Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yüzde 50+1 oy zorunluluğu kimin işine yarıyor?

Ruşen Çakır, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yüzde 50+1 oy zorunluluğunun kimin işine yaradığını değerlendirdi.

Anayasadaki değişiklik nedeniyle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylar, ilk turda seçilebilmek için oyların yarısından bir fazlasını almak zorunda. 2018’deki genel seçimlerde yüzde 50+1 oy zorunluluğunun Erdoğan’ın işine yaradığını söyleyen Çakır, Erdoğan’ın rakipleri Meral Akşener ve Muharrem İnce’yi bu sayede eleyerek yeniden cumhurbaşkanı olduğunu hatırlattı.

Peki önümüzdeki seçimlerde yüzde 50+1 oy zorunluluğu kimin işine yarayacak? Ruşen Çakır yorumladı.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Cenk Narin

Merhaba, iyi günler. Bugün yüzde 50+1 oy üzerine bir şeyler söylemek istiyorum.  Bâzıları bunu yanlışlıkla yüzde 51 olarak düşünüyorlar. Halbuki anayasaya göre, yapılan değişiklikle, cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda oyların yarısından bir fazla oy alınması şartı var, ilk turda seçilebilmesi için. Yani oyların yüzde 50’sini ve en az bir oy daha almanız gerekiyor. Bu geçen seçimde Erdoğan’ın lehine işledi ve Erdoğan ilk turda yüzde 50’nin üzerinde oy alarak rahat bir şekilde Muharrem İnce ve Meral Akşener’i geçti. Fakat daha sonra AKP çevrelerinde bir panik hâli gördük — özellikle de yerel seçimlerin ardından. Erdoğan’ın ilk turda yüzde 50+1 oyu alamayacağı netleşince, bu şartı indirmek istediler. Bunu dile getirdiler. Yüzde 40 telaffuz edildi. Yani ilk turda yüzde 40 oy alan seçilsin. Yani tek kişi birden yüzde 40 alıyorsa, adayların içinde tabii ki en yüksek oyu alan oluyor. Yani yüzde 50’yi yüzde 40’a indirmek düşünüldü. Fakat ortada çok ciddî bir sorun vardı, hâlâ var. Bunun için anayasa değişikliği gerekiyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, anayasa değişikliği için gerekli olan oyları AKP ve MHP tamamlayamıyorlar. Ve referanduma götürebilmek için dahi tamamlayamıyorlar. Toplam 333 sandalyeleri var Meclis’te. 360 gerekiyor referandum için, doğrudan geçmesi için 400 gerekiyor. Yani referanduma götürmek ya da doğrudan Meclis’ten bu anayasa değişikliğini geçirebilmek için muhâlefetten destek almaları lâzım. Fakat şöyle ilginç bir şey oldu: Sonra AKP bunu dillendirmez oldu. Yüzde 50+1’i yüzde 40+1’e indirme meselesini dillendirmez oldu. Yani burada ilk akla gelen: “Muhâlefet nasıl olsa destek vermez, onun için vazgeçtiler, ısrar etmiyorlar” diye düşünülebilir. Fakat bence şöyle bir tablo ortaya çıktı. Erdoğan bu yüzde 50+1’i yüzde 40+1’e indirirse, rakiplerinin kazanmasını garantileyebileceğinden korktu. Özellikle ekonomik krizle berâber AKP ve MHP tabanında yaşanan çözülme, kamuoyu yoklamalarında bize Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimine girmesi durumunda, Mansur Yavaş’a, Ekrem İmamoğlu’na, Meral Akşener’e karşı kaybettiğini, hattâ kimi durumda Kılıçdaroğlu’nun da Erdoğan’la neredeyse başa baş gittiğini gösterdi bir dönem. Ve oradan hareketle, yüzde 40 olayı dillendirilmez oldu diye düşünüyorum. Zîra böyle bir durumda, diyelim ki Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş veya Meral Akşener ilk turda Erdoğan’dan fazla oy alarak, yüzde 40’ın üzerinde oy alarak seçilebilir hâle geldiler — bir dönem, bir ara. Düşünülen şöyle bir olay var: Cumhur İttifakı bir isim çıkartacak; bu muhtemelen Erdoğan olacak. Millet İttifakı bir isim çıkaracak; bu Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ya da Kemal Kılıçdaroğlu ya da –her ne kadar “Ben başbakan adayı olacağım dese de”– bir ihtimal, Meral Akşener olacak. Ama ayrıca HDP bir aday çıkaracak. HDP’ye ek olarak da, milletvekili sayısı yetmese de 100 bin imza toplayabilen kişiler, parti liderleri ya da bağımsız kişiler aday olabilecekler. Dolayısıyla iki adaylı bir seçim olmayacak. İki adaylı bir seçim olsa zâten ilk turda en çok oyu alan yüzde 50’yi de aşmış olacak ve o kazanacak. Buradaki hesap şöyle yapılıyordu Erdoğan tarafından: İlk turda her iki taraf da yüzde 50+1 oyu alamayacak; dolayısıyla seçimin kaderini diğer adaylara oy vermiş olan seçmenler, özellikle de HDP adayına oy vermiş seçmenler belirleyecek. Ve “Bunlar da herhalde bana oy vermezler, muhâlefete oy verirler” diye düşünerek, ilk turdan bu olayı kapatmak istiyordu. Bunu ciddî bir şekilde düşünüyordu. Fakat sonradan işin rengi değişince, bu sefer başka bir stratejiye yöneldi Erdoğan. Bence Abdullah Öcalan’ın ismini telaffuzuyla berâber, o stratejinin ucunu görüyoruz henüz. Bu strateji de bence HDP seçmeninin ikinci turda Erdoğan ya da Cumhur İttifakı’nın adayı kimse –ki Erdoğan olacak; zâten Erdoğan’ın olmaması durumunda Cumhur İttifakı kimi çıkarırsa çıkarsın büyük bir ihtimalle seçim ilk turda Millet İttifakı adayı lehine sonuçlanır–, ilk turda kendi adayına oy vermiş olan HDP seçmeninin ikinci turda Erdoğan’a oy vermesi ya da sandığa gitmemesi — şansını böyle zorlamak istiyor Erdoğan. Yani ikinci tura saklayarak, ikinci turda şansını denemek istiyor. Bütün bunlar, Türkiye’de siyâsetin ne kadar oynak olduğunu bize gösteriyor.

Hızlı bir şekilde çok şey değişebiliyor. Fakat şunu söylememe izin verin: Yakın bir zamanda gördüğüm ve güvendiğim bir kamuoyu araştırmasında, Erdoğan’ın son günlerde –bu Ukrayna savaşıyla alâkalı olabilir– desteğinin arttığı yolunda birtakım rakamlar çıktı karşıma. Ne derece doğrudur, ne derece kalıcıdır, bunu öngörmek mümkün değil. Fakat bu hâliyle bakıldığı zaman, Erdoğan’ın pekâlâ ilk turda MHP’nin ve diğerlerinin de desteğiyle yüzde 40’ı alma ihtimâli olabilir. Bunu görüyorum. Bu da tabii karşısındaki adayın kim olacağıyla ilgili bir şey. Ve ne zamandan beri geçerli olan husus aynen devam ediyor anladığım kadarıyla; o da muhâlefetin en güçlü isimlerinin, önce Mansur Yavaş, ardından Ekrem İmamoğlu olması. Bu ikisinin aday çıkması durumunda Erdoğan’ın işi çok zor. Özellikle Mansur Yavaş ismi ne zamandır… Mansur Yavaş’la Ekrem İmamoğlu yakın oylar hâlinde gözüküyorlardı, ama Mansur Yavaş sanki biraz daha önde. Ve son dönemde Mansur Yavaş’a yönelik atılan adımların da bununla alâkalı olduğunu düşünmemize yetecek veriler bunlar. Nasıl bir hava yaratılıyor? Meselâ İYİ Parti’den kopup kendi partini kurmuş bir isim, Ümit Özdağ, “Bizim adayımız Mansur Yavaş” diyor. “Eğer aday gösterilmezse biz onu aday gösteririz” diyor ve burada muhâlefetteki insanların, öncelikle de İYİ Parti’den insanların, seçmenin, yöneticilerin canı sıkılıyor. En hafif tâbiriyle, canı sıkılıyor; çünkü bu Mansur Yavaş’ın lehine olan bir durum değil. Nitekim kendisi de yaptığı birtakım açıklamalarla, gerek Meral Akşener’le konuştuktan sonra, en son İsmail Saymaz’a açıkça söylemiş, “Bu beni rahatsız etti” demiş. Tabii orada altını ısrarla çizmek lâzım: Bu rahatsızlığını bir hafta sonra dile getirmiş olmasını da bir yere yazmak gerekiyor. Bir diğer husus da şu: İktidâra yakın kişilerin de Mansur Yavaş konusunda daha az saldırgan olmaları — öyle söyleyelim. Daha kabullenici bir pozisyon almalarına tanık oluyoruz böyle değişik atmosferlerde, değişik ortamlarda. Burada da bu sefer Mansur Yavaş’ın nasıl bir cumhurbaşkanı olacağı ve özellikle de cumhurbaşkanı olduktan sonra yirmi yıllık AKP iktidârıyla nasıl bir hesaplaşma içine gireceği konusunda şüphelere de neden olabiliyor bu ilgi ya da Mansur Yavaş’a yönelik herhangi bir sert hamlenin olmaması. Bunu da bir yere not etmek gerekiyor. Anladığım kadarıyla şu hâliyle iktidar, iktidar yanlıları, Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak Mansur Yavaş’ı görüyorlar. Kamuoyu yoklamaları da bunu gösteriyor. Kendileri de herhalde yaptıkları nabız yoklamalarında bunu görüyorlar ve bu anlamda Mansur Yavaş’a “saldırmayarak yıpratma” gibi bir politika izliyorlar. Çok komplo teorisi gibi gelebilir, ama şunu özellikle vurgulamak lâzım: Cumhur İttifakı ne zamandan beri artık kamuoyunu harekete geçirecek politikalar üretemediği için, kendisine çekidüzen veremediği için, karşı tarafı, muhâlefeti sarsmaya çalışıyor, muhâlefetin içerisinde gedikler açmaya çalışıyor. 

Tekrar yüzde 50+1 olayına dönecek olursak; seçimlerin ikinci tura kalması durumunda, her ne kadar “Kürtler oy vermez” vs. dense de, Mansur Yavaş’ın ve Ekrem İmamoğlu’nun kendi başlarına aday olmaları durumunda Erdoğan karşısında kazanacakları kanısındayım. Tabii bu benim kişisel görüşüm. Birtakım araştırmalar da bu yönde çok güçlü şeyler söylüyorlar. Fakat bakıldığı zaman, her iki adayın da ayrı ayrı artıları ve eksileri olduğu gözüküyor. Ama buna karşılık bir Akşener’in ve Kılıçdaroğlu’nun –tabii ki Kılıçdaroğlu’nun adaylığı daha fazla gündemde– bu kadar güçlü bir durumda olduğunu şu aşamada söylemek mümkün değil. CHP çevreleri özellikle Kılıçdaroğlu’na çok ciddi bir şekilde vurgu yapıyorlar. Kılıçdaroğlu gerçekten de altılı masada şu âna kadar yarım yamalak çizilen, özellikle de güçlendirilmiş parlamenter sistem vurgusuyla çizilen yol haritasına en uygun isim olarak gözüküyor. Ama tekrar orada, “kazanabilir aday” ve “kazanacak aday” ayrımına geliyoruz ve değişik şekillerde, gerek İYİ Parti’den, gerek Demokrat Parti liderinden bu kazanabilirlik meselesine çok ciddî vurgular yapıldığını da görüyoruz. Bir tartışmanın olduğu ve bir tereddüdün olduğu muhakkak ve son günlerde özellikle bu tereddüt içerisinde olan ve yeterince heyecan veremeyen muhâlefetin iktidar karşısında eskisi kadar güçlü olmayabileceğini gördük. Dış politikadaki birtakım hamleleriyle Erdoğan’ın birazcık da olsa moral kazanmış olduğunu gördük; ama bu sürdürülebilir bir şey değil. Çünkü en iyimser ifâdeyle Aralık ayından îtibâren enflasyonu indireceklerini söyleyen bir iktidar var. 

Yani Aralık ayına kadar bir iyileşme olmayacağını îtiraf etmiş bir iktidar var karşımızda — ki Aralık’tan sonra olacağının da hiçbir garantisi yok tabii ki. Onlar böyle söylüyorlar ama, bu iktidar kazârâ Ukrayna savaşının bitmesine sağlayacak birtakım adımları atabilmiş olsaydı, belki bir nebze olsun prestij kazanabilirdi; ama gördüğümüz kadarıyla savaş kolay kolay biteceğe de benzemiyor. İstanbul’daki görüşmelerden bir sonuç çıkmadığı da anlaşılıyor. Dolayısıyla iktidârın işi aslında, şu günlerde birazcık kendini toparlıyor gibi gözükse de, çok kolay değil. Dolayısıyla şu hâliyle bakıldığı zaman, eğer muhâlefet etkili bir şekilde davranırsa, güçlü bir şekilde gündemi belirlemeye başlarsa, ilk turdan bile yüzde 50+1 oyu alabileceğini düşünüyorum. İkinci tura kalması hâlinde, eğer adayda çok sorun olmazsa kazanmasının çok mümkün olduğunu düşünüyorum. Şu hâliyle bakıldığı zaman, yüzde 50+1’de devam etmek ya da bunu bir şekilde yüzde 40’a indirmek… her ikisi de aslında iktidâra, Erdoğan’a çâre olabilecek gibi bir şey değil. Yapılabilecek tek şey, yani seçim olacaksa, normal şartlarda seçimi Erdoğan’ın kazanabilmesi mümkün gözükmüyor. Fakat muhâlefeti dağıtmak, muhâlefet içerisinde sorun çıkartmak, muhâlefetin potansiyel adaylarını yıpratmak gibi stratejilerinde ve taktiklerinde başarılı olma durumunda, muhâlefetin bunları bertaraf edememesi durumunda, HDP konusunda yanlış birtakım adımlar atılması durumunda, Erdoğan, yüzde 40’a da değişse, yüzde 50+1’de de kalsa, kazanma ihtimâlini belki yakalayabilir. Dolayısıyla Türkiye’de önümüzdeki seçimin kaderini muhâlefet ve muhâlefetin göstereceği aday ve adayın birlikte hareket edeceği ekip belirleyecek. İktidarın engelleyebilmenin tek yolu olarak artık yasalar değiştirerek vs., şununla bununla yapabileceği çok fazla bir şey yok. Yapabileceği tek şey muhâlefeti dağıtmak olacak. Bunu başarabileceğini şu hâliyle sanmıyorum. Ama yine de bunun pekâlâ mümkün olabileceği bir Türkiye’de yaşayanlar olarak, hepimizin aklına bir şekilde herhalde geliyordur. Bugün saat 15:30’da bir başka yayın daha yapacağım. Farklı bir konuda, din konusunda, “Din elden gidiyor” argümanı üzerine bir yayınla tekrar karşınızda olacağım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.