Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan’ın bir sonraki müttefiki kim olabilir?

AKP lideri Erdoğan 20 yıla yaklaşan iktidarında sürekli olarak müttefik değiştirdi; eski düşmanlarından dost, dostlarından da düşman yarattı. Krizi her geçen gün derinleşen Erdoğan kendine yeni bir müttefik bulabilir mi?

Yayına hazırlayan : Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler. Dünkü yayını izleyenler bilir, bugün yapmakta olduğum yayını anons ettim. Ne zamandan beri kafamda olan bir şey bu. Biraz fantezi bir yayın gibi gelebilir size. “Beyin fırtınası” lâfını sevmiyorum; ama birazcık üzerinde kafa yormamız gereken bir soru: Erdoğan’ın bir sonraki müttefiki kim olabilir? Şimdi, buna cevap olarak tabii ki birçok kişi, kestirmeden, “Hiç kimse!” diyecektir. Muhtemelen böyledir; ama yine de üzerinden gitmekte yarar var: Seçenekler var mı? Hangi seçenekler neden dolayı olabilir, neden dolayı olamaz? Bunlar üzerine biraz kafa yormak istiyorum; ama bunu yapmadan önce şu yirmi yıla bir bakmak lâzım.

Erdoğan, aslında kendisi hep önde olsa da daima ekiplerle çalıştı: 1) kendi partisi içerisinde ekiplerle çalıştı; 2) kendisi dışında birtakım güçlerle ittifak yaptı. Bu, iktidara gelmeden önce de böyleydi; ama esas olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) kurma aşamasında ve kurduktan sonra böyleydi. İçerideki ittifakları saymaya çok gerek yok: Abdüllatif Şener, Abdullah Gül, Bülent Arınç başta olmak üzere çok sayıda Millî Görüş kökenli, Refah Partisi’nde beraber hareket ettikleri, ama daha sonra Yenilikçi kanatta yer almış ya da son anda tercihini değiştirmiş isimlerle bir tür iktidar paylaşımı yaptı. Tabii kendisi liderdi, ama onların da her birinin bir gücü vardı. Fakat sadece bu değildi; özellikle Refah ve Fazilet Partisi’nin başına gelenleri göz önüne aldıkları için bir kere dillerini değiştirmişlerdi ve partinin kuruluş ânından itibaren farklı kesimden insanları sınırlı ölçüde de olsa partiye katmışlardı. Bu zamanında, Turgut Özal’ın söylediği, “dört eğilimi birleştirme”ni bir başka versiyonu gibiydi. Merkez solda siyaset yapmış, ülkücü hareket kökenli ya da merkez sağda siyaset yapmış isimleri, bir-iki Alevî aydınını ya da Alevî siyasetçiyi bünyelerine toplayarak bir merkez partisi olma iddiasıyla başta böyle bir ittifak içerisine girdiler; ama ilk günlerde çok az sayıda insan bunun içerisine girdi. Zamanla, AKP’nin iktidarda kalabileceği anlaşıldığı andan itibaren, gelenlerin sayısı daha arttı; fakat bu arada Erkan Mumcu gibi bir isim, belli bir aşamada, bakan da olduktan sonra ayrıldı ve yanında da birtakım, sonradan AKP’ye katılmış insanları götürdü, ama uzun ömürlü olamadı; ya da Abdüllatif Şener ayrıldı, ama etkisi olamadı. 

Bu tarihte AKP’nin en büyük destekçileri dış güçlerdi. “Dış güçler” Erdoğan’ın tâbiri tabii. Amerika Birleşik Devletleri –ki o zaman Oğul Bush’tu başkan–, AB, Avrupa Birliği içerisinde özellikle sol, Yeşiller gibi gruplar, Türkiye’nin tam üyelik perspektifini de büyük ölçüde desteklediler. Özellikle bunun verdiği çok büyük bir ivme oldu; hatta ilk yıllarda İsrail’in de içinde olduğu bütün bu ülkelerin verdiği destekle, onlarla kurduğu ittifakla, Erdoğan içeride, ordunun başını çektiği “derin devlet” diye tâbir edilen yapıya karşı bir denge kurdu. Yani, ulusal sisteme karşı uluslararası küresel sistemin desteğini arkasına aldı ve bunu özellikle “kapatma davası” sürecinde gördük. Özellikle Avrupa Birliği sözcüleri, orada açık bir şekilde, aleni bir şekilde AKP’nin yanında yer aldılar ve kapatma davasına ve kapatma ihtimaline karşı durdular. Bu süreçte, belli bir aşamada AKP yönetimi, Erdoğan, başlarına sistemin eski sahipleri tarafından bir şeyler getirilebileceği endişesi artınca, bu Batı desteğinin tek başına yeterli gelmeyeceğini görerek çok önemli bir stratejik ortak buldular: Onlar da Fethullahçılardı. Fethullahçılarla ortaklık yaptıkları dönemde, eski sistemin eski sahiplerini tasfiye etme yolunda adımlar atıldı ve bu tasfiye etme çabalarına paralel olarak, “vesâyetle mücadele” adı altında yapılan bu operasyonlara paralel olarak, özellikle “liberal” diye adlandırılan kesimlerin de –ki bunların çok büyük bir örgütlülüğü yoktu; ama yine de medyada, şurada burada belli bir etkileri vardı–, onların da desteğini alabildiler ve burada hem dış destek, hem içeride Fethullahçılar, hem de liberallerle birlikte, bunun üzerine bir de Kürtleri ekledi Erdoğan. Çözüm süreçleriyle beraber o kesimleri de yanına almaya başladı — ki bunun içerisine sadece dönemin partisi değil aynı zamanda Kandil ve İmralı’yı da dahil ettiler. Bu süreçte onlarla görüşmeleri önce devlet kendisi yaptı; ama daha sonra, o zamanki parti HEP’ti yanlış hatırlamıyorsam, ona devrettiler, onların aracılığıyla ilginç bir süreç yaşandı. Orada yaşanan sürecin bir başka ilginçliği de, Erdoğan Kürtlerle ilişkini güçlendirince, bu Fethullahçıları çok ciddi rahatsız etti ve Fethullahçılar çözüm sürecine taş koymaya çalıştılar ve bayağı bir sabote etmeye çalıştılar; tutuklamalar oldu, OSLO görüşmelerinden hareketle MİT Müsteşarı’na –şimdi MİT Başkanı diyoruz– operasyon çekmeye kalktılar ve o kriz öyle başladı. 

Daha sonra tabii ki Fethullahçılarla o kopuş yaşandığında, bir müddet AKP’nin, Erdoğan’ın yalnızlaştığını gördük. Özellikle 17/25 Aralık olaylarında partinin kendi içerisinde de yolsuzluk iddiaları –ki yalanlanamadı bunlar; soruşturulmadı da yalanlanamadı da bu iddialar– içeride de çok ciddi bir kaynama yarattı ve o dönem aslında Erdoğan iktidarının en kritik anlarından birisiydi. Erdoğan yalnızlaştı ve sonra da girdiği seçimde kaybetti — kaybetti dediğim, tek başına iktidarı kaybetti ve o andan itibaren –ki onun biraz öncesinde başlamıştı–, çözüm sürecinden vazgeçti ve Erdoğan tercihini bambaşka bir yerden yana yaptı. Fethullahçılarla ayrışma başladığında, devletle, devletten geride kalanlarla diyelim ve onun her zaman en gözde partilerinden olan MHP’yle bir ilişkiye girdi ve Erdoğan, Haziran seçimlerinin ardından çok ciddi bir güç takviyesi yaptı MHP’nin katkısıyla — MHP’yle birlikte, ama sadece MHP değil, onun dışında devlette etkili olan güçlerle beraber. Bu arada geçmişte ilişki kurduğu bütün yapılarla ilişkilerini iptal etti ve hatta onları kendine düşman belledi. Liberal dediğimiz kişilerin başına işler geldi, kimisi ülkeyi terk etti vs.. Fethullahçılar ayrı bir kalem — ki daha sonra darbe girişimiyle bu aleni bir savaşa dönüştü ve ondan sonra çok büyük bir operasyon oldu. Özellikle darbe girişiminin ardından, ilginçtir, Fethullahçılarla birlikte mücadele ettiği, “ulusalcı” diye tabir edilen ya da farklı isimlerle anılan güçlerin bazıları –hepsi değil bazıları– Erdoğan’ın yanında saf tuttu, Erdoğan’ın Kürt meselesinde güvercinliği bırakıp şahinliğe geçmesi de bunda etkili oldu. Bütün bu süreç içerisinde, kendi iktidarının ilk yıllarında özellikle çok büyük desteğini aldığı Batı’ya alenen karşı çıkmasıyla ve hedef almasıyla da yeni müttefikler geldiğini gördük. Ama artık o ittifakın da sonuna geldik. Erdoğan bu ittifaklarla daha fazla yürütemiyor. Yani nasıl yürütemiyor? Birçok açıdan çok ciddi krizler var ülkede –ekonomik kriz başta olmak üzere– ve siyaseten Erdoğan + MHP + Büyük Birlik Partisi ve diğer destekçileriyle, ilk yapılacak olan seçimlerde başkan seçilme ihtimali her geçen gün azalıyor. 

O zaman önümüzde bir soru var: Buradan nasıl çıkacak? Erdoğan’ın öyküsüne baktığımız zaman, hep birilerini bırakıp yeni birtakım müttefikler alarak, müttefik eskitip yeni müttefikler alarak yoluna devam etmeyi bilmiş. Şu aşamada bunu yapabilir mi? Şimdi, MHP’yle ittifakı bir yerde artık kanıksadık; ama MHP’nin muhalefette olduğu dönemde Bahçeli’nin Erdoğan’a, Erdoğan’ın Bahçeli’ye ettikleri lâflar –ki zaman zaman sosyal medyaya paylaşılıyor, yenilir yutulur lâflar değillerdi–, ama bütün bunlar hiç olmamış gibi pekâlâ beraber oldular. Dolayısıyla bir kere, “Asla bir araya gelemez” önermesinin geçerli olduğunu sanmıyorum. “Geçmişleri nedeniyle bir araya gelemezler” meselesinin olduğunu sanmıyorum; ama buradaki sorun şu: Onunla ittifak yapacak olan kişinin gelecekte bir şeyler görebilmesi lâzım. Bundan öncekilerin hepsinde şöyle bir özellik vardı, bunu açıkça kabul etmek lazım: Erdoğan’la ittifak yapan herkes –tek başına partisine üye olan eski CHP’li de vardı, Alevi veya eski MHP’li de, Avrupa Birliği’nden Yeşiller Partisi’nin yöneticisi de, Amerikan Başkanı Bush ya da o dönemin İsrail’de başkanı da, Erdoğan’ın gidip yardım istediği ABD’deki Yahudi lobilerinin yöneticileri de– genellikle şöyle baktılar: “Bu zayıf bir politikacı, gücü sınırlı, biz olmadan bir şey yapamaz; biz buna bir şeyler veririz, ama karşılığını fazlasıyla alırız.” Kullanabileceklerini düşündüler, hatta kullandıklarını sandılar; ama bir süre sonra bir baktılar ki Erdoğan onları kullanmış. Bütün hepsinde öykü budur bence. Tabii ki hepsi ayrı ayrı yaşadılar; ama herkes, hemen hemen herkes, özellikle kendilerini çok abartan liberaller hep öyle yaptılar. Yani: “Erdoğan nedir ki? Ne yapabilir ki? Biz şimdi ona Kemalizm’den kurtulmak için destek oluyoruz, ikinci Cumhuriyet için, vesâyetle mücadele için; ondan sonra Türkiye kendi yolunu bulur” diye düşündüler. Erdoğan’ı ise o zaman söylediği gibi, gideceği yere kadar bir tramvay olarak gördüler; fakat tam tersi oldu, her biri o tramvaydan kendilerinin atıldığını gördüler. Dolayısıyla şöyle bir hava vardı: “Zayıf bir Erdoğan, biz ona destek vereceğiz ve bizim geleceğimiz iyi olacak.” Ama tam tersi oldu, Erdoğan gelecekte var kaldı, ama bunların hepsi değişik dönemlerde kenara atıldılar, düşmanlaştırıldılar, kimisi ülkeyi terk etti vs..

Şimdi, burada ilk akla gelen mesela İYİ Parti. Şimdi görüyoruz: MHP düşüşte, İYİ Parti yükselişte. Aritmetik olarak baktığımızda, Erdoğan İYİ Parti’yi yanına alırsa bir daha seçilebilir; fakat şunu özellikle vurgulamak lâzım: Meral Akşener birçok kez –ki bir tanesi bizim burada, Medyascope’ta yaptığımız canlı yayındaydı–, şunu açık şekilde söyledi: “Ben gitsem bile benim tabanım gitmez, Cumhur İttifakı’na gitmez.” Yani buradaki formül şu: MHP’nin yanına katmak da olabilir, hatta MHP’yi dışlayıp İYİ Parti’yi almak olabilir. Bunun olacağını sanmıyorum. Bir kere burada sorun şu: Erdoğan’ın bir geleceği yok. Daha önceki ittifakların hepsinde Erdoğan’ın kalıcı olacağı hesabı vardı. Onunla yan yana yürüyenin daha fazla kâr edeceği hesabı vardı; ama burada kaybeden bir Erdoğan var. İYİ Parti niye onun yanına girip Erdoğan’a hayat öpücüğü versin? Kaldı ki İYİ Parti bayağı istim üzerinde; Meral Akşener başbakan olma iddiasında ve parlamenter sisteme tekrar dönülürse bu hayli yüksek bir ihtimal. Dolayısıyla İYİ Parti seçeneğinin Erdoğan’ın gönlünde olduğunu tahmin ediyorum, zaten bunu söyledi de bir şekilde, onları “yerli ve milli” olarak ilan etti; kabul görmeyince de bu sefer hakaretler savurdu. Ama tekrar hiçbir şey olmamış gibi yanına çekmek isteyecektir; hatta bu konuda birtakım çalışmalar yürütüyorsa da hiç şaşırmam, ama bunun olabileceğini hiç sanmıyorum. Bir diğer seçenek, kendisinden ayrılmış olanların kurduğu partiler ve yanına da Saadet Partisi’ni ekleyelim. Bunları kazanıp ne elde edebilir? Ben hiçbir şey elde edebileceğini sanmıyorum; çünkü şöyle bir olay yaşanmıyor: Erdoğan’dan kopanlar akın akın bu yeni kurulan partilere ve Saadet Partisi’ne gitmiyorlar. Dolayısıyla bir akışı durdurmak için onları yanlarına çekme seçeneğinin çok gerçekçi olacağını sanmıyorum; onların da Erdoğan’la böyle bir şekilde, sadece kendilerinin gidip ona bir şekilde yardım eli uzatmak isteyeceklerini düşünmüyorum; çünkü Erdoğan’la, özellikle Ahmet Davutoğlu’nun görülecek bir hesabı var — çok hesabı var belki. Bir şekilde Bahçeli’yi bırakıp kendilerini yanına çekmesini isteyebilirler; ama buradaki isteklerinde Erdoğan’ın liderliğini isteyeceklerini sanmıyorum, yani Erdoğan’ın kendi önlerini açmasını ve Erdoğan’a bir şekilde sakin bir çıkışı sağlayabileceklerini söyleyebilirler, fakat bunu yapmalarının imkânı yok. Yani, Türkiye’de insanlar, “Ya, AKP niye bölündü, niye parçalandı? Ne güzel yönetiyorlardı, tekrar birleşsinler de oyumuzu verelim” demeyecektir. Dolayısıyla bu seçeneğin gerçekçi bir seçenek olduğunu sanmıyorum. Bir ara telaffuz edilen Abdullah Gül formülü vardı, yani Erdoğan’ın kenara çekilip Abdullah Gül liderliğinde AKP’yi tekrar toparlama çabası, senaryosu; Hulusi Akar’a da roller biçiliyordu. Bunun da çok gerçekçi olacağını, hani böyle bir hesap yapılsa bile bu hesaptan iktidarı koruyarak çıkılacağını sanmıyorum. 

Geriye ne kalıyor? “Fethullahçılarla tekrar birlik olur” diyenler var. Bunun olacağını sanmıyorum, olsa da Erdoğan’ın hiçbir işine yarayacağını sanmıyorum; zaten olacak bir şey değil, ama Fethullahçıların artık bir etkileri vs. kalmadı, hele Erdoğan’ın ihtiyacı olan toplumsal desteğe hiçbir şekilde sahip değiller. Toplumda büyük bir kesim tarafından mesafe konulan, haklı nedenlerle kuşkuyla bakılan bir yapı. Dolayısıyla Fethullahçıların böyle bir denklemde yer alabileceğini sanmıyorum. Bir diğer seçenek tabii ki CHP. Olmaz değil, pekâlâ olabilecek bir şey — ki zamanında, Haziran seçimlerinden sonra Kılıçdaroğlu, Davutoğlu liderliğindeki koalisyona pekâlâ girebilecek bir durumdaydı, Erdoğan taş koymuştu. Şimdi, böyle bir ittifak olur mu? Yüzde sıfır ihtimal olduğunu sanmıyorum; ama bu saatten sonra olacağını da sanmıyorum. Bu treni Erdoğan kaçırdı bence. Daha önce böyle bir seçenek bence vardı, birkaç yıl öncesinde vardı; ama o anda yapmadı, şimdiki zayıflamış haliyle iyice eriyen Erdoğan’ın şu anda böyle bir konuda Kılıçdaroğlu’yla pazarlık edebilecek gücü olduğunu sanmıyorum. Son günlere bakın mesela, ne yaptı Kılıçdaroğlu? Merkez Bankası’na gitti. Daha önceki duruşlar, pozisyon alışlar, diğer partilerle beraber hareket etmeler vs. ile muhalefet inisiyatifi bayağı almış durumda. Şu hâliyle –ki daha yeni başladılar– gidişat muhalefetin lehine; dolayısıyla Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’yla bir pazarlık yapabilmesi bence çok mümkün değil. Fakat şöyle bir ihtimali ben önemsiyorum; o da Kılıçdaroğlu’yla değil de muhalefetin tamamıyla bir ittifak, anlaşma yoluna gidebilir. O da güçlendirilmiş parlamenter sistem talebini, hepsinin ortak talebini kabul etmesi durumunda böyle bir şey olabilir. Bunu yapar mı? Yapmak istemeyecektir, ama iktidarını da bırakmak istemeyecektir; fakat şunu özellikle vurgulamak lâzım: Millet İttifakı’yla bir tür anlaşmaya, ittifak olmasa bile bir tür uyuma girecekse, bu her şeyden önce iktidarı bırakmaya razı olduğu anlamına gelecek. Dolayısıyla Erdoğan’ın bundan sonra kurabileceği ittifaklardan her biri iktidarını korumak değil, iktidarını kendisine en az sorun çıkartacak şekilde terk etmek olacak. Bu tür ittifakların önümüzdeki günlerde konuşulma ihtimali yüksek olabilir; fakat kimse bu saatten sonra, bu aşamadan sonra Erdoğan’ın iktidarını muhafaza edeceği bir koalisyon formülünde, orada koalisyonun bir bileşeni olmak istemeyecektir; fakat belki şunu diyenler olacaktır, tek tek ya da birlikte: “Tamam, anlaşalım; ama artık siz kenara çekiliyorsunuz.” Bunun formülü, önümüzdeki günlerde, seçime kadarki süreçte pekâlâ gündeme gelebilir. Erdoğan’ın belki de yegâne seçeneği bu. Artık iktidarını koruma imkânı bence yok; çok olağanüstü birtakım koşullar vs. yaratılması durumunda belki olur, ama o da çok daha sert bir iktidar kaybına yol açar bence. Dolayısıyla böyle bir ittifak seçeneğine, yani Erdoğan’ın iktidarını devretme ittifakı gibi bir seçeneğe pekâlâ önümüzdeki günlerde, bu seçeneklerin tartışılmasına önümüzdeki günlerde tanık olabiliriz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.