Erdoğan-Biden görüşmesi: Ne değişti?

AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun süredir beklediği ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmeyi Roma’da yapabildi. Peki bir saati biraz aşan bu görüşmeden Erdoğan’ın kamuoyuna pazarlayabileceği herhangi bir şey çıktı mı?

Yayına hazırlayan: Kubilayhan Kavrazlı

Merhaba. İyi günler, iyi haftalar. Türkiye, siyasette çok şeylere gebe, çok büyük dönüşümlerin arifesinde bana göre. Fakat baktığımız zaman, siyasette üzerinde konuşacak çok da fazla bir şey yok; ilginç bir şekilde sâkin geçiyor. “Fırtına öncesi sessizlik” diyebiliriz buna. Önümüzde gündem olarak bir tek, AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Joe Biden ile Roma’da yaptığı görüşme var. O da aslında çok acayip bir görüşme. Neden “acayip” dediğimi birazdan anlatmaya çalışacağım. Benim bir gazeteci olarak bilgim dahilinde olan, özellikle AKP döneminde Amerikalı yetkililerle yapılan görüşmelerin niteliğinin ve niceliğinin nasıl adım adım düştüğünün çok bâriz bir kanıtı oldu. Şöyle ki, AKP’nin iktidara geldiği ilk andan itibaren –ki Erdoğan yasaklıydı–, o dönemde Erdoğan sadece AKP genel başkanıydı fakat ABD Başkanı ile Oval Ofis’te uzun uzun görüşebiliyordu. Daha sonra, başbakan olduktan sonra bu daha da arttı ve gelen başkanların hepsiyle bir şekilde, Obama’yla ve tabii ki özellikle Trump’la çok yoğun ilişki içerisinde oldu. Trump’la çok yakın bir ilişki içerisindeydi; fakat orada dengesiz bir ilişki olduğunu da biliyorduk. Trump’ın mektuplarına cevaplar verilemedi ya da Rahip Brunson’ı alıp, Beyaz Saray’a getirip ağırlamasına cevap verilemedi, vs.. 

Biden ile beraber işler iyice netleşmeye başlıyor. Aslında Trump’la olan süreç de çok sıkıntılı bir süreçti; fakat orada iki liderin kendi aralarında kurdukları bağ birçok şeyi örtüyordu. Şimdi, gerçeklerle alenen yüzleşme noktasına geldi Türkiye ve Erdoğan. Bakıyoruz: Biden’la görüşmek istiyor, Amerikan Başkanı ile görüşmek istiyor. Daha önce de istedi, yine istedi. Şimdi Brüksel’de, NATO zirvesinde görüştü biliyorsunuz. Birleşmiş Milletler zirvesinde görüşme imkânı bulamadı; bulamayınca Roma’da G-20 zirvesinde görüşeceği söylendi. Sonra Erdoğan, Azerbaycan dönüşü, “Orada olamayacak galiba; ama Glasgow’da İklim Zirvesi’nde görüşeceğiz” dedi. Bir baktık Roma’da görüştü ve Erdoğan Glasgow’a gitmekten de vazgeçti.

Glasgow’a gitmekten vazgeçmesinin nedeni hakkında özellikle yabancı medyada çok sayıda haber çıkıyor. Orada temel husus, Erdoğan’ın çok kalabalık bir koruma grubuyla gitmek istediği, ama Britanya yetkililerinin bunu istemedikleri, rahatsız oldukları şeklinde haberler çıkıyor. Fakat sonunda anlaşılıyor ki bu zirvelerde, Erdoğan için o zirvelerin içerikleri kadar, hatta belki de daha önemlisi, orada Amerikan Başkanı başta olmak üzere liderlerle görüşebilmek. Sonuçta Biden ile Roma’da görüştü; artık Glasgow’a gitmesi de bir anlamda çok da gerekli bir durum olmadı anlaşılan, çünkü Biden ile görüştü. 

Peki bu görüşme anlamlı mı? Baktığımız zaman, bu görüşmenin çok da anlamlı olmadığını görüyoruz. Başlıkta sorduğumuz soru: “Ne değişti?” Hiçbir şey değişmedi. Yapılan, bir tek Biden ile görüşmüş olmak. Neden böyle diyorum? Baktığımız zaman, bir kere Amerikan tarafından bir resmî açıklama var — ki bu kural böyledir, bu tür buluşmaların ardından resmî açıklamalar yapılır. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, ele alınan başlıklara değiniliyor ve en sonunda da mesela deniyor ki: “Türkiye’nin S-400 sistemine sahip olmasından duyulan kaygılar iletildi. Aynı zamanda demokratik kurumların ve insan hakları ile hukuk devletine riayet etmenin ne kadar önemli olduğu vurgulandı” deniyor. Bu tabii ki büyükelçiler bildirisine yönelik bir gönderme. İlginç olan, Türkiye tarafından, Ankara’dan resmî bir açıklama yapılmadı. İletişim Başkanlığı’nda haberler bölümüne giren bir metin var. Açıklama gibi, ama açıklama olarak yapılmadı — ne Dışişleri’nden ne Cumhurbaşkanlığı’ndan. Yani Beyaz Saray’ın açıklamasına benzer bir açıklama yok; fakat bir tek Erdoğan’ın basın toplantısında verdiği cevaplar var. Erdoğan burada ağırlıkla F-16’lar  konusunun gündeme geldiğini söylüyor ve burada Başkan Biden’ın olumlu yaklaşımı… 

F-16 konusu sonuçta savaş uçakları; Türkiye’nin attığı çok büyük bir geri adımın göstergesi. Ama ilginç; bu geri adımı atması da pek mümkün olamayacağa benziyor. F-35’lerden çıktı Türkiye; çıkarıldı daha doğrusu. Neden dolayı? S-400’ler nedeniyle, onların yüzünden, Rus sistemine girdiği için çıkarıldı. Ortada yatırmış olduğu bir milyar 400 milyon dolarlık bir para var. Bu paranın ne olacağı konusunda Ankara, F-16’lar diye yeni bir proje ortaya attı. Yeni bir proje diyoruz, ama eski bir silah bu F-16’lar. Bunların modernizasyonu, yeni F-16’lar ve var olanların modernizasyonu meselesi. Türkiye, buradan bir tür çıkış yaratmak istiyor F-35 defteri kapandıktan sonra. Ama orada da çok ciddi sorunlar var. Amerikan Kongresi, yani Senato ve Temsilciler Meclisi’nde bunun onaylanması lâzım ve burada çok güçlü bir direnç var. Muhtemelen normal şartlarda kabul edilmeyecek Türkiye’nin bu başvurusu. İşte burada genellikle şu oluyor: Başkanlar ağırlık koyuyorlar. Senato ve Temsilciler Meclisi üzerinde ağırlıklarını koyarak kimi zaman onların karar değiştirmesini sağlayabiliyorlar. Erdoğan’ın Biden’den isteyebildiği en fazla bu: “Senato ve Temsilciler Meclisi’nde, her iki tarafta da sizin ağırlığınız var. Biz sizden bu noktada gerekli ihtimamı bekliyoruz.” Biden, pekâlâ şunu diyebilir: “Ben uğraştım ama olmadı” da diyebilir, uğraşıp oldurabilir de; fakat sonuçta yaşanacak olan olay: F-16, yeni F-16’ları almak ve var olanların modernizasyonu. Türkiye’nin şu andaki arayışlarının çok çok gerisinde bir nokta bu. 

Yani Ankara zaten çok geri bir yerden başlıyor ve buradan da öteye gitmesi pek mümkün gözükmüyor. Ve bu görüşmenin içerisinde başka bir konu, Afganistan konuşuluyor; ama Afganistan meselesi ilk başta konuşulduğu gibi değil. Taliban iktidarı ele geçirdikten sonra beklenen, Türkiye’nin havaalanını kontrolü vs. gibi hususlar ortadan kalktı. Şimdi en fazla Katar ile beraber havalimanının işletmesi hususu gündeme gelebilir, insanî yardım meselesi gündeme gelebilir; ama en son Brüksel’de konuşmuş oldukları askerî misyon meselesi artık gündemde değil. Şöyle bir acı bir husus var, bunu kabul etmek lâzım: Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ile konuşmakta artık bir süredir çok ciddi bir şekilde zorlanıyor. Bunu “Transatlantik”te Ömer ve Gönül uzun uzun anlatıyorlar. Bir de ben özetleyeyim: Türkiye’nin elinde birtakım kozlar vardı ve bu kozlar nedeniyle Amerikan yönetiminde kim olursa olsun Türkiye ile masaya oturmak ve bir pazarlık, bir tartışma ve bir mutabakat arayışı içerisinde olmak durumundaydı. AKP’nin ilk iktidara geldiği yıllarda –2002-2003; 2002 sonunda geldi biliyorsunuz–, ilk yıllarda hep AKP iktidarına yönelik şüpheler vardı, ama bir taraftan da pekâlâ birlikte iş yapılabileceği düşüncesi vardı. Bunun bir bölümünü Washington’da Vatan gazetesinin temsilcisi olarak yerinde izledim. Gerek Erdoğan’ın gerekse herhangi bir yetkiliye –bir bakan olabilir, Meclis’ten bir heyet olabilir–, hepsine belli bir ilgi gösterilirdi Amerika Birleşik Devletleri’nde. Olayın ekonomik, stratejik birçok boyutu vardı. Ve Türkiye ile Amerikalılar –gerek devlet, gerek medya, gerek özel teşebbüs diyelim–, Amerikan özel teşebbüsünün, Türkiye ile konuşacak çok şey vardı. Türkiye bir pazar olarak câzipti. Türkiye stratejik konum olarak câzipti. AKP, İslâmcılık’tan demokrasiye evrilebilme imkânı anlamında ideolojik olarak câzipti, vs.. Ve şimdi görüyoruz ki adım adım bunlar tüketilmiş. Türkiye’de yaşanan otoriterleşmeyle birlikte, demokrasiden uzaklaşmayla birlikte, bütün bu yaşanan şeylerin hepsinin dış politikada doğrudan yansımaları var ve Amerika ile ilişkilere baktığımız zaman Türkiye’yi görüyoruz; Türkiye’ye baktığımız zaman da orayı görüyoruz.

Amerikan Başkanı neden Türkiye’yle yaptığı, yani Erdoğan’la yaptığı her görüşmenin ardından insan hakları, demokratik kurumlar ve hukuk devleti göndermesi yapar. Bir süredir artık böyle, Biden ile beraber artık böyle. Çok ciddi bir vurgu var. Son büyükelçiler meselesi, Mevlüt Çavuşoğlu’nun göstermeye çalıştığına göre –“Nordic” diyor… “Nordic derken İskandinav ülkelerini kastediyor–, İskandinav ülkelerinin genç diplomatlarının hazırladığı bir metinmiş; diğerleri de onun peşine takılmış gibi. Hiçbir karşılığı olmadığı belli olan bir şey; yani koca Amerika Birleşik Devletleri’nin, Fransa’nın, Almanya’nın ve birçok ülkenin büyükelçileri, İsveç ve Norveç büyükelçilerinin yazdığı o kadar iddialı bir şekilde meydan okuyan bir metne imza atacak kadar saflarmış, oyuna gelmişler falan. Böyle bir şey yok. Böyle bir şey olmadığını da zaten Biden’ın bu açıklamasından görüyoruz. 

Sonuçta nasıl bir şey ortaya çıkıyor? Türkiye’de bir taraftan, ihtiyaç duyulduğunda her türlü Batı karşıtlığı, Amerikan karşıtlığı bizzat devletin en üst tepesi tarafından, yani Erdoğan ve en yakınındakiler tarafından iç politikaya bağlı olarak sürekli gündemde tutuluyor; ama sonra da ne yapıp ne edip Amerikan Başkanı ile beraber fotoğraf verebilmek, onunla bir araya gelmek isteniyor ve bir araya gelindiği zaman da konuşulacak konu bulunmaya çalışılıyor. Daha önce Brüksel’de, herkesin çekildiği Afganistan’da askerî olarak gönüllü bir şekilde misyon talep etti Türkiye. Buna tâlip oldu — o zaman oydu. Şimdi, Türkiye bula bula, yeni F-16’ların konulmasını istiyor. Normal şartlarda başka konuşulacak çok husus var. Zaten Amerikan açıklamasına baktığımız zaman, bir yığın şey sayılmış. Mesela Libya seçimleri, Afganistan meselesi, Doğu Akdeniz’deki durum ve Güney Kafkasya denmiş. İlginçtir, Erdoğan’a Doğu Akdeniz soruluyor. Erdoğan “Hiç gündemimize gelmedi” diyor; ama Amerikan açıklaması içerisinde Doğu Akdeniz meselesi de var. Bunların hepsi sorun. Yani şöyle söyleyeyim: Türk-Amerikan ilişkilerinde ve Türkiye’nin Batı’yla kurduğu ilişkilerin büyük bir kısmında artık ileriye yönelik birlikte birtakım projeler gerçekleştirmek, birlikte yol almak, tam bir stratejik ittifak içerisinde olmak ve bunun gerektirdiği şekilde ileriye doğru bakmak yerine, genellikle artık hep sorunlar ele alınıyor. Tabii ki iki taraf konuştuğu zaman sorunları konuşur; ama sadece sorunları konuşmaz. Birlikte bir şeyler yapmayı da konuşur. 

Artık Türkiye’nin ABD ile birlikte bir şey yapabilmesi söz konusu değil. Bir ortak mekanizma kurulması diye bir husus var. O hususta da, Erdoğan’ın söylediği, “Nedir bu ortak mekanizma?” Ekonomik ve ticarî ilişkilerde Hazine ve Maliye Bakanlığımız, Amerikan Hazine Maliye Bakanlığı ile daha sık bir araya gelecek. Bu arada ekonomik ilişkiler geliştirilecek. Nasıl geliştirilecek? Bu belli değil tabii; ortada çok ciddi bir mesele var: O iki açıklamada da, ne Erdoğan ağzından ne Amerikan metninden çıkmış değil bu. Muhtemelen konuşulmamış anlaşılan: Halkbank meselesi var. Halkbank Davası ve oradan çıkabilecek sonuç, gelebilecek büyük ceza ve bunun yarattığı ürküntü var. Bunu da bir yere yazmak lâzım. Erdoğan’ın sürekli dile getirdiği, Suriye’deki terör örgütlerine yönelik destek meselesi… “Amerika’dan aldıkları destekler konusunda, kendilerine bu desteklerle ilgili üzüntümüzü ifade ettik. Bu konularda bizim dayanışmamızı zedeleyecek adımlar olduğunu da söyledik. Bunlarla ilgili olarak…” vs.. 

Bu uzun zamandan beri Türkiye ile ABD arasındaki en önemli sorunlardan birisi. Fakat şu âna kadar Washington’dan herhangi bir şekilde Suriye’de, YPG-PYD’ye yönelik desteklerini çekecekleri, çekebilecekleri yolunda en ufak bir sinyal bile gelmiş değil. Türkiye her seferinde bunu bir şekilde ifade ediyor ve Amerikalılar da her seferinde bunu geçiştiriyorlar. Ve bu başlı başına iki ülke arasındaki ilişkinin bir stratejik ortaklık olmadığını bize gösteriyor. Örneğin Amerikan askerleri, Afganistan’da yaşananlardan sonra, YPG’lilere Afganistan’da yaşananların Suriye’de tekrarlanmayacağının yolunda teminat verme ihtiyacı hissettiler. Çok yakın, çok yoğun bir ilişki var ve bu asla Ankara’nın istediği yönde evrileceğe benzemiyor. Sonuçta baktığımız zaman acı bir durum var. Sürekli bir görüşme isteme hâli var, ama görüşmede konuşulacak ileriye dönük herhangi bir şey yok ve bir yandan da Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen çok ciddi adımlar var. Biden yönetiminden mesela soykırımın tanınması açıklaması ya da şu son dile getirdiğim, Suriye’de PYD-YPG’nin desteklenmesi konularında hiçbir şekilde Amerika geri adım atmıyor ve Türkiye de, normalde masayı devirmesine bile yol açabilecek bu hususların hepsini sineye çekmek durumunda.

 Ama iç politikada da sürekli olarak Erdoğan’ın nasıl güçlü bir lider olduğu, nasıl bütün dünya ülkeleri ile eşit koşullarda müzakere edebildiği yolunda bir propaganda yapılmaya çalışılıyor. Keşke böyle olabilsek, keşke Türkiye’yi yönetenler gerçekten tüm dünyanın önde gelen ülkelerinin liderleriyle böyle bir eşit ilişki içerisinde olabilseler. Ama burada bakıyoruz ki, bunun propagandasını yapmaya imkân verecek gelişmeler yaşanmamış. Yoksa bu görüşmelerde gerçekten kullanılabilecek bir malzeme ortaya çıkmış olsaydı; televizyonlarda, gazetelerde vs. sabah akşam bunu duyuyor olacaktınız. 

Şu anda yapılabilen en fazla şey, propaganda: İşte, 25 dakika olarak düşünülen görüşmenin 1 saat 10 dakika sürmesi — ki bu da, başka ülkelere yapıyorlar mı bilmiyorum ama, Amerikalılar’ın Türkiye’ye yaptığı, benim defalarca tanık olduğum bir uygulama. Genellikle oğul Bush da böyleydi, Obama da böyleydi. Trump’ı bilmiyorum ama, çünkü çok ölçüsüz birisiydi… Bütün görüşmeler, Erdoğan görüşmelerinin her biri hep önceden söylenen süreleri aşmıştır. Ve hükümet sözcüleri, AKP iktidarının sözcüleri de ilk olarak bu görüşmelerin ardından bu sürelerin artmış olmasını Türkiye’ye ve Erdoğan’a –ya da Abdullah Gül’e, artık kimse, ki genellikle Erdoğan oluyordu– ne kadar önem verdiklerinin işareti olarak söylemişlerdi. Bunu Akif Beki çok iyi bilir. O da bir dönem sık sık gelirdi Erdoğan’la beraber o görüşmelere. İlk kamuoyuna sunulan hususlardan birisi budur. Ama sonuçta görüşmelerin ne kadar uzadığı ya da gerçekten az düşünülüyordu da sonra mecburen mi uzadı tartışmaları bir yana, önemli olan içeriklerdir. Ve artık Erdoğan’ın Amerikan başkanlarıyla yaptığı görüşmelerin içerikleri gerçekten hiçbir şey değiştirebilecek içerikler olamıyor. Yapıldığıyla kalıyor. Yapılmış olması bir artı olarak kullanılmak isteniyor. Onun ötesinde bir şey yok. Öte yandan en Batı karşıtı, en Amerika karşıtı olan AKP tabanına da Erdoğan’ın Amerikan Başkanı ile görüşebilmiş olması üzerinden bir propaganda yapmaya çalışıyorlar. Böyle bir acı durumla karşıyayız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.