Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Beyin Göçü Hikayeleri – “Türkiye kaybetti, ABD-Avrupa kazandı” diyen gençler ne demek istiyor?”

Gençlerin Türkiye’den göç etmeden önce pasaportlarının ya da biletlerinin fotoğraflarını sosyal medya üzerinden paylaşarak, “Türkiye kaybetti, ABD-Avrupa kazandı” paylaşımında bulunmaları bir süredir kamuoyunda tartışılıyor. Bu paylaşımlara destek veren olduğu kadar tepki gösterenler de oluyor. Peki gençler, bu paylaşımlarıyla ne demek istiyor? Medyascope’tan Mehmet Yaşar Altundağ, Beyin Göçü Hikayeleri haber serisinin dördüncü bölümünde Nürnberg Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi ve Erlangen Helmholtz Enstitüsü araştırmacısı Fatma Ceyda Adalı, Toulouse Ekonomi Okulu yüksek lisans öğrencisi Barış Kaan Başdil ve University of Maryland Bilgisayar Mühendisliği bölümünde doktora öğrencisi Alperen Keleş ile konuştu.

Fatma Ceyda Adalı, Bursa doğumlu. Liseyi yatılı olarak fen lisesinde okuduktan sonra Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nden 2021 yılının Haziran ayında mezun olmuş. Son sınavından çıkar çıkmaz Nürnberg Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmak ve Erlangen Helmholtz Enstitüsü’nde bir araştırma projesinde çalışmak üzere Almanya’ya giden Adalı, çalıştığı projenin Almanya hükümetin en çok önem verdiği projelerinden biri olduğunu söylüyor. Adalı, “Dahil olduğum projede raylı sistemlerin yeşil enerjiye dönüşümü üzerine bir proje üzerinde çalışıyoruz. Trenlere hidrojen reaktörü teknolojisini entegre etmek üzerine araştırmalar yapıyoruz” diyor.

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden 2021’de mezun olan Barış Kaan Başdil, Fransa’da Toulouse Ekonomi Okulu’nda kalkınma üzerine yüksek lisans yapıyor.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden 2021 yılında mezun olan Alperen Keleş ise doktora için Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) seçmiş. Keleş, hikayesini şöyle anlatıyor: “Daha 1. sınıftan itibaren akademik kariyer yapmak istediğimi biliyordum. Hatta bir hocam o dönem bana ‘Git, biraz üniversite hayatı yaşa’ demişti. 3. sınıfta şu an doktoramı yaptığım University of Maryland’de bir yaz araştırmasına katılmıştım. Şimdi de aynı üniversitede akademik eğitimime devam ediyorum.” 

Türkiye’deyken bu kadar değerli hissetmedim”

Göç etmeden önce çok düşündüğünü söyleyen Fatma Ceyda Adalı, kendisi için kırılma noktalarından birinin Türkiye’de bilimsel üretim yapacak imkânlara erişmenin zorluğu olduğunu anlatıyor. Zorluklar ve akademik ilişkilerin hevesini kırdığını aktaran Adalı, “Türkiye’de bilim yapmamın kolay olduğunu söyleyemem. Lisanstayken araştırma projelerinde şunu fark ettim. Üst, altını eziyor. Hoca öğrencisine kötü davranabiliyor. Bir deneyden sonra öğrencisine temizletiyor mesela. Burada profesör olsa bile kendi temizliyor” diyor.

Almanya ile Türkiye arasında gördüğü en önemli farkın araştırmalar için gereken teknoloji ve araçlara erişim olduğunu dile getiren Fatma, şöyle diyor:

Yıldız Teknik Üniversitesi bilindik ve eski üniversitelerden biri olmasına rağmen bir analiz yapmak istediğinizde merkeze göndermeniz ve analiz yapmak için bütçe bulunması gerekiyor. Bu süreç aylar sürüyor. Her şey euro ve dolar bazında. Sıvı çekmek ve kimyasal çekmek için kullandığımız plastikler bile yurtdışından geliyor. En basitinden plastik uçlar bile. Kimyasalı düşünün, kurun artması ne kadar zorlayacaktır araştırma merkezini. Almanya’da bir deney yapacaksam mentoruma söylüyorum, ‘Şu araştırmayı yapmak istiyorum’ diye. Ertesi gün masamda o kimyasalları görüyorum. Türkiye’deyken bu kadar değerli hissetmedim.”

Üçüne de “Türkiye kaybetti, Amerika-Avrupa kazandı” diyerek neyi kastettiklerini soruyorum. Üçü de benzer bir noktayı işaret ediyor. Ne boş bir Batı hayalinin peşinde koşma hevesi ne de ilgiyi paratoner gibi üzerine çekme kaygısı. Ülkelerine katkı sağlayabilecek insanların Türkiye’de istedikleri işi veya ortamı bulamadıkları için yurtdışına gitmeleri.

Fatma kendinden örnek veriyor, “Alman hükümeti ve Alman tren sistemleri için çalışıyorum. Ben bunları ülkem için de yapabilirim. Türkiye güneş ve rüzgardan son derece iyi yararlanabiliyor. Biliyoruz ki 50 yıl içerisinde yenilenemez enerji kaynaklarından kademeli olarak vazgeçeceğiz.”

Barış ise “Türkiye kaybetti, Fransa kazandı” tweetinin arkasındaki süreci şöyle anlatıyor: “Benim okuduğum okulun muadili 2015 yılının Boğaziçi Üniversitesi. O zaman sıralamalarda ilk 150’deydi. 2016’da Mehmet Özkan’ın atanmasından beri serbest düşüşte. Ama benim üniversitemde özerklik olsaydı, yüksek bütçelerle desteklenseydi, o zaman kalırdım ülkemde.”

Alperen Keleş

Alperen, tweetlerin fazla büyütüldüğünü, gelen olumsuz tepkileri aşırı bulduğunu belirtiyor. Ona göre bu tweetleri atan hiç kimse kendisinin yerini asla doldurulamaz olarak görmüyor. Fakat bu gidişlerin ona göre bir sonucu olduğu da açık:

Ben bunun gereksiz yere büyütüldüğünü düşünüyorum. Yurtdışına gidecek kadar başarılı bir insan zaten bazı şeylerin farkında. Tabii ki ben gidiyorum, benim yerim doldurulamaz diye düşünmüyor. Bence zaten dolduramaz ama kendi kişisel ağında doldurulamaz. Çalıştığı şirket, okuduğu okulda o ağ doldurulamaz bir hale geliyor. Bu arada bence gayet Türkiye kaybediyor. Çünkü bu insanların potansiyelleri yüksek. Yüzlerce insanın bu tweetlere küfretmesi çok ilginç.”

Ama Alperen bir şeyi eklemeden geçemediğini söylüyor: “Hayat hiçbir zaman basit değil. Bir tane tweeti üzerinden o insanlar hakkında derin sosyolojik analizler yapmaya çalışmak doğru değil. Yurtdışına giden insanların bambaşka motivasyonları var, bambaşka hikayeleri.“

“Kendi kabuğumdan çıkmak istedim”

Kendisinin de yurtdışına çıkma motivasyonlarından birinin, kendini ve farklı kültürleri keşfetmek olduğunun altını çiziyor: “Kendi kabuğumdan çıkmak istiyorum. İki yıl sonra kabuğumdan çıkmamış olma fikri beni korkutuyor. Ankara’da evim hazırdı, işim hazırdı. Kendimi geliştirmek istedim. Çokkültürlü bir yerde yaşamak istedim.” 

Kaybetti-kazandı jargonunun ötesine geçmek için, onların ve Türkiye’deki gençlerin neler hissettiğini, hangi duygular içinde olduklarını merak ediyorum. Şu an Türkiye’de üniversite okuyan veya yeni mezun bir genç neler hissediyor, neler yaşıyor diye soruyorum onlara.

Alperen, düzenli olarak kötü haber görmekten çok yorulduğunu söyleyerek başlıyor sözlerine:

Türkiye’de en büyük problem bana kalırsa her gün negatif haber görmek. Şu an daha az bakıyorum ama Türkiye’deyken düzenli olarak anıt sayaca baktığımda sayının her gün arttığını görürdüm. Sürekli kayıp haberleri, yolsuzluk haberleri, tecavüz haberleri… Arka arkaya sürekli bunları görmek beni huzursuz ediyordu.”

Barış’ın ağzından da benzer kaygılar bir çırpıda dökülüyor. Güvensizlik, ekonomik kriz, huzursuzluk…

Türkiye’de günlük yaşantımızı etkileyen çok fazla faktör var. İstersen başına o gün hiçbir şey gelmesin, huzurlu bir gün geçir ama sadece gündem bile seni yoruyor. Ama zaten hayat pahalılığı ortada. Hisarüstü’nde ya binlerce lira verip kötü bir evde kalacaksın ya da yemekhanede kötü bir yemek yiyeceksin. Türkiye’de ev almak, otomobil almak benim için bir rüya oldu. Kadıköy’de evler milyonlarla ölçülüyor, bir akademisyenin ev alması mümkün gözükmüyor.”

Türkiye’de bir genç endişelenmeden yaşayamaz hale geliyor”

Alperen, Türkiye’de gençlerin hissettiği duyguyu tek bir kelimeyle özetleyecek olursa bunun “endişe” olduğunu söylüyor:

Yarın bir gün Twitter’daki bir isim olup olmayacağımızın hiçbir garantisi yok. Belirsizlik çok fazla, yarına neyin değişeceğini bilmiyoruz. Doların bu gece ne kadar artacağını bilmiyoruz. Belirsizlik yarını planlayamamayı da yaratıyor. Uzun vadeli planlar yapamadığında endişeleniyorsun. Artık Türkiye’de bir genç endişelenmeden yaşayamaz hale geliyor. Geçenlerde İTÜ endüstri mühendisliği mezunu bir kadına 3 bin 500 lira maaş teklif etmişler. Bence bu bir hakaret. Böyle bir durumda gençler endişelenmesin de ne yapsın. İş bulamazsam ne yapacağım, mobbinge uğrarsam ne yapacağım? Bunların hepsi Türkiye’de yaşanıyor.”

“İstanbul’da hava karardığında arkamdan biri yürüdüğünde tedirgin oluyordum”

Fatma’nın dikkat çektiği bir başka konu var. Türkiye’de genç kadınların yaşadığı zorluklara değinen Fatma, güvende hissetmeme duygusunun, tedirginliğinin, adaletsiz uygulamalara maruz kalmanın yurtdışına gitmesinin arkasında yatan önemli bir sebep olduğuna değiniyor:      

En temel sebeplerden biri de İstanbul’da kendini güvende hissetmemek. Türkiye’yle karşılaştırdığımda şu an daha huzurlu hissediyorum, daha güvenli hissediyorum. İstanbul’da hava karardığında arkamdan biri yürüdüğünde tedirgin oluyordum. Metrobüse yürüdüğümde tedirgin hissediyordum.” 

Fatma Ceyda Adalı

Fatma, yaşadıklarının ve hissettiklerinin sadece kendisi tarafından paylaşılmadığını, birçok kadın arkadaşının da benzer duygular içinde olduğunu Almanya’ya gelince fark etmiş:

Burada tanıştığım arkadaşlarla konuştuğumda şunu fark ettim. Bu ortak problemlerimizden biri. Bu şehirde okuduk diyoruz ama okurken kendimizi hiç güvende hissetmemişiz. Birbirimizi hiç tanımasak bile hissettiğimiz şeyler aynıymış.

Son olarak onlara bir genç olarak siyasetle kurdukları ilişkiyi soruyorum. Siyasetçilerin gençlere yönelik söylemleri ve politikaları onları ne kadar cezbediyor? Siyasetçilerin gençlere yönelik yaklaşımlarından ne kadar memnunlar?

Barış, siyasi partilerin gençlere yönelik politika üretirken daha ciddi ve sistematik olmaları gerektiğini söylüyor. Ona göre sadece iletişimden ibaret bir strateji yeterli değil: “Gençleri siyasete katmak için Twitch gibi kanallar üzerinden yayın yapmak yerine onlara umut verecek politikalar geliştirmeliler.”

Barış, zamanında hem Türkiye’de hem de Fransa’da siyasi partilere katkıda bulunduğunu da belirtiyor. İki ülkedeki siyasi partilerin gençlere yönelik ürettiği politikaların arasındaki farkı Almanya’da bizzat tecrübe ettiğini söylüyor:

Barış Kaan Başdil

Ben Gençlik Politikaları Platformu’nda CHP’ye katkıda bulundum. Türkiye’de genç işsizliği konu alan bir rapor yazdım. Türkiye’de İŞKUR haricinde hiçbir gençlik istihdam politikası yok. Neden CHP ve diğer muhalefet partileri bunu bağırarak konuşmuyor?”

Barış, Fransa’daki siyasi parti deneyimini ise şöyle aktarıyor: “Burada gönüllü olarak çalıştığım siyasi bir parti var. DM2022 diye. İktidara geldiğinde 100 sayfalık Green New Deal (Yeşil Dönüşüm) adı altında yapacakları politikaları ve bu politikaların sonuçlarını açıklayan taslakları hazır.” 

“Gençlerin siyasete katılması için Türkiye’de siyasi kültürün değişmesi gerekiyor”

Barış, Türkiye’nin yaşadığı dönüşümü ve bu dönüşümü engellemeye çalışan yapılara da dikkat çekiyor:

İktisatçı Atilla Yeşilada’nın çok sevdiğim bir sözü var. ‘Türkiye orta gelir tuzağından orta gelirden düşerek kurtulan bir ülke’ der. Kalkınma da günün sonunda o ülkedeki herkesin durumunun iyileşmesi, daha iyi arabalar, daha iyi standartlar demek. Araştırma geliştirmeye para ayırmalısın, gençlere, insan sermayene değer vermelisin ki bunları yapabilesin.

Gençlerin siyasete katılması için Türkiye’de siyasi kültürün değişmesi gerekiyor. Tebaa kültüründen katılımcı siyasi kültüre geçişi hissediyorum. Ama bunların gerçekleşmesi için siyasi partilerin somut politikalar önermesi, mahalle ve kasaba kültüründen uzaklaşıp şehir kültürüne yakınlaşması gerekiyor.”

Peki geri dönme. Geri dönmeyi düşünüyorlar mı?

Fatma ve Alperen’in verdiği cevaplar, hâlâ bu geri dönmeyi düşündükleri yönünde. Bu, önceki sefer haberleştirdiğimiz CHP Beyin Göçü Raporu’nun tersini gösteriyor.

Alperen, “Ben geri dönmeyi şahsen istiyorum, Türkçe konuşmayı seviyorum en basitinden” diyor. Fakat sorumluluk gibi kavramlara pek takılmadığını da ekliyor: “Ben bedavaya okumadım sonuçta. Benim ailem 30 yıldır vergi veriyor, ben dolaylı olarak vergi veriyorum. Ayrıca hiç kimsenin bir yeri kurtarmak gibi bir sorumluluğu olmamalı.”

“Kimse güle oynaya ailesinden kopup gelmiyor buraya”

Fatma ise Türkiye’ye geri dönme ve sorumluluk konusunda kafasının biraz daha karışık olduğunu söylüyor: “Kendime bu soruyu soruyorum. Şu an dönmek istemiyorum, burada daha mutluyum çünkü sevdiğim işi yapabiliyorum. İstanbul’daki gibi günde en az iki saat trafiğe harcamıyorum, üzerine Türkiye’de bilim yapmak çok sancılı.

Ben kendimi ülkeye borçlu hissediyordum. 17-18 yıl devlet üniversitesinde okudum. Bir gün kuzenim dedi ki ‘Sen bu ülkeye borçlu değilsin. Senin ülken sana bir gelecek borçluydu ama bunu sana veremedi.’ Ben de şimdi böyle düşünüyorum. Kimse güle oynaya ailesinden kopup gelmiyor buraya.“         

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.