Gazetecilik anılarımın 58. bölümünde, 2015 yılının ilk aylarında dünya çapında kullanılmaya başlanan canlı yayın uygulaması periscope ile ilk tanışmamı, özellikle 2015 Haziran seçimleri öncesi değişik şehirlerde yaptığım canlı yayınları ve bütün bunların sonucunda medyascope’un ortaya çıkışını anlattım.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 58. bölümünde Periscope’u anlatacağım. Medyascope’un öyküsünü anlattığımda kısmen bahsetmiştim; ama Periscope uygulaması, Medyascope’un temelinde var. Zâten adını da koyarken Periscope’tan hareketle Medyascope koymuştuk. Bunun birtakım detaylarını anlatacağım. Çok güzel günlerdi, değişik günlerdi ve bir de çok yoğundu. Oradan bâzı anılarımı da aktarmak istiyorum.
Şimdi Periscope’a gelmeden önce şunu vurgulamak istiyorum: Türkiye’de bir grup gazeteci, bağımsız ve özgür gazetecilik yapmanın ve bunu görsel medyada yapmanın, gazete değil de görsel medyada yapmanın yollarını arıyorduk ve birtakım toplantılar yapılıp edildi. Çoğunu kamuoyunun da bildiği isimlerle, “Bir televizyon kanalı mı açalım, nasıl yapalım? İnternet üzerinden nasıl yapabiliriz?” diye düşünülüp taşınılırken, bir yere varılamadı. Ben o sırada Habertürk’te çalışıyordum; ama Habertürk’te bir anlamda önüm tıkanmış gibiydi. Böyle garip bir durum vardı. Maaşım iyiydi, çok güzel bir odam vardı; ama belli ki Ankara’dan gelen birtakım tâlimatlarla ya da Ankara’dan tâlimat gelebilir endişesi duyup kendilerinin durumdan vazîfe çıkartmasıyla, artık çok fazla yazdırmaz olmuşlardı. Ben de diğer arkadaşlarla berâber bu arayışa girmiştim ve o arada hiçbir şey çıkmadı. Hattâ içimizden bâzıları sonra kapanan birtakım haber kanallarına gittiler vs.. Bu arada ben kendi kafamda –artık Habertürk’te televizyona çok çıkartmıyorlardı; zâten Habertürk’ün elemanı olduğum için başka yerlere de çıkamıyordum– “Ne yapayım, ne edeyim?” derken, kendi başıma internette nasıl yaparım diye araştırmaya girdim. İnternette birtakım canlı yayın uygulamalarını araştırdım ve bunların çoğu çok karışıktı, zordu, anlamsızdı ve bunları bana genellikle Timur Akkurt gösteriyordu. Onun stüdyosuna gittik; “Burada yapabilirsin” filan dedi; ama bu var olan uygulamaların hiçbiri –zîrâ uygulama değillerdi, genellikle web sayfası üzerinden, başkalarının bağlantısı üzerinden canlı yayın yapmak gibi bir şeydi– aklıma yatmadı. Sonra bir gün Timur beni aradı –bunu hep söylüyorum ve kendisine minnettârım– “Abi, tam senlik bir olay başladı. Periscope diye bir uygulama. İşte, canlı yayın yapmak istiyorsun. İndir bunu ve yap” dedi ve bana târif etti. Ben indirdim — nasıl yaparım, nasıl ederim? O târihte sâdece Apple ürünlerinde vardı. Ben de Apple kullanıyordum. IPhone ve iPad‘lerde kullanılabilen bir uygulamaydı. Ben bunları indirdim ve başladım nasıl yapacağımı araştırmaya. İşte, öncelikle internet bağlantısının sağlam olması gerekiyor olabildiğince; ama uygulama da yeni olduğu için arada sırada çok sorun çıkartabiliyordu. Yine de ben bir yerinden başladım ve kullanmaya başladım. Galiba Türkiye’de bunu, Periscope’u ilk kullanan gazetecilerden birisiyim — birinci miyim bilmiyorum; ama ilklerden birisiyim. Uzun bir süre de zâten insanlar, beni görünce, “Periscope nasıl gidiyor?” demeye başladılar. Çok şükür daha sonra bunun yerini Medyascope aldı.
Periscope nasıl bir uygulama? Çok basit bir uygulama. Bir başlık yazıyorsunuz, sonra canlı yayına giriyorsunuz ve ondan sonra o seçenekleri seçerseniz, bunu da kaydediyorsunuz ve o belli bir süre kalabiliyor. Daha sonra o kaydı, YouTube’a taşıma imkânınız da olabiliyor; ama bizim ilk dönemlerimizde, benim ilk dönemlerimde YouTube seçeneği hiç aklımda yoktu. Ben sâdece Periscope’tan yayın yapıyordum, Periscope’ta kaydediyordum ve onlar Periscope’un kendisinde birikiyordu. O târihte –bu olay 2015’in Mart, Nisan ayları, öyle bir zaman olması lâzım– Türkiye de bir seçime gitti, mâlûm, Haziran 2015 seçimine gidildi. Gerçekten çok târîhî bir seçimdi ve AKP’nin tek başına iktidârını sonlandıran seçimdir, biliyorsunuz. Tek başına iktidâra gelemedi. Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’ydu; ama bütün ipler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elindeydi.
Ben, işte bu sırada Habertürk’ün sağladığı imkânlarla Anadolu’nun dört bir tarafında seçim mitingi izledim ve miting için gittiğim yerlerde, muhâlefet partilerinin adaylarıyla, il başkanlarıyla vs. röportajlar yaptık. Çok acayip oluyordu; çünkü insanlar ne yaptıklarını anlamıyorlardı. Bir telefonla –ben daha çok iPad kullanıyordum– iPad’le geliyorum, “Ben sizinle röportaj yapacağım, bu canlı yayınlanacak” filan. Önce gösteriyordum, daha önce yaptıklarımı vs.. Tabii seste çok sorun çıkıyordu. Hem ortam sesi, hem bulunduğumuz yerler — genellikle açık havada yapıyorduk. Bâzılarını kapalı mekânda yapıyorduk; ama bunlar benim çok da fazla bildiğim, anladığım şeyler değildi. Ne ışıktan, ne sesten… bunlardan anlayan birisi değilim. O hâliyle yapabildiğime bile şükrediyordum ve Türkiye’nin dört bir tarafına, Erzurum’a, Rize’ye, Trabzon’a, Adıyaman’a, Diyarbakır’a, İzmir’e, Ankara’ya gittim; yani bayağı bir dolaştım ve buralarda –o târihte MHP de muhâlefetteydi, mâlûm– MHP’nin adaylarıyla da röportajlar yaptım; çünkü onların bir medyasızlığı vardı. Medya, büyük ölçüde Erdoğan’ın denetimindeydi ve onlar sâdece iktidârın temsilcilerini konuşturuyorlardı. Gittiğim yerlerde AKP’lilerle de konuşmak istiyordum; ama onlar tenezzül etmiyorlardı. Kimisi çekiniyordu, kimisi de önemsemiyordu. Ama AKP’nin mitinglerini izledim ve mitinglerde Periscope’tan canlı yayın yaptım. Meselâ Erzurum’u iyi hatırlıyorum. Bu yayınlardan birisi, meselâ Rize’de –çok ilginçtir, hâlâ arada oluyor bu– Rize’de bir genç kadın HDP’den adaydı, bir gazetecinin kızı. Adı Selda Karafaz’dı. Onunla yaptığım video meselâ, daha doğrusu Periscope çekimi, daha sonra YouTube’a yükledik — hâlâ ya küfür, ya övgü alır. Çünkü Rize’de bir kadının, genç bir kadının HDP’den aday olması, oradaki insanları, özellikle her türden sağcıyı çok kızdırmıştı ve zâten Selda Hanım da bana, o yaptığımız kısa röportajda bunları anlatmıştı. En ilginçleri, en çok ilgi görenleri HDP’nin mitingleriydi — HDP’li birtakım adaylarla yaptığım yayınlardı. Zîra HDP çok ciddî bir yükselişteydi ve herkesin gözü HDP’deydi. Selahattin Demirtaş liderliğindeki HDP, “Türkiyelileşiyor mu?” tartışmasıyla, AKP’nin tek başına iktidârını engelleyecek esas güç olarak görülüyordu ve nitekim öyle oldu. HDP’yle ilgili yaptığım yayınların da çok fazla ilgi gördüğüne tanık oldum. Özellikle Selahattin Demirtaş’la bir Adıyaman mitingi sonrası yayın yapmıştım. O çok ilgi gördü. Sırrı Süreyya Önder’le de görüşmüştüm; kendisi de zâten Adıyamanlı biliyorsunuz. O da bayağı ilgi görmüştü; ama Selahattin Demirtaş çok daha fazla ilgi görmüştü. Tabii bu arada şöyle bir husus var: Periscope’ta canlı yorum yazılıyor. İnsanlar yorumlar yazıyorlar ve çok ciddî sorunlar da çıkabiliyor. Dolayısıyla bâzı şeylerde yorumlara kapatmamız gerekiyordu. Çünkü yorumlar, özellikle HDP söz konusu olduğu zaman, yani çok kaba tâbiriyle: “Kan gövdeyi götürüyordu”. Periscope yeni bir uygulama olduğu için teknolojisi adım adım gelişiyordu. Bâzı yayınlarda, artık aynı anda izleyen izleyici sayısını doldurduğumuz oluyordu, daha fazlasını alamıyorlardı. İzlemek isteyenleri beklemeye alıyorlardı. Öyle ilginç bir durumdu. Nasıl bir olay oluyor? Hiçbir şey yapmıyorsunuz, siz başladığınız zaman o sizin hesabınızdan tweet de atıyor; ama esas olarak bildirim yolluyor ve sizin tâkipçileriniz bunu görüyor. Bir de rastgele Periscope indirmiş olan insanlar, rastgele tarayarak –“Hangi içerikler var?” diye– dünyanın dört bir tarafından bunları izleyebiliyorlardı. Epey ilginç olmuştu ve şunu da çok iyi biliyorum: Birçok siyâsetçiye ben gösterdim Periscope’u. Ben de yeni öğrenmiştim. Benden öğrendi bâzıları ve içlerinden bâzıları bunu bayağı bir ilerlettiler ve bayağı bir kurumsallaştılar. Meselâ Sezgin Tanrıkulu, Ömer Faruk Gergerlioğlu bu konuda aldılar başlarını gittiler. Siyâsî partiler daha sonra kullanmaya başladı. Genel başkanların mitingleri Periscope’tan yayınlanmaya başlandı vs.. Periscope’un bayağı bir ekmeğini yedik — öyle söyleyeyim. Ben özellikle, o Haziran seçimi döneminde çok yoğun bir şekilde Periscope’tan yayınlarla devam ettim. Bayağı bir ilgi de oldu. Bunların en çok izlenenlerinden birisi, çok ilginçtir: HDP’nin İzmir mitingi, 23 Mayıs. Selahattin Demirtaş gelmişti, bayağı kalabalık vardı. Miting bittikten sonra, öğleden sonra bir saat, ben orada bir palmiye ağacının altında, Konak Meydanı’nda çöktüm resmen, çok yorgundum. Çöktüm, oturdum ve kendimi çekerek –cep telefonu muydu? iPad olması lâzım, çünkü selfie yapıyordum– mitingi yorumladım: “Şöyle oldu, böyle oldu. Demirtaş şunu dedi” vs. filan. Acayip izlendi. Neye uğradığımı şaşırdım. Bir hafta sonuydu. Yani en çok izlenen yayınlardan birisi oldu. Niye denk geldi? Hâlâ bilemem, hâlâ çok da merak ederim. Periscope böyleydi zâten. Çok sürpriz oluyordu. Bir de şu oluyor meselâ: Miting izliyorum, mitingi yayınlıyorum, yayınlarken bakıyorum bir taraftan ve orada bağlananların isimleri yazıyor, yani izlemeye alanların. Tanıdığım insanları görüyorum. Meselâ bir tanesi de çok alâkasız, Adana’da AKP mitingini gazeteciler için ayrılan bir kamyonun kasasında izlerken –öyle bayrakları filan çekiyorum, daha Erdoğan gelmemiş filan– bir baktım, birtakım iş insanları giriyorlar. Oradan bir hafta sonu, benim o Periscope’taki yayınımı izliyorlar. Çok garip bir dönemdi. Daha sonra tabii Periscope’un ardından Facebook, YouTube canlı yayınları gelince, Periscope bayağı bir geri planda kaldı. Ama şu oldu öncesinde; Periscope o kadar büyük ilgi gördü ki Twitter tarafından satın alındı ve Twitter onu kendisine eşledi. Ama ne oldu? 31 Mart 2021 îtibâriyle, bu yıl Mart ayı sonunda Periscope’u iptal etti. Artık sâdece Twitter üzerinden canlı yayın yapılıyor. Periscope defteri kapandı. Bu da benim Medyascope’la ilgili yaptığımız yayınlarda çok söylediğim bir şeydir; “Periscope’la başladık, Periscope öldü. Biz ölmedik”. Allah’a çok şükür yolumuza devam ediyoruz ve zâten insanlar belli bir süre sonra, bana Periscope’u değil Medyascope’u sormaya başladılar. Bunu da nereden çıkartıyorum? Çünkü pandemiye kadar, salgına kadar ben İstanbul’da toplu taşıma kullanan birisiydim. Anadolu Yakası’nda oturup, Avrupa Yakası’nda Sanayi Mahallesi ve Maslak’ta çalıştığım için çok da araç değiştiriyordum. Bu süreçlerde, bu toplu taşımalarda –metro olabilir, Marmaray, metrobüs filan– çok insanla sohbet etme imkânım oluyordu. Daha doğrusu onlar gelip bana bir şeyler söylüyorlar; yoksa ben gidip tanımadığım insanlara bir şey söylüyor değilim. İlk başlarda bana, “Periscope’tan sizi izliyoruz” diyorlardı; ama uzun zamandır bu, “Medyascope’tan sizi izliyoruz”a döndü.
Sonra biz Medyascope’u kurmaya karar verdik. Bunun öyküsünü anlatmıştım. Periscope’u temel alarak Medyascope’u kurmaya karar verdik. Fakat ortada çok ciddî teknik sorunlar vardı. O da şuydu: Periscope sâdece Apple üzerinden yapılıyor –daha sonra değişti ama– ve Periscope’u bilgisayara aktarmak çok zordu. Çünkü Periscope yayınlarının kalitesi düşüktü. Onu daha kaliteli yapmak için bilgisayar üzerinden geçmek istiyorduk. Fakat Periscope’un yazılımı buna izin vermiyordu ve bunun üzerine Türkiye’deki bir yazılım şirketi, uluslararası bir yazılım şirketinin Türkiye ayağındaki tanıdıklarımız geldiler, bizim için bunu kırmaya çalıştılar ve kıramadılar. Çünkü benim anladığım meseleler değil; ama sürekli yenileniyormuş birtakım şeyler. Onun için onu yapamadık; fakat bir aşamadan sonra Periscope kendisi bu imkânı sağladı ve başvuranlara, özellikle kurumlara bu imkânı verebileceğini söyledi ve biz de bunlardan ânında haberdar olabiliyorduk. Çünkü bu konuyla ilgili arkadaşlarımız, başta Servet Dilber olmak üzere, hemen başvurduk ve hemen o uygulamayı yapabildik ve doğrudan o Periscope’tan çektiğimiz görüntüyü bilgisayar üzerinden, kameralardan verebilmeye başladık. Onun öncesinde ne yapıyorduk peki? Çok ilginç bir şekilde şunu yapıyorduk: Bir kamerayı kurmuştuk –arkadaşlar kurmuşlardı, benim anladığım şeyler değil, tekrar söylüyorum– Periscope iPad’den kayıt yapılıyor, kamera iPad’i çekiyor, yani Periscope yayınını çekiyor ve oradan bilgisayar üzerinden veriyorduk. O da birkaç saniye kayba yol açıyordu ve birtakım sorunlar oluyordu. Kameranın etrafı kapanmıştı ve oradan yayın yapıyorduk; ama sonra Periscope uygulamayı geliştirince ve biz de bundan istifâde edince, biz de bunu kullanmaya başladık. Zamanla tabii YouTube ve Facebook canlı yayınları girince, Periscope, hep ilk göz ağrımız olmakla berâber, bizim için de önemini yitirdi ve iptal edildikten sonra üzüldük açıkçası. Çünkü bizim orada bir nâmımız vardı, belli bir izleyicimiz vardı vs.. Ama yine de Twitter üzerinden bu yayınlarımızı sürdürüyoruz.
Bu Periscope yayınları sırasında seçimlerden bahsettim. Seçimler bittikten sonra, Habertürk’teki odamda –ki odam hakîkaten çok büyüktü– yayınlar yaptım, konuklar çağırdım, onlarla yayınlar yaptım. Önce hatırım geçen insanları; Can Kozanoğlu’nu, Kadri Gürsel’i, Levent Gültekin’i. Daha sonra birtakım uzmanları çağırdım. Bayağı yayınlar yaptım; ama o yayınlarda tabii çok ciddî sorunlarımız vardı. Meselâ tripod yoktu. IPad’i sabitlemek için kitapları kullanıyorduk. Semih Sakallı vardı, genç bir arkadaş, bana yardımcı oluyordu. Seste çok sorun oluyordu. En çok onda oluyordu. Bağlantı sık sık kopabiliyordu. Gerek bulunduğum yerde, gazetenin bağlantısında da sorun olduğu oluyordu; ama bu sorunlar, bu ses sorunları, kopmalar vs.ler bir anlamda alâmetifârikamız oluyordu. Çünkü insanlar buradaki amatör ruhu görüp daha bir yakınlık hissediyorlardı. Fakat Medyascope’a geçince, amatörlükten tabii ki daha profesyonelliğe geçmeye başladık ve stüdyoya da geldikten sonra, bu sorunlar artık insanları çok ciddî kızdırmaya başladı. Ama bu sorunların büyük bir kısmı bizden kaynaklanan sorunlar değildi. Çünkü bu tür uygulamalar, daha yeni uygulamalardı ve herkes yeni yeni öğreniyordu, uygulamayı geliştirenler için de. Onlar da sürekli uygulamaları geliştirerek ilerletiyorlar.
Burada söylenecek daha çok şey var. Hakîkaten düşünüyorum: Böyle çılgın gibi, en önemli hususlardan birisi tabii hemen şarj etmeler vs.; öünkü yoğun bir şekilde kullanıyordum, gittiğim Anadolu mitinglerinde vs.; ama benim için en çarpıcı olay, Periscope döneminin en çarpıcı ve en acı olayı, tabii ki Haziran seçimlerinin hemen öncesinde Diyarbakır’daki HDP mitingi. Bombalanan, daha doğrusu bombalanmak da denmez. Nasıl denilir? Bomba yerleştirilmişti ve ben oradaydım. Bir gazeteci arkadaşımla, Faruk Balıkçı’yla sırtımızı bir duvara vermiştik. Sahneye yakın –sahne diyorum, işte o HDP’lilerin kürsüyü filan kurdukları platforma– yakın bir yerdeydi. Selahattin Demirtaş gelmişti; ama çıkmamıştı henüz kürsüye. Önden başka isimler çıkıp konuşacak, en son o çıkacaktı. O sırada önce bir ses geldi. Acayip bir ses. İnsanlar biraz panik yaptı; ama sonra yatıştılar. Ne olduğunu anlamadık. Bir şey düşmüş gibi geldi. Faruk’la berâber; “Allah Allah! Ne oldu?” filan dedik. İnsanlar da çok dağılmadılar. Ama bir süre sonra ayrı bir bölümden ikinci bir ses gelince, bunun bomba olduğu anlaşıldı ve ortalık karıştı, insanlar kaçıştı vs.. Orada yönetenler gerçekten çok deneyimliydiler belli ki. İnsanları olabildiğince yatıştırdılar. En önemlisi, oradaki insanlar yakındaki Emniyet binasına yürümek vs. gibi bir şey yapmadılar. Yani orada tabii ki bir kaos çıktı; ama bir çatışmaya dönüşmedi. Hayâtını kaybedenler oldu. Orada neye uğradığımı şaşırdım. Canlı olarak buna tanık oldum ve hemen bağlantı sorunu yaşamaya başladık. Hemen orada yayın yapmayı düşündüm; ama yapamadım, bağlanamıyordum çünkü. Bunun üzerine Gazeteciler Cemiyeti’nin binâsına gittik, lokaline. Oradan da bağlanmaya çalıştım, orada da çok sorunlar oldu. En sonunda nihâyet –patlamadan bir süre sonra oluyor bu–, bir arkadaşın ofisinde bir yayın yaptım ve orada gördüklerimi anlattım. Çok izlendi. Anladığım kadarıyla, orada çok gazeteci olmasına rağmen, yani bombanın patladığı haber olarak geliyor; ama canlı olarak yayın yapan çok kişi olmamış. Bu anlamda benim oradaki tanıklığım çok dikkat çekmiş, öyle söyleyeyim.
Zâten bu Periscope’un bulunmasının da bir öyküsü var; mâlûm, Gezi olayları sırasında, Periscope’u geliştiren, aslen İran asıllı olan bir Amerikalı, oradaki sosyal medya kullanımını görüp, insanların birbirleriyle haberleşme çabalarını görüp ve oradaki yaşananları aktarma konusunda geleneksel medyanın bütün kapıları kapatması, penguen belgesellerine yönelmesi üzerine, bunlar netîcesinde çıktığı söylenir Periscope fikrinin. Yani Periscope’un fikir babası, büyük bir iddiaya göre – galiba doğru olması lâzım: Gezi olayları, Gezi direnişi. Oradan çıkmış bir şeydi ve özellikle birtakım şeyleri ânında aktarmada çok fonksiyonel oldu. Birçok siyâsetçi, sivil toplum kuruluşu, aktivist, Periscope’u çok yoğun bir şekilde kullandılar; ama belli bir süre sonra doyum noktasına ulaştı ve eski ilgisini görmez oldu. Şimdi yakınlarda, adını bile unuttum, ilk günlerde ben de girdim, ettim; ama şimdi kullanmıyorum. Neydi? Sesli yapılan yayın var, çok sayıda insanın — bakın adı bile gelmiyor aklıma. Neyse — ya da yine Twitter‘ın açtığı Space uygulaması. Bunlar da insanların canlı olarak bir şeyleri aktarma, birilerine aktarma arayışlarının ürünleri olarak dikkat çeken uygulamalardı; ama Periscope bunların içinde benim ilk göz ağrımdır. Medyascope’un da ilk göz ağrısıdır. Kendisini saygıyla anıyoruz. O olmasaydı, biz olamazdık; ama şimdi o yok, biz varız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.