Erdoğansız AKP mümkün mü?

Gelecek ve DEVA partilerinden son dönemde gelen cılız mesajlar, “AKP’nin fabrika ayarlarına dönüş” arayışlarını yeniden gündeme taşıyor. Kaybetmesi kesin gözüken Erdoğan’ı bir kenara koyarak AKP’yi yeniden canlandırmak ve iktidarda tutmak gerçekçi bir arayış mı?

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı 

Merhaba, iyi günler. Dün “Haftaya Bakış”ta Kemal Can’la bu konuyu farklı bir şekilde ele aldık; Gelecek ve Deva partilerini yorumlarken değindik kısmen; ama ben başlı başına şu meseleyi değerlendirmek istiyorum, bugüne nasip oldu. Aslında daha önce değişik vesilelerle bir şekilde dokunuyorduk bu konulara; ama şimdi, her geçen gün bu yolda daha fazla spekülasyon yapılıyor. O da şöyle özetlenebilir: Erdoğan dönemi artık kapanıyor, bunu artık Erdoğan’ın en yakınındaki insanlar da böyle kabulleniyor. Bunu bir aktarım olarak söylüyorum. Erdoğan iktidarının yerini kim alacak? Millet İttifakı mı alacak? Yani CHP artı İYİ Parti ve belki yanlarında başka partilerle birlikte, tam anlamıyla bir devrin kapanıp yeni bir devrin başlaması mı olacak? Yoksa iktidarın Erdoğan’sız sürme imkânı var mı? Bu konuda bayağı ciddi bir şekilde faaliyetlerin olduğu yolundaki spekülasyonlar her geçen gün artıyor.

Ne zamandır Ankara’ya gidemedim; ama Ankara’ya gitmeden de bunlardan farklı kaynaklardan haberdar olabiliyorum; bir de tabii, açıktan söylenenler var, açıktan alınan birtakım pozisyonlar var. Örneğin Ali Babacan’ın, “Nereden çıktı bu şimdi?” dediğimiz o valstan hareketle yaptığı çıkış; “endişeli muhafazakârlar” çıkışı, “azgın azınlık” çıkışı; ya da Ahmet Davutoğlu’nun söylediği, “Erdoğan’la beyaz sayfa açılabileceği” sözleri. Bunların her biri aslında birbirinden farklı gibi gözükse de, farklı bağlamlarda gözükse de, bence aslında bir arayışı gösteriyor. O arayış ise, bir şekilde AKP iktidarını Erdoğan’la ya da Erdoğan’sız –ama Erdoğan’la olmayacağı iyice anlaşıldığı için Erdoğan’ın rızasıyla ama Erdoğan’sız– bir iktidar sürdürme arayışı; böyle bir arayışın olduğunu düşünüyorum. Daha önce bu konuda söylenen –Abdullah Gül ismi ortaya atılmıştı biliyorsunuz– Erdoğan’dan sonra Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığıyla yola devam edilmesi ve AKP içerisindeki “milli” güçlerin –özellikle de Hulusi Akar’ın adı geçiyor; doğrudan siyasî bir parti içerisinde olmasa da çok önemli bir konumda olan Hakan Fidan’ın adı geçiyor– bu isimlerin bir arayış içerisinde olduğu yolunda spekülasyonlar yapıldı; hatta Hulusi Akar’ın Abdullah Gül’ü ziyaret ettiği söylendi –ki Abdullah Gül bunu reddetti–; ama ortada zaten böyle bir spekülasyon zemini vardı. 

AKP’den kopmuş olan partilerin de birtakım farklı mesajlar vermeye başladıklarını ve en önemlisi, onlardan çok beklenen, hatta bir şekilde onlara dayatılan özeleştiriden özellikle imtina ettiklerini görüyoruz. Yani, özellikle bugünün AKP’sini, Erdoğan yönetimini eleştirme konusunda çok pinti değiller; fakat, 20 yıllık bütün iktidarı kapsayacak şekilde ve kendilerinin de sorumluluklarını kapsayacak şekilde bir özeleştiri yapmadılar — yapar gibi yapıyorlar, ama yaptıklarını ben açıkçası sanmıyorum, yaptıklarını düşünen kimseye de çok fazla rastlamadım. Burada ilginç bir yaklaşım var; Babacan, kendisine kadar olan dönemi, Davutoğlu ise biraz daha uzun süreli kaldığı için o da kendisinin Pelikan tarafından devrilene kadar olan dönemi “iyi dönem” olarak adlandırıyor. Buna bir anlamda, İslâmî jargonla söyleyecek olursak, “asr-ı saadet” ya da daha genel bir jargonla söyleyecek olursak “altın çağ” diyebiliriz — yabancı dillerde “altın çağ” diye geçen kavram İslam dünyasında asr-ı saadet olarak, yani Peygamber ve dört halife devri olarak geçiyor; kimileri sadece Peygamber devrini alıyor, ama genel eğilim, Hz. Muhammed ve dört halife dönemi olarak alıyor. Her kültürün, medeniyetin belli birtakım altın çağları var ve burada da sanki bir tür, AKP’nin “altın çağ”ı, “asr-ı saadet”i kurgulanmak isteniyor. Bunu başlı başına ayrı bir yayında ele almayı düşünüyorum; çok da gecikmeden yapmayı düşünüyorum, belki hemen ardından, pazar ya da pazartesi günü yaparım; ama şimdiden söyleyeyim ki böyle bir asr-ı saadet anlayışı yok, varsa bile buraya geri dönüş mümkün değil. 

Burada sorun şu — günlerdir bunu konuşuyoruz: Muhafazakârların endişeleri. Bu aslında muhafazakârların endişeleri falan değil, yaşam tarzına yönelik birtakım kaygılar, endişeler diye bizlere, kamuoyuna pazarlanmak istenen şey, aslında 20 yıllık AKP iktidarı döneminde birilerinin dünyevî anlamda, maddî anlamda –bu doğrudan para olabilir, mal varlığı olabilir, konum olabilir, iktidar olabilir– hak etmedikleri yerlere gelen kişiler; yani liyâkatle değil sadâkatle yükselenler ya da birtakım kayırmacılıklarla ihâleler alanlar, vergileri, vergi borçları affedilenler vs.. Yeni bir dönemde bütün bunların hesaplaşmasının söz konusu olacağını düşünüyor insanlar; bunu engellemek ya da en azından ertelemek gibi bir arayış var ve bu da nasıl mümkün olabilir? Bu dönemin bir şekilde sürmesiyle mümkün olabilir. Bu dönemin sürmesi Erdoğan’la artık mümkün gözükmüyor. 

Sonuçta, hani bir zamanlar çok dile getirilen söz artık pek söylenmiyor: “Erdoğan iyi, çevresi kötü” yaklaşımı sanki değişiyor; kimse de Erdoğan’a kötü demeye cesaret edemiyor, o ayrı; ama kabaca şöyle diyelim: “Erdoğan kötü, çevresi iyi”, yani Erdoğan son dönemde işin rengini değiştirdi, yapamadı, edemedi, tekrar o klasik tâbirle AK Parti fabrika ayarlarına dönerse yeniden iktidara gelebilir, daha doğrusu iktidarını koruyabilir ve kaldığı yerden devam edebilir. Kaldığı yer neresi? Tabii ki kaldığı yer şu anda Erdoğan’ın getirdiği yer değil; Babacan’a göre kendi bıraktığı yer, ya da Davutoğlu’na göre kendi bıraktığı yer. Böyle bir olayın içerisinde, tabii ki MHP kolay kolay yer almayacak; çünkü özellikle sorgulanan, AKP hayalinin başarısızlığının simgelendiği, onların gözünde simgelendiği, son yıllara damgasını basan husus: MHP ile ittifak. Dolayısıyla bu tür bir arayış, Erdoğan’sız bir AKP, AKP’nin yeniden inşası, AKP iktidarının yeniden inşası hareketinde MHP olmayacak. Peki kimle olacak? Çünkü yetmeyecek; AKP’nin artık geldiği noktada tek başına iktidarı sağlaması mümkün değil. Şu da mümkün değil: “İşte, bakın, eskiye dönüyoruz, kaldığımız yerden devam edeceğiz, fabrika ayarlarımıza dönüyoruz, bizi tekrar seçin” diyeceği zaman, insanlar akın akın buraya gitmeyecek. 

Şöyle bakalım: Anketler yapılıyor, anketlerde AKP’nin aldığı oy belli, MHP’nin aldığı oy belli, gösterilen çok sayıda kararsız var tabii ki; ama Gelecek ve DEVA’nın da aldığı oy belli, dolayısıyla bunların hepsini topladığınız zaman yetmiyor. Yine %50 artı bir oya yetmiyor. Bir diğer husus da, bana göre AKP’den bir şekilde kopmuş olan kişilerin ve partilerin tekrar AKP çatısı altına dönmesi, o çok kullanılan tabirle bir “sinerji” yaratır mı çok emin değilim; hatta tam tersi bile olabilir. Böyle bir durumda CHP + İYİ Parti ittifakı çok daha güçlenecektir; çünkü bu tür bir yönelim buradaki krizin aleni bir şekilde deklarasyonu olacaktır ve normal şartlarda CHP ve İYİ Parti’yi güçlendirecektir bu. İşte burada üçüncü bir husus gündeme geliyor, o da HDP: HDP oyları, HDP seçmeni. Bu, bir tür geriye dönüş iddiası, aynı zamanda çözüm süreci vs. ile Kürt sorununu çözmek gibi iddiaların tekrar telaffuzunu beraberinde getirip, HDP oylarını, HDP seçmenini en azından bir cumhurbaşkanlığı seçiminde yanına çekmek için kullanılmak istenebilir. Bütün bunlar çok zorlama şeyler gördüğünüz gibi. Böyle bir arayışın olduğunu duyuyorum. Bu beni çok şaşırtmıyor; ama buralardan bir şey çıkacağını açıkçası hiç sanmıyorum. 

Bir kere şurada anlaşmak lâzım: Erdoğan’la artık iktidarın yol alması mümkün değil; fakat burada söz konusu olan husus, Erdoğan’ın iktidar devrinin sona ermesi değil; aslında 20 yıllık bir hikâyenin sona ermesi, yani bir AK Parti devrinin sona ermesi. Burada bir ayrım yapılmak istenecek, isteniyor; yani AK Parti devriyle Erdoğan devrini ayırmak, onun tek adam özelliğinin iyice billûrlaştığı son yılları ayırmak arayışı gündeme gelebilir; ama sonuçta bir bütün halinde kopuş söz konusu. Erdoğan’ı bu noktaya getirebilen, aslında AKP’nin ilk andan itibaren sergiledikleri, dolayısıyla yoldan sapan bir araçtan söz etmek çok inandırıcı olmayacak — özellikle de genç seçmen için. Yani belki bununla, ilk 2002’de ve sonraki seçimlerde büyük bir heyecanla AKP’ye oy vermiş insanların şimdi tereddütte olanlarının bazılarını belki geri çekebilirler; ama o dönemleri yaşamamış, çok da fazla umursamayan, bilmeyen, bilmek dahi istemeyen yeni seçmen gözünde, AKP’yle devam, AKP çizgisinde devam arayışının, deklarasyonunun, böyle bir ifadenin pek bir karşılığı olacağını sanmıyorum. 

Bu noktada özellikle Ali Babacan’ın –DEVA Partisi demiyorum, özel olarak Ali Babacan’ın, ama sonuç olarak partisinin de– yeni kuşaklarda ilk anlarda bir ilgi yaratmış olduğunu gördük. Babacan’ın, yaşı ilerlemiş de olsa yine genç görünümü, onların gözünde yarattığı, küreselleşmeyle barışık, liberal birtakım fikirlerle barışık, dünyayı bilen birisi imajı, var olan siyasî partilerden ve siyasetçilerden bunalan, onlara çok umutla bakmayan yeni kuşaklar arasında bir ilgi yaratmıştı; fakat son dönemde ilginç bir şekilde Babacan’ın daha eskiye referanslı konuşmaya başladığını görüyoruz. Bunun verilmiş bir karar olduğunu sanıyorum; yani öyle tesadüfen ağzından kaçmış olduğunu düşünmüyorum; bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum, böyle bir strateji değişikliği var. Bu strateji değişikliği sanki, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaya da yol açabilirmiş gibi. Yani, sanki şöyle bir yaklaşım var: Bu partilerle kısa vâdede bir şey yapmak çok mümkün gözükmüyor, kısa vâdede. Bayağı bir uzun vâdeli düşünmek gerekiyor — hem Gelecek için hem DEVA için bu söz konusu; ama kısa vâdede iktidarda çok ciddi bir kriz var, Erdoğan artık iktidarı taşıyamıyor; ama orada, ortada çok büyük bir pasta var, dolayısıyla burada, Erdoğan’sız dönemde Millet İttifakı ile işbirliği yapıp iktidardan belli oranlarda pay almak yerine –ki o, gücü oranında olacaktır büyük ölçüde–, buradaki var olan iktidarın devamına katkıda bulunup daha güçlü bir şekilde pay almak. 

Böyle bir hesap birilerinin aklını çeliyor olabilir. Bunları tabii ki kendileriyle de tartışmak gerekecek. İlk fırsatta gerek Gelecek gerek DEVA partilerinin yetkilileriyle de bunu Medyascope yayınlarında tartışmayı istiyoruz, şahsen ben de yapmak istiyorum; ama aynı zamanda Medyascope’tan diğer arkadaşlarımız da yapabilirler. Burada ilginç bir şeylerin olduğu, Saadet Partisi’nin de bunun belli bir yerinde duruyor olabileceği, HDP içerisinden bazı kesimlerin de MHP’siz bir AKP seçeneğini değerlendirmeyi düşüneceğini –ki burada esas olarak kadroları söylüyorum– hesaba katmak lâzım; ama seçimlerin kaderini belirleyecek, esas olarak seçmendir. Seçmen tabii ki kendisine yakın gördüğü partinin ya da siyasetçinin söylediklerini de dikkate alacaktır; ama esas olarak kendi arayışlarını, beklentilerini düşünecektir. Dolayısıyla, birtakım parti tavanlarında yapılacak olan değişikliklerin birebir tabana yansıyacağını düşünmek çok gerçekçi olmayacak. Bir tren bence kaçtı. Artık öyle bir tren yok; o tren artık yol alamaz, alamayacak, önüne yeni birtakım traversler koyarak bu treni tekrar yola koymaya çalışmak ya da kondüktörünü değiştirerek, içindeki birtakım, önemli yerlerindeki yolcularını değiştirerek bu trenin tekrar yola devam edebileceğini düşünmek –ki düşünenler olduğunu gözlemliyorum–, bana çok gerçekçi gelmiyor. 

Böyle bir arayış, öte yanda yeni bir treni yola koymaya çalışan muhalefetin elini bence daha da güçlendirecektir. AKP artık yeniden inşa edilebilecek bir parti değil. Tabii burada bir başka olay daha var; “Erdoğan’sız bir AKP mümkün mü?” sorusunun bir başka boyutu da şu: Girilecek ilk seçimden sonra, diyelim ki Erdoğan’la girilecek bir seçimden sonra, Erdoğan’ın kaybetmesinden sonra ve de muhalefet eğer iktidarı alıp ve söz verdiği gibi “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e hızlı bir şekilde geçerse, o zaman AKP’den geri kalanları –ki yine de ne olursa olsun, seçim yenilgisi yaşamış olsa bile bayağı bir oy potansiyeli kalacak–, işte o âna hazırlık yapanlar da var, bir de o seçeneği düşünmek lâzım. Orada da, artık seçimi kaybetmiş bir Erdoğan’ın gerisinde kalan bir AKP mirasının üzerine, orada yeni bir hareket inşa etmeyi düşünenler de var — ki bunların bazıları aynı kişiler de olabilir. Yani birinci seçenek, Erdoğan’sız bir AKP’nin seçime girmesi ve oradan alınacak sonuca göre yola devam etmesi, ya da Erdoğan sonrasında ve kaybedilmesi büyük ihtimalle kesinleşmekte olan bir seçimin ardından Erdoğan’sız bir AKP yapmak. Her iki konumda da treni, yani yolda gidecek olan mekanizmayı AKP olarak düşündüğünüz zaman, kurguladığınız zaman, bence çok bir geleceğiniz olmuyor; fakat birileri hâlâ buradan bir şeylerin çıkabileceğini düşünüyorlar ve bunun Erdoğan’la olamayacağını da varsaydıkları için, onsuz bu yolculuğun devam edebileceğini sanıyorlar; halbuki bence, hem Erdoğan’ın hem AK Parti’nin devri kapandı. Bunun örneklerini daha önce ANAP ve Doğru Yol Partisi örneklerinde de çok ciddi bir şekilde gördük. İkisi de artık ortada yok. Burada da benzer bir olayın bir şekilde, çok benzer olmasa da yaşanacağı kanısındayım; ama bu trenin iktidar treni olarak yola devam edeceğini hâlâ düşünenler var ve bunlar belki de son kozlarını oynamak için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.