Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Kayyum rektör” olayından çıkarılacak dersler

Boğaziçi Üniversitesi’nde paraşütle atanan Melih Bulu yine bir gece yarısı kararnamesiyle görevden alındı. Bu siyasi iktidar için bariz bir yenilgi ve bu süreç Türkiye için çok önemli dersler barındırıyor.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı 

Merhaba, iyi günler. Güne güzel bir haberle başladık. Boğaziçi Üniversitesi’ne paraşütle atanan Melih Bulu, yine aynı şekilde bir kararnâmeyle, Resmî Gazete’de yayımlanan bir kararnâmeyle, Cumhurbaşkanı tarafından görevden alındı — yani attılar kendisini. Nasıl getirdiyseler öyle götürdüler. Yerine henüz kimse atanmış değil. Herhalde bir süreç işleyecek ve muhtemelen yerine rektör yardımcısı olmayı kabul eden isimlerden birisi geçici olarak bakacak. Ondan sonrasının nasıl olacağını süreç içerisinde gözleyeceğiz. Şimdi bu olay bize birçok açıdan çok ders veriyor, çok şey öğretiyor; Türkiye hakkında ve hayat hakkında tabii ki. Biz “Adını Koyalım”da, geçen hafta, tam da toplumsal muhalefetten çıkarılacak dersleri konuştuk, dört kişi. Orada iki tane temel husus vardı, bunlardan birisi tabii ki Boğaziçi Üniversitesi direnişiydi. 

Gerçekten çok çarpıcı bir direnişti ve bu direniş sonuçta zafere ulaştı. Şimdi, burada tabii ben “Zafere ulaştı” diyorum, ama sabah baktığımız zaman, sosyal medyada birçok kişi tarafından hemen muhalefet şerhleri düşülüyor. “İşte, bakalım, yerine daha kötüsü gelecek. Peki ama, şu ne olacak, bu ne olacak?” vs. diye… Ama biliyoruz ki burada ilk hedef, en belirgin hedef –zaten bu direnişin başarıya ulaşmasının da en önemli nedenlerinden birisi buydu–, çok açık ve net bir talebi vardı: “Kayyum rektör istifa!” ya da “Kayyum rektör istemiyoruz!” Sonuçta o hedefe ulaşıldı. Nokta. Bu kadar. 

Bunun devamında tabii ki yeni atanacak isim, atanma şekli vs.. bütün bunların hepsinde yeni tartışmalar, belki yeni direnişler olacak; ama şu hâliyle baktığımız zaman, bu hedefe kilitlenmiş olan Boğaziçi Direnişi o hedefe ulaştı. Melih Bulu geldiği gibi, hatta geldiğinden daha kötü bir şekilde gitti. Kendisine haber dahi vermemişler, öyle anlaşılıyor ve hâlâ sosyal medyada kendisini Boğaziçi Üniversitesi rektörü olarak göstermeye gayret ediyor; ama herhalde çok da fazla direnemeyecek ve zaten bundan sonra hayatımızda Melih Bulu diye birisi herhalde olmayacak — zaten hak etmediği bir yerdi. Hak etmediği bir şekilde kaldı ve öğrencilere, öğretim üyelerine, Boğaziçi câmiasına hak etmedikleri şekilde muamele etmeye kalktı ve kaybetti. Rezil oldu. Yani gerçekten, rezil oldu. Melih Bulu’nun bize gösterdiği en önemli şeylerden biri, liyâkatsiz insanların, lâyık olmadıkları yere gelen insanların, îtiraz edildiği zaman, güçlü bir şekilde îtiraz edildiği zaman o yerde duramadığını gösterdi; ama bir diğer husus da tabii ki, hayatta en önemli özelliklerden birisi — ki bugün Levent Gültekin de aynı şeyi söylemiş: haysiyet, onur… Yani bir insanda her şey bir yana, öncelikle olması gereken haysiyettir, bunu da bize gösterdi. 

Dediğim gibi olay bitti; ama hâlâ birtakım muhalefet şerhleri konulmak isteniyor. Burada niye bu yapılıyor? Çünkü hâlâ insanlar Türkiye’de esas aktörün, oyun kurucunun, baş aktörün, hatta tek aktörün Recep Tayyip Erdoğan olduğunu düşünüyorlar. Onun dışındaki herkesi de bir tür, filmin figürasyonu olarak görüyorlar, figüranlar olarak görüyorlar; ama bu olay bize gösterdi ki, Recep Tayyip Erdoğan değil. Burada, esas aktör Boğaziçi câmiasıydı. Öğretim üyeleri, öğrenciler, öğrenci velileri ve mezunlar ve bunlarla bir şekilde direkt ilişkisi olmasa da destek veren geniş bir toplumsal kesim; ama esas olarak Boğaziçi câmiasıydı. Aktör bu. İşte bize gösterdiği en önemli şey bu. 

Hâlâ birisi Türkiye’de tek adam rejimini dayatıyor olabilir, ben ne dersem o diyebilir, bunu yaptığını da sanabilir; ama insanlar îtiraz ettikleri zaman ve îtirazlarında ısrar ettikleri zaman, ısrarlarını da çok meşru zeminler üzerinden ve günün gereklerine uygun yöntemlerle dile getirdikleri zaman, aslında aktör çok kolaylıkla değişebiliyor. Boğaziçi Üniversitesi rektörünün Erdoğan tarafından görevden alınması… ki rektör ne demişti? “Altı ay sürer, ondan sonra her şey yoluna girer.” Kendisi altı ayın sonunda kapının önüne konuldu. Yani şöyle bir lâf var: “Erdoğan hep birilerini kullanıp kullanıp atıyor.” Çok kişiye böyle yaptı, ama burada Melih Bulu olayında, açık söylemek gerekirse kullanamadığı için attı. Kullanılabilecek birisi olmadığı için attı ve baştan yanlış bir tercih yapmış olduğunu gördü.

Her ne olursa olsun, Erdoğan’ın şu âna kadar birçok haklı nedenlerle eleştirilen, hedefe konulan isme, sırf “Geri adım attı” dedirtmemek için sahip çıktığını düşünürsek, Melih Bulu’nun görevden alınmasını Erdoğan’ın yakın tarihteki ilklerinden birisi olarak kayda geçmek lâzım. En son, yolsuzluk iddiaları üzerine Ticaret Bakanı’nı görevden aldı; ama görevden aldıktan sonra da onu bir şekilde sahiplenmeye çalıştı. O bir ölçüde sayılır. Melih Bulu’ya sahip çıkar mı, onu över mi? Çok emin değilim; ama Melih Bulu’nun ilk ifadesinde, diğer görevden alınan, uzaklaştırılanlar gibi –SETA olayında da görmüştük bunu–, “Sayın Cumhurbaşkanı’na şükranlarını, minnetlerini beyan” edeceğini herhalde tahmin ediyoruz; ama bu olay Erdoğan’ın yakın döneminde de bir ilk olarak kayıtlara geçti. Bu da bize, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direnişin aslında tüm Türkiye için çok önemli bir örneklem teşkil ettiğini gösteriyor.

Demek ki, oluyor. Demek ki dayanışmayla, direnişle, haklı bir şekilde durmakla, oluyor. Bir diğer gösterdiği husus da şu: Birbirinden farklı bileşenler var. Şimdi, günlerdir, aylardır tartışıyoruz, “Muhalefet bloku ne yapıyor, ne yapabilir?” diye. Hep ortada birtakım sorunlar var; özellikle HDP meselesinden kaynaklanan sorunlar ve dolayısıyla birlikte fotoğraf vermekte, birlikte hareket etmekte çok zorlanıyorlar. Belki seçim aşamasına gelindiğinde bir formül bulurlar diye bekliyoruz. Boğaziçi Üniversitesi olayında ilk andan itibaren birbirinden farklı bileşenler, bütün farklılıklarına rağmen bir noktada birleşebildiler. Şimdi insanlar diyebilir ki: “Ne farklılıkları var?”. Yani düşünün, Allah için, bir üniversitede öğrenciyle öğretmen, öğretim üyesi farklıdır. Ne kadar birbirleriyle ilişki kurmaya çalışırlarsa çalışsınlar, sonuçta farklıdırlar. Boğaziçi’nde de farklıdır, Ankara Üniversitesi’nde de farklıdır, Dicle Üniversitesi’nde de farklıdır. Ben Boğaziçi’nde bir süre –bir süre dediğim, çok uzun süre– okudum, ama hep birinci sınıfta kaldım. O benim hikâyem, ayrı bir hikâye; ama biliyorum ki Boğaziçi Üniversitesi’nde, hele iyi puanla gelen öğrencilerin gözünde, hocalar da hep eksiktir, sorunludur, şudur budur ve böyle bir olayda bir de öğrencilerin velileriyle olan ilişkilerini düşünün. Velilerin büyük bir kısmı, “Oğlum/Kızım, yakma okulunu” reaksiyonu verir diye biliyoruz; ama Boğaziçi’nde tam tersi oldu, çok ciddi bir şekilde aileler çocuklarına sahip çıktı. Mezunlar normalde, “Bana ne ya? Ben çıkmışım gitmişim” diye bakarlar. Burada dâhil oldular ve belki hepsinin farklı farklı yaklaşımları vardı. 

O süreci yakından takip etmeye çalıştım şahsen ve özel olarak da Medyascope’ta farklı bileşenlerle konuştuğumuz zaman farklı açılar gördük; ama bütün bunlar Melih Bulu’nun orayı terk etmesi, bir an önce terk etmesi gibi somut bir slogan etrafında birleştiler ve başarıya ulaştılar. Başarıya ulaşmış olmaları, bütün bu süreçte aralarında sorunlar yaşanmadığı, hatta kavgalar yaşanmadığı anlamına gelmiyor; ama sonuçta, biz dışarıdan baktığımızda, bir câmianın, genci yaşlısı, mezunu velisi, öğrencisi öğretim üyesi hepsinin, Melih Bulu’nun oradan bir an önce defolup gitmesinde mutabık kaldıklarını gördük ve buna ulaştılar. Bence Boğaziçi meselesinin verdiği en önemli ders bu. Bütün farklılıklara rağmen somut, elde edilebilir bir sonuçta birleşmek. 

Hatırlayın, birçok kişi bu sonuca ulaşılabileceğine inanmadı. Melih Bulu’nun kayyum olarak atanmasına razı olmamakla birlikte, buradan bir şey çıkmayacağını düşündüler. “Olmaz, boşuna, nâfile… işte, hocalar her gün gidiyorlar, sırtlarını dönüyorlar rektörlüğe, yapıyorlar ama, işte niye yapıyorlar? Ya, bu olmaz. Erdoğan’ı bilmiyor musunuz?” dediler. Ama ne oldu? Demek ki oluyormuş. Bize bunu gösterdi. Bu yılgınlığın, kötümserliğin; en kolay olan, en akılcı gibi gözüken, rasyonel gibi gözüken, en gerçekçi gözüken yaklaşımın aslında en kof yaklaşım olduğunu gösterdi. 

Ne değişir? Şimdi, aynı yaklaşımı, demin de söyledim: “Ya gitti, ama daha beteri gelir.” Şunu özellikle vurgulamak istiyorum; daha beteri gelirse, iktidar için daha beteri olur. Yani şunu diyeceklerini sanmıyorum Boğaziçililer’in: “Biz Melih Bulu’yu yolladık, yerine gelen herhangi birisi, e artık yeter mecalimiz kalmadı, bu işin sonu yok, bir şekilde tamam yelkenleri suya indirelim” demeyeceklerdir; tam tersine, Melih Bulu’yu gönderebilmiş olmanın da verdiği özgüvenle daha ısrarlı bir şekilde, daha güçlü bir şekilde direneceklerdir ve dışarıdan bakan birçok kesim de, “Yeni gelen de gidebilir” diyerek bu olaya daha pozitif yaklaşacaktır. Dolayısıyla, Boğaziçi olayı bir kapı açtı, çok ciddi bir kapıyı açtı. Daha doğrusu açık olan kapıyı bize gösterdi. Kapının aslında açık olduğunu gösterdi. Buradaki meselenin, insanların kendi güçlerine inanması olduğunu gösterdi. Şimdi burada şöyle bir mesele var: Erdoğan bunu bir yenilgi olarak mı kabul edecek, yoksa normal bir yol kazası olarak mı görecek? Bunu zaman içerisinde göreceğiz; ama o nasıl kabul ederse etsin, ne derse desin, nasıl açıklamaya çalışırsa çalışsın, bu bir yenilgi olarak kayıtlara geçti ve bir yenilgiler zincirinin önemli bir halkası olarak kayıtlara geçti — bunun devamı da gelecek. 

Bu tabii ilginç bir zamana denk geldi; 14 Temmuz gecesi yayımlandı Resmî Gazete’de. 15 Temmuz sabahına bununla uyandık.  15 Temmuz nedir? Bugün darbe girişiminin beşinci yıldönümü. Böyle bir zamanlama –hani “Zamanlama Mânîdar”, bizim Sadi’yle Çetin’e buradan selam yollayalım–, evet, zamanlama mânîdar. Bilerek mi yaptı bilmiyorum, ama sonuçta mânîdar olduğu bir gerçek. Bunun 15 Temmuz’a denk gelmesinin de bu olayın sembolik anlamını artırdığını düşünüyorum. Bilerek ya da bilmeyerek… hiç önemli değil. O da şu: 15 Temmuz, iktidarın kullanabildiği son ideolojik, politik argüman. Buradan, işte, FETÖ’yle, darbeyle mücadele vs. ama beşinci yıl gibi bir yılda baktığımız zaman –ki bu konuyu bugün Ahmet Şık’la konuşacağız uzun uzun, baş başa– bunun aslına artık iktidarın elinden bir sabun gibi kaydığını da görüyoruz. 15 Temmuz artık eski 15 Temmuz değil. Bu argüman, dünkü “Adını Koyalım’da” da tartıştık, artık iktidarın elinde çok güçlü bir ideolojik-politik kenetlenme sağlayan, mobilizasyon, seferberlik sağlayan bir olay olmaktan çıktı. Resmî bayram oldu. Eyvallah, insanlar tabii ki hatırlıyorlar; ama 15 Temmuz üzerine iktidarın söylediklerini, Erdoğan’ın söylediklerini birebir tekrarlayan insanların sayısı azalıyor, daha çok soru işaretlerinin sayısı da giderek artıyor. Melih Bulu…, evet, artık o yok hükmünde. Kullanılamadan bir kenara atıldı, kapının önüne konuldu. Yaptıkları Türkiye’nin tarihinde parantez olarak, yedi aylık bir parantez olarak kayda geçti. Özel güvenlikçilere kendi öğrencilerini dövdürtmek gibi, ya da okulun kapısına kelepçe taktırtmak gibi şeylerle anılıyor. Artık bundan sonra ne yaparsa yapsın umurumuzda değil; ama umurumuzda olan nedir?

Umurumuzda olan Boğaziçi Üniversitesi. Boğaziçi Üniversitesi Türkiye’de hep istisnâî bir yere sahiptir. Bunu daha önce de çok konuştuk. Çok politik bir okul olarak bilinmez. Yani bir duruşu vardır vs., ama Türkiye’de mesela bir ODTÜ, İTÜ gibi, hatta İstanbul Üniversitesi gibi, bir Dicle Üniversitesi gibi politizasyonuyla dikkat çeken bir üniversite hiçbir zaman olmamıştır; ama Türkiye’nin hep önde gelen üniversitelerinden birisi olmuştur. Böyle bir üniversitenin bu kadar önemli bir politik maceradan hep birlikte başarıyla çıkmış olması da Boğaziçi’nin tarihinde gerçekten bir madalyayı hak ettiğini gösteriyor. Yarım Boğaziçili olarak –ama kendimi hep Boğaziçili olarak gördüm mezun olamasam da– bundan gerçekten gurur duyuyorum ve buradan emeği geçen herkese çok çok teşekkürlerimi ve minnetlerimi iletiyorum. Gerçekten haklıydılar, kazandılar. Haksız olanlar kaybetti. Bunun dışındaki bütün tartışmaların bugün îtibâriyle çok fazla anlamı yok. 

Bundan sonra yine Boğaziçi konusu gündemde olacaktır; yeni isimler, yeni yöntemler, şunlar bunlar hepsi konuşulacaktır; ama bugün bunun tadını çıkarma günü. Melih Bulu, geldiğinden daha kötü bir şekilde gitti ve insanlar, Boğaziçi câmiası ve onlara destek verenler, o sloganlarına, o hedeflerine ulaştılar ve gerçekten Türkiye’nin önünün her şartta, her koşula rağmen ve tüm kötülüklere rağmen Türkiye’nin önünün açık olduğunu bize açık ve net gösterdiler. Evet, bugün saat 16.00’da Ahmet Şık’la 15 Temmuz, Fethullahçılık, darbe girişimi, bütün bunları konuşacağımız yayına beklediğimi söyleyerek, burada noktayı koyuyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.