Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gözler Hulusi Akar’da

Kadri Gürsel “Erdoğan aday olmazsa Hulusi Akar mı?” başlıklı yazısında Erdoğan’ın seçilemeyeceğini görmesi durumunda yerine Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ı aday göstereceği iddiasını ele almış. Verimli olabilecek bir tartışma.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler. Ne zamandan beri Hulusi Akar’ın adı anılıyor. Hulusi Akar siyasetçi olarak karşımıza çıkmıyor, Milli Savunma Bakanı; ama hâlâ sanki Genelkurmay Başkanı pozisyonunda. Her iki görevi birden üstlenmiş gibi ve Hulusi Akar’ın adı genellikle Erdoğan sonrası dönem için geçiyor; ama kendisi konuşkan birisi değil. O kadar önemli rolleri olmasına rağmen, siyasetten uzak durmaya çalışıyor, polemiklere pek girmemeye çalışıyor; ama adı anılıyor. Adı anılırken de genellikle MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da adı birlikte anılıyor. Ben de yaptım, başkaları da yaptı; fakat bunun adını Kadri Gürsel Halk TV’nin internet sitesinde koydu ve “Erdoğan aday olmazsa Hulusi Akar mı?” diye bir soru sordu. Güzel bir yazı yazdı. Zaten Kadri’nin tekrardan yazmaya başladığı bu yazıları okuyunca, benim de “Artık şu video işlerini iptal edip tekrar yazıya mı dönsem?” deyip kıskandığım oluyor; çünkü yazı bambaşka bir şey. Benim burada yaptığım yayınları genellikle –izleyenler bilir– birtakım notlarım olmakla birlikte irticâlen yapıyorum; ama yazıda –hele Kadri gibi çok dikkatli, özenli biriyseniz– dönüp dönüp her cümlenin üzerinden tekrar geçebiliyorsunuz.

Mesela şöyle bir cümleyi bir yayında etmek mümkün mü? Ne demiş Kadri mesela? “Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın kendisini bugünkü hükümette Batı dünyasının ciddiyetle muhatap alıp birlikte çalışabileceği yegâne kişi olma konumuna yerleştirdiği gözlemleniyor.” Şimdi bu cümle yazı cümlesi. Ben ne zamandır böyle cümleler kurmuyorum. Zaten bu kadar tumturaklı cümleyi yazıda da yapmazdım, ama yine insan imrenmiyor değil. Evet, bu yayını Kadri’ye borçluyum, zira adını koydu, böyle bir başlığa çıkarttı — ne zamandan beri hep gündemde olan bir meseleyi. Ve oradan yürüyoruz. Bu arada şunu da söyleyeyim: Yarın stüdyoya gelecek ve yarın onun yazısının başlığıyla, “Erdoğan aday olmazsa Hulusi Akar mı?” başlığıyla Kadri’yle bir yayın yapacağım, onu da yarın saat 14:00’te izleyebilirsiniz. Ben, bu yayını bir anlamda girizgâh olarak yapıyorum, kendimce birtakım notlarımı aktarmak istiyorum. Yarın daha çok Kadri’ye soracağım, bir tartışma da olur herhalde; ama birçok konuda benzer düşündüğümüzü de görüyorum. 

Şimdi, önemli bir husus var: Türkiye’de muhalefet, muhalefette yer alan birçok kişi, muhalifliğin dozunu yükseltmek için kötümserliğin dozunu yükseltiyorlar ve bunun en iyi muhalefet olduğunu düşünüyorlar. Ben de adı iyimsere çıkmış birisi olarak bundan çok rahatsız oluyorum. Her seferinde de vurguluyorum. Örneğin ne oluyor? Kadri’nin saptadığıyla, “Erdoğan kazanamayacağı seçimi yaptırmaz” deniyor. Bunu İstanbul seçiminde gördük — tekrarlattığı zaman. “Erdoğan kazanamayacağı seçimi yaptırmaz” deyip, ikinci tura kalmasının Binali Yıldırım’ın kazanmasını garantiye aldığını söyledi birçok kişi, çok bilmiş edayla ve burada tabii işin ilginç tarafı: Bir şey önermiyorlar. “Erdoğan kazanmayacağı seçimi yaptırmaz” diyorlar sadece. “Ya, öyle olur mu?” demenizin imkânı yok; kazanamayacağı seçimi yaptırmazsa karşısına aday çıkarmanın da bir anlamı yok. Olsa olsa en fazla boykot seçeneği olabilir.

Bir de, “Seçimi kazanmak için her şeyi yapar” tespiti var. Burada da son günlerde çok ciddi bir şekilde, Kemal Kılıçdaroğlu’nun gündeme getirdiği siyasî provokasyonlar, birtakım silahlı olaylar ihtimali var — ki bu tartışma bayağı bir sürdü. Yarın “Adını Koyalım”da bunu özel olarak konuşacağız — siyasî provokasyon endişesini. Bu ihtimal var; ama “Elinden geleni yapsa bile, kaybedecekse, o seçimi kaybeder” diye noktayı koymak lâzım. Tabii ki Erdoğan kaybetmemek için elinden geleni yapacak, ama artık bu 2015 Haziran ve Kasım arası gibi bir zamanı bir daha yaşamanın mümkün olduğunu sanmıyorum. Tabii yaşanabilir belki; ama seçim sonuçlarının 2015 Kasım sonucu gibi olacağını sanmıyorum. Bu sefer, siyasette bir kere kullanılan bir silahı ikinci kez kullandığınız zaman, genellikle o silah sizin kendinizi vurabiliyor. Şimdi geriye, “O zaman, kazanamayacağı seçime girmez” önermesiyle Hulusi Akar adının ortaya atıldığını söylüyor Kadri — ki gerçekten bu çok önemli bir husus. Yani kazanmak için değil kaybetmek için birisi aranacak olursa bulunacak kişi.

Şimdi, burada işler bayağı bir karışıyor. Erdoğan sonrasında, “Erdoğan’ın ardından kim gelebilir?” sorusunun değişik zamanlarda değişik cevapları vardı. Tabii ki en baştaki cevap damattı: Berat Albayrak’tı. Berat Albayrak sırra kadem bastı. Kitap yazdığı söyleniyor; nasıl bir kitap olduğunu açıkçası ben çok merak etmiyorum, haber değeri vardır illâki, ama oradan okuyup da feyz alacak kimse var mıdır emin değilim. Artık, o yok hükmünde birisi oldu. “Tekrar dönecek” dendi, vs. şu bu… “kongrede” dendi, “yeni kabinede” dendi. Artık dönse de pek bir anlamı yok. Süleyman Soylu bence kendi kendini yok etti. Bunu ısrarla vurguluyorum. Kadri bunu Sedat Peker’le açıklamış; ama bence Sedat Peker olayı en son aşamaydı. Onun öncesinde Süleyman Soylu o kadar çok Erdoğan sonrasına göstere göstere oynadı ki ve bunu yapmanın tek yolunu, yegâne yolunu alabildiğine şahin pozisyonlar almak olarak benimsedi ve sonunda, kendi etti kendi buluyor bence artık. Adı AKP’nin gelecekteki lideri olarak bence kesinlikle geçmiyor. MHP için bir ara bu çok dillendirildi, ama MHP’nin de olacağını sanmıyorum. Şimdi, Hulusi Akar’ın birçok özelliği var ve dolayısıyla şu anda yıpranmamış bir isim olarak, az sayıdaki isimden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Hem etkili olacak hem de çok yıpranmamış olacak. Bakın, şu anda AKP iktidarını, Erdoğan iktidarını gözünüzün önüne getirin. Çok fazla isim zaten bilmiyoruz, biz gazeteciler bile bilmiyoruz, normal insanlar hayli hayli bilmiyor. Normal insanların. Hulusi Akar’ı da çok fazla bildiğini sanmıyorum, olabildiğince kendini görünmez kılan bir isim; ama görünmez kılması ileride öne çıkmayacağı anlamına gelmiyor.

Diğer isimler, mesela bir İbrahim Kalın, bir Fahrettin Altun –ki her vesileyle kendini gösteren bir isim–, parti sözcüsü olarak Ömer Çelik, Numan Kurtulmuş… Bu isimlerin hiçbirisinin şu anda Türkiye’nin tümüne liderlik edebilecek potansiyeli yok; böyle bir iddiaları var mı bilmiyorum, böyle bir iddiaları varsa bile şansları olduğunu sanmıyorum. Peki, Hulusi Akar? Hulusi Akar’ın Türkiye’ye bir liderlik yapma şansı olduğunu sanmıyorum. Erdoğan’ın yerini alma ihtimali olduğunu da sanmıyorum; ama şu anda ağırlığı olduğu muhakkak. Ağırlığı olmasının birçok nedeni var; Kadri yazısında bunu çok iyi anlatmış, yarın kendisine de uzun uzun anlattıracağım. Ancak, bir taraftan çok ilginç bir şekilde Batı’yla çok kavga etmeyen bir isim. Zaten Batı derken daha çok NATO’yu kastediyoruz. NATO üyesi ülkelerin normal şartlarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst düzey komutanlarına karşı, hepsine olmasa bile ama normal şartlarda bir güveni vardır, bir ilgisi vardır ve Hulusi Akar bu avantajı alabildiğine kullanmaya çalışıyor ve Batı’yla şu âna kadar o kadar sorun yaşanmış olmasına rağmen ve bu sorunların büyük bir kısmı da askerî konularda, mesela S-400’ler, F-35’ler gibi konularda olmasına rağmen, çok fazla Batı’yla kavga eden bir siyasetçi görünümü vermedi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu daha fazla kavgacı bir görüntü çiziyor; ama tam olayların göbeğinde olmasına rağmen Hulusi Akar’ın hep bir mesafesi var. 

Bir diğer yandan, asker olması nedeniyle ilk akla gelecek olan, Kemalist, Atatürkçü vs. şu bu olması ve dolayısıyla AKP tabanının yadırgayacağı bir isim olması; fakat onu da biliyoruz ki değişik olaylar oldu, kendisinin birtakım ziyaretleri, hastane ziyaretleri ya da kabir ziyaretleri, değişik İslamcı ya da neci olduğunu bilmediğimiz birtakım, en azından sağ kesimin bir şekilde itibar ettiği birtakım isimleri ziyaret etti. Bu arada, esas daha önemlisi, gençlik yıllarında, lise çağlarında Kayseri’de Abdullah Gül ve arkadaşlarıyla beraber Necip Fazıl’ın Büyük Doğu çevresinde olması. Bu da ilginç bir olay gerçekten: Büyük Doğu kökenli birisinin Genelkurmay Başkanlığı’na kadar, yani bir şekilde Büyük Doğu çevresinde yetişmiş birisinin Genelkurmay Başkanlığı’na kadar çıkabilmesi de Türkiye’nin o kadar da sanıldığı gibi bir ülke olmadığını bize gösteriyor. Bu anlamıyla da bakıldığında, AKP tabanında da ve örgütlerinde de çok fazla rahatsızlık yaratacak bir kişi olarak gözükmüyor; ama buradaki sorun, başta söylediğim gibi Erdoğan’ın kazanamayacağı bir seçim var diyelim — ki daha öncekiler de bir anlamda böyleydi, Erdoğan, başarıları ve rakiplerinin başarısızlıklarıyla kazanmayı bildi, ama bu seçimde artık rakipleri de artık işi öğrendiler bir anlamda, daha dikkatli davranıyorlar ve Erdoğan da artık görüyoruz ki durumu toparlayamıyor ve kaybını iyice kaçınılmaz hâle getirmekle meşgul. Yani bugün Türk lirasının değerinin ne kadar düştüğünü görüyoruz: Dün gece itibariyle 9 lira oldu 1 dolar. Böyle bir ülke ve bütün bunların hepsi Erdoğan döneminde oldu. Erdoğan en fazla, “Fırsatçılarla mücadele ediyoruz, merak etmeyin, tanzim satışlar gibi kooperatif dükkânları açacağız” diyerek insanları sakinleştirmeye çalışıyor; ama tek başına ekonomide yaşananlar ve yaşanacak olanlar Erdoğan’ın kazanmasını iyice imkânsız hâle getiriyor. 

O zaman birisi aday olacak ve o birisi kim olacak? Hulusi Akar mı? Şimdi, işte burada bir sorun var. Hulusi Akar niye bunu yapsın? Kadri’nin çok güzel bir cümlesi var — zaten bu cümleleri etse etse Kadri eder diyorum, o da diyor ki: “Akar’ın misyonu Erdoğan’ın mirasçılığı olmayacaktır. Bu zaten, ancak iktidardayken yapılabilir.” Yani Erdoğan’ın mirasçısı olmak için iktidarı devralması lâzım; ama burada ona biçilen, muhalefeti devralması. “Akar, ancak bir siyasi ve ideolojik ricatın komutasını üstlenebilir.” Ricat ne? Geriye çekilme. Taarruz değil geri çekilmenin komutasını üstlenebilir diyor. Evet, yapabilir; ama üstlenir mi? Soru bu. Şimdi düşünün: Onca zaman bir şekilde etkili olmuşsunuz, gücünüze belki de güç katmışsınız, birçok kişi güç kaybederken siz güçlenmişsiniz ve birden size taarruz değil geri çekilme emrediliyor ve bir komutan olarak bunu yapıyorsunuz. Tabii ki ricat denen geri çekilmenin de savaşta bir anlamı var; ama daha sonra saldıracaksa, daha sonra bir saldırı yapacaksa. Ama önümüzdeki seçimler AKP’nin yara alacağı ve iktidarı bir süreliğine devredeceği bir seçim mi olacak? Yoksa ANAP’ın, Doğru Yol Partisi’nin zamanında yaşadıkları gibi bir sonun başlangıcı mı olacak? İşte bu nokta bence en önemli nokta ve benim gördüğüm, bu artık telafisi olmayan bir kayıp olacak ve dolayısıyla bu geri çekilmenin bir sonraki aşamasının taarruz olmasını açıkçası pek sanmıyorum. Bu anlamda baktığımız zaman Hulusi Akar’ın böyle bir şeyi çok mecbur kalmazsa kabul edeceğini açıkçası sanmam. Hani ne derler? Ben olsam kabul etmezdim; ama Türkiye’de siyaset, hep çok bilinmezle dolu, her an her şey değişebiliyor, onun için bunu çok da fazla uzatmamak lâzım. Bu ihtimali, kaybedilecek seçimin adayının Erdoğan değil de bir başkası ve muhtemelen Hulusi Akar olabilme ihtimalini ciddi bir şekilde masaya koymak lâzım.

Bu arada bir not düşeyim: Yurtdışında yaşayan birtakım Fethullahçı isimler –gazeteciler diyeyim ama neyse, gazeteci diyelim hadi–, bunlar bu konuda özellikle son dönemde, Sedat Peker olayı sırasında da vs. bol miktarda birtakım şeyler anlatıyorlarmış. Seyretmiyorum, arada sırada seyredenlerden duyduklarım var. Yani şöyle bir şey söyleyeyim: Fethullahçıların şöyle bir özelliği vardır, her şeyi görmüş gibi aktarırlar; Fuat Avni olayını hatırlayın, ki unutulduğunu tahmin ediyorum, bir zamanlar ne kadar popülerdi. Öyle bir anlatırlar ki, sahiden bunlar olmuş gibi düşünürsünüz. Hulusi Akar’la ilgili, Hakan Fidan’la ilgili, Süleyman Soylu’yla ilgili bir yığın şeyi anlattıklarını duyuyorum. Bunların hiçbirisini bilmiyorum, hiçbirisini önemsemiyorum, ciddiye de almıyorum; doğru olsalar bile ciddiye almıyorum. Bu biraz zor bir cümle, ama ne denir? “Allah bir deseler inanmayacaksınız” gibi bir durum söz konusu Fethullahçılar olduğunda. Bu tür olaylarda çünkü, bir doğrunun yanına çok sayıda yanlışı ve yalanı katma ihtimalleri çok yüksek olan kişilerden bahsediyoruz. Hangisinin doğru hangisinin yalan olduğuyla uğraşmak yerine, en iyisi hiç bakmamaktır diye benim kişisel bir tercihim var, size de tavsiyem, ama yine de sizin bileceğiniz iş. Burada hiçbir kulis vs.’ye dayanmadan açık kaynaklardan, yaşadıklarımızdan bakarak gördüğüm, gerçekten de “Erdoğan kazanamayacağı seçime girmez” önermesi çok sahici bir önermeye benziyor; ama “Ne yapar eder seçimi kazanır” gibi seçeneklerin artık kim ne derse desin, karamsar komplo teoricilerini bir kenara bırakıp bunların çok geçerli olmayacağını, bunları deneyeceğini ama geçerli olmayacağını düşünüyorum. Kazanamayacağı seçime girmez önermesini çok ciddi bir şekilde, hele yirmi yıl sonra, anketleri falan hepimizden daha iyi biliyor, yaptırıyor, çok ciddi bir şekilde takip ediyor Erdoğan. Kazanamayacağı her geçen gün iyice alenileştiği bir seçime girmek istemeyecektir ve bu anlamda orduları geri çekme işini Hulusi Akar’a verebilir; ama o geri çekilmeden sonra geride bir ordu kalacağını açıkçası sanmıyorum. Evet, tekrar yarın Kadri’yle “Erdoğan aday olmazsa Hulusi Akar olur mu?” yayınını 14:00’te yapacağımızı hatırlatayım ve bir hatırlatma daha yapayım: Gerçekten sizlerin desteğine Medyascope olarak ihtiyacımız var. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Medyascope’a ve diğer bağımsız ve özgür yayın yapmak isteyen mecralara ve gazetecilere lütfen sahip çıkın. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.