Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır ve Yusuf El Şerif tartışıyor: Yeniden şekillenen Ortadoğu ve Türkiye

Ruşen Çakır, Abu Dabi’de yaşayan gazeteci Yusuf El Şerif ile birlikte Mısır’ın doğusundaki Şarm eş-Şeyh kentinde düzenlenen Mısır-Birleşik Arap Emirlikleri-İsrail üçlü zirvesini, Avusturya’nın başkenti Viyana’da devam eden İran konulu nükleer müzakerelerdeki son durumu, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın BAE ziyaretini ve AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Körfez ülkeleriyle yeniden kurduğu temasları değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Yusuf El Şerif ile birlikteyiz, Birleşik Arap Emirlikleri’nde Abu Dabi’de gazetecilik yapıyor Yusuf. Türkiye’yi çok iyi biliyor, çünkü yıllarca burada yaşadı ve zâten Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı aynı zamanda. Kendisiyle Ortadoğu’yu konuşacağız, özellikle yaşadığı Birleşik Arap Emirlikleri’ni; ama onun ötesinde birçok şey değişmekte, ilginç zirveler, buluşmalar oluyor. Yusuf, merhaba. 

Yusuf El Şerif: Merhabalar. 

Ruşen Çakır: Çok yakışıklısın. Ben senin yanında şey kaçıyorum, mağara kaçkını gibi. Yusuf, şimdi Mısır’da Şarm El-Şeyh’deki zirvede Mısır Cumhurbaşkanı Sisi var, Birleşik Arap Emirlikleri’nin en önemli ismi diyebiliriz herhalde, sen daha iyi biliyorsun, Muhammed Bin Zayid var –ki kendisi Abu Dabi Veliaht-Prensi– ve İsrail Başbakanı Bennett var ve bu üçü bir araya geliyor. Aslında çok önemli bir şey; çünkü birkaç ay önce böyle bir zirve yapılması –belki gizli birtakım görüşmeler oluyordu ama – zor olurdu; açıkça bir zirve yapılması bana çok önemli geliyor ve buradan hareketle, bu yayının başlığını da “Yeniden şekillenen Ortadoğu” diye seçtim. Türkiye’de insanlar çok fazla ilgi duymuyor olabilirler, ama birazdan seninle bunun Türkiye bağını da konuşacağız. Bu zirveye ilk başta bakıldığında ne deniyor? İran’la nükleer müzâkerelerin belli bir ivme kazandığı bir dönemde yapılıyor ve bölgede önemli olan bu üç ülkenin de İran konusunda çok ciddî kaygıları var. İsrail’in ayrı, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ayrı, Mısır’ın da bir şekilde kaygıları var ve zirvenin bunun için yapıldığı söyleniyor. Şimdi sen orada bunları çok daha yakından takip ediyorsun, bu yönü bile başlı başına önemli de, sâdece bundan ibâret mi? Çünkü biliyoruz ki İsrail’in artık Birleşik Arap Emirlikleri’nde büyükelçiliği var, karşılıklı ziyâretler oldu vs.. Son dönemde peş peşe acayip bir diplomatik trafik var ve bu diplomatik trafiğin hepsinin de çok ciddî birtakım maddî nedenleri var. Önce bu zirveyle başlayalım; sonra meselâ Esad’ın Birleşik Arap Emirlikleri ziyâretine de geleceğiz. Erdoğan’ın yaptığı ve yapması söz konusu olan ziyâretlere de geleceğiz. Ne diyorsun? Bu Şarm El-Şeyh olayı ne kadar anlamlı? 

Yusuf El Şerif: Şimdi, bu zirve çok önemli bir zirve. Dediğiniz gibi açık bir şekilde yapıldı, önemli bir yerde yapıldı, Şarm El-Şeyh Mısır’da. Ve dediğiniz gibi Ortadoğu’da yeni bir şekillenme oluyor. İran’la ilgili görüşmeler oldu; ama bence daha önemli, Doğu Akdeniz’deki enerjiyle ilgili bu zirve. Bunun özelinde daha fazla konsantre oldu. Çünkü çıkan bildiride ikili ilişkiler üzerinde duruldu, “Nasıl geliştirebiliriz onu konuştuk ve elbette bölgesel işleri de ele aldık” deniyor, ama daha önemli bir nokta da yazıyor: “Dünyadaki enerji kaynaklarının sağlamlaştırılması üzerinde duruldu”. Bu bizi nereye götürüyor? Doğu Akdeniz’deki meseleye. Bu Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Bence burada, bu sefer Türkiye’yi dışarıda bırakan değil de Türkiye’yi içine alan bir hazırlık yapılıyor, yeni ortaklıklar yapılıyor. Amerika Eastmed Doğu Akdeniz boru hattı projesinden vazgeçti. Bu yüzden kartlar yeniden dağıtılıyor. Bu yüzden şimdi Mısır, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, belki ileride de Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan birlikte, belki sürpriz olarak Suriye’yi de görebiliriz. Bunu ileride Suriye konusunda konuşuruz, orada sürpriz gelişmeler de olabilir. Bu yüzden, bu Doğu Akdeniz doğalgazı nasıl paylaşılacak, nasıl Avrupa’ya gönderilecek ve enerji konusunda nasıl söz sahibi olunacak? Çünkü yeni bir Ortadoğu gelişiyor, bu yeni gelişen Ortadoğu Amerika’sız bir Ortadoğu. Amerika çekildi gitti. Şimdi burada herkes İran’dan biraz endîşe ediyor; çünkü İran, gelen bilgilere göre herhalde bu hafta içinde belki bu nükleer anlaşmasını yeniden imzalayabilir 5+1 ülkeleri ile. Ve İran artık bu parayla, bu petrolle nüfûzunu artırmak isteyecektir. Bu, istikrârı zedeleyebilir bölgede. Çünkü İran’ın saldırılarını görüyoruz, yani Husiler Yemen üzerinden Suudi Arabistan’a, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Amerikan üslerine ve Amerikan büyükelçiliklerine Irak’ta saldırılar oluyor. Bu yüzden bölgede yeni bir akım gelişiyor diyebilirim. Bu akım, “Birlikte işbirliği yapalım; ekonomi, enerji ve dünya ile entegre olalım. İran’a arz edelim. İran bizimle işbirliği yapmak istiyorsa ne âlâ, yapmak istemiyorsa artık bir cephe olarak ona karşı bir tutum ve tavır alınacak. Bunun üzerinde daha fazla duruldu. 

Ruşen Çakır: Şimdi Yusuf, araya bir gireyim. “Şimdi Suriye bile belki” dedin. Türkiye kısmını sona saklayalım. Şimdi, “Suriye bile” dedin ve üç dört gün önce Esad Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti, ABD de rahatsız olduğunu söyledi, ama çok da büyük gürültü koparmadılar. Bu sürpriz bir ziyâret miydi? Yoksa zâten bir süredir bayağı bir yakınlaşma vardı herhalde. Bunun herhalde çok büyük bir anlamı olsa gerek. Gerek iki ülke arasında, ama aynı zamanda da Arap dünyası anlamında ve tabii ki Ortadoğu anlamında.  

Yusuf El Şerif: Tabii bu ziyâret bekleniyordu, ama bu tarihte değil. Yani Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah Bin Zayid’in iki üç ay önce Şam’a gittiğini biliyoruz. Ve orada Beşar Esad’a bir mektup teslim etti. O da dâvetti: “Buyurun Abu Dabi’ye gelin, sizi bekliyoruz” dâvetiyesi. Ama bu süre içerisinde şu bekleniyordu: Arap Birliği Zirvesi olacaktı aslında; ama olmadı. Bu Arap Zirvesi’nde, Suriye geri dönecekti Arap Birliği’ne ve böylece Beşar Esad’ın Abu Dabi’yi ziyâreti normal karşılanacaktı. Daha uygun bir ortamda olacaktı. Arap Zirvesi Suriye yüzünden ertelendi. Çünkü ev sâhipliği yapan Cezayir, Suriye’nin geri dönmesi için çok ısrar ediyor. Katar, Suudi Arabistan, bâzı ülkeler hâlâ karşı çıkıyor. O yüzden Arap Zirvesi Eylül’e ertelendi. Şimdi burada Beşar Esad’ın gelmesi önemli birkaç şeye bağlı: İlkin tabii ki İran olayı; çünkü İran eğer nükleer anlaşmasını imzalarsa, Suriye’de ağırlığını artırmak isteyecek. Bu yüzden Beşar Esad biraz Arap tarafına çekilmek isteniyor. İkincisi de: Rusya-Ukrayna. Yani Rusya’nın Ukrayna savaşı, işgali yüzünden böyle bir adım atıldı; çünkü belki basına fazla yansımadı ama, karıştırırsanız bazı senaryolar ortaya döküldü. Nedir? İşte, Amerika Rusya’yı sıkıştırmak için Suriye’deki Hmeymim Rus askerî deniz üssüne bir kuşatma yapacaktı. Kara tarafından Suriyeli muhâlifler saldıracaktı, deniz tarafından da Amerikan gemileri saldıracaktı. Montrö Anlaşması yüzünden boğazlar kapalı; bu yüzden Rusya biraz zor durumda kalabilirdi. Böyle senaryolar yayılmaya başladı. Beşar Esad’ın ziyâreti bu yüzden önemliydi. Burada bir Arap vetosu çekildi. Çünkü belki konumuz değil ama söylemek gerekiyor: Burada, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır bu savaşta, yani Rusya’nın Ukrayna savaşında pek tarafsız değiller. Yani tarafsız gibi görünüp aslında Rusya’yı desteklemiyorlar; ama şunu da istemiyorlar: Yani bu savaşın sonucunda Amerika’nın yeniden dünyanın tek süper gücü olmasını istemiyorlar. Bunlar şöyle diyorlar: “Bizim çıkarlarımız dünyada birkaç tâne süper güç olması — Rusya, Çin, Amerika. Dengeler böyle dağıtılırsa, biz Ortadoğu’da daha iyi hareket edebiliriz, daha çıkarımıza olur”. O yüzden bu savaş buradaki Körfez ülkeleri için, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve artı Mısır’a göre, Putin’e kurulan bir tuzak. Putin de bir süper güç olmak istediği için bu tuzağa koşa koşa düştü ve bu savaşın sonunda Rusya ve Çin zayıflarsa, Ortadoğu’daki ülkeler Amerika’ya tâbi kalacaklar. Biliyorsunuz son dönemde burada Amerika’ya karşı ciddî bir direnç var — Suudi Arabistan’da, burada. Biliyorsunuz, Antony Blinken Suudi Arabistan’a gelmek istedi, Riyad’a, Riyad veto etti. İngiltere Başbakanı Boris Johnson hem Abu Dabi’ye hem Riyad’a geldi, hoş görülmedi; yani burada çok istediğini alamadı, hiçbir şey alamadı. Çünkü bu ülkeler –Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliği– Amerika’ya İran yüzünden çok fenâ halde kızmışlar ve “Artık bölgesel bir işbirliği yapalım, Amerika’dan vazgeçelim, İran’a karşı bir cephe oluşturalım, İran bizimle işbirliği yaparsa ne âlâ, güzel olur; olmazsa biz yapmayacağız” diye düşünüyorlar. Bu ortamın içerisinde Suriye çok önemli bir rol oynuyor. Burada sırf Beşar Esad’ın sevgisinden ya da kişisel bir şeyden değil; orada bir önem arz ediyor bu. Suriye’nin bu işbirliği içinde, hem bu Akdeniz’e katılması hem Rusya konusunda hem de bu bölgesel işbirliği konusunda… Bu yüzden son bir cümle söyleyeyim: Beşar Esad buradayken Türkiye de zikredildi. Anladığım kadarıyla Abu Dabi biraz arabuluculuk yapıyor. 

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım: Mevlüt Çavuşoğlu’nun Birleşik Arap Emirlikleri temasları var; burada çok konuşulmadı ama, hemen ardından o ziyâretin ardından olması, “Acaba Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye ile Suriye arasında bir şey mi yapıyor?” sorusunu en azından benim aklıma getirdi. Doğru mu? Böyle bir.. 

Yusuf el Şerif: Öyle. Yani bir kaynağa dayalı bilgi olarak değil, ama benim anladığım kadarıyla böyle bir çaba var. Zâten Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye ile ilişkileri çok iyi geliştiriyor ve Türkiye için çok iyi bir arabuluculuk yolları yapıyordu. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Abu Dabi’ye geldiğinde, biliyorsunuz burada bir İsrailli heyetle de görüştü. Ertesi gün Tel Aviv, İsrail Cumhurbaşkanı’nın ziyâret tarihini sonunda açıkladı. Yani burada bir arabuluculuk oldu gizlice. Burada Suriye konusunda da Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır arabulucu oluyor. Hatta Türkiye-Mısır arasında Birleşik Arap Emirlikleri de arabuluculuk yapıyor. Çünkü Birleşik Arap Emirlikleri daha hızlı hareket edebilen bir ülke burada. Diplomasisi, dış politikası daha aktif, daha pragmatik; Mısır ya da Suudi Arabistan gibi biraz ağır hareket eden ülke değil, daha hızlı hareket edebilir. Bu yüzden bu yeni proje, Ortadoğu projesi, Türkiye ve Arap ülkelerinin birlikte ekonomik, enerji ve istikrar sağlanması için çok fazla çaba gösteren ve bana sorarsan ileride, hattâ yakında Türkiyeli ve Suriyeli yetkililer bir araya gelirse ben hiç şaşırmayacağım. 

Ruşen Çakır: Evet, tabii bu arada bir parantez açalım: Sedat Peker’in de artık kendini unutturduğunu görüyoruz. Orada da belli ki Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri’yle yakınlaşmasının doğrudan etkisi oldu herhalde, değil mi? Yoksa Birleşik Arap Emirlikleri o kadar izin vermezdi. Belki de Birleşik Arap Emirlikleri’yle yakınlaşmayı da hızlandırmıştır Sedat Peker’in çıkışları, ne dersin? 

Yusuf El Şerif: O da doğru. Yani Sedat Peker gelmeden önce, zâten iki ülke arasında, “Bir yakınlaşma yapalım mı yapmayalım mı?” diye aslında bir diyalog vardı; ama kim adım atacak, kim daha fazla şey yapacak belli değildi. Yani Sedat Peker’in buraya gelişi iyi bir etki yaptı ve bu yakınlaşmayı hızlandırdı diyebilirim. Tabii ki şunu söylemek lâzım: Yani elbette Ankara Abu Dabi’nin, Suudi Arabistan’ın bölgeyle ilgili planlarına yüzde yüz katılmayabilir. Yani bunu henüz bilmiyoruz, emin değiliz. Türkiye’nin Doğu Akdeniz meselesinde ne kadar pay isteyeceği, ne kadar olumlu katkısı olacağından emin değiliz, daha bilmiyoruz. Ama bir çaba gösteriliyor: “Yakınlaşalım, bir işbirliği yapalım, bazı sıkıntıları şimdilik göz ardı edelim, daha önemli işleri yapalım” deniyor. Tabii ki bu Ukrayna-Rusya savaşı önemli bir şey aslında. Çünkü dediğim gibi, buradaki en önemli ülkelerin meyli Rusya’dan ya da en azından…, şöyle demeyeyim, yani Putin’den yana değil de, Rusya tamâmen kaybetmesin, süper güç olmaktan çıkmasın diye bir çaba var. Acaba bu Türkiye’nin ne kadar işine gelir? Yani biliyorsunuz, Türkiye’nin ulus, devlet olarak ya da hükûmet olarak belki farklı çıkarları olabilir. Türkiye Rusya’nın zayıflamasından faydalanabilir mi? Bu soruya bir cevap ihtiyâcı var. Burada, Ortadoğu’da, Türkiye ile Arap ülkeleri arasında ne kadar işbirliği olabilir? Ciddî bir soru. İyi gidiyor, işbirliği devam ediyor; ama Rusya üzerinde, Amerika üzerinde işler durur mu ya da yavaşlar mı bilmiyorum. Çünkü Ankara politikasını daha net göremiyoruz burada. 

Ruşen Çakır: Şimdi, çok konu var. Katar meselesi var meselâ. Katar, biliyoruz ki Erdoğan yönetiminin en yakın ilişki içerisinde olduğu bir ülke. Yakın bir zamana kadar Katar’ın da Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’la arasında çok ciddî gerginlikler oldu. Türkiye orada açık bir şekilde, stratejik olarak da Katar’ın yanında durdu. Sonra biraz yumuşadığını duyuyoruz, eski gerginliğin kalmadığını duyuyoruz; ama bir diğer yandan da Katar’la ABD’nin arasındaki ilişkilerin diğer Körfez ülkelerine nazaran daha da bir yükseldiğini ve Washington’ın Katar’ı özel olarak onore ettiğini görüyoruz. Afganistan konusunda da bayağı bir rol oynadı, oynamaya devam ediyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nden, Suudi Arabistan’dan bahsettik. Katar hâlâ orada bir etki ve bir güç odağı olarak duruyor değil mi? Ve Türkiye’nin de bölgedeki en yakın partneri. 

Yusuf el Şerif: Şimdi, biliyorsunuz bu gerginlik El Ula Körfez Zirvesi ile bitmişti, yani aslında bittiğini ilân ettiler. Ondan sonra da yumuşama başladı. Bütün sorunlar hâlâ giderilmedi; ama en azından politika olarak bir yumuşama var. Yani en azından ambargo kalktı, havayolları ambargosu, seyahat ambargosu kalktı ve insanlar gidip geliyor. Şimdi, Katar Amerika’nın Demokrat Parti’sine daha fazla angaje olmuştu. Zâten yıllardır Hillary Clinton’ın Katar’dan finanse edildiği yazılmıştı. Özel bir şey var. Yani orada önemli ve özel bir ilişki var. Hattâ ve hattâ bu doğalgaz krizi sırasında sen de dedin, Biden onore etti, Katar’ı NATO’nun üyesi olmayan ama işbirliği yapan bir ülke olarak saydı. Neden? Çünkü doğalgaza ihtiyâcı vardı. Şimdi Katar’ın bir sıkıntısı var: Katar, doğalgazını 2027’ye kadar satmıştı. Yani şimdiden satmış. Bu yüzden Amerika’ya dedi ki: “Tamam, müşterilerden birileri biraz vazgeçerse temin ederim”. Ve iki gün önce böyle bir açıklama oldu Katar’dan: “Evet, bir milyar metreküp –galiba– temin edebilirim” dedi piyasaya. Bu biraz önce anlattığım, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır’ın Ukrayna-Rusya savaşına yaklaşımından biraz, hattâ çok da fazla farklı. Katar zor durumda; çünkü bir tarafta İran var, bir tarafta önceden kavga ettiği Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri var. Tabii ki Türkiye’nin müttefiki. Fakat Amerika’nın en büyük askerî üssü Ortadoğu’da Katar’dı. Bu yüzden Katar’ın daha fazla manevra kabiliyeti yok. Amerika ile angaje olmuş durumda ve yani bu sıkıntıdan, bu savaştan en zararla çıkmak istiyor. Bu yüzden şöyle diyebilirim: Evet, bazı sorunlar hâlâ devam ediyor, ama Körfez ülkeleri arasında anladığım kadarıyla şöyle bir anlaşma var: “Tamam, bâzı ülkelerimiz bir konuda hareket edemeyebilir, o zaman diğer ülkeler iş yapar. Bu yüzden hepimiz aynı zamanda aynı adımı atmak zorunda değiliz. Bu aramızdaki ihtilâfı aslında lehimize işletebiliriz”. Katar Amerika tarafında; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri farklı açıdan, Çin üzerinde daha fazla yakınlaşma oluyor. “Bu yüzden böyle biraz daha denge yapabiliriz kendimize” diyorlar. Çünkü ortak bir dertleri var, o da İran’ın nükleer anlaşmasından sonra zenginleşmesi ve petrol satışı. Petrol satacak çünkü; bu yüzden Biden’ın çok ihtiyâcı var İran’a. Ve bu parayı İran ne yapacak? İran kendi halkına mı harcayacak? Kalkınacak ve Araplarla işbirliği mi yapacak? Yoksa yine Hizbullah’a, Husiler’e, Devrim Muhafızları’na silah alıp Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Suudi Arabistan’da saldırılar mı devam ettirecek? Burada herkes dertli tabii, Katar da.  

Ruşen Çakır: Şimdi Türkiye kısmına gelelim. Şimdi, Suriye ile yakınlaşma, Birleşik Arap Emirlikleri aracılığıyla ya da başka türlü olur mu olmaz mı meselesi zâten ne zamandan beri gündemde; ama galiba en sona kalacak bir şey. Onun öncesinde Erdoğan Birleşik Arap Emirlikleri ile barıştı, İsrail ile de barıştı sayılır; çünkü Cumhurbaşkanı’nı ağırladı. Şimdi sırada Suudi Arabistan var ve Suudi Arabistan’a gideceğini biliyoruz. Orada tabii Kral’la görüşmekte bir sorun yok da, Veliaht-Prens Muhammed Bin Salman’la görüşecek mi? Çünkü Kaşıkçı olayı, katliamın İstanbul’da olması, Türkiye’nin tavrı vs.. En çok merak edilen hususlardan birisi de o. Suudi Arabistan’dan sonra yine Mısır’ı da soracağım tabii; ama önce Suudi Arabistan’la başlayalım. O konuda ne tür rivâyetler var? Erdoğan ve Veliaht-Prens Salman bir araya gelir mi, karşılaşır mı ya da babası görürken yanında mı olur, elini sıkar mı? Bunların hepsinin sembolik de olsa anlamı olacak. 

Yusuf el Şerif: Tabii önemli, ama şöyle bilmemiz lâzım: Yani Suudi Arabistan’a gitmek isteyenin oradaki Veliaht-Prens Muhammed Bin Salman’la görüşmesi lâzım. Yani o olasılık değildir, yani herhangi bir yetkilinin Riyad’da sâdece Kral’la görüşüp gideceğini zannetmiyorum. Hele şu andaki durumda. Bu yüzden evet, böyle bir ziyâret bekleniyor. Sayın Recep Erdoğan Suudi Arabistan’a gitmek istiyor, böyle bir ziyâret bekleniyor. Fakat arada bir pürüz var, o da şöyle: Bu Kaşıkçı olayında, biliyorsunuz Suudi Arabistan mahkemesi yapıldı bitti ve konu kapandı. Fakat Türkiye’de hâlâ mahkeme dosyayı kapatmış değil. Bu Suudi Arabistan’ı rahatsız ediyor. Bu yüzden bence tek pürüz bu. Yani İstanbul mahkemesi ne zaman “Artık tamam, biz Suudi Arabistan mahkemesinin kararını kabul ediyoruz, bu işi biz kapattık” dedikten sonra, belki bu ziyâret daha kolay olabilir. Bilmiyorum, belki şartlar şimdi Ukrayna-Rusya savaşı yüzünden yakınlaşmayı daha fazla önem arz ettirir. Ama anladığım kadarıyla bu ziyâreti erteleten faktör budur. Adalet Bakanlığı’ndan bir adım bekleniyor. Gidilince elbette Veliaht-Prens Muhammed Bin Salman’la görüşülmesi lâzım ve el sıkışması lâzım — bu bir şarttır. Eğer yeni bir sayfa açılacaksa ve ilişkiler artık daha geniş, daha olumlu olacaksa bu yapılması gerekiyor. Tabii Ankara buna evet mi der hayır mı der bilmiyorum; ama anladığım kadarıyla böyle bir görüşme için bir uzlaşma zemini var sanki. 

Ruşen Çakır: Peki Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile Erdoğan’ı aynı karede görebilecek miyiz? Çünkü o da çok kritik. Genellikle en zorları en arkaya saklıyorum. Biliyorsun, çünkü orada çok ciddî bir şey vardı ve biliyoruz ki bir yumuşama var, temaslar var, değişik şekillerde sürüyor. Ve artık bir şekilde Türkiye ile Mısır’ın, bölgenin iki önemli gücünün bu kadar ilişkisizliği sürdürebilmeleri çok gerçekçi de değildi aslında ve bir yerde herhalde bu noktaya gelinecek. Onun için ne tür spekülasyonlar var? 

Yusuf el Şerif: Şimdi, biraz önce size şunu söyledim: Yani Suriye-Türkiye arasında yakın zamanda yetkililerin görüşmesi beni şaşırtmaz, yüksek yetkili birileri de olabilir yani; ama Mısır’a gelince, evet, böyle bir yakınlaşma bekliyorum, ama Sayın Sisi’nin Sayın Erdoğan’la görüşmesini hiç beklemiyorum. Yani yakın zamanda böyle bir resim görebileceğimizi zannetmiyorum. Ama iki ülke yakınlaşmakta ısrarlı; iki ülke yakınlaşma ve işbirliği yapmakta ısrarlı. Bu yüzden biraz önce konuştuğumuz Şarm El-Şeyh’teki üçlü zirveyle Doğu Akdeniz’de artık Türkiye’yi içine alacak yeni projeler var. Bu yüzden işbirliği gerekiyor. Fakat İstanbul’da İhvan örgütü olduğu müddetçe Mısır’la böyle bir görüşme olacağını zannetmiyorum. Evet, Türkiye ara sıra –aslında bu da kafaları karıştırıyor–, Türkiye ara sıra İstanbul’daki İhvan’a karşı sert tedbirler alıyor. Yani geçen hafta bir Mısırlı gazeteci sınırdışı edildi — Sisi aleyhine yazıyordu. Ama bakıyorsun ki başka kanallar başka şey söylüyor. Hâlâ İstanbul’da İhvan’ın kanalları var, eleştirileri var, devam ediyor. Bu yüzden bir kafa karışıklığı var. Yani net bir tutum alamıyor Türkiye sanki. Bu yüzden Sayın Erdoğan ile Sayın Sisi’yi aynı fotoğraf karesinde görmek benim için hayal şu anda. Ama Mısır-Türkiye ilişkilerinde ben yakında bir gelişme bekliyorum. Yani büyükelçilikler gidip gelmesi ya da dışişleri bakanlarının görüşmesinden sonra büyükelçilikler geri dönebilir. 

Ruşen Çakır: Şimdi burada, “Yeniden şekillenen Ortadoğu” dedik. Aslında tüm bunların ortasında İsrail de var. Yani Şarm El-Şeyh’deki zirvede de İsrail var; Birleşik Arap Emirlikleri ile, hattâ Suudi Arabistan’la ilişkiler kuran bir İsrail var. Cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelmiş bir İsrail var. Henüz iki ülke arasında büyükelçiler olmadı, ama bütün bunların olması bekleniyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, bölgede İran dışında İsrail’i doğrudan ya da örtülü bir şekilde muhâtap almayan kimse kalmadı sanki ve bu aslında yeniden şekillenen Ortadoğu’da İsrail’in bir devlet olarak meşrûiyeti de herhalde artık büyük bir çoğunluk tarafından kabul ediliyor, yanılıyor muyum? 

Yusuf el Şerif: Yanılmıyorsun Ruşen. Aslında şöyle: Yani Mısır’la İsrail barışı yapıldığında, Mısır-Ürdün barışı yapıldığında, Mısır-Filistin yönetimi ile yeniden görüşmeler yapıldığında ve Gazze Eriha anlaşması, Filistin yönetiminin Batı Şeria’ya geri dönmesi… Türkiye ile 93’ten itibaren, 99’dan itibaren yakınlaşma, hattâ stratejik müttefiklik ilişkilerine gidilmesi bakımından aslında İsrail’in bir sıkıntısı yok yani. Kalan Arap ülkeleri İsrail’le işbirliği yapmak istiyordu. Fakat o dönemde daha fazla popülist politikalar yapılıyordu. O dönemde İsrail dışındaki sorunlarımız yoktu bölgede. Ama Arap Baharı’ndan sonra, hattâ Arap Baharı’ndan önce bir terör sorunumuz vardı: El Kaide ve Irak işgali, İran’ın nüfûzunun artması ve İran’ın açık bir şekilde –biz “Dört Arap başkentinin kontrolü” diyoruz–, Bağdat, Yemen, Suriye, Lübnan… Bu kadar açık ve net söylenmesi. Ve İran’ın füzelerinin artık Suudi Arabistan’a ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne düşmesi, Husiler üzerinden, Yemen üzerinden. Çok fazla dert oldu. Ondan sonra Suriye’nin yıkılışı, Tunus’ta ve Sudan’da çok gelişmeler oldu, dramatik gelişmeler oldu — ki hattâ insanlar artık şunu düşünmeye başladı: “Ya, Suriye’deki felâket Filistin felâketinden daha fazla yük” — yani insan sayısı olarak, ölüm sayısı olarak. İnsanlar eskiden hep İsrail askerlerini gösterip, “Ya, bu kadar vahşet olur mu?” dedikten sonra, Suriye’de, Irak’ta Amerika’nın işgali sırasında yapılanlar, Suriye’de olanlar, başka yerde olanlar, artık insanlara şey dedirtmeye başladı: “Ya, aslında evet, bir sorunumuz var, İsrail işgalci bir devlet; ama bu sorun sâdece Filistin’le sınırlı bir sorun. Yani İsrail Lübnan’ı Suriye’yi, Ürdün’ü işgal etmek istemiyor, ya da oraya nüfuz etmek istemiyor; ama karşısında İran, şu anda çok ciddî bir şekilde dert yani. Yani Lübnan’a, Suudi Arabistan’a, Kuveyt’e, her yere nüfuz etmek istiyor ve silâhlı nüfuz etmek istiyor”. Bu yüzden İsrail’in meşrûiyetini daha fazla pragmatik hâle getirdi, daha fazla düşünülebilir hâle getirdi. Tabii Filistin yönetiminin burada oturup kendi kendine, “Ya, biz oturup böyle bakacak mıyız?” diye düşünmesi lâzım. Yani Filistin yönetimi herhalde biraz zararlı çıkıyor bu denklemlerden. Fakat Filistin yönetiminin de bir adım atması lâzım. Yani bir Filistin, bir Hamas, bir Fetih olmaması lâzım. Mahmut Abbas 87 yaşını aştı ve artık Filistinliler seçim bile yapamıyor. Bu yüzden Filistinliler maalesef Arap dünyasının sempatisini kaybetmeye başladı. Çünkü Arap dünyası artık daha büyük tehditlerle meşgul olduğu için ve Filistin iç sorunlarını çözemediği için, İsrail artık bir bölge ülkesi olarak görülüyor. Çünkü ortak çıkarları var — yani İran’a karşı. İsrail’den Araplar da Türkiye de faydalanabilir — teknoloji, turizm, ekonomi… yani birçok şey yapılabilir. Bu yüzden, evet, İsrail artık meşrû bir ülke hâline gelmiş Ortadoğu’da, gelişmelere bakılırsa.  

Ruşen Çakır: Son olarak Yusuf, çok keyifli bir söyleşi oldu, birçok şeyi konuştuk.  

Yusuf el Şerif: Teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: Bir şeyi sormak istiyorum: Şimdi, yayın boyunca konuştuk; Türkiye’nin, Erdoğan yönetiminin Mısır’la sorunu vardı, düzelmek üzere; Suriye ile sorunu vardı, sırayla olacak ya da düzeliyor; Birleşik Arap Emirlikleri ile düzeldi sayılır, düzeldi; Suudi Arabistan’la büyük ölçüde düzeldi; İsrail’le düzelme konusunda çok büyük bir adım atıldı vs.. Bakıyoruz ki son döneme damgasını vuran bütün kavgalardan Erdoğan çekiliyor. Böyle bir durum var. Şimdi, bu ülkeler –İsrail dâhil–, bu ülkeler nasıl bir akıl yürütüyor? Yani şunu mu diyorlar? “Erdoğan pragmatik bir lider. Daha önce bizle kavga ederek şunu yapıyordu, şimdi kavga etmesinin kendisine bir şey getirmediğini düşünüüyor, rasyonel bir noktaya geldi, işte biz de tabii ki…” mi diyorlar? Yoksa hep akıllarında bir yerde, hani şimdi buraya taşımak ne derece doğru bilmiyorum ama, takiyye kavramını… Yani “Biz şimdi el sıkışıyoruz ama, yarın öbür gün yine ne yapacağı belli olmaz” düşüncesi var mı sence? Sen nasıl görüyorsun? 

Yusuf el Şerif: Şimdi %100 bir güven var desem yalan olur, ama iyimser olmak istiyor herkes burada — Mısır da dahil, Birleşik Arap Emirlikleri de.  

Ruşen Çakır: Ben buna şey diyorum, ummak istiyorlar, ummak istiyorlar. 

Yusuf el Şerif: Evet, evet, ummak istiyorlar. Ve bir ülke olarak Türkiye ile çalışmak istiyorlar. Biliyorlar, bir seçim var bir sene sonra. Bu seçimde ne olur buna fazla yatırım yapmıyorlar, Erdoğan gider gitmez diye şey yapmıyorlar; ama diyorlar ki: “Türkiye ekonomik kriz yüzünden, dış politikası yüzünden, son beş sene içinde bir yalnızlaştı”. Herhalde bunu sâdece gören Sayın Erdoğan değil, bütün Türkiye’nin müesseseleri görüyor. Bu yüzden onlar Türkiye Devleti ile işbirliği yapmak istiyorlar. Şimdi diyorlar ki: “Herhalde Sayın Erdoğan artık Türkiye Devleti ile daha uyumlu hâle gelmiş dış politika konusunda, bu yüzden iç siyâset ne olur olmaz bizi ilgilendirmez, biz biliyoruz ki Türkiye’nin çıkarları bizim çıkarlarımızla aynı olabilir”. Yani burada bir soru soruluyor. Herkes İran’ın nükleer programından endîşeli olduğunu söylüyor; bir tek Türkiye’den bir ses çıkmıyor. Burada ben de merak ediyorum: Yani acaba Türkiye İran’ın nükleer programından endîşeli değil mi? Ben hiçbir açıklama görmedim, duymadım. Ama biliyorum ki aslında Türkiye’nin lehine değil. Ne İran’ın bir nükleer silâh sâhibi olması, ne de İran’ın Ortadoğu’da en büyük nüfuz sâhibi olması Türkiye’nin çıkarlarına değildir. Bunu biliyoruz, hepimiz biliyoruz. Ne Irak Kürdistanı’nda, ne Irak’ta, ne Suriye’de, ne Körfez ülkelerinde. Bu yüzden bu Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, evet eskiden Türkiye’ye, Sayın Erdoğan’a karşı muazzam büyük bir sıkıntı yaşıyorlar; çünkü bir beka sorunu vardı, Arap Baharı denilen şey… ama bunu aştıktan sonra baktılar ki, “Ya, Türkiye devleti ile işbirliği yapalım, bizce Sayın Erdoğan artık denedi dış politikasını, vazgeçti; ekonomi zor durumda, bu yüzden artık çıkarları öne koyacağından biz de olumlu yaklaşalım”. Yani bu kişisel değil bence. Burada ülkeden ülkeye daha fazla işbirliği, çıkar var… 

Ruşen Çakır: Ama anladığım kadarıyla bütün bu ülkeler sonuçta şu ya da bu şekilde Türkiye ile ilişkilerini yeniden iyileştirmekten memnunlar. Değil mi? 

Yusuf el Şerif: Tabii, herkes. Ruşen yani şimdi “Kim haklı kim haksız?” meselesine girmeyelim. Türkiye çok büyük bir ülke, önemli bir ülke, güçlü bir ülke. Herkes Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istiyor; fakat Türkiye Arap Baharı’nda hükûmetiyle birlikte bu Arap ülkelerinin rejimlerine kastetti — yani İhvan üzerinden, projesinden rejimlere kastetti. Ve bu, rejimler için bir beka sorunu. Bu aşamayı geçtikten sonra, Birleşik Arap Emirlikleri’ni örnek alalım, Arap Baharı’ndan önce Türkiye ile en iyi çıkar ilişkileri olan Arap Körfez ülkesidir. Hatırlarsanız belki Dubai Emiri, Başbakan Muhammed Bin Raşid geldi, İstanbul’da birçok yatırımlar yapmak istedi; hatta İETT’nin konuşulan arazisi üzerinde de proje yapacaktı, olmadı. Birçok şey yaptı. Suudi Arabistan Türk Telekom’u satın aldı önce o zamanda; ama o yani iyi gitmedi. Ama şöyle bir şey var: “Evet, Türkiye ile iyi ilişkiler istiyoruz” diyorlar ve başlamıştı zâten. Nitekim Arap Baharı araya girdi, Türkiye farklı düşünmeye başladı. Ona bir “reklam arası” diyelim, yani öyle düşünüyor herkes. Yani “Artık bu Arap Baharı bir maceraydı, kapandı, biz eski ilişkilerimize geri dönelim, Türkiye’yle yeniden iyi ilişkiler kuralım” düşüncesinde herkes burada. 

Ruşen Çakır: Evet, bir parantez, çok büyük bir parantez kapanıyor Yusuf. Çok teşekkürler, çok güzel bir yayın oldu, çok teşekkür ediyoruz. 

Yusuf el Şerif: Ben teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: Abu Dabi’deki gazeteci Yusuf el Şerif’le yeniden şekillenen Ortadoğu’yu konuştuk, Türkiye’nin buradaki yerini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizleri izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.