Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye’nin yumuşak karnı: Düzensiz göç

Ruşen Çakır, düzensiz göçün siyasette neden yeniden gündeme geldiğini, kimin ne önerdiğini, düzensiz göçün yol açtığı demografik değişiklikleri değerlendirdi. Ruşen Çakır, düzensiz göçün Ankara’nın Batı ile ilişkilerini nasıl şekillendirdiğini ve Ukrayna’da yaşanan çatışmaların yol açtığı düzensiz göç dalgasının olası etkilerini yorumladı.

Yayına hazırlayan: Betül Gökçe

Merhaba, iyi günler. Düzensiz göç olayından söz etmek istiyorum. Başlığa ne koyayım diye düşünürken bayağı bir zorlandım açıkçası; çünkü “sığınmacılar”, “mülteciler”, “göçmenler” gibi birçok kavram var. Bunların her birinin bir anlamı var; ama tam olarak Türkiye’deki sorunu karşılayamıyor ve bu anlamda Aydın Selcen sağolsun, ona danıştım, “düzensiz göç”ün en kapsayıcı kavram olduğunu söyledi. Gerçekten Türkiye’nin yaşadığı en önemli sorunlardan birini düzensiz göç olarak adlandırabiliriz. Mâlum, biliyorsunuz burada Türkiye, özellikle ülkenin doğusundan gelen göçmenlere bir rezervi var, uluslararası antlaşmalar dolayısıyla onları “mülteci” olarak kabul etmiyor, “geçici misafir” olarak kabul ediyor. Bunların sayıları artık binler yüzler değil, on binler yüz binler de değil, artık milyonlarla telaffuz edilir oldu. Ve Türkiye’nin en hassas konularından biri olma özelliğini koruyor.  Burada ilginç olan husus: Bir dönem bu unutuluyor, sonra bir dönem tekrar öne çıkıyor, bir dönem tekrar unutuluyor. 

Arada sırada –bereket çok fazla olmadı ya da kamuoyuna çok yansımadı– Anadolu’nun değişik yerlerinde yaşanan birtakım olaylar, kimi zaman “düzensiz göçmenlerin saldırıları”, kimi zaman “düzensiz göçmenlere saldırılar” şeklinde haberler düşünce, gerginliğin arttığı da oluyor. Ama aslında Türkiye bu olayla tam anlamıyla yüzleşebilmiş değil. Ve çok ciddî bir şekilde de Türkiye’de siyâsetin malzemesi olma yolunda hızla ilerliyor. 

Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan olayını başlı başına biliyoruz. Onunla ilgili de bir yayın yapmıştık zâten. CHP’li bir belediye başkanı, ama Bolu düzensiz göçten birinci derece etkilenmeyen bir il olmasına rağmen onun bu olayı açıkça bir şova çevirdiğini biliyoruz. Hakkında soruşturmalar da açıldı; ama bayağı da bir takdir edeni, destekleyicisi var. 

Şimdi bu olayı daha ciddî bir şekilde yaşayan, özellikle Suriyeliler konusunda yaşayan Hatay’daki CHP’li belediye başkanından, ardından Mersin’den de geldi. Hattâ Hatay’daki daha çarpıcıydı ve şehrin demografik yapısının tam anlamıyla değişmekte olduğunu söyledi. Buna benzer haberler özellikle Suriye’ye yakın bölgelerdeki illerde ne zamandır dile getiriliyor. Ve bu konuda siyâsetçiler değişik dönemlerde değişik şeyler söylüyorlar. 

Düzensiz göç konusunu temel politika olarak saptamış ve sanki sâdece bununla uğraşıyormuş gibi görünen partiler de var — meselâ Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi. Ümit Özdağ’ın kendisi de bizzat bu konuda yaptığı birtakım hareketlerle –Suriyelilerin çalıştırıldığı iş yerlerine gitmek, yaptığı düzenli açıklamalar gibi– öne çıkıyor. Tabii başka konularda da görüşleri var, ama özellikle düzensiz göç konusundaki çıkışlarıyla dikkat çekiyor. 

Bunu çok ciddî bir şekilde kullanan partili partisiz gruplar, çevreler var. Yeni tür bir milliyetçiliğin türediğini biliyoruz. “Jön Türkler” diye çıktılar biliyorsunuz. Hattâ onlardan bâzılarıyla konuşup aktarmıştık görüşlerini. “Hudutlar nâmusumuzdur” diye pankart açan yeni bir milliyetçilik türüyor. Özellikle düzensiz göçe, daha çok doğudan gelen göçe karşı — ki batıdan göç pek yoktu, şimdi Ukrayna savaşıyla beraber o da telaffuz edilir oldu. 

Türkiye’ye daha çok Suriye’den geldiler; ama Asya’dan ve Afrika’dan, değişik ülkelerden kişiler de geliyor. Bunların bir kısmı Türkiye’de kalırken, bir kısmı da batıya geçmek için Türkiye’yi kullanmak istiyor. Ve Avrupa Birliği, onları tutması için Türkiye’ye birtakım teşvikler veriyor, maddî yardımlar yapıyor ve Türkiye’nin, Ankara’nın elinde Avrupa’ya karşı çok ciddî bir koz olarak kullanıldığını da biliyoruz. 

Özellikle Türkiye’deki otoriterliğe karşı normalde Batı’dan çok daha güçlü gelmesi gereken eleştirilerin düşük sesli olması ya da hiç olmamasında da düzensiz göç meselesinin çok önemli rol oynadığını biliyoruz.

Şimdi en son bir polemik yaşandı: Kılıçdaroğlu ısrarlı bir şekilde iktidâra geldiklerinde Suriyelilerin ülkelerine bir şekilde dönmelerinin sağlanacağını söylüyor. Bunun nasıl yaşanacağı konusunda çok uzun açıklamalardan ziyâde, “Suriye yönetimiyle konuşarak” diyor, yani Esad yönetimiyle konuşarak diyor. 

Erdoğan da geçtiğimiz günlerde tekrar böyle bir şeyin olmayacağını, kimseyi yollamayacaklarını söylüyor. Buradan hareketle bugün Murat Yetkin, Kemal Kılıçdaroğlu’yla konuştuğunda, Kılıçdaroğlu şöyle bir iddiayı dile getirdi: “Acaba Erdoğan bu Suriyelileri vatandaş yapıp seçmen mi yapmak istiyor?” Çünkü Erdoğan iktidârının oylarının azaldığını biliyoruz ve iktidarda kalmak için her şeyi denediğini biliyoruz. 

Bu aslında uzun süredir düzensiz göç karşıtlarının önemli bir kesiminin de kullandığı bir argüman, bunu unutmamak lâzım. Ancak bu konularda yapılan kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki, bu düzensiz göçten rahatsız olanların hepsinin muhâlefetten olduğu söylenemez. AKP, MHP tabanı içerisinde çok ciddî bir şekilde bunun hayâtî bir sorun olduğunu düşünenlerin sayısı hayli yüksek. Ve bunun çözülmesini istiyorlar. 

Şimdi burada, ortada gerçekten ciddî bir sorun var. Her ciddî siyâsetçi ve siyâsî pozisyon almak isteyen her bir kişi bu konuda birtakım çıkışlar yaparak kendini göstermeye çalışıyor. Ama bu sorunun nasıl çözülebileceği üzerine çok ciddî biçimde kafa yorulamıyor. Kendi kişisel deneyimlerimden biliyorum. 

Öteden beri Türkiye’nin yaşadığı bu düzensiz göç olayının yarattığı birtakım insânî sorunların, özellikle buraya şu ya da bu nedenle, şu ya da bu şekilde göç etmek zorunda kalmış insanların koşullarının daha da insânîleştirilmesini vs. talep ettiğinizde, onlara yönelik ayrımcılıklara karşı çıktığınızda, bu ayrımcılıkların yer yer ırkçılığa vardığını söylediğinizde çok sert tepkilere mâruz kalıyorsunuz. Bunlardan birisi kişisel olarak benim, kurumsal olarak da Medyascope. Bu artık bir tür spor hâline geldi. 

Şöyle şeyler oluyor: Dünyanın herhangi bir yerinde ya da Türkiye’de birtakım göçmenlerin, mültecilerin yaptığı birtakım kötülükler üzerine –meselâ diyelim ki cinâyet işliyor, hırsızlık yapıyor, ya da başka bir suç işliyor–, hemen beni ve birkaç kişiyi etiketleyerek, “Bak sizinkiler ne yapmış?” diyorlar ya da şöyle yapıyorlar: Batıda göçmenlere yönelik birtakım insanlık dışı uygulamaları gösterip, “Bakın, bunlara niye sesinizi çıkarmıyorsunuz?” diyorlar. Halbuki çıkarmadığımız söylenemez; ama onların yaptığı gibi dünyayı sâdece bir düzensiz göçten ibâret görmüyoruz ve olayı sâdece demografik-ekonomik mesele olarak değil, insânî yönleriyle de görmeye çalışıyoruz. Kişisel olarak benim ve Medyascope’ta yapmaya çalıştıklarımız bu. 

Bunu söylemekten yoruldum; ama tekrar tekrar söylemek lâzım, hiçbir ülke bu kadar sayıda insanı kolay kolay kaldıramaz. Türkiye gibi zâten kendisi ekonomik sorunlarla boğuşan bir ülkenin bu konuda şu anda taşıdığı, taşımak durumda kaldığı düzensiz göçmen sayısı kapasitesinin çok çok üzerinde. Ama burada sorumlu, esas olarak tabii ki bu insanların terk ettiği ülkelerin yöneticileri; ama bir diğer sorun da, bu insanların düzensiz bir şekilde Türkiye’ye gelmesini engellemeyen, engellemek istemeyen, hatta özellikle Suriye savaşının ilk yıllarında bunu çok ciddî bir şekilde teşvik eden yöneticiler. Buradaki mesele, aslında Türkiye’nin böyle bir sorunu varsa –ki var–, buradaki meselelerin esas muhâtabı iktidar. 

Şimdi şöyle söyleyeyim — özellikle bu konuda ayrımcı tutum takınanlar abartıyor diyebilirler: Yani kendi hâlinde birer gazeteci olarak ya da medya kuruluşu olarak bizim bu konuda işittiğimiz hakaretin –hakaret zaten yanlış bir şey de, eleştiri diyelim– çok azına iktidar muhâtap oluyor. 

Burada şöyle bir husus var — kızacaklar biliyorum, kızsınlar, kızsınlar diye söylüyorum: Güçlerinin yetebileceğini düşündükleri kişilere öfkelerini, nefretlerini kusuyorlar. Bunlardan birisi tabii ki bu düzensiz göçmenler, ikincisi de onların koşullarının daha insânî olmasını savunan kişiler. Burada karşınıza, “Artık hümanizm mi kaldı? Gerçekçi olun” gibi lâflarla çıkıyorlar. Aslında hümanizm kötü bir şey değil. Tabii ki ayrı bir tartışma, hümanizm başlı başına felsefî bir şey; ama ülkeye şu ya da bu şekilde gelmiş ve sizin yetkililerinizin gelmesine izin verdiği insanların buradaki yaşam koşullarının daha iyi olmasını savunmak hiçbir şekilde naiflik, şu bu falan değil. 

Kimse “Ondan alıp buna verin” falan demiyor. Sonuçta Türkiye’de tüm yaşayanların, düzensiz göçmen ya da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, hepsinin koşullarının iyileştirilmesini talep etmek gibi bir şey söz konusu; ama şu anda baktığımız zaman, siyâseten bu kadar hassas bir konu bu kadar gayrı ciddî ve temelsiz tartışılamaz. Bir taraf “Yollayacağız” diyor, öteki taraf “Yollamayacağız” diyor. Peki sonra ne olacak? Nasıl yollayacaksınız ya da nasıl tutacaksınız? Bu tartışmalar yerine, olay tam anlamıyla bir slogana indirgenmiş durumda. 

Şimdi CHP’nin ya da muhâlefetteki partiler, “Bir şekilde bunu çözeceğiz” diyorlar, “iknâ yoluyla”. Ama bir de şunlar var tabii ki: İknâ ne demek? “Hepsini geri yollayacağız” diyenler var. Burada çok basit şekilde, “Bayramda memleketine giden insan niye ülkesine dönemezmiş?” gibi birtakım basitliklerle bunları anlatmaya çalışıyorlar. Burada ırkçılığa varan ayrımcı pozisyonlara sâhip olmadan, gerçekçi bir şekilde Türkiye’nin bu sorunla yüzleşmesi ve bunu çözmeye çalışması lâzım; aksi takdirde bu mesele Batı’da, Avrupa’da çokça olduğu gibi ucuz siyâsî popülist hesaplara kurban gidecek ve bunun sonucunda zâten var olan bir sorun çok daha kritik, çok daha sakıncalı yerlere savrulabilir. 

Siyâsetin, siyâsetçilerin bu olayı bir tür enstrüman gibi kullanıyor olması çok tehlikeli bir şey. Dünyada bunun değişik örnekleri değişik zamanlarda yaşandı; özellikle de Avrupa’da bizim vatandaşlarımız, Türkiye’den giden vatandaşlar da Avrupa’da örneğin, bu tür şeylerin doğrudan mağduru oldular. Tabii ki Türkiye’den Almanya’ya, Fransa’ya gidenler ve Türkiye’ye şu anda gelenler arasında benzerlikler ve farklılıklar var. Ama hepsi eninde sonunda ülkesini şu ya da bu şekilde terk etmek zorunda kalmış insanlar. 

Şu anda Ukrayna’da yaşayan yüz binlerce kişinin gittiği, ülkeyi terk ettiği söyleniyor. Savaş uzarsa ki –temennîmiz uzamaması–, daha doğrusu savaş ve Rusya’nın işgali uzarsa, bu çok daha büyük sorunlara yol açacak, tüm bunları serinkanlı ve gerçekçi şekilde değerlendirebilmek gerekiyor. Aksi takdirde, “tribünlere oynayarak” yapılacak olan düzensiz göç yorumları ve eleştirileri, bu konuda üretildiği iddia edilen, aslında içi boş olan politikalarla Türkiye bu sorunlar üzerinden çok daha fazla gereksiz yere kutuplaşıp gereksiz birtakım sıkıntıları yaşayabilir. Şu hâliyle gördüğüm kadarıyla, tekrar bu olayın bu şekilde gündeme gelmesini bu tür bir alarm durumunun işâreti olarak görüyorum. Umarım yanılıyorumdur. 

Hatırlayın, Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesinde Türkiye’de çok büyük bir kıyâmet koparıldı. Afganistan’dan binlerce insanın Türkiye’ye geleceği vs.. Çok büyük bir teyakkuz hâline geldi. Biz de bu vesîleyle fırsat bu fırsat diyen düzensiz göç düşmanlarının bayağı bir dayağını yedik — dayağını yedik dediğim, saldırısına uğradık. Dövebildiklerini sanmıyorum. Boşa bir gölge boksu gibi oldu. Ama kendileri bir şekilde memnun kaldılar anladığım kadarıyla; çünkü tekrar söylüyorum: Bu olayın –ki öyle çok büyük bir göçe tanık olmadık, olabilirdik ama olmadık–, bu düzensiz göçün birinci derecede sorumlusu olması gereken iktidardan ziyâde başkalarına, güçleri yettiğini düşündüklerine saldırmayı bildiler. Denediler ve mutlu oldular. Eğlendiler birazcık diyelim — olabilir. 

Şimdi, şu hâliyle bakıldığı zaman Türkiye bir yıl içerisinde bir seçim yaşayacak. Ve seçim döneminde bu konunun çok ciddî şekilde gündeme geleceğini, seçim kampanyalarında bu meselenin ciddî şekilde kullanılacağını görmemiz mümkün. Burada olabildiğince dikkatli olmak gerektiğini bir kere daha vurgulamak istiyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.