Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Tezkere ve büyükelçiler olayından hareketle muhalefetin dış politikadaki duruşu – Murat Özçelik ile söyleşi

Ruşen Çakır, emekli Büyükelçi Murat Özçelik ile büyükelçiler krizi ve tezkere oylamasından hareketle muhalefetin dış politikaya yaklaşımı üzerine konuştu.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Ankara büromuzda emekli büyükelçi Murat Özçelik var ve kendisiyle en son büyükelçiler krizi ve şu anda yaşanmakta olan tezkere oylamasından hareketle, özellikle muhalefetin dış politikaya bakışını konuşacağız. Murat Bey, hoşgeldiniz yayınımıza. 

Murat Özçelik: Hoşbulduk Ruşen, merhaba.

Ruşen Çakır: Sizin kısa bir dönem CHP milletvekilliğiniz ve CHP yöneticiliğiniz de var, ama bayağı kısa sürdü. Siyasetin de içindesiniz; özellikle muhalefeti ve CHP’yi de bayağı iyi biliyorsunuz.

Murat Özçelik: Doğrudur.

Ruşen Çakır: Şimdi bir büyükelçi krizi yaşadık, bitmiş gibi gözüküyor. O krizi tabii eski bir diplomat olarak –diplomatlıkta eski olunmuyor ama– bir diplomat olarak, bu olay istisnâî bir olaydı herhalde, dünya diploması tarihinde de ender görülen, on büyükelçinin birden istenmeyen kişi ilan edilmesi vs.. Hem bu olayı nasıl değerlendirdiğinizi, ama özel olarak da bu olayda muhalefetin bir duruşu var mıydı yok muydu, nesi doğruydu nesi yanlıştı? Onunla bir başlayalım.

Murat Özçelik: Şimdi, Ruşenciğim şöyle söyleyeyim: Hakikaten dediğin gibi, bu, diplomasi tarihinde görülmüş bir şey değil; on tane büyükelçinin birden persona non grata ilan edilmesi. Ama inanır mısın bilmiyorum, hayatımda ilk defa olarak, gerçekten söylüyorum, çünkü daha önce ben Cumhurbaşkanı’nın adımlarını mantıkla mütâlaa ettiğim zaman, hiç, yani mantığı geç, “Ya, belki böyle de düşünebilir” filan diye de esnettiğim zaman mantığı, hiçbir zaman onun adımını kestiremedim. Yani ne seçim sonucunu bilebildim, ne başka, gerçekten böyleydi yani. Attığı adımlarla ilgili o şeyin içerisindeki kafa yapısını anlayamıyordum. Ama ilk defa olarak, bu on tane büyükelçiye “Çekin gidin” dediğinde, dedim ki: “Biz netice îtibâriyle buradan geri adım atıldığını göreceğiz”. Göreceğiz, çünkü Cumhurbaşkanı’nın bunca ülkeyle hep birlikte böyle bir soruna girebilmesi söz konusu değildir. Tamam mı? İlk defa olarak, bunu kimseyle de paylaşmadım; hani belki de bir senedir ilk defa olarak senin programına çıkıyorum Ruşen. Çünkü zaten dinleyen yoktu, falan filan. Ama söylemek istediğim şu: Buradan geri adım atılacağı bence son derece geçerli bir olaydı. Şunu söyleyeyim: Yani ilk defa, hani ben de dâhil olmak üzere Cumhurbaşkanı eski büyükelçileri bir defa bir güruh olarak saydı, değil mi? “Bunlar” dedi, “bir güruh; ne millîdir ne yerlidir bunlar”. Hiç kimse kusura bakmasın ve hiç kimse halt etmesin, ben bu memleketin büyükelçiliğini, bu memleketin diplomatlığını otuz sene yaptım. Tamam mı? Dolayısıyla öyle bana, “Bu güruhtur, bu ne yerli ne millidir” demek… Bugüne kadar biz Türkiye’yi savunmadık mı? Hâlâ savunmuyor muyuz? Savunuyoruz. Hatta şunu söylemek istiyorum Ruşenciğim ben Ankara’daki bütün büyükelçilere, yabancı büyükelçilere, onlara bir mesaj iletmek istiyorum eğer izin verirsen.

Ruşen Çakır: Tabii.

Murat Özçelik: O da şu — yani ne olur bakın, hakikaten geçenlerde gazeteci bir arkadaşımla konuşuyordum ona da söylemiştim: Dünya beşten büyük, Tayyip Bey’in dediği gibi; dünya beşten büyük, ama Türkiye de Tayyip Bey’den büyük, Cumhurbaşkanı’ndan büyük. Yani ben eski bir büyükelçi olarak sizlerden, Ankara’daki büyükelçilerden özür diliyorum; çünkü ben artık utanmaya başladım. Yani ortada bir tiyatro oynanıyor ve ondan utanıyorum, gerçekten utanıyorum. Verdiğiniz cevap, yani bu on tane büyükelçinin verdiği cevap o kadar açık ki. Diyorlar ki: “Bak kardeşim” diyorlar, “Ben senin içişlerine karışmadım”. Değil mi yani? Amerika’dan bütün diğer büyükelçiliklere kadar hepsinin söylediği: “Ben 41. maddeyi teyit ediyorum” diyor. “Ben senin içişlerine karışmayacağım, karışmam da” diyor. Niye diyor bunu? Çünkü insan hakları konusu içişlerine karışmak değil de onun için; yani Avrupa Birliği olsun Amerika olsun, demokraside, insan haklarıyla ilgili konularda hiçbir şekilde kendi pozisyonlarından geriye adım atmadıklarını söylüyorlar. Anlatabildim mi? Yani adamlar diyor ki: “Vallahi kardeşim, sen ne söylersen söyle; yani ‘İçişlerime karıştı filan falan’ de, sen öyle uluslararası sözleşmelere şunlara bunlara imza atıp, Avrupa Birliği’nin değerlerini, Avrupa’nın değerlerini kabul ettiğini söyledin ve ondan sonra şimdi de çıkmışsın, yine kendi halkına tiyatro oynuyorsun”. Yani benim de üzüldüğüm…, yahu kardeşim, bu dış politika; dış politikayı, zaten tezkere kısmında da konuşacağız, artık içerideki insanları aldatmak için kullanmaktan vazgeçin, vazgeçin ya. Rezil olduk, ben utanıyorum. Gerçi Allah’a bin kere şükür, eski bir diplomatım. Allah’a bin kere şükür, şu anda görevde değilim, tamam mı? Yani bunu çok açık söylüyorum. Ve bütün halkımıza… neyi düşünüyorum hep biliyor musun Ruşen? Eski bir siyasî olarak, tabii CHP’ye de kızdığım taraflar var; ama diyorum ki: Bu kararsız arkadaşlarımız var ya? Geçtim ben o AKP’yi şey yapanlar, ne olursa olsun “Reis de Reis” diyenler. Tamam kardeşim, ne yaparsan yap, neresini yalarsan yala, orada bir şey yok. Ama diğer kararsızlar, n’olur bilgiyi doğru yerlerden alın. Yani Medyascope’tan alın en azından. Samîmî söylüyorum, çünkü burada doğrular konuşuluyor ve o doğruların konuşulması çok önemli.

Ruşen Çakır: Peki, şöyle bir araya gireyim. Mesela siz CHP’den ayrılmamış olsaydınız, dışişlerinden sorumlu bir pozisyondaydınız, bu olay o zaman olsaydı ya da bugün o pozisyonda olsaydınız, Kemal Kılıçdaroğlu’na ne derdiniz? Bu kriz başlar başlamaz, Erdoğan’ın on büyükelçiyi birden kastederek, “Bunları barındırmak zorunda değiliz, Dışişleri Bakanı’ma tâlîmat verdim, persona non grata ilân edeceğiz” açıklamasından sonra, siz Kemal Bey’e nasıl bir açıklama, nasıl bir duruş tavsiye ederdiniz?

Murat Özçelik: Vallahi, bir defa şunu açık söylerdim: Bu adamın bunu yapabilme imkânı yok. Yani keşke yapsa — tövbeler tövbesi! Türkiye’nin hilâfına bir şey isteyecek hâlimiz yok ama, yapmış olsaydı kendi şeyini çoktan imzalamıştı. Bakın, samîmî söylüyorum, böyle bir şey olamaz çünkü. Kemal Bey’e de açıkça derdim ki: “Vallahi çık ve bütün büyükelçilere de ki: ‘Biz sizin pozisyonunuzu çok iyi anlıyoruz, insan hakları uluslararası hukukun bir parçasıdır, iç hukuk değildir; artı, siz bizim içişlerimize müdahale etmiş filan değilsiniz. Müdahale etseniz zaten ben de muhalefet olarak size gerekli tavrı gösteririm; ama siz diyorsunuz ki: ‘Kardeşim, biz hiçbir sûretle bu Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesini ihlâl etmiyoruz. Osman Kavala gibi, insan hakları üzerine habire uğraşan bir adamı içeri aldınız ve de dört senedir bu insana karşı herhangi bir iddianâme bile hazırlanmamış. Bundan sonra hukuktan mı bahsediyorsunuz?’ Siz hiç merak etmeyin” derdim, “biz muhalefet olarak, bakın bir sonraki seçimde geliyoruz, bir sonraki seçimde geldiğimizde Cumhurbaşkanı’nın kendi hukuku çerçevesinde içeri tıktığı herkesi çıkartacağız, bunun içerisinde Osman Kavala da olacak. Çünkü onun maalesef ne suçu olduğunu biz anlayabilmiş değiliz; eğer anlamamızı hukuk istiyorsa, hâkimler istiyorsa, bir iddianâme yazsınlar da görelim” derdim. Böyle bir şey söylerdim.

Ruşen Çakır: Peki, şunu da sorabilir miyim? Şimdi on tane ülke var, bunların hepsi Avrupa Birliği üyesi olsaydı, bu olayın Brüksel’de kotarılmış bir şey olduğunu düşünebilirdik. Bazı Avrupa Birliği üyesi ülkeler var, ama Yeni Zelanda da var, Kanada var, ABD var, böyle ilginç bir bir araya gelme var. Herhangi bir ülkedeki büyükelçilerin böyle bir ortak açıklama yapması da herhalde ender görülen bir husus. Burada özel olarak da şunu sormak istiyorum: Zamanlama olarak, benim nâçizâne yorumum, bu büyükelçilerin bu açıklıkta bir challenge…, yani bir anlamda Erdoğan’a meydan okuma olduğu bâriz bir olay, bunu yapmalarının bence bir nedeni de artık Erdoğan devrinin kapanmakta olduğu fikrine onların da bir şekilde inanıyor olmaları. Yani Erdoğan’ın güçlü olduğu bir zamanda bu tür bir çıkış yapacaklarını, yapabileceklerini açıkçası sanmıyordum. Böyle de bir görüşüm var, katılır mısınız?

Murat Özçelik: Tamâmen katılıyorum. Tamâmen katılıyorum. Bir de şöyle düşünün: Yani Avrupa Birliği bu işi kotarırdı, eğer bütün Avrupa Birliği üyelerinden olsaydı, Brüksel’de bunu kotarırdı. Ya, bu sadece Avrupa Birliği değerleriyle ilgili bir şey değil ki; bu, açıkçası insan hakları konusuyla ilgili, dolayısıyla da gerçekten uluslararası hukukun bir parçası. Yani bu büyükelçiler kendi dışişleri bakanlıklarına sorup da gerekli tâlîmat almadan böyle bir açıklama yapmazlar. Hepsinin arkasında kendi bakanlıklarının olumlu tâlîmatı vardır. Ve de o olumlu tâlîmatı verirken de gerçekten iyi düşünmüşlerdir. Yani Almanya bilmiyor mu mülteciler olduğunu? Yine oradan başka türlü bir harekete girecek olursa kendisine dünya kadar sorun çıkacağını? Veyahut ABD bilmiyor mu ki büyükelçiliği bunu söylediği zaman tutacak Rusya’ya daha fazla yaklaşacak? Belki artık F-16’lar demeyecek, SU bilmem kaç uçaklarını almaya kalkacak ve daha fazla doğuya kayacak. Bunları bilmiyorlar mı zannediyorsunuz? Biliyorlar. Yaptıkları hata bence şu: Yaptıkları hata, karşılarındaki insanın insan haklarına gerçekten doğru bir tepki vereceğini filan varsaymak gibi bir hataları var. Belki onu da düşünmediler; olmasa bile, “Biz şu şu ülkeler olarak böyle bir davranışı uygun görmüyoruz. Bunu uygun görmediğimizi Türk halkına ifâde edelim ve dolayısıyla Türk halkı şunu da görsün: Bu tür bir yönetim anlayışıyla devam eden bu Cumhurbaşkanı’na bizim başka bir desteğimiz olmayacak”. Yani senin söylemiş olduğun konu.

Ruşen Çakır: Peki, bu konuda son bir soruyla bu konuyu kapatıp tezkere meselesine geçmek istiyorum. Bu hafta sonu biliyorsunuz Roma’da önemli bir zirve var: G-20 zirvesi ve orada bu on ülkenin neredeyse tamamı da olacak, Türkiye de olacak ve zâten Cumhurbaşkanı’nın New York’ta Biden ile görüşememesi ve burada da görüşmeyi istemesi var. Ama sadece Biden söz konusu değil; tabii ki Almanya’nın, Fransa’nın, Kanada’nın, birçok ülkenin, bu imzacı büyükelçilerin liderleri de orada olacak ve herhalde biz de o zirvede Erdoğan’ın temaslarını bir de böyle okuyacağız. Yani “Büyükelçi krizi zirveye nasıl yansıdı?” diye biz gazeteciler olarak sorgulayacağız. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir? Bu hamlenin ardından Erdoğan Roma’da daha fazla bir ilgi mi görür, yoksa burada tavır aldığı büyükelçilerin liderleri ona bu nedenle daha bir mesâfe mi koyar?

Murat Özçelik: Bence negatif anlamda, yani olumsuz anlamda ilgi çeker. Niye biliyor musunuz? O on ülke, Cumhurbaşkanı’na nasıl tavır koyacaklarını da önceden bilirler. Anlatabildim mi? Yani normal şartlarda, ben size şöyle söyleyeyim: Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olsam ve de Almanya’da Türkler’e yapılan insan haklarıyla ilgili birtalım kötülüklerden dolayı, desem ki: “Ey Almanya! Bunları düzelt. Bak içeride benim şöyle bir adamım var, bunu çıkartmazsan olmaz, uluslararası hukuka aykırıdır”. İşte böyle bir durumda Almanya benim büyükelçimi atsa dışarı ve dese ki: “Ben persona non grata ilân ediyorum” ve sonra geriye adım atsa da, Ruşen, bir diplomat olarak söylüyorum sana ve bir ülkeyi temsil etmiş, kendi ülkemi, Türkiye’yi ve Türkler’i temsil etmiş bir insan olarak sana söylüyorum: Ben ondan sonra, efendim, G-20 Zirvesi olacak da gideceğiz oraya, hayatta Alman Cumhurbaşkanı’nın veyahut da bilmem kimin suratına bakmazdım. Çok samîmî söylüyorum bunu. Yani şunu biliniz: Bu iş bitmedi daha. Yani ben döndüm kendi halkıma dedim ki: “Kardeşim, ben kahramanlığımı yaptım, hem de nasıl? Öff be! Hepsi geriye çekildi” dedim. Tamam mı? Şimdi bundan sonra, o geriye çekilenler var ya? Siz görün, bu geriye çekilenler bu geriye çekilmenin ardından Cumhurbaşkanı’yla nasıl hesaplaşacaklarının başka tür formülasyonunu bulurlar. Açıkçası ABD, Almanya, Fransa ve diğerleri için, bir sürü o kadar çok konuları var ki, onların içerisinde önem bile vermiyor olanlar da olabilir; ama ben şunu iyi biliyorum: Avrupa Birliği üyeleri veyahut da Amerika veyahut da şu bu, altındaki dışişlerinin alt seviyedeki bürokratları ve diplomatları dâhil hepsi, bir diş bileyip buna karşı ne yapacaklarını ortaya koyacaklardır. Yani çok kötü bir olay. “2023’te ben iktidarı alacağım” diye böyle tavırlarla Türkiye’yi böyle bir duruma sokmayın. Çünkü zâten krizdeyiz, bakın dolar aldı başını bilmem nereye gitti, şimdi biraz aşağı gidiyor. Bakın meselâ şimdi şunu beraber gözleyelim istersen Ruşen: Avrupa Konseyi ne dedi? Ben Kasım ayında bu konuyu ele alacağım. Kasım ne zaman? Bizim Osman arkadaşımızın mahkemesinin olacağı zaman. O mahkemeden olumsuz bir şey çıktığında Avrupa Konseyi’nin bize ne tür yaptırımlar koyacağını göreceğiz. O zaman da vallahi ne der Cumhurbaşkanı bilmiyorum, “Avrupa Konseyi’ni nasıl dize getirdim?” filan diyecektir herhalde.

Ruşen Çakır: Evet, tezkere meselesine gelelim. Bilmeyenler için, sizi çok tanımayanlar için hatırlatalım: Siz Ortadoğu’yu çok iyi biliyorsunuz, özellikle Irak’ta büyükelçilik yaptınız, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı yaptınız, Kürt meselesine çok hâkimsiniz. Hem bilginiz hem de tanışıklıklarınız var, değişik vesîlelerle temaslarınız var. Ve şu anda Irak ve Suriye’ye yönelik tezkerenin uzatılması söz konusu. Zaten kesinleşti, iktidar ortakları artı İYİ Parti destek veriyor; CHP tavırsız diyelim, öyle diyelim, net bir tavır beyan etmedi; HDP karşı çıkıyor ve bu tezkere geçecek. Burada söz konusu olan nedir? Yani Irak’ta ve Suriye’de –esas, anladığımız kadarıyla Suriye daha öne çıkıyor– Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni harekâtlar mı düşünüyor? Nerelere düşünüyor ve bunların Türkiye’ye getirisi götürüsü ne olur?

Murat Özçelik: Bence, içeride herhangi bir kahramanlık destanı yazamayacak olan Cumhurbaşkanı, –biraz önce büyükelçileri konuştuk– büyükelçilerin ve o yabancı ülkelerin Türkiye’ye, “İnsan haklarıyla ilgili olarak bizim tavrımızda hiçbir değişiklik yok” demelerine rağmen bundan bir kahramanlık çıkartan Cumhurbaşkanı, öyle anlaşılıyor ki bundan sonra doğrudan dış politikayı kullanacaktır. Başka bir manivelası kalmadı. Sadece dış politika üzerinden, halka, “Yahu, ben olmazsam ne bu ülkenin güvenliği kalır, ne bir şey kalır” diye ortaya koymaya çalışacaktır. Şimdi, CHP’nin eski bir yöneticisi ve şu anda parti üyesi olarak ben çok açık şunu görüyorum ve diyorum ki: Bir defa, 2023’e kadar, yani iki sene sürecek bir tezkere istiyor Cumhurbaşkanı ve bu tezkerede bazı noktalar ifâde edilmişse de, lafzına ve ruhuna baktığınızda, “Ben valla alırım elime kılıcı, istediğim yere de girerim” diyorsun. Şimdi, orada daha önce yaptıklarını gördük. Ben çok önce yaptığım konuşmalarda dedim ki: “Cumhurbaşkanı, İdlib’de bir çıbanbaşı orada dururken ve oradan başımıza çok büyük belâlar gelecekken (ses kesildi) … bilmem nereye çeviriyor falan filan, yani oradan gelen tehdit yok mudur? Vardır. Ama bu tehdit bütün bir oradaki yerleşik Kürt halkını bir yerlere itecek, yerlerinden etmiş, ortaya çıkartacak kadar şey midir? Yani şöyle söyleyeyim Ruşen: Artık Cumhurbaşkanı’nın gözü çok kara. Bakın, gözü çok kara ve de ben (ses kesildi) yani açıkçası, yalnız bunun getireceği tehlike şu: Şimdi iki tane olay var; eğer ABD veya Rusya’nın kazâra ayağına basarsak, yani yazık olur. Türkiye’ye yazık olur ve askerimize yazık olur. Yani çünkü bizim askerimiz orada, meselâ İdlib’de şu anda kaç tane gözleme noktası var bilmiyorum açıkçası, ama hadi bin tane asker olsun. Öbür tarafta Suriye ordusu, öbür tarafta Rusya’nın hava gücü var. Şimdi İdlib’de habire cihadcıları koruyor bizim Cumhurbaşkanı, kazâra korumaya devam ederse ve Rus artı Suriye ordusu oraya hücum etmeye kalkarsa, yazık değil mi benim askerime? Yani yurt içinde ben terörle mücadelemi en üst seviyeye çıkartma imkânına sahipken, niçin Suriye içerisinde terör alanımı genişletiyorum? Bunu anlayamıyorum yani. Olmaz; bizim bir tek o tezkere içinde görmemiz gereken nedir biliyor musun? İki tane şey var: birincisi, İdlib’den gelecek İslâmî teröristlere ve cihadcılara karşı sınırlarımızı savunmak bir ve ikincisi, olası bir iç savaşta sınırlarımıza gelecek mültecileri durdurmak amacıyla savunmaya yönelik bir pozisyon alması için ancak bu hükümete görev verilebilir. Olay odur orada.

Ruşen Çakır: Peki…, pardon, tamamlayın sözünüzü, pardon.

Murat Özçelik: Irak’ta ise mesele şudur: Bakın Irak’ta biraz geriye gidip bir şey söyleyeceğim Ruşen. Ben Irak’taki Kürt bölgesiyle Türkiye’nin arasını düzeltmek üzere oluşturduğumuz, Dışişleri’nde geliştirdiğimiz bir stratejiyi uygulamakla görevliyken, hatırlarsın, askeriyeden –aman Allah’ım, çok şey gelirdi, sadece askeriyeden değil, diğer insanlardan da– bunlar şunu görmediler, biz bir stratejiyle orta vâdede Kürt bölgesinin bizimle birlikte PKK’ya karşı, yani şiddete karşı bir pozisyon almasını gerçekleştiririz dedik. Ve bana vatan haini dediler, Mesud Barzani’ye dünyanın lâfını ettiler ve bugün nereye geldik biliyor musun Ruşenciğim? Bugün Mesud Barzani ile KDP, Türkiye ile birlikte PKK Sincar’da daha fazla güçlenmeye kalkmasın diye birlikte harekât yapar hâle geldi. Yani demek ki bizim Suriye’de de daha önce Irak’ta yaptığımız gibi bir strateji izlemek sûretiyle oradaki Kürt vatandaşları bize daha müzâhir hâle getirip, düşman oluşturmak değil, birlikte yaşamayı, ahenk içerisinde yaşamayı düşünmemiz lâzım…

Ruşen Çakır: Gerek büyükelçi meselesi olsun gerek tezkere meselesi olsun, gerekse bundan önceki birçok olayda olsun, muhalefet partilerinin, özellikle İYİ Parti ve CHP’nin dış politika konularında iktidarla çok ters düşmemeye, “millî duruş” sergilemeye aşırı özen gösterdiklerine tanık olduk. İstisnâlar tabii ki oldu ama. Bunu nasıl buluyorsunuz? Buradan çıkmaları gerekmiyor mu? Çıkmak için ne yapmaları gerekiyor?

Murat Özçelik: Şimdi, İYİ Parti için bir şey söyleyemeyeceğim; çünkü o kararından çıkmamış zâten ve dediğiniz gibi aynı yolda gidiyor. Şimdi şöyle bakın yalnız: Yurtdışından bize yatırımcı gelecekse, dolayısıyla istihdamımız artacaksa, fon bulacaksak, kredilerimiz olacaksa, yine Batı ile biraz entegre olacaksak, Rusya ile ilişkilerimiz iyi gidecekse filan.., şimdi bunun için insanlar, diğer ülkelerin başkanları, başbakanları, Türkiye’de gerçekten insanî değerler üzerine ve de demokratik değerler üzerine politika yapabilen bir lider arıyorlar, birisini görmek istiyorlar. Yani eğer siz Erdoğan’ın yaptığının aynısını yaparsanız, o zaman zâten yani işin aslı orada, yani sizin taklit etmenize lüzum yok diye bakabiliyorlar. Şimdi ben açıkçası Kemal Bey’in bu defâ bu tezkereyle daha farklı bir pozisyonda hareket etmesinin mümkün olabildiğini söylüyorum. Bu belki tezkerenin geçmesini engellemeyecektir; ama Kemal Bey’in gerçekten Batılı değerler veyahut da demokratik değerlerde, iyi, yani diğer ülkelerin muhâtap alabilecekleri –yani en başta söyledim ya, Türkiye sadece Tayyip Bey’den ibâret değil diye– Türkiye’de bal gibi başkalarının da olduğunu gösterecektir. Ve ben şunu söylüyorum: Önümüzdeki süreçte dış politikada muhalefetin yapması gereken ana şey, iktidarın peşine hiçbir sûretle takılmamaktır. Yani orada herhangi bir operasyon şudur budur, yani büyükelçileri bile böyle çevirebilen bir insan, orada hiç kimsenin görmediği operasyonlarla kahramanlıklar yapar. Onun için yani kararsızları, bakın kararsızlar gerçekten niye kararsız olduklarını bilen insanlar, akıllı insanlar, yani diğerlerine akılsız demiyorum, ama başka ideallerle bakanlar var. Onun için ben CHP’nin açıkçası bu tezkere meselesinde farklı bir yaklaşımla Erdoğan’ın peşinden gitmemesi gerektiğini düşünüyorum ve öyle umuyorum.

Ruşen Çakır: Burada tabii seçmenden bir korku var sanki. Yani biz böyle millî davalarda gayri millî algı yaratırsak gibi bir tedirginlik var.

Murat Özçelik: Valla CHP seçmeninden ve de AKP’nin kemik tabanı dışındaki diğerlerinden böyle bir şey için korkmaması lâzım CHP’nin. Çünkü Türkiye gidiyor. Bunun artık çıkarı kalmamış ya. Yani Türkiye’nin daha mı fazla sorunların içerisine batmasını istiyoruz? İstemiyoruz. Hiç kimse istemiyor. O zaman bunun gereğini ana muhalefet partisinin de, İYİ Parti’nin de, Millet İttifakı’nın yapması gerekiyor. Yani neymiş efendim? Milliyetçilere şey dağıtacak, MHP de var AKP de var. Dolayısıyla o değil; bizim kadar milliyetçi belki başkası olamaz. Yani yerli ve millîlikten bahsediyor Ruşen, eğer o şeyse, ben açıkça söylüyorum, eğer Cumhurbaşkanı ve etrafındaki birtakım yalakalar millî ve yerliyse, ben vatanperverim abi. Ben bu vatan için ölmesini bilecek, ama vatanperver bir adamım. İşte o kararsızlar, işte o CHP’liler, hepsi bu memleketi aynı millî hislerle bu vatanı bu kadar çok severek koruyacaklardır. Dolayısıyla hiç öyle şeyden ben bu defa Kemal Bey’in pek korkacağını zannetmiyorum. 

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyalım o zaman, çok teşekkürler Sayın Murat Özçelik. Büyükelçilerden başladık, tezkereyle devam ettik ve tabii ki iktidarın bunları neden yapmak istediğini ve muhalefetin neyi yanlış neyi doğru yaptığını ya da ne yapması gerektiğini konuştuk, çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.