İbretlik bir öykü: Metin Feyzioğlu

Yayına hazırlayan: Tuğbanur Toprak 

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Hafta sonunu iyi bir haberle kapattık. Türkiye Barolar Birliği (TBB) başkanlığına Erinç Sağkan seçildi ve Metin Feyzioğlu sekiz buçuk yıl sonra o makamı terk etmek zorunda kaldı. Farklı kesimlerden insanların sevindiği bir haberdi. Bir vatandaş olarak benim de memnun olduğumu söylememde hiçbir sakınca yok, birazdan bunun nedenlerini de anlatacağım. Bu hafta böyle kapandı, ama benim için kötü bir haberle başladı, yayına girmeden biraz önce Ankara’dan Emel Yıldırım’ın bir kalp krizi sonucu hayatını kaybettiği haberini aldım. Emel, beraber gazetecilik yaptığımız çok sevdiğim bir arkadaşımdı. En son ne zaman görüştük tam hatırlamıyorum, ama salgın öncesiydi, birdenbire böyle bir haberle açıkçası tüm sevenleri olarak çok sarsıldık, çok üzüldük, kendisine Allah’tan rahmet diliyorum; öncelikle ailesine, yakınlarına, bütün arkadaşlarına başsağlığı diliyorum. Çok erken bir ölüm oldu, kötü oldu. Son döneminde CHP’de siyasete atılmıştı Emel, hatta bir ara da Parti Meclisi’ne de girmişti, ama gazeteci milletinin böyle bir şey vardır, tam siyasete uyum sağlayamayabiliyor, o da öyle olmuştu, halkla ilişkiler alanında hayatını sürdürüyordu ve erken bir şekilde aramızdan ayrıldı.
Evet, geç bir şekilde ortadan çekilen bir Metin Feyzioğlu var. Biraz önce Twitter hesabına baktım. “Türkiye Barolar Birliği önceki başkanı” demiş, “başkan”dan “önceki başkan”lığa inmiş. Belliydi kaybedeceği, ama kaybetmemek için elinden geleni yaptı. Kendi elinden çok fazla bir şey gelmediği için de doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dâhil olduğu birtakım süreçlerle, barolar bölündü, delege sayılarıyla oynandı, şu oldu bu oldu, bir de Genel Kurul salgın nedeniyle ertelendi biliyorsunuz, ama sonunda o ilâhî an geldi; hafta sonu iki günlük kongrenin ardından Ankara Baro Başkanı Erinç Sağkan, Metin Feyzioğlu’na karşı çoğunluğun oyunu alarak kazandı — ki delege sayısı acayip azaltılmıştı; özellikle büyükşehirlerdeki barolardan gelen delegelerin sayısı azaltılmıştı, her şey Feyzioğlu’nun bir kere daha kazanması için tasarlandı. Tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi ve yine tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi bir hezîmet yaşandı ve Metin Feyzioğlu gitti. Neden gitti? Hatırlayalım, en son girdiği ve kazandığı seçimde tüm üyelerden, sadece birisi dışında, oy kullananların, delegelerin oyunu almıştı diye biliyorum. Birdenbire niye böyle oldu? Birdenbire olmadı aslında; Metin Feyzioğlu acayip bir şekilde direksiyon kırdı. Metin Feyzioğlu bir dönem Türkiye’de AKP iktidarıyla en çok uğraşan profillerden birisiydi; haddinden fazla, çok keskin bir şekilde AKP ile ve Erdoğan ile uğraşan birisiydi. Hatta bir adlî yıl açılışında, Erdoğan ve dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Feyzioğlu yüzünden salonu da terk etmişlerdi, o görüntüler de hâlâ hafızalarda, sonra birden ne olduysa oldu ve Feyzioğlu birden “reisçi” oldu. Erdoğan ile birlikte fotoğraflar, birbirlerine iltifatlar vs.. Yeni bir dönem başladı ve bu dönemde özellikle avukatların yaşadığı birtakım mağduriyetler, örneğin tutuklu avukatlar var, yargılanan avukatlar var, hâlâ yargılamaları sürüyor, onlara hiçbir şekilde sahip çıkmamalar, hatta neredeyse onaylamalar, baroların bölünmesi konusunda onay vermeler ve bu konuda çok ciddi yürüyüş yapan meslektaşlarına sahip çıkmamalar, onların da kendisini protesto etmesi vs. ile ilginç bir süreç oldu. İbretâmiz bir öyküyle karşı karşıya kaldık. O, avukatları ne yaptı diyelim? Harcadı diyelim. Avukatlar da onu harcadı. Sonunda kaybetti. Kaybedeceği belliydi. Eğer normal şekilde, normal zamanında ve eski sistemde olsaydı herhalde fark çok daha açık olurdu.

Şöyle bir hafızaları tazeleyelim: Feyzioğlu o kadar popülerdi ki –başka birtakım isimler daha vardı, onların da artık pek sesleri çıkmıyor–, her vesileyle iktidara çatan birisiydi ve adı CHP genel başkanlığı için geçiyordu. Zaten CHP üyesiydi ve bu niyetini de gizlemiyordu. Barolar Birliği Başkanı olarak bayağı bir siyaset yapıyordu. Barolar Birliği Başkanı’nın siyaset yapması yanlış bir şey değil; ama o, parti siyaseti yapmak, yani Barolar Birliği’ni bir tür tramplen olarak görüp daha üste, CHP genel başkanlığına atlamak istedi. O tarihlerde çok ilginç bir şekilde Nevşehir’de bir toplantıda ses kaydını dinleme imkânım olmuştu; çok uzaktan bildiğim ve çok da anlam veremediğim bir kişiydi ve orada da CHP tabanından insanlarla nasıl konuştuğunu görmüştük: Yukarıdan bakan, her şeyi bildiğini zanneden ve aşağıda gördüklerine kesinlikle eşit olmayan bir dille hitap eden birisiydi. Sonra baktık ki aslında mesele başka: İktidar tutkusu. Türkiye Barolar Birliği dünyanın önde gelen baro kurumlarından birisi. Siyasî partileri saymazsak –ki siyasî partilerin büyüklerini kastediyorum–, siyasî iktidarı saymazsak, Türkiye’de olabilecek en iyi iktidarlardan birisi. Binlerce kişinin olduğu ve bu kişilerin hepsinin belirli bir etkilerinin olduğu –avukatlık böyle bir meslek çünkü–, böyle bir kesimin sivil toplumdaki karşılığı. “Bir meslek örgütünün başısınız, bu neyinize yetmiyor?” diyelim. O tabii ki CHP genel başkanlığı ve belki de oradan iktidara gelmenin hesabını yapmış olabilir. Ama açıkçası CHP Genel Başkanı olamayacağını anladıktan sonra kırdığı dümeni ben tam olarak anlamış değilim. Ne oldu da birden Erdoğan’ı keşfetti ve Erdoğan da onu keşfetti? Erdoğan’ın aslında onu devşirmesi –ki bu devşirme lâfı buraya bence çok uyuyor, itiraz edenler olacaktır ama bu bir devşirmedir, başka bir yerden kendi yanına alıyor–, Erdoğan’ın canına minnet, sonuçta Barolar Birliği Başkanı kendisine bîat etmek istiyorsa onunla pekâlâ bir işbirliği yapabilir. Sonuçta o fotoğrafa baktığımız zaman, yeni fotoğrafa baktığımız zaman, kimin kime gittiği belli oluyor. Barolar Birliği başkanının o âna kadar kendisine yönelttiği herhangi bir eleştiriyi Erdoğan’ın kabullendiği yok. “Kendisini sert bir şekilde eleştiren Feyzioğlu’nun uyarılarını dikkate alan Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisiyle samîmî bir sohbetin ardından ona hak verdi” gibi bir cümle kuramıyoruz; tam tersine Feyzioğlu bütün o eleştirilerini, saldırılarının hepsini şu ya da bu nedenle bir kenara attı ve Erdoğan’a gitti. Erdoğan da bu tür ilişkilerde hep olduğu gibi “az verip çok aldı”. Sonuçta Feyzioğlu’nun yanında olması Erdoğan’ın nasıl bir işine yaradı, ne getirdi, avukatları peşinden mi getirdi, çok büyük toplumsal bir desteği mi taşıdı? Hayır. Ama şunu söyledi Erdoğan: “Şu anda bana öyle sert sert çıkanlar olabilir, siz de bunlara inanıyor olabilirsiniz; ama görüyorsunuz işte, bunların sonunda geleceği yer benim yanımdır, benim iktidarımdır.”  Yani Feyzioğlu gibi birisinin, o sert eleştirilerin sahibi kişinin Erdoğan’ın kıta sahanlığı içerisine girmesi ve bu uğurda o güne kadar söylediği şeylerin hepsini unutup, sorumluluğunu üstlendiği, haklarını savunması gereken meslektaşlarını yarı yolda bırakması Erdoğan’ın bir kazancıydı. Feyzioğlu’nun burada ne kazandığını tam anlamadık. Her gün, –varsa– kendi kredisinden adım adım eritti ve bu bir ibret hikâyesi olarak geçti. Nitekim dünkü seçim sonuçlarının ardından insanlar bunun bir başlangıç olduğunu yorumladılar — ki hiç şaşırtıcı değil. Özellikle bu tür öykülerde, bu tür devşirme öykülerinde bunu çok daha “hazin”… –hazin diyorum, ama tırnak içine alalım– “hazin öyküler” göreceğiz; yani şunu diyecekler: “Ya, yanlış zamanda yanlış manevra yapmışım” diyecek değişik sektörlerden çok insanlar var, siyasetin içerisinde de var. Bakıyorsunuz zaten bir tanesi Ağrı’ya belediye başkanı oldu; bir tanesi sarayda danışman oldu vs.. Ama bunların o andan itibaren hiçbir etkileri kalmadı. Eskiden var mıydı, yok muydu, ne derece vardı?” Ayrı bir tartışma konusu; ama mesela Feyzioğlu denildiği zaman akla gelen kişiyle şimdiki arasında dağ gibi fark var.  Bu öykü bize şunu da çok iyi gösterdi — daha önce ilk Feyzioğlu bu çıkışları yaptığında söylemiştim tekrar vurguluyorum: Kutuplaşma denilen şeyin ne kadar yalan olduğunu gösterdi. İşte, Türkiye’de bir kutuplaşma vardı ve kutuplaşmanın sembol isimleri vardı: Bir tarafta Erdoğan, bir tarafta Feyzioğlu. Bir baktık: Feyzioğlu birdenbire o kutuplaşmış o öfkeli dilini bırakıp bambaşka birisi olabildi. Türkiye’de kutuplaşma mı bitti? Ya da Türkiye’de birçok şey mi değişti? Hayır. Sadece kendisi değişti ve onun olayı da bize zaten göstermişti ki kutuplaşma denilen olay bir oyun ve otoriter rejimlerin aslında kendi tabanlarını ve iktidarlarını muhafaza etmek için geliştirdikleri bir oyun ve bu kutuplaşma oyunu içerisinde devşirmeler çok önemli anlık roller oynayabiliyorlar. Ne oluyor mesela? En sert bir rakibini yanına alıyor ve diyor ki: “İşte bakın, o da benim yanımda, siz ne bekliyorsunuz?” diyor ve birçok kişinin de aslında kafası karışıyor.

İktidar insanları her zaman çekiyor. Buradaki Feyzioğlu’nun sekiz buçuk yıllık öyküsü, onun aleyhine ve Türkiye’nin lehine bir şekilde sonuçlandı. Açıkçası Ankara Baro Başkanı Erinç Sağkan’ı, yeni Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’ı çok fazla bilmiyoruz. Avukatlık eylemleri sırasında öne çıkmış ve yandaş medya kuruluşlarına bakarsak onun sabıka sicili diye saydıkları şeylerin hepsi, onun takdir edilmesi gereken, gerçekten hukukçu duruşunu gösteriyor. Ama açıkçası “Herhalde Feyzioğlu’ndan daha kötü olamaz” yaklaşımı var. Sonuçta siz kendinize iyi kötü bir kariyer yapıyorsunuz, akademik titriniz de var, siyasetçi bir aileden geliyorsunuz, seveni ne kadar var bilmiyorum ama yine de bir isim taşıyorsunuz ve ondan sonra birdenbire bütün bunları heba ediyorsunuz. Feyzioğlu’nun ilk duruşunu da sorunlu bulan birisiydim, o yüzden benim açımdan çok fazla bir şey değişmedi. Ama şunu çok iyi biliyorum: Feyzioğlu’na, “İşte Türkiye’nin aradığı lider” diyen çok kişi vardı. O zaman yaptıkları yanlıştı. Şöyle söyleyeyim: Bu tür kişilerin bir önceki halleri de sahte ya da -mış gibi; radikal bir muhalifmiş gibi yaptı sonra da sâdık bir iktidar yanlısı oldu ve sonuçta başkanlığı sona erdi.

Bu başka şeylerin de kesin habercisi. Başka nerelerde seçimler olacak, ne olacak bilmiyorum; ama şurası muhakkak: Türkiye önündeki ilk seçimde AKP iktidarını sonlandıracak. O zaman da –bu Pazar günü yazımda bunu yazdım– birçok kişi bu batan gemiden diğer gemiye atlayıp size, bize kendi maceralarını anlatacaklar. Aslında nasıl direndiklerini, nasıl eleştirdiklerini, nasıl uyardıklarını anlatacaklar. İnanmak serbest, ama çok da şansları olmayacağını tahmin ediyorum. Metin Feyzioğlu bundan sonra ne yapacak? Açıkçası bilmiyorum, çok da umurumda değil. Bir defter kapandı. Türkiye’ye geçmiş olsun, eninde sonunda geç de olsa önemli bir kurumunun başında ileriye doğru olduğunu tahmin ettiğimiz ve umduğumuz bir değişiklik yaptı. Bu devşirme öyküsü, ibretlik bir öykü olarak da diğer devşirilme adaylarını –ki bu saatten sonra yenileri olacağını sanmıyorum–, ama özellikle daha önceki gitmiş olanları da herhalde bayağı bir ürkütüyordur. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.