Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (61): Duran Kalkan ile ilk PKK söyleşisi (21 Nisan 2013)

Gazetecilik anılarımın 61. bölümünde PKK üst düzeyinden bir isimle yaptığım ilk röportajı anlattım. 21 Nisan 2013 pazar günü, Vatan Gazetesi adına foto muhabiri arkadaşım İlker Akgüngör ile birlikte Türkiye sınırına yakın bir yerde, Duhok şehrinin Amedi bölgesindeki bir PKK üssünde görüştüğümüz Duran Kalkan’a Delal Amed de eşlik ediyordu.

İki bölüm halinde yayınlanan söyleşiyi okumak için:

Duran Kalkan: Sorunlar önemli ölçüde bitti, çekiliyoruz

Duran Kalkan: AKP ile anlaşmış değiliz, sadece mücadelenin yöntemlerini değiştiriyoruz

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir 

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 61. bölümünde, PKK yöneticileriyle yaptığım ilk röportajı anlatmak istiyorum. Duran Kalkan’la konuştum. Görüşme 21 Nisan 2013’te bir pazar günü gerçekleşti. Yanımda Vatan gazetesinden –o tarihte Vatan gazetesinde çalışıyordum–, foto muhâbiri arkadaşım İlker Akgüngör vardı ve biz röportajı Kandil’de yapacağımızı sanıyorduk; ancak Kandil’de değil Türkiye sınırına yakın bir yerde, Duhok şehrinin Amediye bölgesindeki bir PKK üssünde, bir çadırda bu görüşme gerçekleşmişti. Aslında bunun bir öyküsü var: Çözüm Süreci… Çözüm sürecinin bir ayağında İmralı, bir ayağında Kandil, bir ayağında o zamanki adıyla BDP var ve tabii ki Ankara var, AKP hükûmeti var, hükûmetin değişik isimleri var. BDP milletvekilleri bir taraftan İmralı’ya gidiyorlar. İmralı’dan Ankara’ya geçiyorlar. Ankara’dan Kandil’e gidiyorlar. Kandil’den Ankara’ya, Ankara’dan tekrar İmralı’ya. Böyle yoğun bir trafik vardı ve burada Öcalan, Çözüm Süreci’nin ilk aşamasında, en kritik noktalarında, PKK’nın Türkiye’deki silâhlı güçlerinin Türkiye dışına çıkarılması tâlîmâtı verdi ve bu tâlîmâtın PKK tarafından yerine getirilip getirilmeyeceği merak ediliyordu. 

O sırada ben de PKK’ya bir röportaj talebi ilettim ve kendileri bu talebe olumlu baktıklarını söylediler. Biz de beklemeye başladık. Sonra da bize, “Tamam, gelin. Sizi bekliyoruz” dediler ve 21 Nisan’a randevuyu verdiler. Biz İlker’le berâber atladık Erbil’e gittik. Erbil’de bir otele yerleştik. Hangi otelde kaldığımızı söyledik. Onlar da bize, belli bir saatte birisinin gelip bizi alacağını söylediler. Özel bir araç geldi, bizi aldı. Nereye gideceğimizi tabii ki bilmiyorduk ve biz Kandil’e gideceğimizi düşünüyorduk. Ben öyle coğrafyadan anlamam, yön duygum da yoktur; ama İlker dedi ki: “Abi biz Kandil’e gitmiyoruz anlaşılan, başka bir yere gidiyoruz.” Her neyse. Sonuçta Duhok’a gittik ve kiminle görüşeceğimizi de bilmiyorduk. Yani bir üst düzey yetkiliyle görüşeceğimizi biliyorduk; ama kim olduğunu da bilmiyorduk. Şoför bizi bir çadıra bıraktı. Şoföre parasını verdik. Tabii bir nevi taksi oldu; ama PKK’nın güvendiği birisiydi herhalde ki o bizi nereden alacağını ve nereye bırakacağını biliyordu. Bir de belli bir saat sonra tekrar gelip, bizi aynı yerden alıp tekrar otele bırakacaktı. Öyle anlaşmıştık. 

Ondan sonra bir çadıra girdik. Çadırda bir genç bizi karşıladı. PKK kıyâfetiyle tabii ki. O mâlûm kıyâfetle… Kendisi Eskişehir’de bir ara okumuş. Kars ya da Ardahan, öyle bir yerdendi ve hiç unutmuyorum, o meşhur sözü söyledi, Adorno’nun. Daha ilk söylediği sözlerden birisi: “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” gibi bir lâftı. Hangi bağlamda söylediğini hatırlamıyorum; ama bu lâfı ettiğini biliyorum. Bayağı bir sohbet ettik uzun uzun. Hayâtını anlattı vs.. Sonra biz beklemeye başladık. Sohbet ediyoruz ve “Kim gelecek?” diye sorduk. O da bize: “Önemli birisi gelecek, merak etmeyin” dedi; ama ismini söylemedi. Biz hâlâ İlker’le, acaba kim gelecek diye akıl yürütüyoruz filan. Arada çıkıyor, biz baş başa kalıyoruz İlker’le ve sonunda içeriye bir kadın ve bir erkek geldi. 

Erkek Duran Kalkan’dı. Açıkçası hiç beklemiyordum; çünkü Duran Kalkan’ın adını biliyoruz, ama o âna kadar Türkiye’den bir Türk medyasına, yani kendi örgüte yakın medya kuruluşlarına hepsi röportaj veriyor vs., ama Duran Kalkan hiç Türk medyasına konuşmamış birisiydi. Şaşırdım açıkçası. Başka birtakım daha önce çıkmış isimler, meselâ bir Murat Karayılan ya da Cemil Bayık gibi isimler beklerken, Duran Kalkan ve yanında PKK’nın kadın kolundan Delal Amed diye yine üst düzey bir kadın yönetici beraber geldiler ve oturduk sohbete. Sohbet dediğim söyleşi. Tabii bugünden bakıldığı zaman, aradan 8 buçuk yıl geçmiş. O günün şartlarıyla bugünün şartları… Şimdi meselâ bizim Duran Kalkan’la fotoğraflarımız, işte bir tarafta arkada PKK bayrağı vs., Öcalan resmi, onların kıyâfetleri mâlûm. Ben bir yanda oturuyorum filan. Bunları o zaman bastık, ettik. Tabii her şey normal. Soruşturma bile açılmadı. Herhangi bir şekilde terör örgütü propagandası vs.. Çünkü o dönemin şartlarında, koşullarında, aslında ülkeyi yönetenlerin de istediği şeylerdi bunlar. Yani bir normalleşme yaşanıyordu. PKK muhâtap olarak kabul ediliyordu. Öcalan muhâtap olarak kabul ediliyordu ve Türkiye’de bir şeyler çözülmek isteniyordu ve biz de bu anlamda gazeteciliğimizi alabildiğince özgür bir şekilde yapmaya çalışıyorduk. Bu da onlardan birisiydi. Ama bugün meselâ bunu yapmanın imkânı yok. Bundan konuşmanın da aslında çok kolay olduğunu düşünmüyorum. 

Bu “Gomaşinen”e herhalde birileri farklı tepkiler vereceklerdir. Bunu da şuradan biliyorum. Arada sırada bana sataşmak isteyen değişik kişiler, sataşmak istedikleri zaman, benim Duran Kalkan’la ya da Cemil Bayık’la ya da Murat Karayılan’la o tarihlerde yayınlanmış fotoğraflarımı koyuyorlar ve beni bir “PKK işbirlikçisi” filan olarak târif ediyorlar. Halbuki o tarihte bunların hepsi çok normaldi. Dediğim gibi herhangi bir soruşturma vs. de olmadı. Tam tersine, birazdan anlatacağım zâten, tam tersine çok iyi karşılanıyordu. Tabii ki kızanlar o tarihte de yine vardı, ama o tarihte iyi karşılayıp, bu tarihte kızanların da ve bu fotoğraflar ile bu röportajları aleyhimize kullanmak isteyenlerin de çok olduğunu biliyorum. Açık söyleyeyim: “Gomaşinen”de PKK röportajlarını, daha sonra Kandil röportajları da var, onları konuşmayı biraz erteledim. Ama benim gazetecilik hayatımın önemli anlarından olduğu için de bunları anlatmak durumundayım. Özellikle Cemil Bayık’la yaptığım iki söyleşiyi, daha sonraki “Gomaşinen”lerde anlatacağım.

Duran Kalkan çok ilginç bir isim. Bir kere Kürt değil Türk. İlk andan îtibâren bu hareketin içerisine katılmış birisi ve hareketin teorisyenlerinden biri olarak biliniyor Bir diğer özelliği de “Şâhin” olarak biliniyor, yani sertlik yanlısı. Daha uzlaşma karşıtı olarak biliniyor. Ben ona bunu sordum hattâ. Bu bölümü okumak istiyorum. Dedim ki: “Size şâhinlik atfediliyor. Cemil Bayık ve size… Murat Karayılan’a da güvercinlik atfediliyor. Bu doğru mu? Murat Karayılan ılımlı mesajlar veriyor, siz de bir taraftan, Cemil Bayık ve siz, devrimci halk savaşı vs. diyorsunuz. İyi polis, kötü polis mi oynuyorsunuz?” diye sordum. Şöyle bir cevap verdi, çok açık bir cevaptı: “Görev gereği de olabilir. Bizlerin hangi görevleri yürüttüğünü bilmek lâzım. Birçok örgüt ve partide bu tür görev paylaşımları vardır. Bizde neden olmasın?” diye açık açık söylemişti. Şimdi oradaki mesele şuydu, röportajın en önemli ayağı: Öcalan’ın geri çekilme tâlîmâtının, PKK tarafından benimsenip benimsenmediği. Biz başvuruyu çok daha önceden yapmıştık; ama bize röportaj için verdikleri 21 Nisan tarihi, bizim başvurumuzdan sonra oldu. Olmuyor mu yoksa dediğimiz bir tarihte, “Tamam” dediler ve biz röportajı 21’inde yaptık. Bu 23’ünde yayınlandı. 24’ünde de Kandil’de geri çekilmeyle ilgili büyük basın toplantısı yapılacağı ilân edildi. Yani biz, geri çekilme basın toplantısının arifesinde yaptık. Tabii ki bunu sorduk ve Duran Kalkan bu konuya çok girmek istemedi. Daha sonra yapılacak basın toplantısı nedeniyle, onun önünü kesmemek için. Ama yine de bayağı bir ısrarla sorulunca: “Sorunlar büyük ölçüde bitti, çekiliyoruz” diye söyledi ve biz tabii bunu manşetten verdik. Yani Türkiye tam ayın 24’ünde, acaba PKK basın toplantısında ne açıklayacak diye beklerken, biz bir gün önce manşetten, önemli bir PKK yöneticisinden “Çekiliyoruz” açıklamasını verdik. 

Tabii bu böyle olunca Türkiye’den çok sayıda gazeteci geldi. Başka yerlerden de gelenler oldu. Onu daha sonraki bir “Gomaşinen”de anlatmayı düşünüyorum. Ama gelen arkadaşlar, tabii önce Erbil’den geliniyor, Erbil’den sonra Kandil’e gidilecek bir şekilde. Gelen arkadaşlar birazcık hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü biz hepsini atlattık Duran Kalkan röportajıyla. Bekleniyordu tabii ki çekilme kararı. Yani PKK’nın Öcalan’a rağmen, “Hayır, çekilmiyoruz” demeyeceği tahmin ediliyordu. Ama yine de az da olsa bir ihtimal vardı. Biz tabii bunu önceden patlattık. Tam gazeteci tâbiriyle: Patlattık. Duran Kalkan’ın ağzıyla ve hattâ bâzı meslektaşlarımız sitem etti. Biraz sitâyişle bahsettiler. Herhalde birazcık imrenmişlerdir. Gerçekten bir atlatma, bir olay oldu. Uzun uzun konuştuk. Bunu iki gün boyunca yayınladık ve ikinci gün yayınlandığında da kaldığımız yerden Kandil’deki o basın toplantısına gittik zâten. Ama orada ne söyleneceğini biliyorduk. Murat Karayılan orada açıklamalar yaptı. Daha sonra Kandil’de bir evde, bir grup gazeteciyle ayrıca sohbet etti. Onu da daha sonraki “Gomaşinen”lerde anlatacağım.

Şimdi orada bayağı bir uzun konuştuk. Hava karardı ve biz artık gitmek istiyoruz. Duran Kalkan bırakmıyor. Yani şöyle bir şey oldu. Çok konuşkan birisi. Belli ki beni de biliyordu. Yıllardır Türkiye’yi çok yakından tâkip ediyorlar zâten. Medyayı çok yakından tâkip ediyorlar. Ben bu konularda çok yazıp çizen birisiyim. Televizyonlara da çıkıyorum o sıralarda. Kitaplar filan da yazmışım. Belli bir aşamadan sonra o bana bir şeyler sormaya başladı. Yani röportaj bittikten sonra, sohbet kısmında. Ondan sonra, “Artık biz gideceğiz, geç oldu” filan dedik. O da: “Kalın biraz daha sohbet edelim. Ne aceleniz var?” filan. Yani çok iyi bir atmosferde geçti. Diğer kişi yani Delal Amed daha az konuştu. Ama oradaydı. Onunla da birlikte fotoğraflar çekildi. O da konuştu. Ama esas olarak konuşanın Duran Kalkan olduğunu söylemek lâzım. Açıkçası oraya gelene kadar Delal Amed’i bilmiyordum. Orada gördüm kendisini. 

Burada şöyle bir şey var. Şimdi biz bunu yaptık, döndük. Ertesi gün ben bu kayıtları deşifre ettim vs. ve bir bütün gün boyunca fotoğraflar hazırlandı. Biz bunları yolladık. Yani pazar günü olayı gerçekleştirdik. Pazartesi günü otelde bu şeyi hazırladık. Yani 22 Nisan 2013 günü bu malları –biz öyle diyoruz– malları hazırladık. İstanbul’a yolladık ve akşam dedik ki “Artık bunu kutlamamız lâzım”. Orada, Ermeni mahallesindeki bir restorana gittik. Birtakım Erbil’de tanıdığımız meslektaşlarımız filan, birkaç kişi, yani dört kişilik bir masaydı yanılmıyorsam. Çok ilginç bir restoran, adını unuttum ama. Çok büyük bir restorandı yani. Orada yemek yiyoruz. Bir şeyler içiyoruz derken, gecenin bir vakti, yani akşamın bir vakti bir telefon geldi bana. Tanıdığım birisinden, Ankara’dan. Yakından tanıdığım birisinden. Ben dışarı çıktım konuşmak için. Dedi ki: “Başka ne söyledi Duran Kalkan?” Şimdi, gazete daha çıkmamış. Bunu bir Demirören kısmında anlatmıştım yanılmıyorsam; ama tekrar anlatalım bu olayı. Gazete daha çıkmamış, ertesi gün çıkacak. Ama Ankara’daki bu kişi, yani iktidarda önemli bir yeri olan bu kişi gazeteyi okumuş. Nasıl okumuş? Herhalde gazete yöneticileri, sâhipleri daha çok, şimdi böyle şeylerden zâten çok korkuyorlardı Demirörenler. Çok korkuyorlardı. O sırada baba Erdoğan Demirören de hayattaydı. Hepsi korkuyordu; ama bir taraftan da “Çözüm Süreci” filan da olduğu için bunu yapmanın yanlış olmadığını da biliyorlardı. Ama yine de, “Ne olur ne olmaz” diye, belli ki bizim manşet haberimizi, birinci sayfa haberimizi Ankara’ya yollamışlar. “Yarın biz bunu böyle yapacağız, bir sorun var mı?” diye. Eğer sorun görülseydi ne olurdu bilmiyorum. Ama şunu söyleyeyim; manşet, “Sorunlar önemli ölçüde bitti, çekiliyoruz” manşeti yerine; diyelim ki Duran Kalkan bize demiş olsaydı ki: “Önder Öcalan böyle dedi, ama biz bu AKP’ye güvenmiyoruz, Erdoğan’a güvenmiyoruz. Onun için çekilmiyoruz” diye bir röportaj oluşmuş olsaydı, çok daha çarpıcı bir olay olurdu tabii. Bütün Türkiye’nin gündemi değişirdi, ama anladığım kadarıyla biz onu manşetten veremeyecektik. Daha doğrusu biz yolladık, ama yani İstanbul’da yöneticiler onu veremeyecekti. Bereket, “Sorunlar önemli ölçüde bitti, çekiliyoruz” demiş olduğu için de Ankara’dakiler, yani ülkeyi yönetenler, “Ha iyi, işler tıkırında gidiyor” diyerek memnun kalmışlar. Onların da hoşuna gitmiş ve biz bu manşetle herkesi önceden atlatmış olduk. Benim de ilk PKK röportajım oldu. 

Daha önce, “Gomaşinen”de anlattım, PKK’dan ayrılanlarla yapmıştım bir röportaj. Ama böyle bir PKK yetkilisiyle, önde gelen ismiyle bir röportajı ilk kez 2013 yılında yapmış oldum. Mâlûm, bunun ilk örnekleri, daha Öcalan Suriye’de Bekaa Vadisi’ndeyken, Mehmet Ali Birand’ın başlattığı bir şeydir. PKK’yla doğrudan röportaj yapma olayı. Benimki 2013’te oldu. Ondan sonra değişik kereler, bu olaydan iki gün sonra Kandil’deki basın toplantısı, daha sonra iki ayrı kez Cemil Bayık’la röportaj. İkisinin de çok önemli röportajlar olduğunu düşünüyorum. Onlardan ayrıca bahsedeceğim. 

Ama o zamandan beri artık böyle şeyler yapmıyoruz, yapamıyoruz. Yapmak… Yani şimdi herkesin aklına o soru gelecektir. Yani bugün elimde imkân olsa gidip yapmak isterim. O kadar çok sorulacak soru var ki. Ama Türkiye bu noktada değil. Türkiye artık bu noktanın çok uzağında. Ama içimde bir his var. Çok da geçmeyen bir zamanda, tekrar bu tür şeyleri yapabilme imkânına kavuşacağız gibi geliyor bana. Bu kişileri, PKK gerçeğini Türkiye’nin yok saymasının imkânı olduğu kanısında değilim. Bir aşamada bu gerçeğin kabullenilmesi süreci yaşandı; ama o süreç kötü bitti. Kim ne yaptı ne etti bunların hepsini bir kenara koyalım. Sonuçta kötü bitti. Tekrardan benzer, birebir aynısı olmasının imkânı yok tabii, ama tekrardan bir süreç başlar mı, nasıl olur? Şimdiki genel eğilim, mâlûm, HDP’nin de söylediği, Meclis üzerinden bunun yapılması. HDP’nin muhâtap alınarak bunun yapılması. HDP’nin muhâtap alınarak bunun yapılması tabii ki en gerçekçi seçenek olarak karşımıza çıkıyor; ama bu süreçte diyelim ki yeniden böyle bir şeye girişilecek olsa da, İmralı ve Kandil gerçeklerini yok saymak da hiçbir zaman mümkün olmayacak. 

Evet. Çok da fazla uzatmanın gereği yok. İlk röportaj, Duran Kalkan röportajıydı benim açımdan PKK ile. İlker’le beraber bayağı bir heyecanlanmıştık ve aslında şunu da düşünmedik değil: “Bize şimdi adını sanını duymadığımız birisi gelir, onunla röportaj yapmak zorunda kalırsak ne olacak? Bu kadar heyecanlandık” filan demiştik ve gerçekten bizi ters köşe yaptılar. İyi de oldu. Duran Kalkan’ın bizden sonra, bir daha yine Türk medyasına konuşmuş olduğunu görmedim ve sanmıyorum. Örgüte yakın medyada konuşmanın dışında, bir daha konuştuğunu sanmıyorum. Onun da herhalde hayâtında, bizim röportajımızın küçük de olsa bir ilginçlik olarak hâtırası da vardır. Çünkü o da böyle bir Türk medyasına konuşma örneği çok fazla yaşamamıştır. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.