Ruşen Çakır, Gomaşinen’in bu bölümünde Azcimendiler ve liderleri Müslüm Gündüz‘ü anlattı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 90. bölümünde Aczimendileri ve liderleri Müslüm Gündüz’ü anlatmak istiyorum. Bir dönemde çok meşhurlardı. Daha sonra ortadan kayboldular ve belli bir târihte tekrar ortaya çıktılar. Hâlâ varlar; ama eskisi kadar ilgi uyandırdıkları asla söylenemez. Bu grup 1985 yılında Elâzığ’da ortaya çıkmış — emekli bir işçi olan Müslüm Gündüz tarafından kuruluyor ve Nurculuk kökenli bir grup. Elâzığ’da yaşayan Hulusi Yahyagil adlı, Said-i Nursî’nin öğrencisinin öğrencisi Müslüm Gündüz; fakat Nurculuk içerisinden yepyeni bir şey çıkartmış. Nurculuğun tarikatlarla alâkası yoktur; ama Müslüm Gündüz Nurculuk ile tarîkatları birleştirerek Aczimendilik denen grubu kuruyor.
Bu grup kılık kıyâfetleriyle, çalgı kullanmasıyla diğerlerinden bayağı bir farklı. Derviş gibi giyiniyorlar — eski zaman dervişi gibi tabii: cübbeler, sarıklar, sakallar vs.. Ellerinde asâlarla dolaşıyorlar. Bunların ortaya çıkması tam da Refah-Yol Hükûmeti’ne, yani Erbakan başbakanlığındaki Refah Partisi-Doğru Yol Partisi koalisyon dönemine denk geldi. O târihte, 28 Şubat sürecinin eşiğindeydi Türkiye — Müslüm Gündüz ve arkadaşları ortaya çıktığında. Ortaya çıkmaktan kastım; Elâzığ’da zâten varlarmış, ama Ankara’ya, İstanbul’a, büyük şehirlere gittiler. Merkezî yerlerde gösteriler yaptılar ve tabii ki medyanın ilgisini çektiler. Onlar da medyayı bayağı bir kışkırttılar ve sonunda her gün bir yerde Müslüm Gündüz, Aczimendiler, fotoğrafları, videoları görülüyordu — ki o târihte sosyal medya yoktu; ama özel televizyon kanalları vardı, gazeteler vardı. Bol miktarda bunları kullandılar, haber yaptılar. Zîrâ o târihteki merkez medya, Aczimendileri kullanarak insanları korkutma ve Refah-Yol Hükûmeti’ni kırılganlaştırmak istiyorlardı. Yani Aczimendiler, laikliği savunduğu iddiasındaki kesimlerin elinde bir araç hâline geldi ya da öyle sandılar ve bunları sık sık kullandılar. Örneğin Müslüm Gündüz, artık olmayan HBB televizyonuna çıkıyor 12 Haziran 1996’da. Açık açık Atatürk’e, İsmet İnönü’ye, laikliğe, her şeye, orduya lâflar söylüyor ve bunlar yayınlanabiliyor. Çünkü buradan bir korku yaratmak, şerîat korkusu yaratmak isteniyor ve dolayısıyla da Refah-Yol Hükümeti’ne de müdâhalenin zeminini oluşturmak istiyorlardı. Böyle bir hesap vardı ve bu hesap bir ölçüde tuttu.
Ben o sırada Milliyet gazetesinde çalışıyordum ve her yerde Aczimendiler karşıma çıkıyordu. Yani sokakta değil; ama medyada ve Milliyet gazetesinde tanıdığım ve bu konulardan hiç anlamayan kişiler sürekli gidip bir yerlerden Aczimendi haberleri yapıyorlardı. Bense uzak durdum. Çünkü buradan bir şekilde işkillendim ve dâhil olmadım. Ama bitmek bilmiyordu gerçekten. Sonunda dayanamadım ve bir gün birisinden, bir gazeteciden Müslüm Gündüz’ün Elâzığ’daki merkezlerinin telefonunu aldım — bir arayayım, konuşayım kendisiyle diye; ama röportaj için değil. Aradım, gençten birisi çıktı telefona: “Ne arıyorsunuz? Kimi arıyorsunuz?” dedi. Ben de, “Müslüm Gündüz’ü arıyorum” filan dedim — kendimi tanıttım. “Yok burada. Ne için arıyorsunuz?” filan gibi lâflar etti. Ben de dedim ki ona: “Siz benim adımı söyleyin. Bakın” dedim. İki dakika sonra hemen telefona birisi geldi ve aynen şu sözü söyledi: “Yahu kardeşim, ben de ‘Bu Âyet ve Slogan kitabının yazarı neden beni aramıyor?’ diye hep soruyordum kendime”. Demek ki benim aramamı bekliyormuş. Kitabımdan haberdar; ama okuyup okumadığını bilmiyorum. Öyle, telefonda muhabbet ettik ve dedi ki: “Yakında İstanbul’a geliyorum. Görüşelim, tanışalım”. “Tamam” dedim. Üsküdar civârında bir dergâhları varmış; oranın adresini verdi, randevulaştık. Ama ben röportaj yapmayı yine düşünmüyorum. Ağabeyim Hüsnü’nün bu konulara garip bir merakı vardır ve Aczimendileri de çok merak ediyordu. Tutturdu, dedi ki: “Ben de seninle geleceğim”. — “Ya, ne işin var?” filan. — “Olsun” dedi ve gittik Hüsnü’yle berâber dergâha. Herkes çok saygılı kendisine falan. Sonra herkesi dışarı çıkarttı. Biz üçümüz dergâhın odasında bayağı uzun uzun muhabbet ettik. Anlattık ettik; ama ben hiçbir şekilde röportaj falan istemedim. O da zâten her yerde çıkıyordu. Çok da fazla ihtiyâcı yoktu. İsteseydim herhalde reddetmezdi; ama yapmadım. Bayağı bir kendini anlattı. Ne yapmak istediği, ne tür tepkiler aldığını anlattı. Bayağı bir sohbet ettik. Hüsnü Abim insan sarrafıdır bir anlamda. Onun hakkında birtakım şeyler söyledi; hissiyâtını söyledi – ki nitekim hissiyâtı doğru çıktı. Çünkü 29 Aralık 1996’da Kadıköy’de bir ev basıldı. Ev baskınında televizyon kameraları, gazeteciler, her şey vardı. Müslüm Gündüz’ün iki yıllık cezâsı var, yakalama kararı var. Onu yakalamak için evi, kaldığı yeri saptıyorlar. Ev, Hüseyin Üzmez’in evi. Hüseyin Üzmez de –o târihte adı Akit miydi, Vakit miydi? Her ne ise…– onun yazarı olan eksantrik birisiydi o da. Onun evinde basıldı ve basılırken, yanında evli olmadığı Fadime Şahin adlı bir kadın vardı — yarı çıplak halde diyelim. O videolar olduğu gibi yayınlandı ve gerçekten Müslüm Gündüz’ün o âna kadar yarattığı imajdan tamâmen farklı bir imajla, “Müslüm Gündüz gayrimeşrû ilişki içerisinde yakalandı” diye günlerce haber oldu, tutuklandı. Sonra Fadime Şahin ortadan kayboldu vs. — o ayrı bir hikâye. Müslüm Gündüz bu olayla, yani sâdece şerîatçı vs. değil; aynı zamanda gayrimeşrû ilişki yaşayan, genç kadınları kandıran vs. gibi bir imajla gitti. Belli ki bunun belli yerlerinde, devletin belli mekanizmaları devreye girmiş. Ta başından mı? Belli bir aşamasında mı? Bilmiyorum; ama 28 Şubat’a bayağı bir malzeme yarattığı kesin. Başkaları da vardı o târihlerde. Böyle çok sert çıkışları olan, açık açık şerîatçılık yapan; ama en meşhuru tabii ki Müslüm Gündüz’dü, Aczimendilerdi.
Sonra ne oldu? Aczimendiler kayboldular. Müslüm Gündüz zâten hapse girdi vs.. Ardından Refah Partisi kapandı, Fazilet Partisi kuruldu, o kapandı, AKP kuruldu, AKP iktidara geldi ve bir gün, ben Vatan gazetesindeki bir yazımda –ya da NTV’deki bir yayında– bir şekilde Aczimendilerden bahsettim. Yani böyle geçmişe bir göndermeydi; ama inanın ne olduğunu hatırlamıyorum şu anda. Ben bahsettikten sonra, ertesi gün falan bana bir e-posta geldi Müslüm Gündüz’den. İşte, bir şekilde selâm veriyor; söyledikleriniz vs. diye. Bende jeton düştü, dedim ki: “Bu herhâlde ortaya çıkmak istiyor tekrar”. O sırada NTV zamânı, NTV‘de Mirgün’le çok ilgi gören “Yazı İşleri” programını yapıyoruz. Yayın yönetmeni Ömer, daha önce Hanefi Avcı olayında bahsetmiştim, o yayın çok etkili olmuştu. Mirgün’le yaptığımız bâzı “Yazı İşleri Özel” programları vardı, yayınları vardı. Meselâ Hanefi Avcı, meselâ Necmettin Erbakan. Bunların sıraları farklı ama. Dedim ki: “Bu Müslüm Gündüz bana yazdı. Bu galiba konuşmak istiyor. Ne dersin?” filan. Mirgün’ün de aklına yattı; “Neden olmasın?” dedi. Bir şekilde Ömer’i de kandırdık. Sonra anlatacağım, hepsi pişman oldu, Mirgün ve Ömer. Ben de ondan sonra o e-postaya cevap verdim. Telefon numaramı verdim vs.. Müslüm Gündüz’le konuştuk. Dedim ki: “Müslüm Bey, yayın yapmak ister misiniz? NTV’de canlı yayın” filan. Tam arayıp da bulamadığı şeymiş meğerse. O târihte NTV acayip istim üzerinde; Türkiye’nin en önde gelen haber kanalı ve çok saygın, tüm çevrelerin izlediği vs. bir yer. Bu dediğim olay Ekim 2010 târihinde oluyor. Ama bu arada öyle bir durumdayız ki; bu ne durumda, ne yapıyor, ne ediyor hiçbir şey bilmiyoruz. Çağırdık ve yayın günü geldi. Aynı bıraktığımız gibi geldi; yine cübbesi, sarığı, sakalları, asâsıyla berâber geldi. İyi, dedik; sonra yayına girdik. Şimdi yayında kulaklıklar Mirgün’de, rejiyle o irtibatta. Ben de Mirgün’ün yanındayım. Müslüm Gündüz asâsıyla orada oturuyor ve sorularımıza cevaplar veriyor. Meselâ burada birtakım notlar var: “Türkiye’de darbelerin temeli 1920’ye dayanır. Bütün mesele Kemalizm’dir. Esas mesele rejim olayıdır. Şerîat mahkemelerinin kaldırılması yanlıştır… 28 Şubat sürecinde dengesiz bir güç olarak rejimle mindere çıktık ve bizi yere vurdu. Helâl olsun. Ama biz rejimin temel taşlarını yerinden oynattık. Öyle bir oynadı ki yerinden, bir daha yerine oturtulamaz” demiş meselâ. “Ben rejimin yıkılması lâzım diyorum. O da benim yıkılmamı istiyor. Eyvallah. Esas mesele ise rejimi biz yıktık ve rejim gidiyor.” Bunları NTV canlı yayınında 27 Ekim 2010’da söylüyor. Bu arada aldı başını gidiyor ve rejiden sürekli Mirgün’ün kulağına “Kesin, kesin!” diye tâlîmatlar geliyor belli ki — anlıyorum. Mirgün bir türlü susturamıyor. Sonra, neyse, biz erken bir şekilde yayını sonlandırdık; ama gördük ki Müslüm Gündüz bıraktığımız gibi duruyor. AKP iktidâra geleli yedi yıl olmuş, hâlinden de memnun ve aynen duruyor.
Bu 27 Ekim’de oldu, iki gün sonra 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu var, gazeteciler de dâvetli. Ben de dâvetli bir gazeteci olarak Ankara’ya gittim resepsiyona. Girdikten bir süre sonra, Efkan Âlâ’yı gördüm, o sırada Başbakanlık Müsteşarı’ydı. Efkan Bey’le Diyarbakır’da vali olduğu zaman tanışmıştık. Bayağı bir sohbet etmişliğimiz var. Beni görür görmez bana fırça attı: “O nasıl gazetecilik öyle?” filan diye. Ben önce ne diyor anlamadım. Meğer Müslüm Gündüz olayını diyormuş. Ben anlam veremedim önce. “Allah Allah” falan yaptım. Sonra işte, “Ben de sizin yerinizde olsam böyle söylerdim” falan deyip uzaklaştım. Sonra Kemal Öztürk’le karşılaştık. Kemal beni gördü. Şu anda Habertürk‘te yazıyor. Bir ara Anadolu Ajansı Genel Müdürü de oldu. Kemal, o sırada Başbakan Erdoğan’ın basın danışmanı, yani basınla ilişkisini kuran isim. Bana dedi ki: “Sakın Sayın Başbakan’a gözükme. Sana çok kızgın”. Ben de: “Ne oldu?” filan diyorum. “İşte, Aczimendi şeyinden kızgın” dedi. Ben hâlâ anlamıyorum. Neyse. Erdoğan o sırada başbakandı. Gördüm, el sıkıştık, bayramını tebrik ettim. Bana bir şeyler sordu. Ben cevap verdim falan; ama herkes o sırada büyük bir heyecanla nefeslerini tutmuş, bir sert çıkış vs. bekliyorlar. Olmadı. Sonra öğrendim ki meğer Başbakan Erdoğan, bizim bu yayını yapmamızdan bir iki gün önce mi ne, bir vesileyle 28 Şubat’a değinmiş ve bunu bir provokasyon olarak anlatmış ve örnek olarak da Aczimendileri ve Müslüm Gündüz’ü vermiş. Demiş ki —düşündükçe gülmem geliyor: “Hani Aczimendiler vardı, Müslüm Gündüz vardı. Nerede o? Var mı ortalıkta?” demiş. Biz ondan bir iki gün sonra Aczimendileri ekrana çıkarttık. Sanki Erdoğan’a, “Öyle diyorsun ama, işte burada” demek için yapmışız gibi oldu. Ama benim haberim yoktu. Haberim olsaydı yapar mıydım bilmiyorum. Bugün için bir şey söylemek mümkün değil. Ama şunu biliyorum: Kanal yöneticilerinin de haberi yoktu. Eğer kanal yöneticileri bilseydi, muhtemelen –ki yanlış da olmayabilir–, “Daha Başbakan yeni böyle böyle söyledi. Şimdi bunu yaparsak kasıtlı sanırlar” deyip yaptırmazlardı. Onlar da bilmiyorlarmış; ama herhalde Müslüm Gündüz biliyordu. O da bize bir şey söylemedi; yani ne yayında ne öncesinde; “Başbakan Erdoğan beni sordu. İşte ben de buradayım” diye bir şey söylemedi. Orada açıkçası direkten döndük.
Sonunda bu yayını yaptık. Yayını yaptıktan sonra bayağı bir küfür işittik tabii — sağlı sollu, her yerden. Çok kişi kızdı: “Ne işi var bu adamın?” Kanalın yönetimi pişman oldu. Bizler, Mirgün’le ben yarı pişman olduk diyelim; tam değil. Ama böyle şimdi düşünüyorum, 12 yıl sonra baktığımda, Aczimendiler şu anda sosyal medyada aktifler, arada sırada çıkıyorlar; ama bir etkileri, güçleri vs. yok. Hallerinden memnunlar mı? Büyük bir ihtimalle memnunlardır. Erdoğan’dan, Erdoğan yönetiminden çok şikâyetçi olduklarını sanmıyorum. Ama tekrar dönüp dolaşıp oraya geliyoruz, Müslüm Gündüz’ün söylediği: “Biz rejimin temel taşlarını yerinden oynattık, öyle bir oynattık ki yeniden bir daha yerine oturtulamaz” lâfı çok anlamlı. Ama şunu özellikle söylemek istiyorum: Onu yerinden oynatan kişilerin Aczimendiler olduğu kanısında değilim. 28 Şubat süreci, Türkiye’de çok ciddî bir tahribâta yol açtı. Yok etmek istediği yapıyı, çok daha güçlü bir hâle getirdi. Sonuçta o 28 Şubatçıların peş peşe kapattığı partilerin ikiye bölünmüş hâlinin büyük parçası 20 yıldır ülkeyi yönetiyor. Aczimendiler, medyayı provoke ederek o târihte güçlerinin çok ötesinde bir ilgi görmüşlerdi. Medya da buna tav olmuştu. Her iki taraf da bundan kendisinin kazançlı çıkacağını sandı. Her iki taraf da bunun bir bedelini ödedi. Bugün Aczimendiler ve Müslüm Gündüz varlıklarını bir şekilde sürdürüyorlar; ama Türkiye gibi büyük bir ülkede çok da etkili olmayan bir dînî grup olarak, bir tür küçük bir çevrenin hareketi olarak yollarına devam ediyorlar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.