Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kılıçdaroğlu’nun başörtülülerle helalleşmesi

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 28 Şubat’ın yıldönümü vesilesiyle 27 Şubat Pazar günü 28 başörtülü kadın ile İstanbul’da buluşacak. Ruşen Çakır, Kılıçdaroğlu’nun başörtülü kadınlarla helalleşmesinin anlamını yorumladı.

Yayına hazırlayan : Tuğbanur Toprak

Merhaba, iyi günler. İşyerinde internet sağlayıcımızda bir sorun çıktığı için biraz değişik bir şekilde, ama yine yayınlarımızı yapmaya çalışıyoruz. Bugün hem “Transatlantik” hem “Adını Koyalım” var. “Transatlantik”te, mâlûm, sadece Ukrayna krizini konuşacağız. “Adını Koyalım”da da, benim pazartesi günü ele aldığım, “Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ihtimâli”ni konuşacağız diğer arkadaşlarla birlikte. Ben araya yine bir Kılıçdaroğlu yayını sıkıştırmış olayım. O da mâlûm, dün izleyenler, takip edenler biliyorlardır, Medyascope’ta arkadaşımız Sema Kızılarslan’ın özel bir haberi çıktı — başka kaynaklar da daha sonra, bize dayanarak kullandılar: 28 Şubat müdâhalesinin 25. yılını yaşayacağız biliyorsunuz; 28 Şubat’ta da Ankara’da altı parti lideri bir araya gelip, o güçlendirilmiş parlamenter sistem mutâbakatını bu sefer kamuoyu önünde açık bir şekilde tekrarlayacaklar. Onun bir gün öncesinde, 27 Şubat’ta, İstanbul’da Necmettin Erbakan’ın anması var. Necmettin Erbakan’ın anmasını Saadet Partisi düzenliyor ve oraya da muhâlefetin partilerinden de temsilcilerin katılması ve bu altı liderin belki de tamâmının katılması bekleniyor. Bu arada HDP’den ve AKP’den de temsilciler olacak, o ayrı. 

Onun öncesinde, Sema’nın haberine göre Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul’da 28 başörtülü kadınla bir araya gelecek; basına kapalı bir şekilde, 28 Şubat’ın yıldönümünde, 25. yılında. O helâlleşme videosunda da söylediği gibi. Biliyorsunuz başörtüsü meselesini, 28 Şubat meselesini özellikle vurgulamıştı. Onun bir başka yansıması olarak böyle bir buluşma gerçekleştirecek. Açıkçası biz bu haberi arkadaşımız öğrendiği zaman, haberleştireceğimiz zaman CHP’liler biraz rahatsız oldular; çünkü son güne kadar çok da fazla duyulmasını istemiyorlardı, ama gazetecilik böyle bir şey. Duyduk, yaptık ve yalanlamadılar. Evet, olay doğru, İstanbul’da yapılacak bu. Birçok açıdan anlamı var bunun. Haber çıktıktan sonra, şimdiden habere tepki verenler oldu. Özellikle kendini muhâlefette tanımlayan bâzı kişilerden, bunun gereksiz olduğunu, saçma olduğunu söyleyenler oldu; çoğunluk böyle değil, ama bu tür tepkiler oldu. Ama benim anladığım kadarıyla bu çıkışı –Kılıçdaroğlu’nun daha önce muhâfazakâr kesime yönelik yaptığı başka çıkışlar da var, bunların kimilerini aleni şekilde yapıyor, kimilerini de böyle yüz yüze görüşmelerle, basına kapalı görüşmelerle yapıyor– bunların bir devamı olarak görmek lâzım. Nasıl altı liderin buluşmasının 28 Şubat’a denk getirilmesinin sembolik anlamı çok güçlüyse –ki Erdoğan da buna dikkat çekti–, bu 28 kadınla buluşmanın da çok sembolik olduğunu kabul etmek lâzım. 

Burada Kılıçdaroğlu için bir risk var, o da şu: Kamuoyunun belli bir kesiminde, iktidardan ve Erdoğan’dan çok ciddî rahatsızlık var ve rahatsız olanların bir kısmı bu olayı bir Erdoğan meselesinin ötesinde bir İslâmcılık meselesi olarak görüyor ve yorumluyorlar. Dolayısıyla 28 Şubat’a Kılıçdaroğlu gibi bakmıyorlar. Hattâ 28 Şubat’ın başarısız olması nedeniyle bunların olduğunu düşünenlerin bile varlığından haberdarız, hissediyoruz, açık açık söyleyenler de var. Birincisi, böyle bir risk var. İkincisi, kimlik politikalarının bu tür yaşam tarzı meselelerinin Türkiye’nin öncelikli meselesi olmadığını düşünenler var; bunun gereksiz bir şey olduğunu düşünenler var. Esas yoğunlaşılması gereken meselelerin, başta ekonomik sorunlar olmak üzere, bir diğerinin de muhâlefetin nasıl ve kimlerle seçimi kazanacağı olması gerektiğini düşünenler var. Bunu zaman kaybı olarak görenler var. Bunun içerisinde bir de artık bu olayın çoktan aşılmış olduğunu, artık bir başörtüsü meselesinin kalmadığını, dolayısıyla artık çok da fazla abartmamak gerektiğini söyleyenler var. 

Bunların hepsinde belli haklılık payları olabilir, ama kişisel olarak Kılıçdaroğlu’nun bu yaptığının isâbetli olduğu kanısındayım. Eğer bunu bir süreç içerisinde yapmamış olsaydı, sadece bunu yapmış olsaydı, son dakikada bir hamle yapıyor, tribünlere oynuyor diyebilirdik. Fakat Kılıçdaroğlu bunu belirli bir süredir çok sistemli bir şekilde yapıyor ve partisinin dindar kesimlerle olan sorunlarını gidermeye, aradaki mesâfeyi olabildiğince kapatmaya çalışıyor. Bunun sâyesinde belki o kesimden kendilerine çok büyük oy gelmemiş olabilir –ona da çok emin değilim–, gelmemiş olabilir, ama bu tür adımlar sâyesinde, örneğin Saadet Partisi Millet İttifakı içerisinde yer aldı, bir daha da yer alabilir. Gelecek ve DEVA partileri de yer alabilir. Eğer Kılıçdaroğlu bu konularda istikrarlı bir şekilde belli bir yaklaşımı hayâta geçirmemiş olsaydı, bu partiler onunla ve onun partisiyle yan yana durmaktan imtinâ edebilirlerdi — bunu özellikle vurgulamak lâzım. Dolayısıyla bu strateji bir süredir devam eden bir strateji olduğu için böyle değerlendirmek lâzım ve bana göre bu strateji doğru. Fakat burada çok ince bir mesele var: Dindar kesimlerle olan sorunları gidermek ve onlarla aradaki mesâfeyi kapatmak, ama kendi parti kimliğini, politik duruşunu da muhâfaza edebilmek. CHP’nin ya da hangi partiyse –sol diyelim, herhangi bir sol parti de olabilir– farkının insanların dinleri, imanları, inançları, ibâdetleri üzerinden değil, toplumsal sorunlara nasıl baktıkları üzerinden olduğunu vurgulaması gerekiyor. Yani Kılıçdaroğlu’nun bunu yaparken, bu kesimlere giderken, onların sorunlarını da dinlerken ve onlarla arasında yaşam tarzı farklılıklarından dolayı herhangi bir sorunun olmadığını anlatırken, çok kaba tâbirle “sağcılaşmaması” gerekiyor.

Sağcılaşmamanın yolu da esas olarak toplumsal sorunlarda, ekonomik sorunlarda, sınıf meselelerinde alacağı pozisyonla ilgili. Aksi takdirde zâten gördüğümüz altı partinin verdiği fotoğrafta, CHP dışındaki bütün partiler bir şekilde sağın içerisinde yer alıyor. Türkiye’de bir mutâbakat yaratılacaksa, bu mutâbakat çoğulcu olmak, solu da içermek zorunda. Kimileri CHP’yi solcu bir parti olarak görmüyor, bunu biliyorum, benim de CHP’ye bakışımda, sol açısından bakışımda çok ciddî sorularım ve eleştirilerim var, onu da söylemek isterim; fakat sonuçta diğerleriyle aynı parti olmadığını da kabul etmek lâzım. Burada çoğulcu bir mutâbakat oluşacaksa, CHP’nin kendi kimliğini daha güçlü, –diyelim ki sosyal demokrasi– o kimliğini daha güçlü bir şekilde vurgulayabilmesi lâzım. İnsanların yaşam tarzına saygı duymak, onlarla eşitlik temelinde ilişki kurmak başka, ama pozisyonunu çalışan sınıflar, emekçi sınıflardan yana yapmak başka. Bunların arasındaki dengeyi kurabilmek lâzım. Şunu özellikle tekrar söyleyeyim: Bâzı insanlar bundan rahatsız oluyor; o insanların rahatsız olmaları bence aslında Kılıçdaroğlu’nun bu yaptığının doğruluğunun kanıtı. Çünkü rahatsız olan kişiler, Türkiye’de yaşanan bir yığın sorunun aslında birinci dereceden sorumluları. O bakış açısı hiçbir zaman çoğulcu bakış açısı değildi. Türkiye’nin yönetiminin merkezinin kendi tekellerinde olduğunu düşünen, kendi yaşam tarzlarına, perspektiflerine uymadığını düşündükleri kişileri dışlayıcı ya da onları alabilmek için birtakım iknâ odalarından geçmek zorunda olduklarını onlara dayatan bir yaklaşımdı. Üniversite öğrencisi kadınları, genç kadınları iknâ odalarına sokup onların başörtüsünü çıkarttırmaya çalışma zihniyetinin hiçbir zaman savunulacak bir yanı yoktu. Hele bugünün Türkiyesi’nde asla yok.

Türkiye bence de başörtü meselesini aştı. Bu sorunu aştı, ama hâlâa dindar kesimlerin içerisinde CHP ve benzeri oluşumların, partilerin bu konuları aşamamış olduğu yolunda birtakım kaygılar var. Bunu değişik yayınlarda, “endîşeli muhâfazakârlar” meselesinde uzun uzun konuştuk. Buradaki mesele, CHP hem bu hesaplaşmayı yaparken hem de aslında Türkiye’nin o klasik siyâsî bölünmüşlük haritasını da kırmaya çalışıyor bence. Bunu ne derece bilinçli yapıyor bilmiyorum, ama artık özellikle de yeni kuşaklardaki siyâsî parti tercihlerinde din meselesinin birinci derecede belirleyici olmadığının demeyeyim ama, olmayabileceğini görüyoruz. Nereden görüyoruz? Örneğin Boğaziçi Üniversitesi’nin direnişinde ya da Türkiye İşçi Partisi’nin toplantılarında ya da HDP’nin toplantılarında, dindar kimliğini kılık kıyafetiyle belli eden insan sayısının her geçen gün artmasıyla görüyoruz. Gezi Direnişi de böyleydi. Gezi’de de bunu çok bâriz bir şekilde görmüştük. Artık “başörtülüler şurada, başı açıklar burada” ayrımını Türkiye aşıyor. Ama bunun daha hızlı aşılabilmesi, daha kitlesel hâle gelebilmesi için özellikle CHP gibi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının önde gelenlerinin bu konuda istikrarlı bir politikayı sürdürmeleri lâzım. Dolayısıyla bu buluşmada neler konuşulur, neler yaşanır bilmiyorum; ama bu buluşmanın kendisinin başlı başına çok sembolik değeri var ve bence Kılıçdaroğlu’nun hânesine olumlu yazılacak bir hamle. Bunun da özellikle iktidar kanadında tepkilere yol açacağını göreceğiz, tıpkı pazartesi günü yapılacak toplantıya Erdoğan’ın verdiği tepki gibi. “28 Şubat’ta neden yapıyorlar, Allah Allah?” diyor, “garip” diyor. Bence bilerek yapıyorlar. 28 Şubat’ın 25. yılında. O tarihte 25 yıl önce farklı farklı yerlerde durmuş olan altı siyâsî parti lideri bugün bir arada, bir anlamda Türkiye’yi berâber yönetmeyi, berâber değiştirmeyi, dönüştürmeyi istiyorlar ve tam 25. yılında çıkıyorlar. Eğer bunu sâdece Kılıçdaroğlu, diyelim ki yanında Meral Akşener ile yapsaydı, üzerinden çok ciddî bir karşı propaganda üretilebilirdi. Ama orada Temel Karamollaoğlu da olacak, Ahmet Davutoğlu da olacak, Ali Babacan da olacak. 28 Şubat’taki pozisyonlarının tartışılması hiç mümkün olmayan kişiler de olacak ve 28 Şubat’ta toplanarak, ellerinden aslında çok ciddi bir enstrümanı almış oluyorlar. Bâzıları bu sembolizmi yanlış bulabilir, anlıyorum. Ama benim baktığım yerden bu sembolizm, böyle sembolik hamleler yapmak, pek de yanlış değil sanki. Gerek o altı partinin buluşmasının, 25. yılında 28 Şubat’a denk getirilmesi ve tabii ki Bilkent Otel… 

Bilkent Otel, AKP’nin de kuruluşunun yapıldığı oteldi, 20 küsur yıl önce orada yapılmıştı, ben de gazeteci olarak orada izlemiştim. Şimdi bu yapılacak olanı da yine orada izleyeceğim gibi. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum, 28 Şubat, iktidarın hâlâ kullandığı, çok uluorta kullandığı bir tarih — Gezi’de de kullandılar, başka yerde de kullandılar. Geçen yayında da söyledim: Kavakçı’nın belediyeden aldığı bursları, Kavakçı’nın ve şu anda milletvekili olan diğer iki AKP’li kadının zamanında aldığı bursları gündeme getiren İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başörtüsü düşmanlığı, 28 Şubat zihniyeti atfetmek ya da “Bunlar bu bursları niye aldılar? Bu kadar yüksek bursları niye aldılar, ne karşılığında aldılar, sonra nasıl ödediler, geri ödediler mi?” diye sorduğunuz zaman, “Ama onun ablası da 28 Şubat’ta başörtüsü nedeniyle Meclis’te şöyle olmuştu, böyle olmuştu” denmesine, artık bu tür şeylerin iktidârın elinde daha fazla bir koz olarak kullanmasına izin vermeme yolunda atılmış önemli bir adım bence. Kılıçdaroğlu’nun bundan önceki muhâfazakâr kesime yönelik yaptığı birçok şey gibi bu adımın da onun devâmı olduğunu ve ağırlıklı olarak pozitif bir hamle olduğunu –tabii ki birtakım tartışmalar vs. olabilir– ve bunun özellikle Erdoğan’ın ve iktidârın diğer unsurlarının kendi tabanlarıyla kurduğu –Kemal ile bizim hep dalga geçtiğimiz– “konsolidasyon”u güçleştirdiği kanısındayım. Ne diyecekler? “Bunlar dine düşman, bunlar iktidâra geldiği zaman tekrar başörtüsü yasak olacak” vs. vs.. Hâlâ bunu söyleyebilen, söylemek zorunda kalan bir iktidar ve destekçileri var. Bu artık onların ellerinden, olayın tam anlamıyla bizzat birinci dereceden baş aktörlerinden biri olan Kılıçdaroğlu tarafından alınıyor. Türkiye’nin esas gündemi bu olmayabilir, Tükiye’nin esas gündeminin ekonomi olduğu, yoksulluk olduğu mâlûm. Eğer muhâlefet partileri bunları iptal edip sâdece ve sâdece böyle şeylere odaklanırlarsa, yaptıkları yanlış olur. Ama bunlarla birlikte, bu kimlik meselelerinin de üzerinden geçiyor olmalarının bence bir mahzuru yok. Sonuç olarak kendileri açısından ve toplumsal barış açısından olumlu adımlar olduğu kanısındayım. Evet, “Transatlantik”te ve akşam “Adını Koyalım”da tekrar buluşmak üzere. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.