekilin bakalım!” diye bir geri itme operasyonu yapıyor. Gerçekten ipler koparsa bu sözleri Tayyip Bey iki dakikada telâfi eder. Tayyip Bey’in siyasî anlamda öyle kıvraklığı vardır, döner. “Ya hu memleket! Geçmiş sözlerimizi unutalım. Ülkenin durumu şöyle, her birimize şöyle sorumluluk düşüyor. İşte, konuşalım, edelim” falan filan diye iki günde konuşmasını unutturabileceğini düşünüyorum. Ama bence henüz Erdoğan’ın kafasında, muhalefete dönmek, muhalefet ile konuşmak, onlarla ittifak yapmak yok.

Ruşen Çakır: Peki Soylu’ya Bahçeli’nin sahip çıkmasını gerçekten sahici bir yan yana duruş olarak mı görüyorsun?

Levent Gültekin: Evet, çünkü orada bir ittifak var: Soylu, Perinçek, MHP, Ağar, hatta Çakıcı. Bütün bunların birlikte olduğu bir ittifak var. Bunu çok dostluk üzerine kurmalarına gerek yok. Aynı amaca mâtuf bir ittifak, birbirlerini sevmiyor olsalar bile. Bu ittifakın temelinde o kafanın biraz daha etkin olduğu bir iktidar yapısı. Hatta tamamen su yüzüne çıktığı, at koşturduğu bir iktidar yapısı. O yüzden, Berat Albayrak görevden alındığında ben kendi programımda yine bir duyumumu aktarmıştım: “Berat Albayrak MHP’nin talebi üzerine alındı” diye. MHP böyle bir şart koştu. Hatta “Askıda Ekmek Kampanyası”nın da biraz Berat Albayrak’ı yıpratmaya dönük yapılmış bir kampanya olduğu o zaman söylenmişti, böyle şeyler oluyor diye. Ben Süleyman Soylu’nun cesaretini MHP’den aldığını düşünüyorum. Yani MHP’nin onun yanında duruyor olması, Süleyman Soylu’yu Erdoğan’ı tehdit edecek kadar cesur yapıyor. Süleyman Soylu şunun farkında: MHP olmadığında Erdoğan olmuyor mevcut sistemde. Başkalarına da gidecek durumu yok, onu da bırakmıyorlar zaten. O yüzden ben Bahçeli’nin Süleyman Soylu’ya sahip çıkmasını sahici bir sahiplenme olarak görüyorum, Erdoğan’ınki değil.

Ruşen Çakır: Burada Berat Albayrak demişken, başta değindiğim Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çalışkan’a dâir de bir söz edelim: Kendisi Berat Albayrak’a yakın olarak biliniyor; İstanbul Emniyet Müdürü’ydü, Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı’na terfi edildi; ama aslında Soylu tarafından kızağa çekildi gibi de okundu. En son Soylu, Sedat Peker’e koruma tahsisi meselesinde topu ona attı biliyorsun. Ve o da, bugün Cumhuriyet’te Seyhan Avşar’ın haberinde var –çok ilginç bir haber, çok çarpıcı bir haber–, aslında bu haber önümüzdeki iktidar savaşlarının, süren savaşların ne kadar sert geçeceğinin de göstergesi. Açık açık, hiç lâfını sakınmadan ne diyor? “Açığa alınmayı bekliyor musunuz?” diye soruyor muhabir Seyhan Avşar. O da diyor ki: “Türkiye’deki en dürüst insanı neden dolayı açığa alacaklar çok merak ediyorum. Çıksın bir görelim bakalım. Türkiye’de insanlar var, dürüst siyasetçiler var, en başta Sayın Cumhurbaşkanı var” deyip, yine tabii Erdoğan’ı yüceltiyor. “Görelim bakalım kim açığa alacak Mustafa Çalışkan’ı?” diye devam ediyor. Çok merak ettim. En sonunda “Peker’in açıklamaları sizde herhangi bir rahatsızlık yaratmıyor mu?” sorusuna verdiği cevap da çok çarpıcı: “Bence toplum rahatsız, benim rahatsız olmam çok da önemli değil.” Normal şartlarda Emniyet Müdür Yardımcısı İçişleri’ne bağlı değil mi? Ya, böyle aleni bir olay var. Buradaki bu kişinin Berat Albayrak’a yakın olduğunu ve o yüzden de Süleyman Soylu tarafından biçildiğini de düşündüğümüzde, bu açıklamalarını nereye koymak lâzım?

Levent Gültekin: Şimdi, yine seninle yaptığımız konuşmada bir atıf yapmıştık. Hatırlıyorsan demiştik ki: FETÖ ile yapılan kavgada yöntemler o kadar benziyor ki bir daha “déjà-vu” yaşar gibiyiz. Bir tarafta bir devlet var, öbür tarafta bir paralel yapılanma var. O paralel yapının kontrolünde olmayan bürokratları bu taraf harcamaya çalışıyor, öbür taraf korumaya çalışıyor. Hatırlıyorsan, o zaman da FETÖ, Milli Görüş kökenli Erdoğan’a yakın bürokratları hedef yapıyorlardı. Bir tanesi –yanılmıyorsam, şimdi adını hatırlayamayacağım– Sakarya Emniyet Müdürü’ydü. FETÖ’nün en çok hedefe koyduğu emniyet müdürlerinden biriydi. Onun en temel özelliği Tayyip Erdoğan ile aynı kökenden geliyor olmasıydı. Şimdi Süleyman Soylu’nun verdiği iki tane isim var: bir tanesi Mustafa Çalışkan, öbürü de Selami Altınok. Ben ikisini de tanıyorum. İkisi de Milli Görüş kökeninden gelen, Erdoğan’a en yakın isimler, bürokraside Erdoğan’ın en çok güvendiği isimler. Selami Altınok, yanılmıyorsam Aksaray valisiydi. Onu aldı getirdi Tayyip Erdoğan o şeyden, 15 Temmuz… yok 15 Temmuz değil; 17-25 Aralık’tan sonra getirdi İstanbul’a ya vali yaptı, ya emniyet müdürü yaptı — şimdi hatırlamıyor olabilirim.

Ruşen Çakır: Emniyet müdürü.

Levent Gültekin: Emniyet müdürü. Evet emniyet müdürü yaptı. Ben ne kadar yakın olduğunu o zamandan biliyorum. Bayağı bir yakındı. Hani böyle direkt ona bağlı çalışıyordu. Arada İçişleri Bakanı yoktu o kadar. Orada en önemli işlerini onunla yaptı —ki biliyorsun, 17-25 Aralık’tan sonra Tayyip Erdoğan, başına yeni bir kaza gelmesin diye böyle en güvendiği insanlarla iş tuttu. Sonra, arada yaptığı işlerden dolayı onu ödüllendirdi ve alıp partiye milletvekili yaptı. Şimdi Süleyman Soylu, aynen FETÖ taktiğine benzer şekilde, Erdoğan’ın en yakınındaki iki tane Milli Görüş kökenliyi hedef alıyor: biri Mustafa Çalışkan, öbürü de Selami Altınok. “Sedat Peker’e bunlar imza verdi” diye. Şimdi, Mustafa Çalışkan’ın bugünkü konuşmasına baktığımızda, bürokrasideki kavga biraz daha su yüzüne çıkmış halde. Şimdi bir emniyet müdür yardımcısının çok açık bir şekilde, “Alsın da beni görelim” meydan okuması pek anlaşılır bir şey değil. Ben burada muhtemelen Erdoğan’ın emniyet müdürünü yiyeceğini tahmin ediyorum. Yani Mustafa Çalışkan’ın açıklamasından şu anda Erdoğan’ın rahatsız olduğunu ve muhtemelen bu kavganın onun kontrolü olmadan bir şekil almasını istemediği için Mustafa Çalışkan’ı bir süreliğine geri çekeceğini, açığa alacağını, bir tarafa çekeceğini ve bu kavgayı kendi inisiyatifinde; yöntemini, üslûbunu, yaklaşımını kendisinin belirlediği bir tarzda sürdürmeye devam edeceğini düşünüyorum. Bunun şöyle bir nedeni var Ruşen: İki taraf da, hem MHP ve Süleyman Soylu hem de Tayyip Erdoğan, kavgayı yapan, açığa çıkaran taraf olmak istemiyorlar kamuoyu nezdinde. Çünkü ikisi de milliyetçi-muhafazakâr taban nezdinde mağdurluğa oynuyor — iki taraf da. Yani Erdoğan öyle bir noktaya getirecek ki; bunlar aynen FETÖ’de olduğu gibi bir operasyon çektikleri an, işi bozdukları an, Erdoğan’ın çıkıp topluma, milliyetçi-muhafazakâr tabana, “Görüyorsunuz, her şeyi yaptım. Aynen Cemaat’te olduğu gibi istedikleri her şeyi verdim; buna rağmen memnun edemedim, bunlar başkalarıyla iş tuttular, çıkar ilişkisine girdiler, marinaya el koydular, onun malına el koymaya kalktılar, bunun malına el koymaya kalktılar. Gördünüz; videoları da gördünüz; mafya ile iş tuttular, benim en yakınımdaki insanlara operasyon çektiler, ben ancak bu kadar getirebildim bunları” diyebilecek zemini bekliyor. Aynı şeyi Süleyman Soylu da bekliyor, MHP de bekliyor. Süleyman Soylu gücünün bir kısmını bu milliyetçi-muhafazakâr tabandaki kendisine olan ilgiden alıyor. O ilginin, “Lidere ihanet etti” damgasıyla azalmasını istemiyor, habire kamuoyu önünde, “Arkandayız, yanındayız, sonuna kadar emrindeyiz, destekliyoruz” cümlesi tamamen, “Ben çok sâdığım, yerimdeyim, yanlış hiçbir şey yapmıyorum, eğer beni atacaklarsa da bunlar atacaklar. Ya halkım, görüyorsun ben terörle şöyle mücadele ettim, mafya ile şöyle mücadele ettim; ama bunlara ağır geldi, taşıyamadılar beni” demek. Şimdi ikisi de kamuoyu önünde bir mağduriyeti oynadığı için açıktan hiçbir şey yapmıyorlar. Adamlar üzerinden birbirleriyle bir gard alma var. Ama dediğim gibi Tayyip Bey bunun kontrolünü bırakmayacaktır — sonuna kadar kendi kontrolünde götürecektir. Konuşan Bülent Arınç gibi mesela… Bülent Arınç’ı bile harcamak durumunda kalmasının nedeni bu kontrolü kaybetmemeydi. Yoksa Bülent Arınç’a ben Tayyip Bey’in çok fazla böyle kızdığını –daha ileri gideyim, birazcık o mahalleyi biliyorsam, birazcık o siyasetin aktörlerini tanıyorsam– Bülent Arınç Tayyip Bey’den izinsiz o konuşmayı asla yapmamıştır. Ha, bu kadar ayrıntıyı konuşmamıştır; ama bir çerçeveyi çizmiştir, “Efendim, ben böyle bir şey yapacağım” diye — o da, “Bir bak bakalım, ne getirecek ne götürecek?” anlamında. Sonradan Tayyip Bey, kontrolü kaybediyor diye sahip çıkmayıp Bülent Arınç’ı harcamak durumunda kaldı. Böyle birilerini harcayacaklar; ta ki Tayyip Erdoğan, hani meşhur şey var ya, şu belimi bir doğrultayım diye, belini doğrultana kadar… şu anda belini doğrultabilecek durumu yok.

Ruşen Çakır: Burada Süleyman Soylu bahsine gelecek olursak. Ben geçen bir yayında şu değerlendirmeyi yaptım: Kendi başına Sedat Peker ile baş edemedi. Yani önce Bahçeli, sonra Erdoğan sahip çıkmasaydı Süleyman Soylu yapayalnız ve tamamen iktidarı kalmamış bir siyasetçi olacaktı. Onların sayesinde ayakta duruyor ve dolayısıyla artık ileriye yönelik falan bir şansı kalmadığını söyledim. Katılır mısın?

Levent Gültekin: Süleyman Soylu’nun tek başına bir anlamı yok. Bunu kendi de biliyor. Yani ne yapacak? Parti kursa yüzde beş bile alamaz — ki şu anda bakma. Evet, Süleyman Soylu istifa ettiğinde hatırlıyorsan çok büyük bir kampanya olmuştu, “Geri dön” diye. O zaman epeyce arkadaşımız, analiz yapanlar, yorum yapanlar, Süleyman Soylu’nun çok güçlü olduğuna dâir yorum yapmışlardı. Ben de şöyle demiştim: Süleyman Soylu gücünü Erdoğan’a yaptığı hizmetten alıyor. Yani ona olan ilgi şöyleydi, halk aslında ona şunu dedi: “Reis’in yanında senin gibi bir adama ihtiyaç var. Nereye gidiyorsun? Reisi yalnız bırakma.” Soylu onu kendisine olan ilgi zannetti. O yüzden de Süleyman Soylu’nun bütün siyasetçilerin girdiği bir sarhoşluğa kapılmış olma ihtimâli çok yüksek — etrafımda aldığım duyumlar yine öyle. Bu, siyasî liderlerden sonra en çok beğeni alan siyasetçi olmasını kendi kişisel başarısı, kendi kişisel beğenisi zannediyor. Halbuki değil. Tayyip Erdoğan’ın ekibinde, Tayyip Erdoğan’a en iyi hizmet eden, onunla en uyumlu çalışan, en yiğit, en cesur, en ağzı lâf yapan bir aktör pozisyonunda o ilgiyi alıyor. Eğer Süleyman Soylu, hem Bahçeli’nin desteğini kaybetse, hem Erdoğan’ın desteğini kaybetse, Sedat Peker’e yenilmiş bir aktör olarak sokağa çıksa, ben parti kuruyorum dese, bu kadar iddialı da konuşabilirim: Yüzde üçü, beşi de bulamaz. Öyle bir aktörlüğü, öyle bir liderliği, öyle bir tabanı da yok. İster istemez bu ikisinin, daha doğrusu bu ittifakın gücüne ihtiyacı var; MHP ile olan ittifakın desteğine, orada beraber bir şey yapıyorlar. O tek başına bir şey yapmıyor. MHP’nin de talepleri, rahatsızlıkları var. Hep beraber bir yol almaya çalışıyorlar.

Ruşen Çakır: Burada şimdi Sedat Peker hakkında yakalama kararı çıktı. Bu da şunu gösteriyor ki; o bütün İnterpol, “Kırmızı bülten çıkarmayarak şunu yaptı bunu yaptı” olaylarının aslında ne kadar baştan savma olduğunu gösteriyor — yakalama kararının daha yeni çıktığı düşünülürse. “Kendin karar çıkartmamışsın İnterpol’den neyi istiyorsun?” gibi bir durum çıktı. Her neyse. Şimdi, “Peker ne yapacak?” sorusu var önümüzde. Pazar gününe yine saatleri kurdurdu, ilan etti. Ben geçen üç tane seçenekten bahsettim, zaten herkesin de aklına gelebileceği gibi. Birincisi, tamamen susmak, buraya kadarmış diye. Bunun olmayacağı anlaşılıyor — en azından bu pazara kadar susmayacak. Ama belki pazar günü bir video yapar, der ki: “Bu son videom” der vs.. Onu da susmak olarak kabul edebiliriz. Bir diğeri, eskisi gibi devam etmek. Erdoğan’ın bütün açıklamalarını vs. tamam, ama işte, “Yine Tayyip Abi’yi çevresi yanlış bilgilendiriyor” modunda, eski kaldığı yerden devam etmek. Üçüncüsü –en ilginci bu olur tabii– Erdoğan’ı da karşısına almak. Ben açıkçası eskisi gibi devam edeceğini tahmin ediyorum. Tabii bunu bilmek mümkün değil; çünkü çok değişik bir adam olduğu ortaya çıktı şu âna kadar. Çok kestirilebilir birisi gibi de gözükmüyor. Sen ne dersin? Nasıl bir şey bekliyorsun? Pazar günü ve sonrasında tabii…

Levent Gültekin: Şimdi, Erdoğan’ın grup konuşmasından sonraki Sedat Peker’in tepkilerine baktım. Onun da herkes gibi bunu Süleyman Soylu’ya bir koruma kalkanı olarak yorumladığını gördüm; ilk tepkilerinde, Erdoğan’ın da kendisini anlamadığına, Erdoğan’ın da teslim olduğuna dâir bir yorum çıkarmış o konuşmadan. Ve o öfkeyle birkaç tane tweet attı — meydan okuyucu tweet’ler. Ama sonradan muhtemelen ya uyaracaklar, ya uyardılar bunu; bu bir şey değildir diye. Bütünüyle sahip çıkma değil diye. Dediğimiz gibi, bunu bilmemiz mümkün değil teknik olarak. Bir tahmin yürütebiliriz. Ben düşük profilde sürdüreceğini sanıyorum. Tam olarak anlamaya çalışacak, Erdoğan hangi tarafa doğru meyilli? Yani bunlara, bu yapıya, kadroya bütünüyle teslim olmayı mı seçiyor? Yoksa hayır, kontrolü kendinde ayrı bir mücadele mi sürdürüyor? Bence onu anlamaya çalışacak. Onu anlamaya çalışırken biraz hamâset, biraz milleti konuşturacak, popülaritesini sürdürmeye çalışacak. Kendi üzerindeki ilgiyi düşürmeden, kendini konuşturacak birkaç tane malzemeyle orta düzeyde bir videoyla devam edebilir. El altından bir mesaj giderse, buna “Dur! Tamam, daha fazla bozma, biz kendimizce bir yol yürüyoruz” denirse, yani o mücadeleyi o zaman daha sonlandırabilir. Ama sonlandırması pek mümkün gözükmüyor; çünkü dikkat ettim, biraz baktım inceledim: Pek hoşuna gitmiş bu ilgi, videolar, izlenmeler, konuşmalar, toplumun dikkati. Onun tadını çıkaracak herhalde. Belli ki o olağanüstü şöhret, ilgi onu bir günde…, yani o stratejik aklı uygulayacak durumda biri değil. “Bir dakika, ben artık bir yere geldim, şimdi bunda…” Çünkü o şeye kapılma ihtimali çok yüksek — o akıma, ilgi akımına. Benim kişisel tahminim, orta düzeyde bir video ile varlığını sürdürecek. “Ben buradayım, devam ediyorum; durmadım, sizi de izliyorum, bakalım nasıl bir yol alacaksınız?” diye. Benim burada asıl dikkat ettiğim, şimdi bundan maaş aldığı söylenen kişinin adı, Metin Külünk diye atıldı ortalığa ve Metin Külünk’ün çıkıp tek bir gün, “Hayır, o ben değilim. Ne saçmalıyorsunuz?” gibi bir açıklama yapmamış olması çok enteresan. Çok sessiz bir şekilde izliyor. Muhtemelen ayda on bin dolar para alacak kadar bir ilişkisi varsa, muhtemelen o ilişkiyi de yönetiyordur. Yani o aradaki şeyi de yönetiyordur. O yüzden orası çok enteresan. Orada enteresan bir sessizlik var. Adam, “Ben almadım” demiyor, adı dolaşıyor, her tarafta haber oldu. Gazeteciler ekranda dillendirdiler, “Bu mu değil mi?” diye. Süleyman Soylu hani “Savcılığa vereceğim” falan filan dedi; ama somut bir şey almamış olsa da onun inkâr etmemesini ben bir ittifak, orayla Sedat Peker arasında bir ittifak anlamında yorumluyorum. Yanılıyor olabilirim, ama bana öyle geliyor.

Ruşen Çakır: Burada tabii onun dile getirdiği bir yığın somut iddia var. Mesela Hürriyet gazetesinin baskını, Kutlu Adalı olayı… o Kutlu Adalı olayına verilen cevapların, Korkut Eken’in falan verdikleri cevapların hepsi çok baştan savma. Yani baştan savma dediğim, hiçbir iknâ edici yanı yok. “Ben Kıbrıs’taki PKK faaliyetlerini incelemeye gittim Atilla Peker ile” diyor. Yani bir kere hiçbir resmî görevi yok. Diyelim ki hani örtülü bir görev var; Atilla Peker ile niye gidiyor PKK şeyine. Onun ne görevi var? Böyle karman çorman ve bunların hiçbirisinin hakkında da somut olarak bir şey yapılmışa, yapılacağa da benzemiyor. Ama bunlar kolay kolay örtülebilecek meseleler de değil. Yarın öbür gün, mesela bunları Erdoğan ya da bir başkası karşı tarafı tasfiye etmede kullanabilir mi?

Levent Gültekin: Kesinlikle. Şu anda yapması demek savaş açmak demektir. Şu anda bence Erdoğan onların her birini el altında tutuyor. Eğer gerçekten bir savaş çıkarsa, bunların her birinin hızlı bir şekilde bir dosya gözaltılara dönüşebileceğinden zerre kadar şüphe etmiyorum. Yani, ama şu anda böyle bir soruşturmaya dökülse, şu anda böyle, Korkut Eken’e “Hadi gel bakalım” deseler, “Gel bakalım anlat, sen Sedat Peker’in kardeşiyle niye gidiyorsun?” deseler. Neydi ki bunun görevi, pozisyonu? Hani bugün Ahmet Hakan yazmış ya, “Biz sorduk Hürriyet olarak, cevap vermedi. Benim konuşmam buraya kadardır dedi” deyip bırakmış. Muhtemelen marina meselesi de bu Kıbrıs meselesi de Erdoğan’ın şimdilik bir tarafa koyduğu bir şey, dosya. Eğer kavga su yüzüne çıkarsa ilk operasyon yapılacak dosyalardan biri. Fakat daha önceki yayında da söylemiştik: Biz bu yapının Erdoğan’ın önüne ne koyduğunu bilmiyoruz. Bunun sadece bir ortaklığı bozma meselesi olmadığını, yani “Erdoğan sadece ortaklığı bozmak istemediği için bunlarla kavgayı su yüzüne çıkarmadı” meselesi olmayabilir. Bunların elinde ne tür dosyalar, ne tür kasetler olduğunu, Tayyip Bey’in önüne koyup koymadıklarını bilmiyoruz. Eğer böyle bir şey varsa, Tayyip Bey kıpırdayamaz hâle de gelmiş olacak. Aynen tekrar dönüyorum, şimdi nasıl ki 17-25 Aralık’ta FETÖ, elindeki bütün o yolsuzluk belgelerini, kasetlerini önce bir pazarlık unsuru olarak sunup, istediklerini alamayınca da patlatmak durumunda kaldıkları gibi, bunlar da muhtemelen –tahmin– Tayyip Bey’in önüne ona benzer bir dosya, kaset gibi bir şey –bir tane değil, belki on tane– çok da büyük ses getirebilecek şeyler koymuşlardır ve sadece hareket alanını daha daraltmaya çalışıyorlardır. O yüzden Tayyip Bey eğer marina meselesine, Korkut Eken meselesine dönük bir yargı hamlesi başlattığı an, öbür tarafa zımnen şunu demiş oluyor: “Siz de elinizdekilerle ilgili aynı hamleyi başlatabilirsiniz” anlamına geliyor — ki ben böyle meydan okuyabilecek durumda olduğuna en küçük ihtimal vermiyorum. İzleyicilerimizin dikkatini şuna çekeyim: Biz Tayyip Erdoğan’ı hepimiz iyi tanıyoruz, 19 yıldır — ki benim daha geçmişim de var. Tayyip Erdoğan, Süleyman Soylu’nun ekrandan tehditlerini yutacak, boyun eğecek, alttan alacak bir kişiliğe sahip biri değil. Yani nedir o tehdit? “Benden önceki İçişleri bakanlarının evlerinde para makinası vardı.” İşte, “Ben değil, bilmem, Adalet Bakanı. Ben tutuyorum, Adalet Bakanı şöyle yapıyor.” Yani Erdoğan’ın etrafındaki isimlerin tamamını böyle yem olarak ortalığa atması, “Azdan az gider çoktan çok gider” sözüyle üstü kapalı bir tehdit savurması. “Sayın Cumhurbaşkanı isterse beni gece 2’de bir kararnâme ile alır.” Yani: “Alabiliyorsa alsın!” anlamına gelebilecek gibi şeylerle. Erdoğan bunları yutabilecek bir adam değil. Yutmasının nedeni, dediğim gibi sadece ortaklığı bozmamak olmayabilir. Hakikaten köşeye sıkışmıştır, elinde dosyalar vardır; onu da kontrol altında tutmak istiyordur. O yüzden hiçbir taşkınlığa izin vermeyecektir. Ne bir dava açılması, ne bir savcının harekete geçmesi, ne bir emniyet müdürünün konuşması, ne bir milletvekilinin konuşması… hiç kimseye müsaade etmiyor. Tamamen kendi kontrolünde kendisi bu kavgayı istediği istikamette sürdürecek ki, dediğim gibi: Kontrolü kaybetmesin.

Ruşen Çakır: Ama ben bunun kontrol edilebilir bir kavga olduğu kanısında değilim. Artık kimsenin kontrol edemeyeceği ve bu arada tabii kavganın şiddetlenmesi ve kaybın kaçınılmazlığının görünmesiyle birlikte, birçok kişi can havliyle birtakım hamleler de yapacaklardır gibi geliyor bana. Son olarak şunu sormak istiyorum: Hâlâ Berat Albayrak yok; adı geçiyor ve belli ki bütün bu süreçlerin belli yerlerinde olmuş ve şu anda kaybeden taraf olarak gözüküyor. Bu çatışmaların tırmanması ve gelişmesiyle birlikte, tekrar devreye girebilir mi? Çünkü sen bir ara, dönüşünün mümkün olduğunu söylemiştin. Ama yine hâlâ, Çamlıca Camii’ndeki bir görüntü dışında, hiçbir şeyini göremedik.

Levent Gültekin: Bence muhtemelen Berat Albayrak bu kavganın sonucunu bekliyor. Yani geri dönmeyenin Berat Albayrak olduğunu duydum. Yani tavır alanın o olduğunu…. Yani: “Beni harcadınız, gelmiyorum.” “Gel!” denilmiş çünkü kendisine. Hatta çok enteresan bir bilgi paylaşayım: AK Parti Kongresi’ne çağrılmış, oraya bile gitmemiş. Babası Sadık Albayrak, “Yahu çok ayıp oluyor, rezil oluyoruz, bu kadar da olmaz!” deyip onun yerine kendisi kalkmış gelmiş Trabzon’dan kongreye. Biliyorsun baba Sadık Albayrak Trabzon’da köyde, emekliye ayrılmış. Kendi öyle bir röportaj vermişti, “Koronadan moronadan uzak burada bir hayat yaşıyorum” diye. Sadık Albayrak’ın, Berat Albayrak gelmeyince, “Yahu ayıp oluyor; bu kadar da ayıp yapılmaz” deyip, oğlunun yerine, telâfi etmek üzere kongreye gittiğine dâir duyumlar almıştım. Şimdi Berat Albayrak muhtemelen buradaki kavganın istikametini görmek istiyor. Ne olacağını, hangi boyuta geleceğini: Erdoğan kendi etrafını temizleyecek mi? Bunları geri püskürtecek mi? Bunlardan bütünüyle kopacak mı? Ondan sonra, Erdoğan gerçekten hâlâ ayaktaysa, hâlâ varlığını, iktidarını sürdürebiliyorsa, ve bu mevcut yapıdan kurtulmuşsa, o zaman Berat Albayrak’ı yeniden geri alabilir, çağırabilir, onore edebilir. Ama Berat Albayrak muhtemelen, “Bu yapıya tâviz verdiği müddetçe, kontrolü kaybetmeyeyim diye etrafındaki herkesi harcadığı sürece, ben gelmeyeceğim” diye bir tavır koyuyor.

Ruşen Çakır: Şimdi Sadık Albayrak bu yayını izlerse ya da haberdar olursa ve rahatsız olursa, “O öyle değil böyle oldu” diye söyler — o da bana yeni bir anlatacak konu eklemiş olur. Levent, burada noktayı koyalım. Tabii Pazar günü neler olacağını bekliyoruz. Pazar günkü açıklamanın ardından ek birtakım tepkiler…, Süleyman Soylu yine televizyona çıkar mı? Artık çıkmaz diye tahmin ediyorum ama…

Levent Gültekin: Bence de çıkmaz artık.

Ruşen Çakır: Yine de bir kere daha tekrarlayayım: Gerçekten bir gazeteci yayını yapmak istiyorsa, Medyascope’ta kendisiyle bir yayın yaparız diyeyim. Çok sağ ol Levent. Bakalım….

Levent Gültekin: Ya, ben sana demiştim ki: “Sen Süleyman Soylu’yu almak istemez misin?” demiştim sana yayında. Sen de demiştin ki: “Emin değilim”. Demek ki istiyorsun. Gazetecilik böyle bir şey.

Ruşen Çakır: Ama o tarihteki modu TRT yayını moduydu biliyorsun. Şimdi artık, arada Habertürk’te, bir iki gazetecinin soru sorabileceği kıvâma geldi. Bir sonra da herhalde tamamen serbest bir yayın kıvâmına gelir. İşte tam da bizim sıramız belki şimdi gelmiştir. Eğer gelirse beraber yaparız belki.

Levent Gültekin: Hah! Ben de onu diyecektim. Gelirse ben de soru soran olmak isterim. Sorularım var çünkü kafamda. Peki, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Oldu. Çok sağ ol Levent. Evet, Levent Gültekin ile yine çok keyifli bir yayın yaptık. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Saat 16.00’da da Kemal Can ile “Haftaya Bakış”ta yine bu konuları konuşacağımızı tekrarlamak istiyorum. Şimdilik bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.