Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye’nin gündemi “helalleşme”

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bugün “helalleşme” çağrısının ayrıntılarını açıkladı. İktidar sözcüleriyse kendisinin bu çağrısından bir şey çıkmayacağını iddia ediyorlar. Bu durum siyasette dengelerin tamamen değiştiğini, gündemi artık muhalefetin belirlediğini gösteriyor.

Yayına hazırlayan: Tuğbanur Toprak 

Merhaba, iyi günler. Sonunda Türkiye bugünleri de gördü. Artık gündemi Kemal Kılıçdaroğlu belirliyor. Pazar günü “helâlleşme” üzerine bayağı bir konuşmuştum, orada da söylemiştim. Ama her geçen gün, gerek bugün Kılıçdaroğlu’nun grupta söyledikleri, gerek Kılıçdaroğlu hakkında muhalefetin diğer aktörlerinin ve tabii ki en önemlisi iktidarın sözcülerinin söyledikleri, gündemin tam ortasında helâlleşme konusu olduğunu bize gösteriyor. Bu olayın kendisi, Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği “helâlleşme” kavramı bir kere toplumu ileriye götürecek bir kavram: Tüm Türkiye’yi, tüm ülkeyi ileriye götürecek bir kavram ve geçmişiyle hesaplaşması –helâlleşmenin bir hesaplaşma boyutu var–, geçmişiyle hesaplaşması ve yüzleşmesi ve hakikatlerin –öncelikle devlet tarafından; devlet birçok hakikati başka türlü sundu resmî söylemde–, bunların devlet tarafından da kabulü, birtakım kişilerin hak mağduriyetlerinin tazmin edilmesi, onlara tazminatlar verilmesi, ama onun ötesinde de toplum olarak bir barışma. Bugün açtı, birtakım örnekler verdi: 28 Şubat dedi, ikna odaları dedi –ki bir CHP genel başkanından bunu duymak başlı başına çok önemli–, Roboski dedi, Diyarbakır Hapishanesi, yerlerinden edilen Romanlar, Varlık Vergileri, azınlıklar, 6-7 Eylül, Sivas, Kahramanmaraş, Ali İsmail Korkmaz, 12 Eylül sonrasında idam edilenler, Oğuz Arda Sel ve Mısra Öz — biliyorsunuz, Çorlu tren kazası olayı. Bir yığın şey sıraladı ve ileriye yönelik bu hamlesinin gerçekten Türkiye’de birtakım taşları yerinden oynattığını görüyoruz. Şöyle ki: Kılıçdaroğlu ve muhalefet genel olarak reaksiyonel bir tutum takılırdı, iktidarı ve tabii ki Erdoğan’ı eleştirmekten ibaret bir şeyi, eleştirinin dozu ne kadar yükselirse o kadar sert muhalefet yaptıklarını sanırlardı ve onun sonunda da Erdoğan her girdiği seçimden bayağı bir başarılı çıktı. Muhalefet belirli bir aşamadan sonra bunun böyle olmayacağını ve meselenin Erdoğan’ın ötesinde bir mesele olduğunu, kendilerinin Türkiye’ye bir şeyler söylemesi gerektiğini, yeni yeni –özellikle CHP ve Kılıçdaroğlu– kavramaya başladı. Adalet Yürüyüşü bu anlamda bir dönüm noktası; ama adım adım, birçok konuda Kılıçdaroğlu artık doğrudan topluma sesleniyor, Erdoğan’a seslenmiyor, iktidara seslenmiyor, doğrudan topluma sesleniyor ve iktidarın adını bile pek anmıyor, Erdoğan’ın adını bile zikretmiyor ve topluma bir şeyler söylüyor. Topluma bir şey söylerken de toplumun tüm kesimlerine söylemeye çalışıyor, sadece kendi tabanına değil. Bu çok ciddi bir kopuş ve bunun etkili olduğunu nereden görüyoruz? Cevap yetiştirmeye çalışıyorlar. Bu kaybolan milyar dolarlar meselesinde de böyle olmuştu, Adalet Yürüyüşü’nde de böyle oldu, yerel seçimlerde de böyle oldu. Son dönemde siyasî cinayet endişesini dile getirmesi, ardından doğrudan bürokratlara seslenmesi ve nihayet helâlleşme.


Şimdi bakıyorsunuz, iktidar sözcüleri kendilerini cevap vermek zorunda hissediyorlar; şunu diyemiyorlar: “Bizi ilgilendirmez, bunun bir anlamı yok”. Hatta yok sayabilirlerdi, hiç adını bile anmazlardı; çünkü biliyoruz ki bugün ülke medyasının ezici bir çoğunluğu Kılıçdaroğlu’nun bu helâlleşme çıkışını haber yapmadı. Bu haber, iktidar havuzu dışında kalan az sayıdaki medyada ve sosyal medyada yayıldı. CHP kendi imkânları ile yaydı; zaten mâlûm, Kılıçdaroğlu’nun kendi çektiği video ve kendi sosyal medya hesaplarında paylaşmasıyla yayıldı. Ama sonunda ne oldu? Cevaplar nereden geliyor? İktidar medyasından. Mesela Ömer Çelik, “Nasıl helâlleşecekmiş?” diyor ya da bugün (16 Kasım) Devlet Bahçeli’nin söylediği yolculuk göndermesi, “Bir yolculuğa çıkıyorum” sözleri Bahçeli’yi çok rahatsız etmiş. Rahatsız etmesi de anlaşılır bir şey, çünkü gerçekten çok güzel bir metafordu: “Tek yönlü bilet al, bir daha da gelme” dedi. Zaten Kılıçdaroğlu’nun söylediği de aslında geri dönüşü olmayan bir yüzleşme vaat ediyor. İktidar medyasında buna birtakım sataşmaya çalışanlar da var –gözüme çarptı bazıları–, kerameti kendilerinden menkul bazı isimler. Ama birçok kişi ciddi ciddi Kılıçdaroğlu’nun bu söylediklerini neden yapamayacağını söylüyor. Neden yapamaz? Çünkü şundan yapamaz, çünkü bundan yapamaz. Yani bunu bir veri olarak alıyor. Helâlleşme çağrısını veri olarak alıyor ve diyor ki: “Eyvallah, bunu diyor ama, yapamaz; çünkü şuyu olamaz, tarihi şöyle, bilmem nesi böyle” Bu neyi hatırlatıyor? Erdoğan bir şey söylerdi ve Erdoğan söyledikten sonra Deniz Baykal ya da Kılıçdaroğlu ya da bir zamanların Devlet Bahçeli’si vs., “Yapamaz, edemez, söylüyor ama bunlar boş şeyler , Türkiye buna izin vermez” vs. diyorlardı; ama Erdoğan bu söylediklerini yapıyordu. Şimdi Kılıçdaroğlu söylüyor ve iktidar büyük bir eziklik içerisinde Kılıçdaroğlu’nun bunu yapamayacağını, yapmasının mümkün olmadığını söylüyor. En çok dile getirilen nedenler: kendi partisi içerisinde dirençle karşılaşacağı ya da CHP’nin geçmişi, tek parti geçmişi — tabii orada çok ciddi bir sorun var.

Eskiden bunlar kolaydı: CHP’yi eleştirmek, tek adam rejimi. Atatürk’ü dile getirmekten biraz çekiniyorlardı, ama İsmet İnönü, Milli Şef dönemi vs… Ama şimdi bakıyoruz: Erdoğan’ın tek adam yönetiminin İsmet İnönü’nün Milli Şef yönetiminden ne farkı var? Açıkçası, kendileri kazdıkları kuyuya kendileri düşmüş oldular; ellerindeki en büyük avantaj olan, imtiyaz olan tek adam rejimi eleştirisini kenara atmış oldular bir kere. Sonuçta, bugün kalkıp Kılıçdaroğlu’nu geçmişin tek parti CHP iktidarlarıyla köşeye sıkıştırmaya çalışmanın çok fazla bir anlamı kalmıyor. Yetiştirilmeye çalışılan cevaplarla şunu görüyoruz: Artık iktidar ileriye yönelik bir şey söyleyemiyor ve muhalefet ileriye dönük şeyler söylemeye başladı. Bugün saat 16.00’da Ankara Enstitüsü araştırma direktörü Hatem Ete ile bir yayın yapacağız ve orada onun bir yazısından hareketle şu soruyu cevaplamaya çalışacağız: “İktidar mı kaybediyor, muhalefet mi kazanıyor?”İşte burada onun yazısının başlığı: Bir eşikten bahsediyor; Türkiye’nin bir eşikte olduğundan bahsediyor. O eşik şu: Şu âna kadar iktidarın kaybettiğini biliyorduk –ben de her vesileyle bunu söylüyorum–, Erdoğan kaybetti, ama kazanan belli değil, Türkiye kazananını bekliyor. Birisi, muhalefet kazanıyor gözüküyor; ama muhalefetin kazancı, iktidarın kaybetmesinden dolayı. İktidar gücünü bir şekilde muhafaza edebilse, Erdoğan ileriye yönelik bir şeyler söyleyebilse, muhalefet pek bir şey yapamayacak. Yani uzun bir süredir iktidarın oy kaybının, popülarite kaybının en önemli nedeni, belki de tek nedeni, iktidarın başarısızlığı, becerisizlikleri, özellikle de başkanlık sistemiyle beraber denge denetleme ağlarının iyice yok olması vs.. Erdoğan’ın kaybetmesinde muhalefetin payı yok denecek kadar azdı; ama şimdi bir eşikten geçiliyor, bence geçiliyor — bunu Hatem ile de tartışacağız saat 16.00’da dediğim gibi. Bence Kılıçdaroğlu’nun son çıkışlarıyla beraber muhalefet, sadece iktidarın kaybetmesini, daha da fazla kaybetmesini beklemekten farklı bir yere doğru gidiyor. Ekonominin her geçen gün daha da kötüye gittiğini en azından herkes artık biliyor: An itibariyle ben buraya girdiğimde dolar neydi çıktığımda ne olacak? Bir günde %1,28’di en son buraya girerken değer kaybı, Türk lirasının değer kaybı; aslında yükselen dolar değil, düşen Türk parası, biliyorsunuz. Çıktığımda acaba ne olacak? Böyle bir ortamda, “Nasıl olsa kaybeder” noktasından başka bir yere doğru gidiyor Kılıçdaroğlu. İnsanlara artık doğrudan sesleniyor ve bu seslenmeyi yaparken de önemli olan hususlardan birisi şu: Sadece bir iktidar eleştirisi yapmıyor; hatta şöyle bir üslûp var — bürokratlara seslenişinde öyleydi biliyorsunuz: “Zaten bu devir kapandı, yeni bir devir açılıyor, ona göre ayağınızı denk alın” dedi çok açıkça. Şimdi burada da aynı şekilde “Ben” diye konuşuyor, “iyi bir isim bırakmak istiyorum” diyor, “Türkiye’yi barıştıran kişi olarak tarihe geçmek istiyorum” diyor. Çok iddialı sözler bunlar. Sadece bu iktidarın değil birçok iktidarın günahlarını, hatalarını –ki bunun içerisinde CHP de var– katarak bunlarla yüzleşmeyi, bunlarla hesaplaşmayı, bunların mağdurlarının mağduriyetlerinin giderilmesini ve bu gidermeler sonucunda toplumun birbiriyle kucaklaşmasını öneriyor. Bu gerçekten çok cüretkâr bir çıkış; içinde Kürt sorunu da var, içerisinde her türlü azınlık meselesi de var, içerisinde sıradan insanların devlet kusuru nedeniyle başlarına gelen mağduriyetler de var, birtakım pogromlar da –Sivas, Maraş gibi–, katliamlar da var, devlet eliyle idam edilmiş sağdan-soldan gençler de var, onların aileleri de var, 28 Şubat da var.

 “Muhalefetin vizyonu ne?” diye sorduğumuzda, Kılıçdaroğlu artık bir vizyon ortaya koyuyor. Bu vizyon, “Ekonomiyi biz gelince düzeltiriz”den ibaret bir vizyon değil; bu anlamıyla çok önemli, zaten önemli olduğu için de iktidarı çok ciddi bir şekilde telaşa sevk ediyor. Şimdi ne yapacaklar? Bunun içerisindeki birtakım hususları, mesela 28 Şubat hususunun ya da Varlık Vergisi, 6-7 Eylül falan gibi hususları, Roboski’nin, tabii ki Diyarbakır Cezaevi’nin kendi partisi içerisinde ya da kendi parti tabanında tepki yaratmasını sağlamaya çalışacaklar. Yani burada şöyle bir yöntem de olabilir: Kürtlere diyecekler ki —bu tabii ki olacak: “Böyle diyor ama yapamaz”. Ya da dindarlara diyecekler ki: “Böyle diyor ama yapamaz”. Bu ayrı bir husus, bunu zaten söylüyorlar. Ama esas olarak da CHP’nin kendi tabanına, hitap ettiği kesime diyecekler ki: “Oy verdiğiniz partinin başındaki adam,  İnönü’ye, Atatürk’e, şuna buna, orduya, geçmişteki, 28 Şubat’taki şuna buna lâf ediyor, buna nasıl izin veriyorsunuz?” diyecekler. Bunu diyecekler, demeye başladılar ve bunu demeye başladıkları andan itibaren de aslında kayıplarını daha da keskinleştirecekler. Böyle bir sarmal bu. Bu sarmala eskiden muhalefet düşmüştü; iktidara lâf yetiştirmek, iktidarı kendi içerisinde parçalamaya çalışmak, iktidarın aslında söylediklerinin çelişkili olduğunu, aslında buna inanmadığını, inanmadan yaptığını söylemeye çalışmak… Doğru da olabilirdi, ama sadece reaksiyon gösterdikleri için iktidarın gücüne güç kattı. Şimdi de sadece muhalefete ve muhalefetin içerisine baktığımızda: İlginçtir, İYİ Parti bu konuda çok ciddi çıkışlar yapmıyor; İYİ Parti daha çok sabit bir şekilde, Meral Akşener sokağa çıkıp birtakım dik durma gösterileri yapıyor; ama onun dışında İYİ Parti’nin en son yaptıkları reklam kampanyası –reklam kampanyasını yapan Faruk Acar da başarılı olduklarını iddiasında– belki başarılıdır; ama orada Hz. Ömer üzerinden verilen vizyonun bir vizyon olduğu kanısında değilim. Zaten referanslarının hepsi geçmişe yönelik. Kılıçdaroğlu da geçmişten bahsediyor; ama geçmişin üzerinden bir gelecek inşa etmeyi söylüyor. Doğru-yanlış, başarır-başarmaz, ayrı; ama burada ileriye yönelik bir şey var. Öteki tarafta İYİ Parti’nin söylediği, aslında geriye dönük bir şey ve çoğunlukla da sağın her türlü siyasetçisinin olduğu, arada bir tane Ecevit’in süs gibi durduğu tabloyla toplumun karşısına çıkıyorlar. Ama Kılıçdaroğlu onların çok ötesinde bir yerde bir CHP genel başkanından beklenmeyecek şaşırtıcılıkla bir açılım yapıyor. Böyle Kılıçdaroğlu propagandası falan yaptığımı düşünenler olabilir. Değil. Bu, Türkiye’de kim olursa olsun yıllardır yapması gereken bir şeydi. Bir ara çözüm sürecinde ve diğer açılımlar –Alevi, Roman açılımları vs.– sırasında AKP de bu iddiadaydı ve bayağı da bir yankı uyandırmıştı; ama sonra bunların hepsinden vazgeçtiler, hepsini yarıda bıraktılar, şu ya da bu nedenle hiçbir açılım tamamlanmadı. Kılıçdaroğlu’nun bu söyledikleri çok bağlayıcı sözler, başarılı olur olmaz o ayrı bir husus; ama bunu söylüyor olması bile, böyle bir listeyle kamuoyunun karşısına çıkması bile başlı başına önemli.

Son olarak şunu söyleyeyim — geçmiş ve bugünü kıyaslarken diyorum ki: “İktidar bir şey söylüyordu, muhalefet buna cevap yetiştirmeye çalışıyordu” Burada neydi? İktidar, Erdoğan ve arkadaşları topluma bir şey söylüyordu ve Kılıçdaroğlu, Baykal, Bahçeli –artık her kimse– onlar da Erdoğan’a sesleniyorlardı: “Yapamazsın, edemezsin, yanlış yapıyorsun…” Ama Erdoğan ilişkisini toplumla kuruyordu ve topluma diyordu ki: “Ben şunu yapacağım, bunu yapacağım, vs.” Böyle bir olay vardı. Şimdi tam tersi oldu: Kılıçdaroğlu topluma sesleniyor, Erdoğan ve ona destek verenler Kılıçdaroğlu’na sesleniyorlar –“Bay Kemal” diyerek–, “Yapamazsın, SSK’yı da sen batırdın” vs. gibi şeylerle Kılıçdaroğlu’nu itibarsızlaştırmaya, onun sözlerini anlamsızlaştırmaya çalışıyorlar. Ama burada tam geçmişte muhalefetin düştüğü pozisyona düşüyorlar, topluma seslenmekten vazgeçiyorlar, belki de vazgeçmek zorunda kalıyorlar; çünkü artık topluma söyleyecek bir şeyleri kalmamış ve muhalefetin artık doğrudan topluma seslenmeye başladığı andan itibaren de o eşik bir şekilde aşılmış oluyor. Kılıçdaroğlu gerçekten şaşırtıyor, özellikle o kısa videolarıyla; bakalım bundan sonra heybesinden hangi turbu çıkartacak. Şu âna kadar çıkarttığı her bir turp iktidarın yüreğini bayağı bir hoplattı. Bakalım bundan sonra nasıl gelişecek. Evet, yeniden söyleyeyim saat 16.00’da Hatem Ete ile tam da bunları konuşacağız: “İktidar mı kaybediyor, muhalefet mi kazanıyor?” sorusu etrafında. Bitirirken desteklerinizi bizlerden esirgememenizi rica ediyorum; çünkü gerçekten Türkiye’de bağımsız ve özgür gazetecilik yapmak ancak izleyicilerin, takipçilerin desteğiyle mümkün olabilir. Bu konuda her türlü desteğinizi bekliyoruz, çok teşekkür ediyoruz şimdiden. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.