Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Altılı masa neden heyecan yaratmıyor? Nasıl yaratabilir?

Ruşen Çakır, altı muhalefet partisi liderinin ikinci kez bir araya geldiği toplantıyı değerlendirdi, “Altılı masa neden heyecan yaratmıyor?” ve “Nasıl yaratabilir?” sorularına yanıt aradı.

Yayınımızı dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Emine Bıçakcı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Altı muhâlefet partisinin liderleri dün akşam tekrar bir araya geldi. Bu, üçüncü bir araya gelişleri, ikinci birlikte yemek yiyişleri — öyle söyleyelim. Önce, 12 Şubat’ta Kemal Kılıçdaroğlu’nun dâvetiyle bir yemek yenilmişti; ardından 28 Şubat’ta Bilkent Otel’de, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” mutâbakatını beraber imzâlayıp kamuoyuna sundular. Ve dün akşam da DEVA Partisi Genel Merkezi’nde bir araya geldiler, orada yemek yediler. Önce Bilkent Otel’de olacağı söylenmişti, sonra genel merkeze taşındı. Ve bundan sonra da alfabetik sırayla diğer partilerin genel merkezlerinde düzenlenecek aylık yemekler öngörülüyor. Nisan ayı sonunda Demokrat Parti’de olacak anlaşılan — öyle devam edecek. 

Baktığımız zaman bu olay çok fazla yankı uyandırmadı; ilginç bir şekilde, 28 Şubat’taki Bilkent Otel’deki olayın da –tabii ki daha gösterişliydi, kamuoyuna açık bir şekilde yapıldı vs.– çok büyük bir heyecan yarattığını söylemek mümkün değil. Bunu daha önce yayınlarda tartıştık, ben kendim yorumladım ya da “Adını Koyalım”da “Haftaya Bakış”ta diğer arkadaşlarla da tartıştık. Dün akşamki olaya baktığımız zaman, meselâ biz Medyascope olarak yemek sürerken Twitter’ın “Spaces” odasında bir tartışma başlattık: “Muhâlefet için iktidar çantada keklik mi?” diye. Bayağı insan takip etti; ama burada da görüldü ki, tartışanlar içinde, siyâsî partileri temsilen konuşanlar daha kendilerinden emin gibi konuşuyorlar tabii; ama siyâsî partilerin içinde yer almakla birlikte, parti sözcüsü olmadan bir muhâlif vatandaş kimliğiyle konuşanların çok sayıda şikâyeti olduğunu görüyoruz. Ve hemen hemen hepsi de, dün akşamki toplantının kendilerinde aslında çok da fazla merak uyandırmadığını açık açık söylüyorlar. Ben de orada çok fazla beklentim olmadığını söylemiştim. Sonunda yazılı bir açıklama yapıldı. Yazılı açıklamaya baktığımız zaman da, burada kaba tâbiriyle “bomba” bir çıkış yok. Olması gerektiği gibi bir metin olmuş –öyle diyelim–, hiç şaşırtıcı olmayan bir metin olmuş.

Birtakım iddialı söylemler var; meselâ diyor ki: “Buradan tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyoruz, bizler Türkiye’yi karanlık günlerden çıkartma kararlılığı içerisindeyiz, umutlarımız ve geleceğe olan inancımız Türkiye’nin sorunlarından çok daha büyüktür.” Bu önemli bir iddia; ama gerek bu toplantı gerek toplantının ardından yapılan yazılı açıklama, bu iddiaya denk gelmiyor açık söylemek gerekirse. Bir diğer önemli husus da: “İktidârın ayrıştırma ve kutuplaştırma politikalarının tam tersine, birlikte uzlaşı ile çalışmalarımıza devam edeceğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız” deniliyor. İktidârın “kendilerini bölmek” için gayret sarf ettiğini söylüyorlar — ki bu gerçekten doğru. Erdoğan’ın temel stratejisi zâten kendi tabanını genişletmekten ziyâde, muhâlefetin alanını daraltmak ve muhâlefetin birlikte hareket etmesini engellemeye çalışmak. Son seçim yasa tasarısı da böyle bir şeydi; ama onun dışında da başka bir dizi çıkış, uygulama, görünen görünmeyen şeyler var. Bunların hepsinden haberdar olduklarını, bunları gördüklerini söylüyor altı parti lideri ve birlik ve uzlaşıyla çalışmalarına devam edeceklerini söylüyorlar. Ama hâlâ ortada şöyle bir soru var tabii: Bu altı parti, “Güçlendirilmiş Parlementer Sistem”e geçiş dışında hangi konuda birlikte hareket ediyorlar ve edecekler? Bu soru hâlâ ortada ve tabii en önemlisi de: Seçime nasıl girecekler? Birlikte mi girecekler? Birlikte gireceklerse yeni partiler kendi adaylarıyla mı girecek? Yoksa iki büyük parti bunlara belli ölçüde kontenjan mı sağlayacak? Ve tabii hepsinden de önemlisi: Cumhurbaşkanı adayı kim olacak? En çok merak edilen hususlar bunlar. Bir diğer husus da tabii ki güncel olaylar konusunda muhâlefet ne düşünüyor? Tek tek ne düşündüklerini biliyoruz; ama birlikte ortak bir duruş olarak ne düşünüyorlar — bu yazılı açıklamada gördük ki bu konuları konuşmuşlar: Ekonomiyi ve dış politikayı, özellikle Ukrayna Savaşı’nı konuşmuşlar, ama konuştuklarını söylemenin dışında çok da fazla bir şey söylemiyorlar. Ortada muhâlefetten beklenen herhalde — iktidâra değil tabii ki, muhâlefete meyilli kesimlerin beklediği: “Kimlerle nasıl yapacaksınız? Bugünkü sorunlar hakkında ne düşünüyorsunuz ve iktidâra gelmeniz durumunda da bu konularda ne yapacaksınız?” sorularına cevap verilmesi. Bunların hepsini tekrar tekrar söylüyoruz ve bazı kişiler hak veriyor, bazı kişiler de, “Ya, muhâlefete ne yükleniyorsunuz? Onlar ellerinden geleni yapıyorlar” diyorlar; dolayısıyla bu kısmı fazla uzatmadan, bugün çok daha pratik birtakım şeylerden bahsetmek istiyorum. 

Heyecan yaratmanın yolu yordamı meselesinde; heyecan yaratmanın tabii ki en önemli unsuru: Sizin ne söylediğiniz, yani ne vaat ettiğiniz. Bunların hepsi çok önemli ve bunlar belli bir heyecânı verebilir; ama bir de “nasıl” söylediğiniz önemli. Burada biraz “nasıl”ı üzerine birtakım görüşlerimi söylemek istiyorum. Şimdi, altı tâne lider üçüncü kez bir araya geldi; ama hâlâ biz “1+1+1…+1” diye altı ayrı partiden bahsediyoruz. Bunların bir araya gelişleri –ayda bir olacak artık, öyle gözüküyor– hâlâ bir ortak anlayışı bize yansıtmıyor. Şöyle söyleyelim: Meselâ dün akşam bu toplantı yapıldı, yemek yenildi ve bir metin kaleme alındı. Bu metin kaleme alındıktan sonra altı partinin de basın danışmanı özellikle bu metni kendi sistemleri içerisinde dağıttılar; sosyal medya hesaplarından paylaştılar, gazeteci gruplarına WhatsApp’tan yolladılar vs.; ama sonuçta altı partinin basın danışmanlarının gazeteci WhatsApp grupları hemen hemen aynı; sonuçta aynı gazetecilere, diyelim ki altı ayrı yerden birden ya da beş yerden birden aynı açıklama geldi. Ve bunların hepsinin teker teker yapılıyor olmasının bir enerji ve vakit kaybı olduğu kanısındayım. Bu altı parti –her ne kadar birlikte seçime girip girmeyecekleri, ortak aday çıkartıp çıkartmayacakları belli değilse de– “muhtemelen birlikte hareket edecekler” diyoruz. Ama en azından şunu görüyoruz ki, ayda bir, bir genel merkezde toplanacaklar, bunun kararı verilmiş — en azından bu verilmiş. Bunun bir yapısı oluşturulabilir, profesyonel birileri istihdam edilebilir ve bunun “pazarlaması” diyelim –açık söylemek gerekirse kelime “pazarlama”dır–, bunun pazarlamasını, halkla ilişkilerini profesyonel birtakım ellerin yapması lâzım. Sonuçta siz ayda bir bir araya geliyorsunuz, kamuoyunun sizden çok büyük beklentileri var. Şu anda onlara ayda bir buluşmayı ve de tek tek liderlerin ayrı ayrı açıklamasını sunuyorsunuz. Ortak olarak ayda bir bir şey sunuyorsunuz ve onu da –kusura bakmasınlar ama– kötü sunuyorsunuz. Örneğin altı lider bir genel merkezde toplanıyor, beş kişi dışarıdan geliyor, ayrı ayrı geliyorlar, ayrı ayrı kabul ediliyorlar ve sonra –kaç saat sürüyor? 19.30’ta başladı, 24.00’te mi ne bitti– bayağı bir saat oturuyorlar ve birlikte, kamuoyunun karşısına –tabii saat de geç, ama olsun– hep birlikte çıkmıyorlar, bunu yazılı açıklamayla yapıyorlar. Burada bir –nasıl söyleyeyim?– öz Türkçe bir lâf vardır: “Dirimsellik” galiba. Yani böyle bir heyecan, bir şey… Bu liderlerin kendilerinin kamuoyunun karşısına güçlü bir şekilde çıkıp: “Bakın, biz burada saatlerce konuştuk ettik, en önemli konuları masaya yatırdık ve bunu ‘Umutlarımız ve geleceğe olan inancımız Türkiye’nin sorunlarından çok daha büyüktür’ diyerek gösteriyoruz, milletimizin geleceğe dâir umudunu ve inancını artırmak istiyoruz” demenin yollarını en azından geliştirmeleri gerekiyor. Neden böyle yapıyorlar bilmiyorum; ama buraya bir ortak aklın elinin değmesi gerekiyor. Burada en azından yaratılacak olan…, eskiden Refah Partisi buna “karargâh” derdi, seçim karargâhı kurarlardı meselâ ve acayip çalışırlardı. İlk 90’lı yılların başlarında bilgisayarı, şunu bunu seçim çalışmalarına katan ilk partiydi meselâ ve onun çok büyük getirisi olmuştu. Halkla ilişkiler meselesini çok önemsiyordu; zâten bunu önemseyen partilerin ne kadar başarılı olduğunu görüyoruz. Belli bir yerde sizin içerik anlamında bâzı sorunlarınız varsa, onu o zaman en azından biçimle idâre etmeniz gerekiyor. Şu hâliyle baktığımız zaman, bu ayda bir buluşmaların getireceği kamuoyu ilgisinin bile yaratılamadığını görüyoruz. Sabah, Kafa Radyo’da Güçlü Mete’yi dinlerken o da söyledi; meselâ –çok güzel bir noktaya değindi– dedi ki: “Bu toplantı yapılıyor, ama hiçbir televizyon kanalı çıkıp geceyarısı yayınlarını kesip, “İşte, toplantıdan şu açıklama çıktı” deme ihtiyâcı hissetmiyor. Bu heyecânı şu hâliyle verebilen bir hareket değil bu. 

Biliyoruz, bu sürecek, altı lider muhtemelen berâber hareket edecekler, aralarında sorunlar var, değişik konularda farklı görüşler var –bunların hepsi anlaşılır şeyler–; ama şunu görüyoriz ki, altı lider –belki sayı artar, belki de azalır; ama azalacağını açıkçası hiç sanmıyorum, şu hâliyle–, işte, altı lider bir yolu birlikte gidiyorlar. Ve bunun en azından milâdının 12 Şubat’ta Kılıçdaroğlu’nun düzenlediği akşam yemeği olduğunu kabul edebiliriz — daha evveliyâtı var; ama diyelim ki 12 Şubat’tan bu yana. Bayağı zaman oldu ve daha da süreceğini söylüyorlar. O zaman en azından bu işin, Refah Partisi’nde olduğu gibi “karargâh” demesek de, bir sekretaryasının, bir ofisinin oluşması gerekmez mi? Ve insanlar enerjilerini orada biriktirseler daha iyi olmaz mı? Tabii burada şöyle sorunlar çıkacak — diyelim ki bu olayı bir ekibe teslim ettiler: “O ekip kim olsun?” diye aralarında mı tartışacaklar bilemiyorum. Artık günümüz dünyasında ve Türkiye’sinde bu tamâmen profesyonel ellere bırakılabilecek bir şey. O profesyonel eller bir reklam şirketi olabilir, halkla ilişkiler şirketi olabilir ya da böyle bir inisiyatif için özel olarak oluşturulmuş bir insan grubu olabilir, buraya bir şekilde tüm partiler katkıda da bulunabilirler; ama oranın bağımsız ya da en azından özerk bir şekilde bu faaliyeti kamuoyuna anlatabilmesi lâzım. Anlatmak, şu hâliyle çok mümkün olmuyor ve fark ediyorsanız, biz gazeteciler de bu konularda konuşurken epey bir zorlanıyoruz. Elimizde hepi topu bu var, bir açıklama var. Şöyle bir açıklama ki, içinde Türkçe yanlışı bile gördüm yani — neyse onu söylemeyeyim, arkadaşlar kusura bakmasınlar ama biraz aceleye gelmiş. Ama bu Türkiye gibi bir ülkeyi, bu kadar sorunları olan bir ülkeyi; AKP iktidârından, Erdoğan’ın elinden 20 ya da 21 yıl sonra devralma iddiasının çok daha profesyonel bir şekilde ve çok daha heyecanlı bir şekilde yapılabilmesi lazım. Dikkat ederseniz, içerikle ilgili konulara çok da girmiyorum; her partinin ayrı ayrı beklentisi, şusu busu var, belki birtakım pazarlıklar var –milletvekili pazarlığı da olabilir, bakanlık, cumhurbaşkanlığı yardımcılığı pazarlığı da olabilir, bilemiyorum; belki de bunlar hiç yoktur–; ama bu altı partinin yaşanan birtakım önemli olaylarda birlikte bir sözünün söylenebiliyor olması, ânında ortak bir tavrın konulabiliyor olması ve yaptıkları faaliyetlerin de profesyonel bir şekilde kamuoyuna aktarılabiliyor olması lâzım. 

Şimdi, genellikle bu tür şeyler söylendiği zaman medyadan şikâyet ediliyor –ki doğru, ülkede medya büyük ölçüde iktidar tarafından kontrol ediliyor, bu doğru–; ama unutmamak lâzım ki bugün iktidâra gelen çevreler, geçmişte medya tarafından dışlanan çevrelerdi — başta Erdoğan olmak üzere. Kimi durumda medyanın sizi bu kadar dışlıyor, size bu kadar düşman olması pekâlâ lehinize de olabilir. Öte yandan, kaldı ki günümüzde artık sosyal medya diye bir olay var ve bütün partiler bunu biliyorlar; bayağı da kullanıyorlar, kullanmaya çalışıyorlar — böyle bir imkân da var. Bir de, sayıları az da olsa, onlara kapılarını açan yerler de var. Sonuçta bunlar mâzeretle açıklanabilecek bir şey değil. Burada bütün bu partilerin, bu altı partinin beyin takımlarının, en azından –artık kaçınılmaz bir yola girdiler– bu olayı daha iyi bir şekilde kamuoyuna anlatacak ve her bir toplantıyı, her bir açıklamayı en azından muhâlefete gönül verenlerin merak edeceği bir havayı, atmosferi yaratabilecek adımlar atılması gerekiyor. Şu hâliyle baktığımız zaman, –bir zamanlar bana çok söyledi insanlar, “‘Büyük resim’, ‘büyük resim’ dedin; şimdi geldi, ‘büyük resim’ beğenmiyorsun”– demek ki sadece fotoğraf çektirmek yetmiyor; fotoğrafı çektirirken fotoğrafı nasıl çektirdiğiniz, fotoğraf çekilirken nerede durduğunuz, ne kıyafet giydiğinizden tutun da ne söylediğinize kadar; ya da o fotoğrafın çekilme sürecine kadar neler yaptığınız ve çekildikten sonra neler yaptığınız, çok önemli hususlar. Olay sâdece nasıl olsa, “Bizim yan yana durmamız yeterli olacak” diyerek bu iş olmuyor ve bu heyecânı da sürekli dinamik kılacak yolları bulmaları ve bunları bence bir an önce profesyonel birilerine teslim etmeleri gerekiyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.