Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Muhalefet liderleri aynı fotoğraf karesine girecek mi? Evetse ne zaman?

Ruşen Çakır, muhalefet partilerinin liderlerinin, ne HDP ile ne de HDP’siz bir araya gelip toplu bir fotoğraf veremediklerine vurgu yaparken bu durumun sebeplerini sorguladı ve muhalefetin kendi içindeki çelişkileri değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı 

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. İyi haftalar diyorum, çünkü dün yayın yapmadım; yapamadım da denebilir, zira belki şu anda da sesimin değişmesinden de fark ediyorsunuzdur, dişimle ilgili operasyonlarım sürüyor ve o anlamıyla dün yapmakta zorlandım; ama bugün, ne zamandır kafamda olan bu başlıkla karşınızdayım. 

Bir fotoğraf… Muhalefet liderleri aynı karede bir araya gelecek mi? Gelmediler; ama bizim arkadaşlar bir fotoğraf hazırladı. Fotoğrafa baktığınız zaman, zaten orada bir Mithat Sancar var ki, o fotoğraf çekilse bile onun o karede olma ihtimali en zoru. Kendisinden kaynaklanmıyor, diğerlerinden kaynaklanıyor. Belki izleyenler olmuştur, ben de izleyenlerden duydum; mesela geçenlerde Fatih Altaylı, Habertürk’te Ali Babacan’ı konuk ettiği sırada, “Biz, bir parti dışında tüm partilere açığız, maalesef Türkiye’nin koşulları” demiş. Orada kastettiği HDP tabii ki. HDP’yi çağıramadıklarını söylüyor. Bu kadar merkezde olduğunu iddia eden bir televizyon kanalı çağıramıyor. Bizim böyle bir sorunumuz yok çok şükür; bu fotoğraf karesine HDP’nin girmesi zor, ama HDP’siz de bir araya gelemiyorlar. 

Neden gelemiyorlar? Gelmiyorlar mı? Ya da daha sonra gelecekler mi? Ben bunu en son Babacan’la stüdyoda konuştuğumda sordum ve o dedi ki: “Ancak bunun sahici bir fotoğraf olması lâzım; yani bunun tam bir birliktelik olması lâzım”. Buradan da anlaşılıyor ki, o birliktelik sağlanmamış. Neden sağlanmamış? Benim bildiğim kadarıyla CHP bu fotoğrafı istiyor. Kemal Kılıçdaroğlu bu fotoğrafı istiyor; fakat diğerleri, özellikle İYİ Parti dışındaki partiler –ki İYİ Parti’yle beraber çok fotoğraf verdi Kemal Kılıçdaroğlu–, diğerleri istemiyorlar, ya da şöyle diyelim: “Tamam, ama henüz erken” diyorlar. Bunun “erken”likten kastı, birincisi, özellikle Gelecek ve DEVA partilerinin AKP’den kopmuş olmaları nedeniyle kendi kimliklerini oturtmak gibi bir nedenleri var ve önce parti kimliğini hayata geçirmek, ondan sonra bir ittifak içerisinde olmak gibi bir dertleri var. Bu fotoğrafı şimdi verirlerse çok bağlayıcı olacağından korkuyorlar — birincisi bu. İkinci olay da, ortada bir işbirliğinden ziyâde, daha doğrusu Türkiye’yi kapsamlı olarak yapılandıracak bir işbirliğinden ziyâde, bir seçim ittifakı daha çok gündemde tutuluyor. 

Her ne kadar “güçlendirilmiş parlamenter sistem” için ortak komisyonlar kurulsa ve o konuda bayağı bir ilerleme kaydedilmiş olsa da, parlamenter sisteme geçme mutâbakatı, Türkiye’nin yeniden yapılandırılması ya da restorasyonu için tek başına yeterli değil; çok farklılıklar var ve bu nedenle de seçim ittifakı söz konusu olabilir, ama “Seçim ittifakı için ortada seçim olması lâzım” gibi bir gerekçe de var. Bunların hepsi anlaşılır şeyler; fakat öte yandan şunu da biliyoruz ki özellikle muhalefet tabanında insanlar artık o fotoğrafı görmek istiyor. Bu tür gerekçeler onları çok fazla tatmin etmiyor. Yani, bu tür siyâsî gerekçeler, partilerin değişik nedenlerle bunu geciktiriyor olması da bir bıkkınlık verdi. Ne zamandan beri söyleneni “muhalefet bloku” diye bir şey var; adı var ama kendi yok ve bunun garantisi yok. Yani, birlikte hareket edeceklerinin garantisi yok. Özellikle arada sırada yapılan bazı açıklamalar… Mesela, Gelecek Partisi’nin ve DEVA’nın ısrarla Bahçeli üzerinden yürümeleri, aslında AKP’ye fazla dokunmak istemeyip Cumhur İttifakı’nı zayıf yerinden vurma çabası olarak görülüyor ve “Hâlâ akılları AKP’de, AKP’yle birlikte olmakta, hatta AKP’nin içinde olmakta” diye düşünenler az değil.

Ben bunun biraz abartılı olduğunu düşünüyorum; ama yine de insanların kafasını karıştıran birtakım pozisyonlar var. Birazcık daha deşince, aslında birbirinden farklı, birbiriyle çelişik bazı durumların olduğunu görüyorum — duyuyorum diyeyim. Birincisi, özellikle yeni partilerin ve kısmen Saadet Partisi’nin, ama esas olarak Gelecek ve DEVA’nın İYİ Parti’yle bir sorunu var — bu açıkça ifade edilmese de. Aynı zamanda İYİ Parti’nin de sanki bu partilerle sorunu var — özellikle de Babacan’la. Hatta Akşener, Babacan’la ortak açıklamasında önce bir şey söyledi sonra toparladı. Ekonomiden bahsedilirken Babacan’ın dönemini de işin içerisine katar gibi oldu, sonra toparladı; ama şunu biliyorum ki İYİ Parti’nin gözünde –aslında CHP’de de öyle, ama İYİ Parti’de daha fazla–, ekonomideki sorunların mîlâdı Babacan sonrası olarak görülmüyor, daha başından îtibâren birtakım sorunlar olduğu tespitinin İYİ Parti’de daha güçlü olduğunu biliyorum; ama onun ötesinde birtakım meseleler var, o da seçmen tabanı meselesi.

Şimdi, hatırlayalım: Özellikle DEVA partisi söz konusu olduğunda, DEVA’nın eski ANAP’ın bir devamı olup olmayacağı sorusu ortaya atıldı; yani “Merkez sağın lideri olur mu olmaz mı?” sorusu ortaya atıldı ve ilk başta bu konuda çok büyük bir ilgi olduğu görüldü, genç kuşaklarda da bir ilgi olduğu görüldü ve İYİ Parti’nin, bu anlamda merkez sağın Doğru Yol Partisi olma ihtimali olan İYİ Parti’nin bundan rahatsız olduğunu gözledik. Yani, bir merkez sağı kapma yarışı oldu. Sonra ne olduysa oldu –herhalde birçok faktör söz konusu olmuştur–, İYİ Parti yükselişe geçerken DEVA yerinde saymaya hatta gerilemeye başladı. Dolayısıyla ortada, merkez sağın lideri olmak, merkez sağın merkezi olmak gibi bir dert var. Tam bir yakınlık olduğu söylenemez. Arada liderler bir araya geliyor, birlikte görüşüyorlar, birlikte tek tek fotoğraf veriyorlar; fakat İYİ Parti ile CHP’nin kurmuş olduğu gözüken o diyaloğun –ki onda da birtakım sorunlar olduğu muhakkak– diğer partilerle pek olmadığını söyleyebiliriz. En azından kendilerini bağlayıcı bir şekilde bu ittifakın şu anda aktörü olmamalarında bir İYİ Parti faktörü var.

Öte yandan, bir de CHP faktörü var tabii ki. Özellikle AKP kökenlilerde, Temel Karamollaoğlu’nun Kılıçdaroğlu’yla çok iyi bir hukuku olduğunu, hatta bir önceki seçimde birlikte hareket edip Abdullah Gül’ü aday göstermek istediğini biliyoruz. Bunda birtakım esnemeler, farklılıklar olmuş olabilir; ama burada esas sorun, CHP’li bir adayın –Kılıçdaroğlu ya da bir başkası–, CHP’den bir adayın ortak cumhurbaşkanı adayı olma ihtimalinin, AKP’den kopmuş partiler tarafından tam benimsenmiş olduğunu düşünmüyorum. Bu konuda birtakım emâreler de var. Özellikle, Davutoğlu’nun ve Temel Karamollaoğlu’nun Abdullah Gül’le görüşmelerini böyle yorumlayanlar var. Kimilerine göre amaç, Gül’ü tekrar aday olmaya iknâ etmek. 

Açık söylemek gerekirse, Temel Karamollaoğlu’nu anlarım, ama Davutoğlu’nun Gül’ü bir şeye iknâ edebileceğini hiç sanmıyorum; çünkü zamanında Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra, normalde AKP’nin başına Abdullah Gül geçecekken, biliyorsunuz devir-teslimden bir gün önceye kongre koyarak, Erdoğan partiyi Ahmet Davutoğlu’na teslim etti ve Ahmet Davutoğlu da hiç îtiraz etmeden, büyük bir heyecanla bunu kabul etti ve o kongrede –yerinde izlemiştim–, herkese, yani partinin çaycısına kadar neredeyse teşekkür etmişken, Gül’ün adının geçtiğini hatırlamıyorum ve bunun çok ciddi bir sorun olduğunu da biliyorum. Dolayısıyla, Davutoğlu’nun önerisiyle Gül’ün bir şeye girişeceğini sanmıyorum; hatta bir iddiaya göre de Gelecek ve DEVA’nın iki ayrı parti olarak örgütlenmesinde de bu yakın geçmişin çok ciddi bir rolü var.

Her neyse, ama şöyle bir sorun olduğu da ortada: CHP’li birisi olmasa kim olabilir? Burada, tabii her birinin gönlünden kendi adaylığı geçiyor olabilir, Babacan da Davutoğlu da; ama onların şu anda partilerinin bulunduğu konum îtibâriyle, kamuoyunun desteği îtibâriyle muhalefetin ortak adayı olma şansları yok. Dolayısıyla Gül ya da bir başka ismi ortak aday olarak düşünmek isteyebilirler. Ama ben bu defterin çoktan kapandığını, özellikle Abdullah Gül defterinin çoktan kapandığını düşünüyorum. O, bir denendi olmadı, yarı yolda kaldı. Bu saatten sonra ne birileri onu iknâ edebilir, yani o projeye giriştirebilir, ne de kendisinin bu konuda herhangi bir niyeti olacağını sanmıyorum. Eğer olsaydı, bir şekilde kendini gösterirdi. Birtakım mesajlar verirdi vs.. Biz ne zamandır kendisiyle yayın yapmak istiyoruz, hâlâ cevap bekliyoruz. Başka yerler de istiyor olabilir; ama bu şekilde siyâsete çok fazla girmek isteyeceğini sanmıyorum; fakat onun istemiyor olması, başkalarının onu oraya düşünmediği anlamına gelmiyor.

Yani burada birden fazla sorun var. Bir İYİ Parti’yle bir de CHP’yle ayrı ayrı sorun var; ama artık bu fotoğrafın bir şekilde verilmesi gerekiyor. Aksi takdirde tabanda… Bakın, şu anda mesela, Türkiye’de ekonomi acayip kötü bir durumda ve bayağı büyük bir rahatsızlık var, insanların alım gücü iyice zayıflamış durumda, parası eriyor, daha da yoksullaşıyor, işsizlik vs… Özellikle asgarî ücret açıklandıktan sonra şirketler ona göre birtakım işten çıkartmalara da yönelebilirler vs.. Böyle bir ortamda bile muhalefet Türkiye’yi harekete geçiremiyor. CHP bu hafta sonu Mersin’de bir mitingde başlayacak bir şeyler yapmaya; ama hâlâ yani, o miting… tabii hazırlık yapıyorlardır şudur, budur; ama şu hâliyle baktığımız zaman, muhalefet bu elverişli durumda inisiyatifi ele almış olabilir, ama çok ciddi bir şekilde büyük bir heyecan dalgası yaratamıyor. 

Şöyle söyleyelim: İktidar iyice pasif bir durumda, eyvallah; iktidar muhalefete cevap yetiştirmeye çalışıyor, eyvallah; ama muhalefet çok ciddi soru da sormuyor. Az sayıda çıkışla gündem belirleyebilen bir muhalefetin, toplumdaki gerçek talepleri hayata geçirecek, ondan bir hareketlilik yaratacak yeni sorular sorabilmesi lâzım. Bunu sorabilmesi için de, bu enerjiyi gösterebilmesi için de bir güç toparlayabilmesi lâzım; bu gücü de birleşerek toparlaması gerekiyor sanki. Henüz bunun uzağındayız ve bütün bu sürece baktığımız zaman, görünüşte haklı gibi olan birtakım gerekçelerle sürekli zamana oynayan bir muhalefet var ve burada da şöyle bir akıl yürütme var: “Zâten biz hiçbir şey yapmasak bile iktidar kendi kendine eriyor”. Ama iktidar erirken Türkiye de eriyor ve daha sonra… diyelim ki bir zaman gelecek ve muhalefet ülkede iktidarı alacak, o zaman yapacağı işlerin sayısı ve zorluğu iyice artıyor. 

Dolayısıyla, bu gerekçelerin artık kamuoyu tarafından iyice bahâne olarak görülen bu gerekçelerin arkasına sığınmak yerine, şu birlikte fotoğraf vermeyi bir an önce çözmeleri ve birlikte konuşmaları da gerekiyor. Yani, bize söylenen, en son cumartesi yaptığımız yayında da söylendi? “Niye muhalefet liderleri bir araya getiren bir açık oturum yapmıyorsunuz?” Bizim canımıza minnet, çağrı da yaptık; ama kimsenin böyle bir şeye cevap verme niyeti bile yok. 

Evet, bitirmeden bir hususu özellikle vurgulamak istiyorum. Konunun dışında gibi, ama aslında konuyla çok ilişkili. Bugün, Devlet Bahçeli grup toplantısının çıkışında gazetecilerin soruları üzerine, Alparslan Türkeş Vakfı’nın düzenlediği, Alparslan Türkeş’i anma toplantısına MHP’li grubun saldırısı üzerine soruya cevap verirken, Mansur Yavaş’ı açıkça hedef gösterdi. “Arkasında ülkücü nefesi var” dedi. Bunu bir yere not edin. Bugün, saat 16:00’da Ankara temsilcimiz Hıdır Göktaş, söz konusu olan toplantının konuşmacılarından MHP eski milletvekili Ali Uzunırmak’la bunu konuşacak. Burada, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde siyâsetini belirleyecek bir şeyler yaşanıyor, o saldırı bunun göstergesiydi. Mâlûm, Mansur Yavaş MHP kökenli, ülkücü kökenli bir isim; CHP’de siyâset yapıyor ama çevresinde de MHP ve Ülkü Ocakları’nda görevler üstlenmiş insanlar var ve onların bir şekilde MHP tabanında, ülkücü tabanda etkili olma çalışmaların –herhalde bu toplantı da bunun bir yansımasıydı–, bunun yarattığı bir tedirginlik var MHP’de. Bunu alenen yapıyorlar; çünkü neye güveniyorlar? Nasıl olsa başlarına bir şey gelmeyeceğine. Devlet arkalarında, yanında; hatta devlet önden, onlar arkadan gidiyor gibi bir durum da var, böyle bir durum var; bunu bir yere not etmek lâzım. Bunu daha sonraki yayınlarda da kesinlikle cuma günü Kemal’le yapacağımız “Haftaya Bakış”ta daha fazla deşeceğimizi şimdiden söyleyeyim.

Evet, Medyascope’a destek olun, sahip çıkın ve özgür ve bağımsız medyanın, tam da özgür ve bağımsız medyaya ihtiyacın iyice arttığı dönemde bizlere, bizim gibi başka kurumlara sahip çıkmanızı özellikle rica ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.