Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kılıçdaroğlu ne yapmaya çalışıyor? Levent Gültekin ile söyleşi

Ruşen Çakır, Levent Gültekin ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helallik” çağrısının yankılarını ve Kılıçdaroğlu’nun aday olup olmayacağını konuştu.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Levent Gültekin ile bugün “Kılıçdaroğlu ne yapmak istiyor?” sorusuna cevap arayacağız. Levent, merhaba. Levent beni duyuyor musun?

Levent Gültekin: Geliyor mu sesim?

Ruşen Çakır: Evet, geliyor, tamam.

Levent Gültekin: Ama seni göremiyorum. Seni göremiyorum sadece, öyle bir sorun var.

Ruşen Çakır: “Beni görmek demek, yüzümü görmek değildir.” Şimdi, seninle bayağı bir ara verdik, ama birçok şey de birikti. Bu biriken şeylerin çoğunu da Kemal Kılıçdaroğlu biriktirdi farkındaysan: helâlleşme meselesi, erken seçim çağrısı… Bayağı bir gündemi belirliyor.

Levent Gültekin: Adaylık meselesi…

Ruşen Çakır: Evet, adaylık meselesi, ama ondan öncesinde bir de şu var: Tabii şu yayına girerken TL dolar karşısında % 8’e yakın değer kaybetti: Dolar 12 lirayı aştı. Biz yaklaşık bir 40-45 dakika yayın yapacağız. Açıkçası, çıktığımızda ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorum. Yani, Kılıçdaroğlu’na gelmeden önce, şu Türkiye’nin artık zincirlerinden boşalmış gibi hâli üzerine bir şeyler söylemek istersin diye düşünüyorum.

Levent Gültekin: Ya şimdi, Ruşen, sen ben, hepimiz, 2000, bu rejim değişikliği referandumunda ben özellikle kendim için söyleyeyim.: Yaklaşık 100’e yakın yerde konferansa çıkmıştım. Şehir şehir dolaştığımda hepimizin söylediği bir şey vardı: Bu rejim değişirse, yani tek adam rejimi kurulursa bu ülkede ekonomi çöker. Dolar 10 lirayı geçer — hani 12 lirayı hiçbirimiz tahmin etmemiştik. Beklediğimiz son bu aslında. Hepimizin yıllardır taşıdığı endişe, korku birer birer gerçekleşiyor. Çünkü gerçeklikten kopmuş bir iktidar, bütün dünyadaki ekonomi literatürüne kafa tutan, bütün dünyadaki ekonomistlerin asla tasvip etmediği bir norm üzerinden kendince bir ekonomi politikası geliştiren… dahası bunun onlara yanlış olduğunu söyleyecek cesarette, akılda, ahlâkta, etrafında kimsenin kalmadığı bir durum var. Türkiye ağır bir… Yani böyle kendimi bazen felâket tellâlı gibi hissediyorum, ama sonuçta olan oluyor yani. Gözümüzün önünde oluyor; çünkü her gün, her gün değer kaybediyor, ülke değer kaybediyor. Bu sadece TL’nin değer kaybetmesi demek değil. Havaalanından köprüsüne, köprüsünden otoyollarına, otoyollarından hastanesine dövizle yapmış onlarca yıl… on yıl, yirmi yıl, otuz yıl dövizle taahhütte bulunmuş, ödeme taahhütünde bulunmuş bir ülkenin ekonomik olarak işgali anlamına da geliyor bu, bir yandan baktığında. Yani Zafer Havaalanı diye bir havaalanı yapmışsın, 500 milyon dolara… Şu kadar yolcu taahhüdünde bulunmuşsun dolar başına. Osmangazi diye bir köprü yapmışsın, şu kadar euro taahhüdünde bulunmuşsun kişi başına ve 30 yıl boyunca bunu bu fiyattan ödeyeceksin ülke olarak. Hastane desen, ha kezâ, her birinin maliyeti beş kat, on kat daha yüksek. E şimdi bütün bunlara baktığımızda, yapanlar çok… Osmanlı’nın o yıkılış dönemindeki kapitülasyonlar, o ekonomik çöküş, o inat… dönüp dün akşamki cumhurbaşkanın konuşması, bugün Bahçeli’nin konuşması… “Vazgeçmeyiz” deyip o… artık yanlış da diyemiyoruz; çünkü yanlış bilmeden yapılan şeylere, veyahut uyarıldığında düzeltilen şeylere yanlış deriz, veyahut hata. Hata! Öyle diyebiliriz. Hata, insanın bilmeden yaptığı şeylerdir. Biri uyardığında, “Ha, ben onu öyle bilmiyordum” deyip onun vazgeçtiği şeylere hata deriz. Fakat bunca ekonomistin, bunca bilim insanının, bunca insanın uyarısına rağmen tek bir kişinin… Şimdi bunu bazen, “Acaba biz muhalifler kendi kendimize, aramızda mı konuşuyoruz?” diye check ettiğim oldu Ruşen. Sonra AK Parti’nin çok içerisinden, ben görüşmüyor olsam bile, görüşen arkadaşlarımdan aldığım kulis bilgileri var. Görüştüklerim de var. Hani, bazı konumlarda, makamlarda, bakanlar düzeyinde bile büyük bir tedirginlik var. Ülke gidiyor, ülke gidiyor diye tedirginlik var. Ve “Erdoğan’ın ne yaptığını hiçbirimiz anlamıyoruz” diyen, etrafındaki insanlar da var. Şimdi sadece muhalifler, hani bunu bir iktidar kavgasıyla Erdoğan’ın politikalarını anlamıyor diye değil, Erdoğan’ın çevresindekiler de bunun nereye varmak istediğini anlamıyorlar. Bir inat uğruna ülkeyi ağır, toparlanamaz bir yıkıma doğru sürüklüyor. E şimdi bence bizim aslında biraz şuna da dikkat etmemiz lâzım: Biz hepimiz işin buraya geleceğini biliyorduk. Sen de yorumlarında diyordun, biz de diyorduk. İş bu noktaya varabilir. Tek adamların sonucu bu. Bu bize, Türkiye’ye has bir durum değil. Venezuela o yüzden buraya geldi, Irak, Suriye, Mısır, Şili, Arjantin… Akla gelebilecek tek adam rejimlerinin olduğu bütün ülkelerde benzer süreçler yaşandı. Buraya gelebileceğini biliyorduk. Fakat her birimiz zaman zaman doğamız gereği, insanın doğası gereği sanki böyle bir şey yokmuş algısına teslim oluyoruz. Analizlerimiz sanki bir seçim olacak, iktidar değişecek, herkes, her şey rayına girecekmiş gibi, bunun bir kilitlenme olduğu, bunun bir ülkenin esareti olduğunu, bunun bir siyasetin gasp edilmesi olduğunu, bunun bir ülkenin üzerine çökmek olduğunu zaman zaman unutuyoruz. Analizlerimiz biraz böyle kalıyor, siyasetçilerimiz biraz böyle değilmiş gibi davranıyor. Bunun iki açmazı da var. Bir taraftan topluma karamsarlık vermeyelim, umutlu davranalım deyip böyle bir tablo yokmuş gibi hareket etmek zorunda kalıyoruz; çünkü bir taraftan da toplumu dinç tutmamız gerekiyor, konuşmalarımızla, yazılarımızla. Ama öbür taraftan da gerçeğe uygun davranmamış oluyoruz bu sefer. Gerçeğe uygun davranmak demek, karalar bağlamak, teslim olmak değil; bu andakini kavrayıp ona göre tutum almaktır, yani ona göre yapılması gereken ne varsa onu yapmaktır. 

Ruşen Çakır: İstersen burada erken seçim meselesine girelim. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı çağrıda yanında Meral Akşener de vardı, o da ona destek verdi. Şimdi ne yapılması gerekiyor? Ülkenin bir an önce seçime gitmesi gerekiyor ve iktidarın değişmesi gerekiyor. Şimdi burada bu çağrı zamanlı mı zamansız mı? Geç mi kaldı, erken mi yaptı, arkası dolu mu? Ne diyorsun? Siz bunu konuşuyorsunuz Halk TV’de uzun uzun; ama burada bir de şunu da söyleyeyim: “Levent” diyorlar, “yine kalkıp pesimizm yapmasın, muhalefeti yerden yere vurmasın” diye önceden şey yapıyorlar, biliyorsun. 

Levent Gültekin: Yani ben o arkadaşlara… Ben de okuyorum yorumları, üzgünüm; halbuki şunu demeleri lâzım: Gerçeği anlat ki görelim ne olduğunu. Ya, ben onlara umut verebilirim, her şey çok güzel gidiyor, başaracağız, geliyoruz da diyebilirim. Bu çok kolay. En kolayı budur. Ben de isterim insanların alkışını almayı, ama ben neye uğraşıyorum? Gerçeği konuşalım ki gerçek çözümü de konuşalım. Şimdi erken seçim bence de yarın olması gereken bir şey; ama muhalefetin bu konuda yaptırım gücünü kaybettiği kanaatindeyim, geç kaldı. Dün Kemal Can söylemişti, katılıyorum ona. İktidarı seçime zorlayabilecek bir momentum yakaladıklarını söyleyemeyiz; şimdi, otoriter yönetimleri çağrıyla seçime götüremezsin, örneği yok dünyada. Ya var mı? Bana bir tane dünyada ya bir otoriter yönetime muhalefet toplandılar, hadi seçime gel, seni masaya çağırıyoruz dediler, o da seçime geldi. Böyle bir örneği yok. Daha önce alınması gereken tavırlar vardı, üç yıl önce… Bir örnek vereyim, sesli düşünüyorum bunlar şey değil: Meclis’i terk etmek, kurullardan çekilmek, RTÜK gibi alanlardan çekilmek, HSYK’dan –partilerin temsilcileri var–, HSYK’dan çekilmek, yani Erdoğan’a, “Biz yokuz kardeşim senin oyununda. Bu oyunun hiçbir yerinde yokuz” deyip Erdoğan’ı marjinal duruma düşürmeleri gerekiyordu. Belki iki yıl önceydi bu, belki bir yıl önceydi. Şimdi bu çağrıları buna benzer eylemlerle destekleseler o ayrı bir sorun haline geldi; çünkü yıkım sürerken bu tür demokratik eylemler, bu sefer otoriter yönetimin eline başka bir koz verir duruma geliyor. O yüzden ben bu çağrıların çok etkili olmadığını, olmayacağını… çünkü orada yani şöyle düşün, benim çok sık kullandığım bir metafor var Ruşen: Yani çocuğumuzun rehin alındığını düşünelim. Yani beni izleyenlerin kendi kafalarında ülkeyi kendi çocukları olarak görsünler, öyle değerlendirsinler ve o çocuk rehin alınmış. Biz rehin alana, “Ya, lütfen çocuğumu bırak” çağrısı yapıyoruz. Halbuki bizim yapmamız gereken ne yapıp edip bunu, o çocuğu bırakmaya, öldürmeden, canını yakmadan, zarar vermeden onu nasıl bıraktırırız arayışı içine girmektir veya onun elinden bu çocuğu kim alabilir arayışına girmektir, öldürmeden… mesele onu dövmek, mesele onu bir önce aşağı itmek, mesele onu oradan yok etmek değil, mesele o çocuğu onun elinden zarar görmekten kurtarmaktır. Ben bu metaforu kendime de sık sık hatırlatırım, her konuştuğum siyasetçiye de mutlaka bu metafor üzerinden “Kendi çocuğunuz rehin alınmış olsaydı böyle davranır mıydınız?” derim, genelde “Hayır” derler. Hepsine sormuşumdur bu soruyu.

Ruşen Çakır: Peki bu aşamada mesela, diyorsun ki muhalefetin artık bir yaptırım gücü yok; ama bana göre –ki ben konuda bir yayın yaptım– iktidar mecburen erken seçime götürecek diye düşünüyorum, bilmiyorum katılıyor musun? Genellikle buna bu ekonomik şartlarda gitmez, ama ekonomik şartlar her geçen gün daha da kötüye gidiyor, yani dün seçime gitseydi dolar bilmem neydi, enflasyon şuydu, yarın seçime gitse daha da kötü olacak, yani bunun bir geri çevrilebilirliği yok. Mesela ben Ali Babacan’a böyle söylediğimde o bana şöyle demişti, –hani beraber olduğumuz bir, gazetecilerle şeyde–… “Erdoğan’ın hep bir ben bunu nasıl olsa düzeltirim diye bir düşüncesi var, artık kendisinin de düzeltebileceğine inandığını sanmıyorum”.

Levent Gültekin: Ben, yıkımın büyümesinin, tahribatın büyümesinin seçimi daha da uzaklaştırdığı kanaatindeyim. Yani dolar bugün % 7-8 civarında değer kaybetmiş, pahalılık her geçen gün artıyor, bunun mevcut iktidarın aklıselimle hareket etmesini engelleyeceğini, erken seçim ihtimalini daha da ortadan kaldıracağını, mesela bugün dolar % 7 değer kaybetmiş olsaydı…

Ruşen Çakır: Dolar kaybetmedi, biz kaybediyoruz. Dolar kazanıyor.

Levent Gültekin: Biliyorum. Hayır hayır, tersten diyorum, dolar kaybetmiş olsaydı eğer yani TL %7 değer kazanmış olsaydı senin bu fikrine daha sıcak bakabilirdim, derdim ki bir toparlanma var, iktidara bir erken seçim cesareti gelebilir. Ama ben yıkım arttıkça bunların daha da kontrolden çıkacağını, daha da otoriterleşeceğini, daha da vermemeye ve bunu topluma, dün akşam Erdoğan’ın yaptığı gibi bir Kurtuluş Savaşı havası vermeye, bunun böyle memleketin bağımsızlığına bir müdahale havası vermeye…, buna inanacak toplum kesimleri dindarlar meselesi değil. Dün bir arkadaşım söyledi, hiç unutmuyorum. Kayınpederim yılların CHP’lisi dedi, bak kayınpederim yılların CHP’lisi, “Ama ben” demiş, “Tayyip Erdoğan’a oy vereceğim”. “Niye dedim” diyor. “Bütün dünya onunla uğraştığına göre bu adamda bir şey var” demiş. Şimdi toplum zihni de böyle, bu çok normal. İnsanlar, “Ya, bu Boğaz’ın altında bilmem ne momentum, moleterium elementi var, çıkarılmasına izin verilmiyor” diyenlerin oranı bu ülkede % 30, Lozan bilmem 2023’te fesh olacak diyenlerin oranı % 50. Şimdi anlatabiliyor muyum? Bu tip şeylere, algılara çok çabuk inanabilecek bir toplum kesimi var. Ben yıkımın arttıkça daha da işlerin zorlaşacağını, iktidarın daha da rehin alacağını…, bugünkü Bahçeli’nin konuşması, dünkü Erdoğan’ın konuşması… “Biz vermeyiz, yıkılsa da vermeyiz, dolar 20 olsa da vermeyiz” vurgusu yapılıyor. Peki bu şu anlama gelmiyor, onun özellikle altını çiziyorum: “Abi, bunlar iktidarı vermeyecekler, teslim olalım” değil. Bu gerçeği bilerek, ona göre bir organizasyon, ona göre bir yaklaşım, ona göre bir birliktelik, ona göre… Armudun sapı, üzümün çöpü gibi yaklaşımlarla birbirimizi kırmak, birbirimizi ötekileştirmek, aman filan parti olursa ben olmam, aman falan parti gelirse ben yokum, filan aday olursa ben oy vermem, filan aday olmazsa ben sandığa gitmem gibi saçmalıklardan uzak durmak, muhalefeti olabildiğince toplumsal bütünlüğü sağlamaya cesaretlendirmek, o birlikteliği sağlamaya cesaretlendirmek ve tekrar söylüyorum, en önemli, hepimizi bir teraziye çekmesi gereken metafor olarak kullanıyorum. Ülkeyi, çocuğumuzu düşünelim ve çocuğumuzu biri rehin almış. Onu kurtarmak için. Mesele çok örnek hep veriyorum, çok sık söylerim. Mesela diyorlar ya? Ekrem İmamoğlu aday olmazsa ben oy vermem, Mansur Yavaş olmazsa ben oy vermem, Kılıçdaroğlu olmazsa ben oy vermem, ya da işte Meral Akşener aday olmazsa ben oy vermem diyenlere ben şöyle soruyorum. Çocuğunuz rehin alınmış ve biri gelip size diyor ki, çocuğunuzu sadece Melih Gökçek kurtarabilir, onun kapısına gider misiniz çocuğunuzu kurtarmak için? Eğer giderim diyorsanız, o zaman hiçbirinizin aday seçme lüksünüz yok. Burada aday dediğimiz kısma esas olan bu 6 muhalefetin birlikteliğidir. O birliktelik sağlansın, o ciddiyet, o sağlamlık ortaya koyulsun, o 6 kişinin ittifak ettiği bir adayın normal bir seçim olursa, bu iktidar gözünü karartmazsa, rehin aldığı çocuğumuzun canına kastetmeye de kalkmazsa, o 6 kişinin ittifak ettiği aday kazanır. 

Ruşen Çakır: Peki bundan Kılıçdaroğlu’na gelelim istersen. 

Levent Gültekin: Gelelim.

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla sen de artık Kılıçdaroğlu’nun adaylığının ciddi olduğu noktasına gelmişsin. 

Levent Gültekin: Ya ben aslında dün akşamki programda biraz tersini söyledim. Ben Kemal Bey ile iyi tanıştığımı düşünüyorum. Tanıdığımı da düşünüyorum. Yani sıklıkla sohbetlerimiz de oldu, oluyor da. Reflekslerini, az çok neye göre hareket ettiğini… Ben hâlen Kemal Bey’in kendi adaylığını vazgeçilmez bir şart olarak masaya süreceğini düşünenlerden değilim. 

Ruşen Çakır: Hayır, şimdi vazgeçip, öyle bir şart olarak masaya sürmüyordur da, ama istiyor değil mi?

Levent Gültekin: Şöyle istiyor, şimdi, hepimiz insanız Ruşen. Sen benim nasıl adaylık meselesinde ortaya atıldığımın gizli şâhidisin.

Ruşen Çakır: Bilmez miyim, ben seni attım havuza.

Levent Gültekin: Evet, sen organize ettin, şimdi onun kitabını yazıyorum, orada anlatacağım biliyorsun. Yani ben, biliyorsun kimlerin geldiğini, onlarca insana üç ay boyunca “Ya, bu olmaz” dedim, üç ay, ama bana, “Ya, sen bak, önemli bir yerden kaçıyorsun” falan dediler, ben dedim ki: “Hakikaten yapılacak bir şey var da ben mi kaçıyorum bundan?” İnsanın doğası bu gaza gelmek değildir. Bu bazen hissettiğin sorumluluk duygusudur, bazen “Ya, yapabilirim bu işi” duygusuna kapılmaktır. Şimdi Kemal Bey’in etrafında çok fazla, “Sen aday olmalısın artık” diyenler var; yani büyüyen Erdoğan karşıtlığının kolay kolay herkesin hanesine yazılabileceğine dâir bir yanılgı var Kemal Bey’in etrafında. Daha doğrusu genel olarak muhalefette de var; ama Kemal Bey’in etrafında daha çok var. O grup sıklıkla Kemal Bey’i bir adaylığa hazırlama çabası içerisinde. Bu grup her hafta cumartesi toplantı yapıyorlar, kendilerince bir söz, strateji belirliyorlar, Kemal Bey’e telkinde bulunuyorlar; ama Kemal Bey kendi iç dünyasında “Acaba olabilir mi?” duygusu yaşıyor olsa bile –ki acaba olabilir mi duygusu yaşıyor, bu çok belli–, yani bir oraya geliyor, ama sonuçta şu gerçeğin farkında olduğu kanaatindeyim, yani ben, ben mesela Kemal Bey’de yüz tane kısmı eleştirebilirim, ama bir kısım var ki –o uzlaşmacılığa önem vermesi kısmı–, başka bir siyasetçide pek olmayan bir özellik. Ego dediğimiz, yani “İllâ benim dediğim olsun, ben ana muhalefet partisiyim”. Niye kardeşim? Ben % 1 ile bu kadar ilgileniyorum kibrine kapılmadan o % 1’in de önemini fark eden, diğer % 2’nin de önemini fark eden, onları bütünüyle elde tutmaya çalışan bir yapısı var. Ben bu özelliğinin kendi kişisel adaylık meselesinde ön plana çıkacağını ve böyle bir çılgınlık diyeceğim, böyle bir çılgınlık yapmayacağı kanaatindeyim. 

Ruşen Çakır: Çılgınlık diyorsun, kazanamayacağına inanıyorsun o zaman.

Levent Gültekin: Ben sadece kazanma olarak bakmıyorum Ruşen, birkaç tane neden var. Bir tanesi bir parti lideri, bu Kemal Bey olsun veya Meral Hanım olsun. Bir parti lideri adaylığa kalktığında, bu bir “Demokrasiden yana olanlar mı otoriterden yana olanlar mı?” seçiminden çıkar, bu, bir iktidar algısı oluşur toplumda. “Ha CHP’ye mi verelim iktidarı? Rehin çocuğumuzu kurtarıyoruz algısı kaybolur. Nasıl yani iktidarı CHP’ye mi kaybedeceğiz? Nasıl iktidarı İYİ Parti’ye mi vereceğiz? Mesela diyelim ki HDP’li seçmen açısından, Meral Akşener’in adaylığı nasıl yani? “Tayyip Erdoğan gidecek, işte Meral Akşener, Koray Aydın mı gelecek bu ülkenin başına?” duygusunu yaratır, veyahut CHP’lilerden. Bir tanesi bu; ben bunu çok önemsiyorum, bu duygunun kaybolmaması lâzım, bir şekilde topluma demokrasiden… Bu seçim Türkiye’nin kader seçimi, bu seçim o çocuğumuzun esaretten kurtulup kurtulamayacağı duygusunu en güçlü şekilde vermek, bunu vermenin yolunun partiler dışından bir adaydan geçtiğinin kanaatindeyim. Veya o partiler içi aday olacaksa da 6-7 tane parti her kimse bunlar, bunların yedisinin, yedi liderinin de, “Evet, biz buradayız, bu bir CHP ittifakı değil, CHP-İYİ Parti iktidarı değil, bu bir demokrasi ittifakıdır, biz de buradayız” dedikleri şekilde ancak olabilir. Kemal Bey’in tek başına “Ben adayım” demesine o yüzden çılgınlık olarak bakıyorum — bu bir. İkincisi, kazanmaktan çok öte bakıyorum buna. Şimdi, Ortadoğu’da –yani bunu çok üzülerek söylüyorum; bunu dillendirmek de çok hoşuma gitmiyor, çok haksız bir durum; şimdi, Kemal Bey’in mezhep meselesi… Ben Türkiye’de Alevi kimliğinin çok sorun olacağını düşünenlerden değilim. Yani bu kadar berbat Sünniciliği, İslamcılığı, dindarlığı siyaset malzemesi yapan, ülkeyi bu kadar gözden çıkarmış, bu ideoloji üzerinden Cumhuriyet’i ortadan kaldırmaya çalışan, değerleri yok etmeye çalışan bir iktidar olmamış olsaydı, bir Alevi’nin ülkede cumhurbaşkanı olmasının önünde çok böyle, birilerinin anlattığı gibi, “Ya, toplum Alevi’ye sıcak bakmaz”, ben öyle bir şey olmadığı kanaatindeyim; ama ben bu iktidarın pervasızlığının, ben bu iktidarın gözü dönmüşlüğünün, bu iktidarın ülkeyi gözden çıkaran yaklaşımının bunu kullanacağını, bunu kullanıp ülkede onarılmaz yaralar açacağı kanaatindeyim. Yani o mezhep çatışmasına kadar vardırabileceğini, hatta bir tarihte bir, çok önemli, adını vermeyeyim, bir siyasetçiye dedim ki: “Sence Erdoğan iktidarı kaybetmemek için bir şiddet sarmalı ortaya çıkabilir mi?” demiştim. “Çıkar, ama kendisi çıkarmaz” demişti. Yani, o zemin olur, öyle bir zemin olur ki onun çıkarmasına gerek kalmaz. Yani anlatabiliyor muyum? Umarım izleyicilerimiz ne dediğimi az çok anlıyorlardır. Öyle bir şey yapar ki şiddetin meşruiyetini sağlar. Öyle bir mezhep kavgasına döker ki ortalığı ve çıkıp şunu demekten imtina etmez: “Böyle bir insan çünkü bu adam”. Hani “Nasıl yani? Alevilere mi, Alevilere mi vereceğiz bu ülkenin yönetimi?” Şimdi ben bunu, Kemal Bey’in Alevi olmasından daha öte bir şey söyleyeyim, ben tekrar söyleyeyim: Eğer Türkiye gasp edilmemiş olsaydı, Alevi birinin bu ülkede cumhurbaşkanı olmasında hiçbir engel yoktur, ben öyle kimsenin mezhepler üzerinden baktığına da ihtimal vermiyorum. Şu anda bunu kaşıyacak tehlikede bir zihniyet var ortada. Bunun ülkeyi kazanmaktan öte başka bir ateşe taşıyacağı kanaatindeyim. Ama…

Ruşen Çakır: Şimdi…

Levent Gültekin: Ama şunu söyleyeyim, sana bırakıyorum. Ama yine de altı lider, mesela Saadet, Deva, Gelecek hep beraber Kemal Bey’in etrafında olurlarsa bunu da boşa çıkarabilirler. Yani hep beraber etrafına toplanacaklar, bu bir CHP iktidarı meselesi değildir, bu bir “Demokrasiden yana olanlar mı otoriterlikten yana olanlar mı?” seçimidir, bak biz de Kemal Bey’in yanındayız dediklerinde, o zaman bunu boşa çıkarırlar. Benim korkum Kemal Bey böyle bir noktaya gelirse… “Peki, herkes kendi adayını çıkarsın, ben de CHP’nin adayıyım, ikinci turda bakalım duruma” derse, bu Türkiye için çok tehlikeli olur diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Şimdi, bu mezhep meselesinde, yani böyle bir kışkırtma potansiyelinin olduğuna katılıyorum; ama bence bunun karşılık bulacağını sanmıyorum, yani bunu bir ara özellikle İŞİD ile beraber biliyorsun bölgede bayağı bir yapıldı edildi, Irak’ta, Suriye’de… Türkiye’den de çok gidenler oldu ve örgütlenmelerinde bunu kullanmaya çalıştılar; ama çok fazla karşılık bulmadı. Yani tabii ki çok provokatif birtakım şeyler olur, zamanında olduğu gibi; ama onlarda da dikkat edersen, zamanında yapılan Maraş, Sivas vs. gibi katliamlarda da hep belli bir yerde, tabii ki çok acı şeyler yaşandı, ama bundan ötesi tüm ülke çapında Alevi-Sünni çatışması yaşanmadı. Yaşatmak istediler belki, ama olmadı. Peki şunu soracağım, bunu bir not olarak düşüyorum. Partiler dışı diyorsun, yani ilk söylediğin, daha böyle CHP ya da İYİ Parti ya da bilmem ne almasın. Mesela şimdi ortada konuşulan isimler, açık konuşalım, üç tane isim var: Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu. Bu senin kafandaki şey, bu üçünü de yok mu sayıyor? Yani bunların dışında yeni bir isim mi? Yoksa bunlardan Ekrem İmamoğlu ya da  Mansur Yavaş’tan herhangi birinin olabileceği kanısında mısın? 

Levent Gültekin: Şimdi ben, benim öyle bir aday profilim yok, şu olur bu olur, ben dikkat ediyorsan, Kemal Bey de olur, ama o altı lider ittifakı önemli diyorum.

Ruşen Çakır: O, evet…

Levent Gültekin: O altı lider…

Ruşen Çakır: İlk söylediğinden hareketle diyorum, daha böyle partiler dışı, partiler üstü kim olabilir yani.

Levent Gültekin: Şimdi geleceğim ona, şimdi birinci şart o altı liderin ittifakı, o altı lider ittifak ettiğinde Ekrem Bey’e de karar verebilirler Mansur Bey’e de karar verebilirler, Kemal Bey’e de karar verebilirler, diyelim ki Meral Akşener. Hangisi kazanır, hangisi kazanamaz, hangisi toplumda daha çok ilgi uyandırır? Bütün bunlar tartışma dışı, bu bir yöntem. Peki, niye partiler üstü olması gerektiği kısmıyla ilgili bir şeyim var. Ben Kemal Bey’in biraz buna oynadığını düşünüyorum. Yani Kemal Bey’in sıklıkla belediye başkanlarını Mansur Bey’i veya Ekrem Bey’i adaylık dışında tutma çabasının birkaç tane nedeni var. Senin dediğine cevap olsun diye veriyorum bunu. Bir tanesi, bu aday isimlerinin tartışılması muhalefeti dağıtıyor. İçeride ciddi kavgalar var. Yani ne demek? O mu olacak, biz mi olacak, falan olacak?” Bir, bunu engelleme çabası var. Bir diğeri ise her birimiz, her birimiz sadece meselenin kazanmak olduğunu zannediyoruz. Kazanmak birinci şart, bunda hiç şeyimiz yok. Ama ben kazanmanın yeterli olmadığını düşünenlerdenim; çünkü ağır bir tahribat var, çünkü kurumlar yok edildi, çünkü yeniden bir toplumsal birliktelik kuracak o 6 partiyi bir masa etrafında toparlayacak, yeni bir sistem kuracak, o süreci kansız, o süreci çatışmasız, o süreci yıkımsız atlatacak bir olgunluk, bir bilgelik, bir ağırbaşlılık, bir geçici siyasetçi. Şimdi ben mesela Ekrem Bey’in etrafına şöyle bir cümle ettiğini duydum. Ne kadar doğru bilmiyorum. Kendisinden duymadım, ama bana yakın biri, etrafından duydum. “Ben geçiş sürecinin cumhurbaşkanı adayı olmam” diyormuş; yani altı parti anlaşır, sadece geldim bir yıllığına, iki yıllığına cumhurbaşkanının yetkilerini değiştirdim falan, “o ben olmam” diyormuş. Çünkü haklı, adam 45-50 yaşında genç bir siyasetçi, geldi, sistemi değiştirdin, emekliye ayrıldı. Bu olmaz zaten. Kemal Bey’in biraz oraya biçtiği rol, yani çizdiği profil biraz bu pozisyonu da yürütebilecek, yani HDP ile ve İYİ Parti ile konuşabilir olacak, bunları bir masada toplayabilir güçte, cesarette olacak; ama dönüp aynı zamanda devlete dağılmayacak, bir taşkınlık çıkarmayacak, bu geçiş sürecini hani zararsız atlatacak bir profil olarak bakıyorlar. Bu isim kimdir? Ben isim üzerine gerçekten düşünmüyorum, yani ben hakikaten Ahmet mi olur Mehmet mi olur? Ben şeyden çok daha öncelikli bakıyorum. Yaklaşım, liderlerin ortaklığı, bu ortaklık üzerinden sistemi değiştirebilecek, bu masayı toparlayabilecek, yeniden anayasayı yazdırabilecek, o olgunluk, o birliktelik. O kim olur? Ya, bulunur diye tahmin ediyorum. Bir sürü isim vardır. Mesela Kemal Bey’in aklından bir isim geçiyor. Ben biliyorum, şimdi burada telaffuz etmem doğru olmaz. O profilde bir sürü isim var. İzleyicilerimiz muhtemelen Abdullah Gül adını ortaya atacaklardır. Bana böyle sıklıkla, “Ya, o işte, o olmaz bu olmaz diyor, Abdullah Gül’ü işaret ediyor” diyorlar, ayıp ve saygısızlık yapıyorlar. Hiçbir yerde ben isim tartışmasına girmem, benim için Abdullah Gül olmuş, Ekrem İmamoğlu olmuş, Mansur Yavaş olmuş, ben öyle kişiler üzerinden hayatım boyunca pozisyon almadım. Abdullah Gül olsun diye, Babacan olsun diye, öyle bir kulisler de yok. Benim için, tekrar söylüyorum: Birliktelik esastır. O birliktelik olduktan sonra kimin aday olacağına o 6 kişi karar versin, Türkiye bir şekilde buradan çıkabilir; ama esas sorun, tek sorunumuz aday belirlemek değil, tek sorunumuz tekrar söylüyorum: Karşımızda gasp edilmiş bir ülke var, ekonomisi çökmüş bir ülke var, kurumları çökmüş bir ülke var ve ben vazgeçmem diyen bir siyasî iktidar var. Bütün bunları hesaba katmak gerek; mesela niye aday kimliği önemli? Ben mesela şundan da önemli diyorum: Erdoğan’ın seçimi sandıktan önce kaybettiğini görmesi gerekiyor. Eğer…

Ruşen Çakır: Yani şu anda görüyor.


Levent Gültekin: Eğer…

Ruşen Çakır: Levent, bence şu an görüyor.

Levent Gültekin: Bence görmüyor. Bu biraz bizim kendi şeyimiz Ruşen. O, henüz toplumdaki o heyecan dalgası, o öfke, o birliktelik henüz yok. Yani armudun sapı, üzümün çöpü diyen o kadar çok var ki. Yok, “Kemal Bey niye hesaplaşma demedi de helâlleşme dedi” diye kızan kimi ulusalcıları da var, yok bilmem filan niye Kürtlere şöyle yaptı…

Ruşen Çakır: Şimdi istersen bu helâlleşmeye geçelim. Ben valla pazar günü o olayın olduğundan hemen sonra açıkçası şaşırdım o videoya ve “Helâl olsun” diye bitirdim yaptığım yorumu, tabii birtakım şeyler, soru işaretleri var; ama özel olarak bir kere orada tabii çok ilginç bir şey var. Bir kere “ben” diye konuşuyor, “biz” diye konuşmuyor, o çok önemli. Doğrudan topluma sesleniyor, insanlara sesleniyor ve daha sonra grup toplantısında da açtı biliyorsun. Atladığı çok fazla bir şey yok, illâki birileri şu yok bu yok diyecektir, ama ana hatlarıyla baktığın zaman mağduriyetlerin, yani hemen hemen devlet tarafından mağdur edilmiş toplum kesimlerinin hemen hepsi bir şekilde var. Hani o olay yoksa da bu olay var. Mesela Roboski var, oradan doğrudan Kürtlere yönelik bir şey, mesela gayrimüslimlere yönelik olarak Varlık Vergisi var. Alevilere yönelik var, dindarlara yönelik var, başörtüsü var, 28 Şubat var, var. Burada, burada sorun ne? Yani…

Levent Gültekin: Sorun… Bence sorun yok. Ben sorun görenlerin sorun görmesine şaşırıyorum zaten. Şimdi herkes kendini ülkenin sahibi görüyor ve suçsuz görüyor. Zannediyorlar ki ülke 20 yılda buraya geldi, zannediyorlar ki Erdoğan’dan önce demokrasi vardı, hayat güllük gülistanlıktı, enflasyon %70 değildi, Kürtlere hayat cehennem edilmemişti, Aleviler bu ülkede kimliğini gizlemek zorunda bırakılmıyordu, başörtülü çocuklar okullardan ağlayarak kovulmadı, gayrimüslimler bu ülkeden sürülmedi Varlık Vergisi adı altında… Ya, bu ülkenin bütün toplum kesimleri dayaktan geçirilmedi, sadece bütün suç Erdoğan’ın ve Erdoğan geldi, cennet gibi, muhteşem bir hayatımızı cehenneme çevirdi diye bir algı var. Bu çok saçma bir şey. Ya, bu ülkede hep beraber yaşıyoruz. Erdoğan neyin ürünü? Erdoğan neyin sonucu? Erdoğan’ın etrafındaki, bu kadar yıkıma rağmen vazgeçmeyen o duygu neyin sonucu? Kimse buna bakmıyor. Şimdi Kemal Bey’in yaptığı “CHP adına yaptığımız günahlardan dolayı özür dileyelim, helâlleşelim” değil, bir devlet adamı terbiyesiyle, bir devlet adamı sorumluluğuyla, “Bu ülkedeki bütün acılarla yüzleşelim, birbirimizden özür dileyelim” diyor. Şimdi, konuşmasında Soma da diyor, değil mi? Soma ile CHP’nin ne alâkası var?

Ruşen Çakır: Evet.

Levent Gültekin: Ama diyor ki Soma’dakilerle de helâlleşeceğiz. Çünkü bu ülkenin devleti Soma’dakilere de haksızlık etti. Mesela Gezi ile helâlleşeceğiz diyor, değil mi? Gezi ile CHP’nin helâlleşmek gibi ne bağı olabilir? Ama bir devlet adamı sıfatıyla diyor ki: “Ya, Gezi’de de çocuklara haksızlık ettik.” Ettik demek, ben ettim demek değil, bu ülke olarak ettik. Bu ülke olarak Kürtlere haksızlık ettik, başörtülü dindarlara haksızlık ettik, Alevi’sine haksızlık ettik, Kürdüne haksızlık ettik, başı açık kadınlarına hayat sağlayamadık, haksızlık ettik. Her kesim dayak yedi, bizim yönetim, siyaset anlayışımızdan. Ben bir siyasetçi olarak geliyorum, bu ülke adına herkesten özür dileyeceğim, herkesin de birbirinden özür dilemek, o duygu birliğini kurmamıza yardımcı olması gerekiyor diye. Bence çok sağlıklı bir şey. Benim o söylediğim, o birlikteliğin çimentosu olabilecek bir duygu oluşumuna zemin hazırlıyor. Yani Kemal Bey’in çabası aslında çabası aslında 2023’e giderken toplumda oluşması gereken, o birliktelik, o duygu birliğine bir harç taşımadır. Yoksa somut bir anlamı yok. Somut ne yapacak Kemal Bey? Yasa mı çıkaracak özür dilerim diye? En azından o konuşmasıyla şunu yapmış olması lâzım. Her birimize, “Hakikaten ya ben ne yaptım? Geçmişte mesela başörtüsü yasağı uygulanırken alkışlıyor muydum? Kürtlerin bu ülkede 50 yıldır, dağda veya şehirde, polisimiz, dağa giden çocuğumuz, on binlerce insan hayatını kaybetti, ben neredeydim, ne yapıyordum tam olarak? O iktidarlara oy mu veriyordum, destekliyor muydum?” falan gibi birbirimizi sorgulama şeyi, yani kendimizi sorgulama durumunda bırakıyor. İkinci olarak, toplumun farklı kesimlerine aslında şunu demiş oluyor zımnen: “Ya, olan oldu, her birimiz dayak yedik, her birimiz zulmü gördük, her birimiz acı çektik. Tamam, birbirimize şey yapalım, şimdi onun zamanı değil, el ele verelim şu ülkeyi kurtaralım.” Ben, ben böyle anlıyorum. Sevgili Alevi dostlarım, kardeşlerim, anlıyorum, aynı duyguyu paylaşıyorum, hadi gel el ver bu ülkeyi buradan çıkaralım. Başörtülü kardeşim, geçmişte sana çok zulüm edildi, anlıyorum, hissediyorum onu. Hadi şimdi tamam gel, el ver, bu ülkeyi buradan çıkaralım. Bu bir “El ver, beraber ayağa kaldıralım” çağrısıdır aynı zamanda. Benim asıl şaşırdığım, “Hayır kardeşim, helâlleşme ne? Hesaplaşma!” diyenlere. Benim onlara söyleyecek bir sözüm var. Eğer gerçekten hesaplaşma istiyorsanız, Erdoğan hesaplaşıyor, o zaman niye bağırıyorsunuz? Bak, adam hesaplaşıyor işte, değil mi yani?

Ruşen Çakır: Şu var ama benim gördüğüm bunu diyenler var, işte, gözünün üzerinde kaşın var diyenler var, ama benim gördüğüm tepkiler genellikle çok olumlu.

Levent Gültekin: Bence de.

Ruşen Çakır: Ve birçok kişi, özellikle hitap ettiği kesimler, yani tuzu kuru olanları söylemiyorum, mesela gayrimüslimler çok güzel tepkiler verdi. Birçok yerden, mesela Kürtlerden… Birtakım şeyler söylüyorlar ama.

Levent Gültekin: Muhafazakâr kesimden öyle.

Ruşen Çakır: Bir de şuna bakıyorum: İktidarın verdiği tepki. İktidar bir tepki vermek zorunda hissetti kendini. İlk Ömer Çelik ile başladı biliyorsun. İşte, tamam, ama nasıl yapacaksın? Hani lâf edemediler helâlleşmeye ve çok zayıf. Yani ve orada da gördüm ki bana göre orada inisiyatifi çok ciddi bir şekilde aldı ve iktidarı çaresiz bıraktı. Yani ona cevap veremediler, oradan yürüyemediler. Mesela öyle bir çıkış yaparsın ki, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun, iktidar “Aa,” der “bak işte Bay Kemal ne dedi bakın” falan deyip buradan yürür, yürüyemediler; çünkü bunun ne kadar konuşulursa o kadar onun lehine olacağını düşündüler, benim yorumum bu. 

Levent Gültekin: Ben de aynen katılıyorum. Burada iki kesim, dikkat ettim ben de biraz gözlemledim, iki kesim karşı çıkıyor buna. Biri iktidar, öbürü de geçmişte Atatürkçülük istismarı yaparak bu ülkenin canına okuyanlar. Kendi hatalarını görmek istemiyorlar. Yaptıkları, verdikleri tahribatı, Atatürkçülük kisvesi altında bu ülkeye onlarca acıyı yaşatanlar karşı çıkıyorlar. Bence ülkenin iki tane uru da zaten bu. Bir, Atatürk istismarcıları öbürü de din istismarcıları zaten. Bunlar bu ülkeyi mahvettiler elbirliğiyle, şimdi ikisi karşı çıkmaya çalışıyor. Fakat iktidar, senin dediğin gibi yürüyebilecek bir durumu yok. Çünkü iktidar kötülükten besleniyor. Yani muhalefetin yanlışını büyütmek, muhalefetin tırnak içinde “hatası”nı kullanmak onun işine geliyor. Şimdi burada pozitif bir duygu var: Helâlleşme. “Gel barışalım arkadaş, el ver bu ülkeyi beraber ayağa kaldıralım” yaklaşımı pozitif bir yaklaşım. Pozitif bir yaklaşım iktidarın kimyasını bozdu; yani kullanabileceği hiçbir şey, malzeme vermedi eline, alıp üzerinde tepineceği bir durum yok. Ya, bir anlamda adam dönüyor senin tabana, diyor ki: “Kusura bakma, geçmişte çok haksızlık edildi size, biz de görmezden geldik”. Orada ne diyeceksin? Bunu en fazla provoke etmeye kalkarsın, etki uyandırmıyor. Benim asıl kızdığım, ama senin de dediğin gibi çok az bir kesim de olsa, mutlu azınlık. Onlar Kemal Bey’in çabasını boşa çıkarmaya çalışıyor. Halbuki, halbuki, ya, iktidar tabanında bile ben gördüm, dikkat ettim, sosyal medyada bir sürü muhafazakâr kesim gayet olumlu, sıcak mesajlar veriyorlar, çok doğru bir yaklaşım, iyi gidiyor. Ya, kardeşim onlara sıcak geliyor da sana ne oluyor? Sen niye bundan rahatsız oluyorsun, anlaşılır gibi değil. Ha hesaplaşalım, hesaplaşalım. E tamam bak işte adam hesaplaşıyor seninle ve sen bağırıyorsun bu sefer canım yanıyor diye. Hesaplaşmak istiyorsan o zaman dirayetli ol, sonuna kadar götür, onu da götürmüyorlar. Ama tekrar söylüyorum, barışmak, birliktelik olmak, o rehin olmuş çocuğumuzu oradan sağ salim kurtarmak için yan yana gelmek. Yan yana gelmek için de şöyle birbirimize, “Olan oldu, ben de sana çok ayıp ettim; ama hadi gel şimdi şu çocuğumuzu bir kurtaralım” diyebilecek duyguya gelmektir. Kemal Bey’in helâlleşme çağrısı bu duygunun oluşumuna en büyük zemini hazırlıyor.

Ruşen Çakır: Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu dedik, ama sormadan edemeyeceğim, Akşener ile konuşup kapatalım istiyorum. Geçen Denizli’de bayağı bir miting yapmış. Spontane diyorlar ama bayağı bir fotoğrafları gördüm. Ben izlemedim detaylarını, ama izleyicilerden bazıları orada çok fazla alaycı bir dilde Erdoğan hesaplaşması yaptığını söylüyorlar —ki bu zamanında Bahçeli’nin ve Kılıçdaroğlu’nun, Baykal’ın yaptığı bir şeydi, ve…

Levent Gültekin: Ve Muharrem İnce’nin…

Ruşen Çakır: Tabii ve başarısız bir şeydi. Halbuki Kemal Kılıçdaroğlu şimdi onu bir kenara bırakıp doğrudan topluma sesleniyor. Burada, yani bu Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu’na kıyasla doğrudan topluma seslenme konusunda bir geri kalma gözlüyor musun sen?

Levent Gültekin: Ya, şimdi bunu söylemek pek, yani şöyle, ister istemez insanın doğası gereği bir rekabet bu, Meral Hanım daha önce söyledi biliyorsunuz. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde farklı adaylar çıkararak bilmeden birbirimizle de rekabet eder hâle geldik, birbirimizle de yarışır hâle geldik. Şu anda o birlikteliğin kurulmamış olması, yani demokrasi ittifakı dediğimiz bir birlikteliğin kurulmamış olması, doğası gereği her partiyi, masaya daha güçlü bir şekilde oturma ihtiyacından dolayı diğeriyle de yarış hâline, diğeriyle rekabet haline sokuyor. Yani Kemal Bey bir adım öne çıkıyor, çok konuşuluyorsa, Meral Hanım ister istemez, “Biz çok mu geri plana düşüyoruz? Partimiz mi zayıf?” endişesiyle bir hamle yapma ihtiyacı duyuyor. Veyahut İYİ Parti %20’lere geldi, çok büyüyor duygusu ortalıkta dolaşmaya başlayınca, bu sefer CHP, “Ya, biz acaba ana muhalefet olma şeyini mi kaybediyoruz?” deyip bir atak yapma durumunda kalıyor. Ben bunun en çok muhalefete zarar verdiği kanaatindeyim. Meral Hanım’ın Denizli’de doğrudan Erdoğan’ı hedef alması bahsinde ben de senin gibi düşünüyorum, çok yanlış. Artık Erdoğan konuşarak, Erdoğan tartışarak, Erdoğan’ın sözleri üzerinden gidilmemeli. Ya, ben mecbur olmasam, ya, muhalefet benim elime Kemal Bey’in helâlleşme konusu gibi konular verse, ben ağzımı açıp Erdoğan demem. Erdoğan şunu yaptı, Erdoğan bunu yaptı, Erdoğan şunu yapmak istiyor, Erdoğan… Ya bundan daha basit, daha kötü bir pozisyon kendim için düşünemiyorum. Ama mecburiyetten, meslek icabı yapıyoruz böyle bir şey. Muhalefetin bunu yapması ise kötü. Meral Hanım açısından da kötü; çünkü orada topluma umut verecek cümle kurması lâzım, inandırıcı, şunu yapacağız, şöyle çözeceğiz, farkındayım… Şimdi Meral Hanım’ın o Denizli mitinginde helâlleşmeyle ilgili de sorunlu bir konuşması var, daha doğrusu mitingde değil, Denizli’de bizim Halk TV’den Suat Toktaş da İsmail Saymaz’a bir röportaj veriyor ve orada diyor ki bu helâlleşme çağrılarının tehlikeli noktaları var, çünkü ülkede çok duvarlar var, o duvarlar… Ya, helâlleşme çağrısının nasıl bir tehlikesi olabilir? Duvarlar varsa, bu ülkenin siyasetçisine, yazarına, aydınına, kanaat önderine düşen o duvarları yıkmaktır. Tam tersine duvarlar vardır deyip duvarların varlığına göre tutum, duvarların varlığına söylem belirlemek değildir. Şimdi, sakıncalı buldum diyor yani riskli buluyorum diyor helâlleşme çağrısını Meral Hanım. E ama olmaz ki. Biraz cesaret gerekiyor, biraz, biraz duvarları, kafaları kırmak, yani insanların zihninde kalıp almış şekilleri dağıtmak, o dağıtacak cesareti göstermek, o cesaretle yeni sözler söylemek, toplumun dikkatini çekmek. Yani bence muhalefet, özellikle de Meral Hanım, şu soruya kendi iç dünyasında bir cevap vermesi lâzım. “Bu ülkenin ekonomi sorununu muhalefet çözer mi?” sorusuna, Metropoll’ün araştırması, geçen hafta yayınladı Özer Hoca, %35 “evet” diyor, %60’a yakını “çözemez” duygusunda ise, onun bir nedeni var ki mevcut muhalefetin topluma göre davranıyor olmasıdır. Toplumu dönüştürücü bir yaklaşım, bir siyaset, bir üslûp ortaya koymaması. Denizli mitinginde de Meral Hanım kolaya kaçmış oldu. Bu siyasî düzlemde en kolayı Erdoğan’a lâf söylemektir şu anda. En kolay Erdoğan’la polemik yapmaktır, en kolay Erdoğan’a lâf çakmaktır. Zor olan, Erdoğan’ın dışında toplumun dikkatini çekecek söz bulmak, Erdoğan’dan Bahçeli’den söz etmeden toplumun dikkatlerini kendine çevirebilme kapasitesidir. Bunu başaran siyasetçi zaten alır, alır istikametini yürür. Herkes Erdoğan’a, mesela ben de diyelim ki öyle laflar ederim ki Erdoğan ile ilgili videolarım ortalıklarda dolaşır. E bunun bana ne faydası var, izleyiciye ne faydası var? Ama öyle bir lâf ederim ki bir çözüm, bir yaklaşım, bir şey sıcaklık, o alır yürürse, ha o zaman dersin ki bir şey söyledik, bir faydası var ülkeye, bir katkı. Siyasetçilerin de biraz böyle bakması lâzım, ama pek bakmıyorlar öyle.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi kapatırken benim elimin altında bir şey yok. Bir baksana kaç para olmuş dolar, görebiliyorsundur sen, çünkü umarım, umarım biraz düşmüştür. Ama korkarım yükseliş trendi…

Levent Gültekin: Devam ediyor gibi. Tamam açıldı. Düşmüş, 12.18. Biraz düşmüş, 20 kuruş düşmüş, 12.18’de şu anda.

Ruşen Çakır: İyi tamam, iyi inşallah biraz daha düşer de çünkü…

Levent Gültekin: İnşallah düşer ya, çok tedirginiz.

Ruşen Çakır: Bu hepimizden, hepimizin yoksullaşması, hepimizin değerinin, emeğinin değerinin, sermayesinin değerinin azalması anlamına geliyor; yani çok acayip bir şey yaşıyoruz, yani çok garip bir…

Levent Gültekin: Bu, sadece emek değil Ruşen, bu köleleştiğimiz anlamına geliyor. Uzun yıllar ucuz işgücü demek, bu ülkenin yüz yıldır büyük emeklerle kurulan bütün değerlerinin üç kuruşa satılması, üç kuruşa inmesi demek. Cebine 100 milyon dolar koyup gelecek bir yabancı yatırımcı burada bütün şirketleri alabilmesi demek. Bu, bu bir ülkenin yok alması anlamına geliyor. O yüzden çok acı, o yüzden çok endişe verici. O yüzden mesele sadece yoksullaşmak da değil. Yani yoksullaşırız, “Tamam abi, bir süre kuru ekmek yiyeceğiz” deriz, çok şükür, direniriz, ülkemiz toplanır. Bu ise bir ülkenin erimesi demek, değerinin kaybolması demek, kazanımlarının yok olması demek. Ekonomik olarak 100 yıllık işgal altına girmesi demek, işte o köprü, hastane, havaalanı… oradan buradan, ödenmez bir borç, ödenmez, hani çalış çalış bitmez, ödenemez bir birikim, borç. Yapamazsın bu fabrikaları, mesela bugün doların artmasından dolayı değeri düşmüş bir müesseseyi, bir kurumu 50 yılda yerine koyamazsın, böyle bir şey çünkü o, böyle bir değer. O yüzden hem çok üzgünüm hem çok endişeliyim; hem çok canımız yanıyor hem çok korkuyorum bir taraftan. Ya burada milyonlarca insan yoksul, milyonlarca insan işsiz, nasıl ekmek buluyorlar? Nasıl hayat sürüyorlar? O gençler nasıl burada hayal kuracaklar, nasıl var olacaklar? Bunu düşünüyorum, bir taraftan bunu düşünüyorum. Ama umut ediyorum ki daha büyük felaket yaşamadan hep birlikte çıkarız buradan. 

Ruşen Çakır: Evet Levent, çok sağol. İyi bir yayın oldu yine, çok teşekkürler.

Levent Gültekin: Eyvallah.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimize de çok teşekkür ediyoruz, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.