Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik | ABD’de kürtaj tartışmaları, Putin’e darbe mi yapılacak? & Sırada Sisi ile kucaklaşma mı var?

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıları devam ediyor, bugün savaşın 70. günü. Peki sahada ve diplomaside son durum ne? Taraflar barışa yakın mı?

Türk dış politikasındaki normalleşme arayışları devam ediyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’un Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülen Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı davasının Riyad’a iade edilmesinden 21 gün sonra Cidde’ye gitti. Suudi Arabistan’da hem Kral hem de Veliaht Prens ile görüşen Erdoğan’ın Muhammed bin Selman ile selamlaşırken çekilen fotoğrafı gündem oldu. Peki Erdoğan’ın bu ziyaretinin anlamı ne?

Suudi Arabistan ziyareti sonrası uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, Mısır ve İsrail ile normalleşmenin de sinyallerini verdi. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ın ardından şimdi de Sisi ile mi barışma söz konusu?

ABD Yüksek Mahkemesi, kürtajı federal bir hak olmaktan çıkaracak mı? Vaşington’da son gelişmeler neler?

Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar, Transatlantik’te değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi bayramlar. “Transatlantik” ile karşınızdayız ve Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile dünyayı ve Amerika Birleşik Devletleri’ni konuşacağız. Arkadaşlar merhaba, iyi bayramlar. Sizde tatil yok; bizde de yok gördüğünüz gibi. Önce savaş ile başlayalım: Gönül, savaş ne durumda? Neler konuşuluyor Amerika Birleşik Devletleri’nde?

Gönül Tol: Savaşın onuncu haftasına girdik Ruşen ve Rusya’nın doğuda ele geçirdiği yerleri kendi topraklarına katmaya hazırlandığına dâir haberler var. Bu bölgelerde kendi para biriminin kullanılması emrini verdi; yerel yönetimler kuruyor ve yakın bir zamanda da –Amerikalı yetkililer Mayıs ortası gibi bekliyorlar–, yakın bir zamanda da buraları topraklarına katmak için bir referanduma hazırlandığı söyleniyor. Şimdi, Rus yetkililere kalırsa eğer, onların söylediklerini dinlerseniz, bu doğuda süren operasyon önümüzdeki haftalarda hız kazanacak ve Donetsk ve Luhansk bölgelerinin tamâmen kontrolünün sağlanacağı söyleniyor. Onun ötesinde, güneyde bâzı yerler var; oralara da çok önem veriyor Rusya — orada da kontrolün sağlanacağı söyleniyor. Bu şekilde birkaç şey başarmayı ümit ediyor. Bunlardan bir tânesi, Kırım’a karadan bir koridor açılmasını ümit ediyor Rusya; diğer taraftan da doğudaki yerleri ele geçirerek, Ukrayna’nın ihrâcat yollarını da ele geçirerek Ukrayna ekonomisini daha çok sekteye uğrama çabası var. Fakat askerî uzmanlar bu doğudaki ilerleyişin aslında son derece zayıf olduğunu ve Ukrayna ordusunun direnişinin de çok güçlü olduğunu söylüyor. Rus yetkililerin söylediği gibi, böyle sorunsuz, problemsiz ve hızlı ilerlemiyor doğudaki operasyon. Bir de burada sık konuşulan şu var: Putin’e eski Rus generallerin ve KGB içerisindeki önemli isimlerin bir darbe planlayacağından bahsediliyor. Burada Rusya’ya çok yakın olan birkaç düşünce kuruluşu var; içerisinde Rus uzmanlar da var, hem onlar söylüyor, hem birkaç Amerikalı yetkili bunu söyledi, bir darbe ihtimâlinin olduğunu dillendirdi. Bunu da birkaç şeye istinâden söylüyorlar. Bir tanesi, Rusya’nın iç güvenliğinden sorumlu bir kurum var — Federal Güvenlik Servisi (FSB) deniliyor. Bu kurum içerisindeki en tepe isimlerin, savaş başladığından beri savaştan rahatsız olduğunu, bunun çok stratejik bir hatâ olduğunu düşündükleri belirtiliyor ve buradaki isimler ile Putin arasında da savaş başladığından beri çok ciddî boyutta bir gerginlik olduğu söyleniyor; hattâ buradaki birkaç ismin de bir süredir ev hapsinde tutulduğu anlatılıyor. O yüzden de bâzı generallerin ve FSB içerisindeki görevlilerin Putin’e bir darbe yoluyla Ukrayna savaşını bitirmeyi düşündüklerini söylüyorlar. Tabii bizim, dışarıdan bakan insanlar olarak orada yapılan herhangi bir kamu yoklamasına güvenmemiz çok güç; bir de tabii bir propaganda makinesi işliyor. Putin Rusya halkının savaşla ilgili ne duymasını istiyorsa onu duyuyorlar. Medya tamâmen onun kontrolünde — o yüzden, savaş konusunda Rus halkı nerede duruyor bilemiyoruz. Fakat darbe ihtimâlini güçlü gören Rus uzmanların söyledikleri şu: Halk içerisinde de çok ciddî bir rahatsızlık var; yaptırımlar ekonominin belini bükmüş durumda, Rusya çok izole olmuş durumda. Bâzı oligarkların da rahatsızlık belirttiği söyleniyor ve güvenlik bürokrasinin de işte buna güvenerek böyle bir darbe planı içerisinde olduğu söyleniyor. Bunu çok abartılı bulanlar da var — onu da söylemek lâzım. Yani Rus ekonomisi yaptırımlardan çok etkilenmiş olabilir; fakat asıl halkın günlük yaşamını etkileyecek yaptırımların etkilerinin orta ve uzun vâdede daha çok hissedileceğini; Rus ekonomisinde savaşın etkilerinin orta ve uzun vâdede hissedileceğini; Rus ekonomisinin bir süre daha su üstünde kalabileceğini, o yüzden halk içerisinde çok büyük bir rahatsızlık olmadığını söylüyorlar. Dolayısıyla bir darbe teşebbüsünü de, bir darbe ihtimâlini de çok olası görmeyenler de var. 

Ruşen Çakır: Ömer, sana sorayım: Sen böyle bir darbeyi mümkün ve gerçekçi görüyor musun? Bir de ek olarak: Zelensky galiba bir Yunan medyasına verdiği demeçte, Türkiye’nin tutumundan çok memnun olmadığını söylemiş; özellikle Rusya’dan turistlerin gelecek olmasına dikkat çekmiş. Türkiye’nin tutumunun her iki tarafı birden memnun etmesinin mümkün olmadığını biliyoruz, ama senin bu konuda söyleyeceğin bir şey var mı? 

Ömer Taşpınar: Sorulara cevap vermeden önce, Amerika’nın ne yaptığı konusunda bir şey eklemek gerekiyor bence Ruşen: Geçen hafta Biden, Amerikan Kongresi’nden 33 milyar dolarlık çok büyük bir rakamı talep etti Ukrayna için. Bu rakam beklenmediği kadar yüksek bir rakamdı. Nedeni de, temelde artık savaşta yeni bir aşamaya gelinmesi ve Ukrayna’nın sâdece batısını kurtarmak değil, Kiev’i ve bütün şehirleri, aynı zamanda doğuyu da kurtarabileceği konusunda bir inanç belirmesi Washington’da. Doğuyu da kurtarmak ne demek? Bir şekilde Donbass bölgesine yakın bölgeleri de ele geçirme ve Rusya’yı geri püskürtme. Bu bütünüyle Rusya’yı güneyde ve doğuda geri püskürtme çabası. Ve bu 33 milyar doların 20 milyar doları ağır silah yardımı. Yani Howitzer’ler, çok daha güçlü tank sistemleri; belki gerekirse uçak ve Ukraynalı pilotların eğitimi, Polonya’da eğitim projeleri — ve bunlar biliyorsun MIG-29 uçakları kullanıyorlar. Bir şekilde yavaş yavaş Amerikan sistemi uçaklarda, yani F-16’larda eğitim verilmesi. Dolayısıyla Amerika başta olmak üzere NATO’nun çok daha ciddî bir şekilde, devreye girmesi; sâdece finansal yardım değil, askerî eğitimle Polonya’nın bu işin çok ciddî içinde olduğunu biliyoruz. Rakam çok büyük: 33 milyar doların 20 milyar doları askerî yardım, 8-9 milyar doları ekonomik yardım, 4 milyar doları da insânî yardım olarak çıkıyor. Şu anda Ukrayna’nın kendisini idâme ettirmesi için –yani ekonomiyi yürütmesi için, maaşları ödemesi için, ülkenin çökmemesi için– ayda 2 milyar dolara ihtiyâcı var deniyor. Dolayısıyla iyice Amerika yardımıyla ayakta duran bir Ukrayna ekonomisinden ve ordusundan bahsediyoruz. Bunlara karşı tabii ki Rusya son derece şikâyetçi. Rusya’nın Moskova’daki sözcüsü Dimitri Peskov, “Batı ateş ile oynuyor; çok büyük riskler alıyorlar. Bu tür askerî yardımlar savaşın nükleere doğru gitmesini tırmandırır” gibi tehditkâr sözler satfetti; hem Dimitri Peskov hem de Dışişleri Bakanı Lavrov Batı’yı uyarıyorlar. Yani bir tırmanma aşamasına gelindi. Rusya’nın sâhada ciddî bir başarı gösteremiyor oluşu ve askerî kayıplarının eskisine oranla azalmış olmasına rağmen –15-20 bin asker civarında olduğu artık kabul edilen bir gerçek– bu savaş artık uzayacak gibi görünüyor. Doğu cephesi öyle birkaç hafta içinde bitecek bir cephe değil. Amerika’nın stratejisi bu savaşı uzatmak, hattâ Ukrayna’nın bir şekilde kazanmasını sağlamak üzerine kurulu. Bunun da deminki darbe söylentileriyle bir bağlantısı şöyle kurulabilir: Bu savaş ne kadar uzarsa, bu savaşın Rusya ekonomisine etkisi, Rusya’daki halka etkisi o kadar büyürse, Putin rejiminin de o kadar zayıflayacağı ortada. Şimdi bu tür spekülasyonlar, darbe spekülasyonları neden ortaya çıkıyor? Çünkü birkaç hafta önce Biden’ın kendisi de zâten, “Bu adam artık gitmeli” dedi. Yani Putin için, “Gitmeli” dedi. Dolayısıyla “Amerika’nın stratejisi Kremlin’de rejim değişikliği yönünde” dedikodusu da var. Bunlar şu aşamada spekülasyon, dedikodu ve tabii ki Rusya’da olup biteni anlamak çok zor şu aşamada. Yani istihbâratla ilgili yaşanan sorunlar, Ukrayna ile ilgili sâhada istihbârat toplamış Rus şeflerinin ev hapsine alınması… Bunlar bir buçuk ay önceden zâten basına sızdırılan, Rusya’da konuşulan olaylardı. Fakat yeni olan şey şu: Artık halkın bunun bir askerî operasyon, bunun bir özel operasyon olmaktan çıkıp, ciddî askerî kayıplarla karşı karşıya kaldığı ortada. Eğer sen 15-20 bin asker kaybetmişsen, yüzlerce tank kaybetmişsen ve ortada bir başarı hikâyesi yoksa, hedef küçültmene rağmen hâlâ büyük bir başarı kazanamıyorsan, bu, halkın üzerinde bir etkide bulunuyor; yani “Biz bu savaşı kazanabiliyor muyuz? Burada ciddî bir savaş var, şehitler geliyor” diyorlar. Yani bir sürü çocuk ölüyor ve ekonomide de ciddî bir yıpranma var. Ruble belki değer kazandı, eski değerine döndü; ama Rusya’da beklenen, şu anda %7,5’luk –hattâ kimileri %10-15 rakamını söylüyor– bir ekonomik daralma; yani ekonomin çok zorlaştığı, ekonomik kalkınmanın yok olduğu, ekonominin git gide zayıfladığı bir yere doğru geliyoruz. Bütün bunlar Putin’in meşrûiyetini etkileyecek gelişmeler. Yani içeride bir general çıkıp, veya bir istihbârat kurumu çıkıp darbe yapabilir mi? Bana göre bütün bunlar konusunda önlem alacak birisi varsa ve bunların ortaya çıkmamasını sağlayacak birisi varsa, zâten kendisi istihbârattan gelen, KGB’den gelen Putin’dir. Yani Putin’i götürmek, öyle Gorbaçov’u götürmek veya Yeltsin’i götürmeye benzemez. Yani Putin bambaşka bir siyâsî figür; 20 küsur yıldan beri iktidarda. Onu böyle bir saray darbesi ile, Kremlin darbesi ile götürmek için bana göre şu anki şartlar Rusya’da oluşmuş değil; ama Batı’da böyle konuların konuşuluyor olması, spekülasyon olması, sanki Amerika, CIA bunu yapmaya hazırlanıyor gibi komplo teorilerini de berâberinde getirecektir. Eminim bu, Türkiye gibi ülkelerle de o şekilde dillendirilecektir. O nedenle, bana göre, şu aşamada biraz spekülasyon ve komplo teorisi kokuyor bu. Türkiye-Ukrayna’ya gelirsek, Türkiye-Ukrayna ilişkilerinde tabii ki Zelensky’nin yaptığı, “Türkiye’ye tam güvenmiyorum” açıklaması anlaşılır bir açıklama; çünkü Türkiye bir yandan arabuluculuk yaparken, öte yandan Rusya ile de ilişkilerinde, turizm konusunda çok ciddî adımlar atıp Rus turist çekmeye çalışıyor. Bunu normal karşılamak gerekebilir. Eğer reel-politik açısından bakıyorsan, Türkiye ekonomik bir darboğaz içerisinde ve turizme muhtaç. En çok da Rus turist geliyordu. Yani bir şekilde Rusya ile ilişkileri koparmamaya çalışıyor. Yaptırımlara destek vermiyor. Tam aksine Rusya’dan daha fazla sermaye çekmeye çalışabilir. Bütün bunlar, şu anda savaşırken Ukrayna liderinin gözünde, özellikle Yunan televizyonuna konuşurken, “Türkiye’nin de bu konuda biraz ikili oynadığını düşünüyorum” demesine sebep olabilir. Ben iki tarafı da anlayışla karşılamak gerektiğini düşünüyorum. Bir tânesi, yani Ukrayna tarafı, kendi varoluşu için bir beka savaşı içerisinde. Ve Türkiye’nin arabuluculuktan çok bir prestij kazanma çabasında olduğunu düşünüyor bence Ukrayna; çünkü ortada bir barış süreci yok. Yani Bahçeli çıktı, “İstanbul Barış Süreci” dedi, ama öyle bir barış süreci yok. Yani Ukrayna ile şu anda Rusya arasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri gidiyor konuşuyor, ona rağmen bir başarı yok. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bu Mariupol’deki çelik fabrikasında mahsur kalmış kişiler için bir proje geliştirdi, kendisi sonra Ukrayna’ya gitti, Kiev’deki konuşmasından birkaç saat sonra, konuştuğu yerlere yakın yerler bombalandı Rusya tarafından. Yani Birleşmiş Milletler ve Genel Sekreter bile bir başarı gösteremezken, Türkiye’nin mûcizeler yaratması falan mümkün değil; ortada bir barış süreci yok, ciddî bir savaş süreci var. Dolayısıyla Türkiye’nin kendini çok kandırmaması gerek. Yani Bahçeli’nin dediği gibi, “Bizim dışımızda barış isteyen yok, bütün dünya savaş istiyor”… bunlar doğru değil. Öte yandan da Türkiye’nin Rusya ile ekonomik ilişkileri konusunda da tedirgin olması gayet normal, Türkiye Rusya’ya bağımlı bir ülke ve yaptırımlar konusunda da Birleşmiş Milletler yaptırımları yok, Amerika ve Avrupa Birliği yaptırımları var. Türkiye bunlara uymayacağını söylüyor, Ukrayna da bundan şikâyetçi. 

Ruşen Çakır: Gönül, sen erken çıkmak durumundasın, o zaman şu iki soruyu birlikte sana sorayım: Bir, Muhammed Bin Selman ile Erdoğan kucaklaştı. Bu kadarını bekliyor muyduk? Yani buluşacaklarını biliyorduk da, o görüntüler, Erdoğan’ın dönüşte uçakta gazetecilere söylediklerine hareketle, sanki en olmaz dediğimiz şey de, Mısır yöneticisi Sisi ile de kucaklaşacakmış gibi bir sonuç çıkardık. Bu sence mümkün mü? 

Gönül Tol: Yani aslında o ilginç olacak Ruşen, Muhammed Bin Selman’ı kucakladığı gibi kameralar önünde Sisi’yi kucaklayacak mı ben de merak ediyorum. Aslında Erdoğan Muhammed Bin Selman’ı hiçbir zaman direk olarak suçlamadı. Yani îmâ etti Muhammed Bin Selman’ı; bu Kaşıkçı meselesinin arkasında olduğunu îmâ etti; ama direk olarak suçlamadı. O yüzden, belki kucaklaşmak onunla daha kolaydı; fakat Sisi söz konusu olduğunda bu çok daha zor, çünkü çok ağır eleştireler yöneltti Sisi’ye. Bir de, Erdoğan’ın darbe girişiminden sonra meşrûiyetini inşâ ettiği bir zemin var, o darbe karşıtlığı üzerinden. Yani 2013’teki Mısır darbesine de karşı çıkmıştı, hatırlayalım: O dönem Gezi vardı; yani kendi rejimini, otoriter rejiminin meşrûiyetini bir anlamda inşâ ettiği darbe karşıtlığından sonra, işte Sisi ile normalleşme olursa bunu nasıl çevirecek sorusu var. Ama Mısır konusunda ben normalleşmeyi de imkânsız bulmuyorum; hani zâten büyükelçi atandı. Normalleşmenin önünde problemler olmakla birlikte, bunu olası görüyorum. Şimdi Muhammed Bin Selman’la verilen resme gelince, çok sıcak bir görüntüydü; fakat şundan emin değilim: Yani her iki tarafta da, yani özellikle Suudi Arabistan tarafında, Muhammed Bin Selman nezdinde ciddî bir güvensizlik var Erdoğan’a karşı, Mısır’da da aynı şey söz konusu. Ve Kaşıkçı olayından sonra aslında ikili ilişkiler, Erdoğan ve Muhammed Bin Selman arasındaki kişisel kimyaya dönüştü. Ve bu ilişkilerin yeniden rayına oturabilmesi için, ya da Türkiye’nin beklentilerinin bütünüyle karşılanması için Muhammed Bin Selman’ın şahsî olarak Erdoğan’a karşı duyduğu kaygının giderilmesi gerekiyor; ben ondan çok emin değilim. Yani jeostratejik resme baktığımızda, evet, normalleşme hem Türkiye’nin istediği bir şey, hem de Suudi Arabistan’ın çıkarlarına hizmet eden bir gelişme; çünkü birkaç şey oldu bölgede, yani Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye arasında bir normalleşme oldu, Türkiye Mısır’la normalleşmeden bahsediyor, İsrail ile ilişkilerin yeniden rayına oturtulmasından bahsediliyor, Mısır Katar’la normalleşmeye gidiyor vs.. Şimdi böyle bir rüzgâr var bölgede; artık yeniden ağırlığın diplomasiye verildiği bir bölgesel konjonktür var. Şimdi Suudiler bölgesel dinamiklerin dışında kalmak istemiyorlar. Türkiye ile normalleşme çabalarının altında yatan sebeplerden bir tânesi bu; bir ikincisi, Suudi Arabistan’ın Amerika ile arasında yaşanan gerginlik var. Şimdi bu da Muhammed Bin Selman’da izolasyon korkusunu getiriyor. Biliyoruz, özellikle Ukrayna savaşından sonra Suudi Arabistan ve Amerika arasındaki gerginlik çok yükseldi, çok arttı. Hattâ Mart ayında CIA Başkanı William Burns’ün ilişkileri toparlamak için Suudi Arabistan’a gittiği söyleniyor. Ve artık Amerika’nın bölgeden çekilmesi, Suudi Arabistan’ı çok stratejik bir müttefik olarak görmeme ihtimâli vat; bütün bunlar da Suudi Arabistan’da konuşuluyor ve “Bölgede, uluslararası arenada izole olmayalım” endîşesi var; bence bu da tetikleyen sebeplerden biri. Bir diğer sebep de, İran’la nükleer müzâkereler eğer başarıyla sonuçlanırsa, yine Suudi Arabistan yalnız kalacak bölgede. İşte bütün bunların getirdiği bir ivme vardı; yani Suudi Arabistan’ın perspektifinden bakıldığında, bir sürü çok da önemli adım attı, yani İran’la bir anlaşma, mutâbakat da imzalandı. İşte, Katar’la normalleşme adımları var vs.. Bir dizi de adım attı bütün bölge ülkeleriyle normalleşme adına. Şimdi bu bölgesel konjonktürde baktığınızda, Suudi Arabistan’ın da Türkiye’yle ilişkileri yeniden bir normal rayına oturtması Suudi Arabistan’ın çıkarına; fakat Suudi yetkililerle konuştuğunuzda şunu çok net söylüyorlar: Muhammed Bin Selman unutmuş değil. Aslında biz dışarıdan baktığımızda, Kaşıkçı meselesinin Muhammed Bin Selman üzerinde pratikte çok da negatif bir etkisi olmadı gibi düşünüyoruz; ama aslında onun çizmeye çalıştığı bir imaj vardı. İşte, modern, reformcu bir lider imajı vardı; Muhammed Bin Selman hem iç siyâsette, hem uluslararası arenada böyle bir imaj çizmeye çalışıyordu. O imajı Erdoğan yerle bir etti Kaşıkçı meselesinde. Ve bunu Muhammed Bin Selman’ın unutmadığı, unutmayacağı söyleniyor; dolayısıyla hâlâ ilişkilerde böyle bir handikap var. Mısır konusunda ise Mısır’la da normalleşmeyi daha çok isteyen taraf Türkiye tarafı. Bir süredir görüşmeler oluyor. İşte, yakın bir zamanda Türkiye bir büyükelçi atandığını duyurdu. Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilâtı temsilciliği yapmış bir isim atadı büyükelçi olarak. Başka olumlu gelişmeler de var Türkiye-Mısır ilişkilerinde; meselâ yakın bir zamanda Hulusi Akar, Doğu Akdeniz’deki dinamikler açısından Mısır’la ilişkilerin önemini vurguladı; yani bu önemli bir gelişme bence ve meselâ Milli Savunma Bakanlığı’nın düzenlediği bir etkinliğe Mısırlı subaylar da çağırıldı ve orada Mısır “dost ülke” olarak tanımlandı. Şimdi bütün bunlar… yani pozitif gelişmeleri görüyoruz birkaç yıldır ilişkilerde ve Mısır tarafının talepleri vardı; yani Müslüman Kardeşler konusunda istediği şeyler vardı. Erdoğan o adımları attı ve Mısır tarafının en büyük çekincesi Libya konusuydu. Yani Libya’da Türkiye’nin askerî varlığı çok rahatsızlık yaratıyor Mısır tarafında; fakat işte Libya’da ağır aksak da olsa yürüyen, 2020’den beri işleyen bir süreç var — her iki taraf da destekliyor, Mısır da Türkiye de. Birleşmiş Milletler öncülüğünde ilerleyen bir süreç var. Ama Türkiye’nin Libya’da askerî varlığı hâlâ problemli Mısır için. Bence daha da büyük problem Etiyopya’da olanlar. Yani biliyorsun, Etiyopya ve Mısır arasında bir gerginlik var, su paylaşımı ve Etiyopya’nın inşâ ettiği baraj nedeniyle. Ve Türkiye de Etiyopya’yı Afrika’ya açılan bir kapısı olarak görüyor ve o yüzden meselâ bir SİHA anlaşması imzâlandığı söyleniyor Türkiye’nin Etiyopya’yla. Mısırlı yetkililer de Amerika’dan ve Avrupalı yetkililerden yardım istedi bu anlaşmanın hayâta geçmemesi için, çok rahatsız oldular. Yani ikili ilişkilerde rahatsızlık var, örtüşmeyen çıkarlar var; ama Türkiye Mısır’la ilişkilerin normale dönmesi konusunda çok istekli. Mısır tarafının hâlâ çekinceleri ve ciddî bir güven problemi var.  

Ruşen Çakır: Sen gidiyorsun galiba, işlerin nedeniyle. Sana teşekkür ederim. Biz Ömer’le devam edelim. Ömer, aynı soruyu sana sormak istiyorum: Selman meselesini. Yani Suudi Arabistan’a gideceğini biliyorduk, konuştuk zâten önceden; ama görüntüler çok çarpıcıydı. Bir bunun anlamı, bir de aynı şekilde, Sisi meselesi gerçekten daha önceki yayınlarda şey diyorduk, en son o olur diyorduk: Sona vardık mı? Ne dersin?  

Ömer Taşpınar: Suudi Arabistan’daki devlet geleneğine baktığımızda, Mısır’daki gibi köklü bir devlet geleneği yok. Suudi Arabistan’da sonuçta genç bir prens ülkeyi yönetiyor gibi ve hatâlar yaptı, Türkiye bu hatâları haklı bir şekilde gündeme getirdi ve sonra Türkiye geri adım attı. Türkiye ekonomik kriz nedeniyle şu anda paraya muhtaç durumda. Dolayısıyla ben bu ziyâreti Türkiye’nin bir şekilde “tükürdüğünü yalaması”, geri adım atması, baştaki liderin de öyle çok fazla… hani “Bunu uzatmayalım artık” demesi ve bölgedeki konjonktüre de baktığımızda gerçekten şu aşamada artık bölgesel faktörler  açısından da, Amerika sanki bölgeden çıkıyor, bölgedeki ülkeler birbirleriyle konuşmak zorunda. İran’la bir diyalog içinde Suudi Arabistan, bu İran anlaşmasını haftaya konuşalım, muhtemelen olmayacak gibi gözüküyor. Dolayısıyla iki taraf da –Türkiye olsun, Suudi Arabistan olsun, Birleşik Arap Emirlikleri olsun– “Artık bunları konuşalım ve ekonomik, stratejik konularda bir şekilde diyalog içinde olalım” diyor. Çünkü bölgede Amerika’nın kurduğu düzen yavaş yavaş yıkılıyor, Çin daha güçlü bir şekilde geliyor. Amerika sonrası bir düzene doğru hazırlanıyor gibi. Bütün bunlar dışında Türkiye’nin bir ekonomik krizi var ve Suudi Arabistan’dan milyonlarca dolarlık bir yatırım bekliyor, swap anlaşması bekliyor, Birleşik Arap Emirlikleri’yle de aynı konular var. Şimdi bütün bunlar motor, motor olarak bunlar var ilişkilerin düzelmesinin arkasında, Türkiye’nin muhtaç olması var. Mısır’da bunlar var mı? Mısır’dan beklentisi ne Türkiye’nin? Erdoğan Mısır’a gidip Sisi’yle kucaklaşırsa, Mısır Türkiye’ye milyarlarca dolar yatırım mı yapacak? Hayır. Erdoğan için gayet Makyavelist bir şekilde önemli olan, bu işin Türkiye’ye ekonomik getirisi ne olur? Hani Mısır’la ilişkiler düzelirse, bunun Türkiye’ye ekonomik getirisi ne olur? Uzun dönemde Doğu Akdeniz’deki petrol kaynaklarının, doğalgaz kaynaklarının paylaşımı konusunda daha bir işbirliği havasına girilir. Ama bu uzun dönemde olur; öyle hemen olacak bir şey değil. Mısır’la Türkiye arasındaki ticaret hacmine nazaran, Suudi Arabistan’la Türkiye arasındaki, Birleşik Arap Emirlikleri’yle Türkiye arasındaki, İsrail’le Türkiye arasındaki ticaret hacmi filan çok daha fazla. Yani Mısır’la Türkiye arasında ciddî bir ekonomik hacim de yok. O nedenle ben Sisi konusunda biraz daha ağırdan alacağını düşünüyorum iki tarafın da. Yani operasyonel anlamda, diplomatik anlamda ilişkiler kurulur; ama o fotoğrafı vermek, Sisi’yle Erdoğan’ın kucaklaşma fotoğrafını vermek o kadar kolay değil. Çünkü iki tarafta da daha ciddî bir devlet geleneği var. Türkiye’deki devlet geleneği sarsılıyor, Erdoğan para için bazı şeyleri yapabilecek birisi; ama Mısır’daki devlet geleneğine baktığımızda, onlar sert durabilecek konumdalar. Sisi bana göre Erdoğan konusunda çok daha sert olabilecek birisi Muhammed Bin Selman’a göre ve iki tarafın birbirine ettikleri sözler, Türkiye’nin bu meseleyi Müslüman Kardeşler ve Rabia Meydanı’nda bin kişinin öldürülmesini unutmayışı, bunlar önemli. Tabii Erdoğan bunları geriye atıp gidebilir; ama karşılığında ne verecek Mısır? Ona bakmak lâzım. Yani Mısır’dan ne bekleyebilir? Bana göre kısa dönemde Mısır’dan alabileceği şeyler yok. Türkiye’nin bölgede bana göre şu anda öncelik verdiği konu, kendisine seçimlere kadar para getirebilecek yakınlaşmalar. Kendisine seçimlere kadar para getirebilecek yakınlaşmaların içinde de bana göre Mısır yok; ama siyâsî açıdan Amerika bastırırsa, konuşun derlerse, Amerika’nın devreye girmesi önemli olabilir, bir gelişme yaşanır. 

Ruşen Çakır: Ömer, son olarak sizin oranın en önemli gündem maddesini kısaca bize bir anlatsana: Bir kürtaj tartışması var. Yüksek Mahkeme’nin kararı, birtakım tartışmalar, bir belirsizlik de var. Ne oluyor tam olarak, ne bekleniyor? 

Ömer Taşpınar: Şimdi burada Amerika genelinde federal kanunlara baktığımızda, kürtaj konusu kadın hakları açısından edinilmiş bir hak. Yani zannediyorum Anayasa Mahkemesi’nin 1980’lerde verdiği kararla, federal anlamda Amerika’da kürtajı yasaklamak mümkün değil. Yani Amerika’da kürtajın yasaklanması mümkün değil. Fakat bu konu eyâletlerde sürekli gündeme geliyor, eyâletlerin de kendi kanunları var Amerika’da, federal bir sistem olduğu için. Ve güney eyâletleri –Mississippi meselâ, zannediyorum birkaç ay önce Teksas da bunlardan bir tânesi– Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu ve Anayasa Mahkemesi’nde kürtajın yasaklanması için bir dâvâ açılmasını istiyor. Bu konuda Amerika’da hep devam eden bir kültür savaşı var. Bu bir kimlik savaşı değil; bir kültürel konu, yani silâh taşınması, kürtaj meselesi… bunlar Amerika’yı kutuplaştıran hususlar. Ve tabii ki çok dindar bir ülke Amerika. Amerika’da kiliseye gitme oranı %50 oranında ve kiliseye giden insanların çoğu da kürtaja karşı. Avrupa’da kiliseye gitme oranı özellikle Batı Avrupa’da %5’lere düşmüş durumda. Dolayısıyla Avrupa’ya oranla Amerika’nın daha dindar, daha muhâfazakâr bir toplum olduğunu göze alırsak, Trump döneminde Anayasa Mahkemesi’ndeki aritmetik dengenin muhâfazakârlar lehine geliştiğini de göz önüne alırsak… Yani şu anda baktığımızda, 9 Anayasa Mahkemesi üyesinin yaklaşık 6’sı muhâfazakâr, yani Demokratlar’a yakın yargıçlar azalmış durumda. Dolayısıyla kürtaj lobisinin, bu Evanjelist lobinin, muhâfazakâr lobinin Trump sâyesinde kazandığı bir ivme var ve bunu kullanmak istiyorlar. Yani kürtajı federal anlamda yasaklamak istiyorlar Amerika’da. İki gün önce Politico gazetesine bir bilgi sızdırıldı ve bu bir kriz yarattı. O bilgiye göre, içerideki Anayasa Mahkemesi yargıçlarının bir tânesinden, bu konuda şu anda karârın kürtajın yasaklanması yönüne doğru gittiği konusunda bir bilgi notu ortaya çıktı. O bilgi notunda muhâfazakârların şu anda bir blok hâlinde kürtajın yasaklanması için ortaya bir teklif getireceklerini söylüyor ve Güney eyâletlerinden gelen o taleplerin kabul edileceğini ve federal anlamda da kürtajın yasaklanmasının önünün açılabileceğini, yani anayasal bir hak olarak kürtaj hakkının kaldırılabileceği konusunda bir bilgi notu ortaya çıktı. Ve bu tabii ortalığı birbirine kattı. Anayasa Mahkemesi’nin önünde bir sürü insan protestoya başladı, kadın hakları, kürtaj hakları konusunda. Öte yandan Trump’ı destekleyen muhâfazakârlar, Evanjelistler, kürtaj lobisi de büyük bir zafer sarhoşluğu içine girdi, nihâyet otuz yıl sonra istedikleri yere gelebilecekleri konusunda. Dolayısıyla Amerika’yı ara seçimler öncesi, Biden’ı Kasım’daki ara seçimler öncesi, bütün dünyadaki sorunlar, ekonomik sorunlar yetmiyormuş gibi bir de kürtaj meselesi bekliyor. Bu konuda da Amerika’nın kutuplaştığı bir döneme doğru gidiyoruz ve bana göre gidişat kürtajın yasaklanabileceği bir gidişat. En azından kürtaj hakkının anayasal bir hak olmaktan çıktığı ve eyâletlerin istediklerini yapabilecekleri bir yere doğru gidiyoruz. 

Ruşen Çakır: Evet Ömer, burada bu çok önemli; tabii Türkiye’den bakınca öyle gelmeyebilir, ama senin de söylediğin gibi çok köklü bir kavga ve bu kavgada genellikle kendilerini mağlup hissedenlerin yıllar sonra galip olma ihtimalleri var ve bunların Trump yanlıları olması meselesi çok önemli. Çok teşekkürler, Gönül’e zaten ettik, sana da teşekkür edelim, izleyicilerimize teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.