Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Muhalefet sahiden erken seçim istiyor mu? Buna hazır mı?

Muhalefet partileri sözcüleri erken seçim taleplerini daha sık dile getirir oldular. Peki buna sahiden hazırlar mı? İktidarı erken seçime gitmeye mecbur bırakabilirler mi? Yoksa genellikle yaptıkları gibi Erdoğan’ın karar vermesini mi bekleyecekler?

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler. Bugün, benim favori konum olan erken seçimden bahsedeceğim; ama onun öncesinde bir not düşmek istiyorum: Bugün 1 Eylül, mâlûm, adlî yılın da açılışı ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün sözlerini gördüm, yine, “Adlî yılı reformlarla açıyoruz” diyor. İktidarın reform lâflarının artık hiçbir inandırıcılığı kalmadı. Ne yaptıklarını çok bilmiyoruz, çok merak da etmiyoruz; fakat bu arada, geçen benim de basına tanıtımının önemli bir bölümünü takip ettiğim, Daha İyi Bir Yargı derneğinin “A’dan Z’ye Türk yargı reformu” adlı çalışmasının raporunu, bir öneriler toplamını özellikle duyurmak isterim. Gerçekten hâlâ Türkiye’de âdil bir yargı için çaba sarf eden, daha iyi bir yargı için çaba sarf edenler var; ama siyasî iktidar bunları ne derece ciddiye alıyor, daha doğrusu alabilir, açıkçası çok şüpheliyim; ama en azından bunlar daha sonraki dönemlerde gerçekten Türkiye’de bir hukuk devletinin yeniden inşası söz konusu olduğunda –ki bence olacak–, o zaman bu çalışmaların her birinin değeri daha da iyi anlaşılacak. Şimdi, erken seçim benim favori konum dedim; gerçekten öyle, uzun bir süredir, iktidarın erken seçime gitmek zorunda kalacağının söylüyorum; ama olmuyor ve tabii ki bu anlamda yanılıyor oluyorum. Olabilir, bu işte yanılmak da var; ama her halükârda, şimdi 2021’in ortasını geçtik, 2023’e çok fazla bir şey kalmadı, normal zamanda yapılacak olan seçim de çok ileri bir tarihte olmayacak.

Her neyse, muhalefet liderleri ve sözcüleri değişik vesilelerle erken seçim istediklerini ve hazır olduklarını söylüyorlar. Bugün en son, Kemal Kılıçdaroğlu, Fox TV yayınında da hem “Erken seçim istiyoruz” dedi, hem “Buna hazırız” dedi, hem de “İktidara hazırız” dedi. İşte bugün, bunu biraz sorgulamak istiyorum; gerçekten muhalefet partileri erken seçim isteklerinde ne derece sahiden istiyorlar ve ne derece sahiden hazırlar. Aslında isteme meselesi çok kolay; gerçekten istiyorlar anlaşıldığı kadarıyla. Sonuçta muhalefetin hesabı olabildiğince hızlı bir şekilde iktidara gelmek. Dolayısıyla seçim ne kadar erken olursa, onların o kadar hayrına olur; fakat burada, tabii ki esas önemli olan husus hazır olmaları. Şimdi, şöyle bir akıl yürütme var; uzun bir zamandır söz konusu olan ve muhalefette de egemen olan, muhaliflerde de egemen olan, büyük ölçüde de doğru olan şu: İiktidar kendi kendini tüketiyor, oy kaybediyor, AKP kaybediyor, MHP kaybediyor, bu kaçınılmaz bir şekilde bir sona doğru gidiyor. Bu kendiliğinden bir gidiş, eriyiş. 

Bunun en temel nedenlerinden birisi ekonomi tabii ki, ekonomik krizin giderek derinleşmesi ve bunun üzerine bir de koronavirüs salgınının eklenmiş olması; her ne kadar, Erdoğan daha ilk günden itibaren bunu bir fırsata çevireceklerini söylediyse de, hiç de böyle olmadığını gördük. Koronavirüs, Türkiye’nin dünya ekonomisindeki yerinin ağırlığının artmasına hiç de vesile olmadı, tam tersine, ekonomide zaten var olan çok ciddi sorunların daha da derinleşmesine yol açtı. Her ne kadar, TÜİK bugün çok yüksek büyüme rakamları açıklamış olsa da, kamuoyu, seçmen, özellikle AKP’nin oy tabanı olan kesimlerin de ekonomik sıkıntıdan birinci derecede etkilendiğini biliyoruz. İktidarın birtakım imkânları dağıtma konusunda eskisi kadar rahat olmadığını biliyoruz; çünkü kaynaklar iyice tükendi, bir de bunun üstüne en büyük kaynak dağıtım yerlerinden olan büyükşehir belediyelerinin kaybedilmesi; İstanbul, Ankara, Adana ve diğerlerinin kaybedilmesi var. Böyle bir ortamdayız; fakat hiçbir zaman bu olay sadece iktidarın kaybetmesiyle olabilecek bir olay değil; burada, muhalefetin çok ciddi bir şekilde iktidarın kaybına müdahil olması, bunu derinleştirmesi gerekiyor ve orada tereddütte olan kesimleri yanına çekebilmesi gerekiyor. Çünkü büyük ölçüde şunu görüyoruz: Özellikle AKP’den, kısmen de MHP’den hayal kırıklığına uğrayan seçmenlerin kafası karışık, hâlâ gidip gitmeme konusunda tereddütlüler. Belki AKP’ye bir daha oy vermemek şeklinde tezahür edebilir hayal kırıklıkları; fakat bu illâki muhalefete oy verecekleri anlamına da gelmiyor. Bir diğer husus da tabii –en önemli hususlardan birisi– yeni seçmenler, genç seçmenler, ilk kez oy verecekler; bunları kazanmak gerekiyor. 

Olay, sadece iktidarın doğal, kendiliğinden, mecburî kaybıyla yapılabilecek bir olay değil, muhalefetin çok ciddi bir şekilde bir hareketlilik içerisinde olması ve insanları kendisine çağırması gerekiyor. Bir kere, var olanları, muhalefette olan seçmeni muhafaza etmesi, onları daha da güçlendirmesi, daha da nasıl söyleyeyim, coşkulu hâle getirmesi ve yeni seçmenlerle iktidara daha önce oy vermiş seçmenlerden kazanımlar elde etmesi gerekiyor. Bu da çok ciddi bir toplumsal hareketlilikle olur. Bunu yaşıyor muyuz hiç emin değilim. Tabii ki bir muhalefet var, burada özellikle şunu vurgulayayım: Benim yapmaya çalıştığım muhalefete muhalefet etmek değil. Bir gözlemimi aktarmak istiyorum: Muhalefet, “İktidar zaten kaybetmeye mahkûm” –ki ben de buna katılıyorum– yaklaşımıyla yetinemez. Israrla vurguladığım bir husus var: Kaybeden belli; iktidar kaybetti, Erdoğan kaybetti, ama kimin kazandığını bilmiyoruz, Türkiye kazananını bekliyor. İşte kazanan da ancak böyle bir ortamda işleri oluruna bırakmakla değil, işleri eline almakla kendini gösterebilir. 

Bu noktada muhalefetin yapabileceği çok şey var ve bunlar genellikle erteleniyor. Neye erteleniyor? Seçim kararına, yani iktidarın, Erdoğan’ın seçim tarihini ilan etmesi bekleniyor. Örneğin bugün Kılıçdaroğlu’na “Kim aday olacak?” diye sorulduğunda, “Millet İttifakı birden fazla aday da çıkarabilir, ama bu konu erken bir konu” dedi. Bunu biliyoruz, iktidara karşı muhalefet, adayını seçim aşamasına gelindiğinde açıklamak istiyor. Yıpranır, yıpratılır diye; yani şu anda diyelim ki adayımız bu diyecekler ve iktidar bu adayı yıpratacak, onun yıpratılmasını engellemek için adayın kim olduğunu açıklamayı, hatta saptamayı ileriki bir tarihe, seçim aşamasına gelindiği âna saklıyorlar. Ben bunun artık çok sürdürülebilir bir politika olduğuna emin değilim. İktidar tarafından yıpratılma endişesini bir yere kadar anlamak mümkün; ama aynı zamanda da seçmenlerin bu adaya ikna edilmesi, bu adayın tanıtılması, bu adayın lanse edilmesi anlamında da bence çok geç kalınmaması gerekiyor. Yani, kim olursa olsun; mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nun adı geçiyor, kendisi de bunu hiç reddetmiyor ve seçim zamanı geldiği zaman belki Millet İttifakı diyecek ki: “Bizim adayımız Kemal Kılıçdaroğlu”. Az bir zaman kalacak; diyelim ki altı ay, üç ay her neyse ve o zaman içerisinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını muhalefet partilerinin hepsine ve iktidarın gayri memnunlarına anlatmaya girişecekler. Kılıçdaroğlu ya da Ekrem İmamoğlu –yani ismi ilk aklıma o geldiği için– bence en kuvvetli seçenek şu anda o; ama Meral Akşener de olabilir, Mansur Yavaş da olabilir, başkası da olabilir. Bence artık bunun bir an önce açıklanması gerekiyor, bir an önce açıklanabilmesi için de muhalefetin nasıl bir ittifakla hareket edeceğinin de saptanması gerekiyor. Yani şu anda biliyoruz ki CHP ve İYİ parti var. Kılıçdaroğlu ve Akşener arasında bayağı bir uyum da var. En son, İstanbul’da belediyenin faaliyetlerine, 30 Ağustos kutlamalarına Meral Akşener gitti, orada Ekrem İmamoğlu’na övgüler sıraladı. Orada da görüyoruz ki, İstanbul gibi seçimin kalbi olacak yerde İYİ Parti’yle CHP arasında çok iyi bir uyum var; ama bunun dışında başka hangi partiler olacak? Bunları son âna bırakmak ne kadar gerçekçi? Açıkçası çok şüpheliyim. Tabii buradaki en önemli husus, en kritik husus, HDP ne olacak? Bu konuda da hâlâ, bu sorun –ki sorun bu, biliyoruz; iktidar bunu bir sorunmuş gibi gösteriyor, muhalefet de bunu bir sorunmuş gibi yaşıyor, sonuçta bu bir sorun haline geliyor– bu konuda ne yapılacağı konusunda da çok fazla bir şey yok. Bu da son âna bırakılıyor; son âna bırakıldığı zaman iyi mi olacak ondan da çok emin değilim. 

Daha önemlisi: Muhalefetin nasıl bir programla ortaya çıkacağı. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” vaadinde birleşmiş bir muhalefet görüyoruz; ama olay sadece bundan ibaret değil. En önemli sorunların başında ekonomi geliyor. Ekonomi konusunda şöyle bir mantık var: “Erdoğan iktidarı gitsin de, nasıl olsa ekonomi bir şekilde rayına oturur”. Tamam, belli bir yere kadar eyvallah; ama onun dışında çok somut olarak bir şeylerin anlatılması gerekiyor ve kadroların açıklanması gerekiyor. Kadrolar derken, muhalefet iktidara gelirse ülkeyi kimlerle yönetecek? Sadece cumhurbaşkanı adayı değil, aynı zamanda hangi alanda kimler söz sahibi olacak, yetki sahibi olacak? Bence bunların anlatılması için daha fazla vakit kaybetmemek gerekiyor. İşte bütün bunlarla beraber, ekibiyle, adayıyla, ittifakın tüm bileşenlerinin ortaya çıkmasıyla ve bunların birlikte fotoğraf vererek değişik şekillerde, değişik konularda birtakım görüşleri anlatmalarıyla, sorunlara çözümler önermeleriyle yaratılacak olan hareketlilik üzerinden Türkiye erken seçime gidebilir. Sonuçta, öteki türlü Erdoğan’ın insafına kalmış olursunuz. 

Olayın bir de diğer boyutu var tabii, hazır olup olmama konusunda: Seçim güvenliği meselesi var. Bizde daha çok, seçime hazırlık konusu, maalesef, maalesef derken iki yönlü maalesef diyorum; bir, Türkiye’nin bunca yıl sonra hâlâ seçim güvenliği konusunda çok ciddi endişeler taşıyor olması ve bunun özellikle son dönemde iyice artmış olması, haklı nedenlerle. Yüksek Seçim Kurulu’nun son yerel seçimlerde yaptıkları ortada. Oy kaybı vs., çalınması, şusu busu çok ciddi bir şekilde gündemde. Birinci mesele bu maalesef. İkinci mesele de şu: Muhalefet partilerinin seçime hazırlık dendiğinde akıllarına esas olarak bunun gelmesi. Tabii ki bu önemli bir husus; ama seçime hazırlanmak demek, bence esas olarak programlar, nasıl bir vizyon, nasıl bir ekip, neler vaat edilecek ve bu vaatlerin nasıl gerçekleştirileceği konusundaki iddialarını ortaya koyması ve buradan bir hareketliliği çıkarabilmesi gerekiyor. Notlarıma bakıyorum: “Gölge kabine” diye bir notum var. Bu gölge kabine lâfı bir zamanlar çok edilirdi Türkiye’de, genç kuşaklar bilmezler; dünyada çok örnekleri vardı, artık pek kullanılmaz oldu; fakat bence bugünün Türkiye’sinde gölge kabine lâfı gerçekten çok isabetli olur. Lâfı değil tabii ki sadece; gölge kabine oluşturmak. Bugün, muhalefet partilerinin, kaç kişi, kaç partiden oluşuyorsa o ittifakın şimdiden bir gölge kabineyle çıkması ve o kişilerin kendi alanlarına giren konularda doğrudan birtakım açıklamalar yapması, olayın psikolojik üstünlüğünün tam olarak muhalefete geçmesini de büyük ölçüde sağlayacaktır. Şu haliyle bakıldığı zaman, dizginler hâlâ Erdoğan’ın elinde, iktidarın elinde. Muhalefet ona bakıyor ve diyor ki, “Sen hele bir seçim kararı al, ben sana gününü göstereceğim.”  O zamana ertelenmiş olan birtakım hazırlıklar var, bu hazırlıklar ne derece var o da şüpheli; ama şöyle deniyor — biz gazeteciler sorduğunda da bu söyleniyor: “Merak etmeyin, her şey üzerinde çalışıyoruz, hazırlıklar yapıyoruz, hele bir seçim zamanı gelsin.” Ama bu konuda, çok ciddi anlamda hazırlıklar yapıldığı konusunda elimizde çok fazla done yok, onu özellikle vurgulamak lâzım. 

Bir diğer husus olarak da özellikle şunun altını çizmek istiyorum — Kemal’le yaptığımız son yayınlarda da bunu çok konuştuk: Türkiye, iktidar ve muhalefet diye ikiye ayrılmış gözüküyor kutuplaşmadan dolayı. Tamam, bu doğru; fakat ortada, elinde çok büyük imkânlar olan bir iktidar var ve özellikle Erdoğan var. Erdoğan ise o iktidarını korumak için elinden geleni yapacak. Bunun değişik yolları var. Bunların hepsini denedi, deniyor, deneyecek; ama bir diğer husus da şu: İktidarını kaybetmemek için belki müttefiklerini değiştirmek isteyecek. Dolayısıyla Erdoğan’ın, muhalefetin birlikte hareket etmesini engellemek gibi bir arayışı var ve hatta mümkünse oradan bazılarını yanına çekmek gibi bir arayışı var. Şu günlerde neye tanık oluyoruz? Muhalefet partilerinden kopmuş birtakım küçük yapıların iktidar medyası tarafından parlatılmaya çalışıldığını görüyoruz — ki bunlar, gerçekten hiçbir etkisi olmayan, olacağa da benzemeyen yapılar… Şu haliyle baktığımızda buna kadar düşmüş durumdalar; ama onun ötesinde, muhalefete yönelik birtakım girişimleri muhakkak olacak: Ya yanına çekmek, ya içeriden bazı şeyleri sabote etmek şeklinde. Dolayısıyla eğer burada inisiyatifi muhalefet kendisi alırsa, iktidarın buraya müdahalesini de iyice zorlaştırır. 

Şöyle bir yaklaşım egemen: “Biz bazı şeyleri açıklamayı ne kadar geciktirirsek, Erdoğan o kadar zor müdahale eder” gibi bir yaklaşım var; bu da seçim zamanının belirlenmesi olarak şekilleniyor. Ben bundan açıkçası çok emin değilim. Eğer bugünden, yani hızlı bir şekilde, muhalefet kimlerden nasıl bir muhalefet bloku oluşturduğunu kamuoyuna anlatırsa, iktidara gelinmesi halinde hangi siyasî aktörlerin hangi fonksiyonları üstleneceği açıklanacak olursa, hangi sorunlara nasıl çözümler önerildiği açıklanacak olursa, işte o zaman siyasî bir hareketlilik olur. Erdoğan’ın en büyük avantajı, siyasî alanı alabildiğine daraltmak ve olayı bir kutuplaşma üzerinden, bir kör dövüşü üzerinden sürdürmeye çalışmak. İşte bunun alternatifi, siyaset alanını genişletmek, siyaset yapmak, siyaseti halka taşımak, topluma taşımak ve siyasî aktörleri aynı zamanda gerçekten aktif, gerçekten siyaset üreten, insanlara doğrudan dokunan, onların ayağına giden aktörler haline getirmek. 

İşte muhalefet bunu yaparsa, yapabilirse –ki kısmen bunu Meral Akşener’in ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun Anadolu gezileriyle yapmaya çalıştıklarını görüyoruz; ama bence henüz bu kısmî–, işte bunu yaptığı durumda, iktidarı siyaset alanına davet etmiş olur ve iktidar bence artık o siyaset alanında muhalefetle yarışamayacağı için yenilgisi daha netleşir ve daha çabuklaşır. Dolayısıyla burada, artık muhalefetin iktidara, daha doğrusu Erdoğan’a bakmaktan vazgeçip kendi önüne bakması, birbirlerine bakması, birlikte hareket etmesi ve birtakım şeylerin startını vermesi gerekiyor. İşte o zaman Türkiye gerçekten bir erken seçim havasına girer ve insanlar der ki: “Muhalefet gerçekten bu seçimi istiyor, bu seçime hazır ve bu seçimden sonra da iktidara gelirse ülkeyi yönetmeye hazır”. Bitirmeden, bir hususu vurgulamak istiyorum; birazdan göreceksiniz, bir ilan aldık Medyascope’ta. Bunların çoğalmasını umuyoruz ve bunlar sayesinde kendi ayaklarımızın üzerinde durabilen bir kurum olmak istiyoruz ve tabii ki izleyicilerimizin desteklerini de Medyascope’a ve bizler gibi bağımsız ve özgür bir şekilde gazetecilik yapmak isteyen kurumlara desteklerini ihmal etmemelerini bir kez daha rica ediyoruz. Evet, bugün 17.00’de “Transatlantik” var. Akşam 20.00’de de –kaydını önceden yapıyoruz, biliyorsunuz– “Adını Koyalım”da, “İktidar tabanı çözülüyor, peki tavan ne durumda?” sorusu etrafında Ayşe Çavdar, Burak Bilgehan Özpek ve Kemal Can, birlikte bayağı yoğun bir tartışmayla karşınızda olacağız. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.