Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Maduro Türkiye’de, Biden-Muhammed bin Selman görüşmesi, Ukrayna savaşında son durum

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıları devam ediyor. Savaş Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesinde devam ederken, küresel gıda krizi ise dünyayı endişelendiriyor. Bugün Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüştü ve gıda krizinin çözümü için olası senaryolar değerlendirildi. Peki sahada son durum ne?

Venezüela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Türkiye’de. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın davetlisi olarak Ankara’ya gelen Maduro’nun ziyaretinin nedeni ne olabilir?

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden, petrol krizine çözüm arıyor. Göreve geldiği günden bu yana Suudi Arabistan’ı “küresel bir parya” ilan eden Biden’ın şimdilerde Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile görüşmek için Riyad’a gidebileceği konuşuluyor. Peki bu politika değişikliğinin nedeni ne olabilir?

Gönül Tol ve Ruşen Çakır, Transatlantik‘te değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: “Transatlantik”le karşınızdayız. Bu hafta da Ömer Taşpınar yok. Üniversitede öğrencilerini mezun ediyor. Törende olacak. Gönül Tol ile konuşacağız. Gönül, merhaba

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Şimdi konuşacak çok şey var, ama senin de işin var. Onun için hızlı bir şekilde bir yayın yapalım. Öncelikle tabii herkesin unutmak istediği savaşı ya da Rusya saldırılarını konuşalım. Pek parlak haberler gelmiyor Ukrayna için, özellikle doğudan. Bir diğer husus olarak da buğday meselesi var, tahıl meselesi var. Türkiye’nin rol oynayabileceği söyleniyor ve Lavrov da Türkiye’de. Ne dersin? Nasıl gidiyor Ukrayna meselesi?

Gönül Tol: Ruşen, Rusya Ukrayna’nın o doğusundaki o Luhansk bölgesindeki bâzı şehirlere saldırıları yoğunlaştırdı son zamanlarda. Füze ve ağır topçu saldırıları düzenliyor. Ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski de şöyle bir çağrıda bulundu Batılı devletlere: Bu saldırılara karşı koyabilmemiz için, Ukrayna’nın menzilini iki katına çıkaracak silâhlara, roketlere, gelişmiş uzun menzilli füzelere ihtiyacımız var âcilen” dedi. Yani aslında Biden yönetimi buna sıcak bakıyor. Her türlü yardımı yapmak istiyor, fakat bir taraftan da ilginç bir şekilde içeride bir direnç başladı buna. Yani bugüne kadar görmediğimiz bir şey, bugüne kadar Kongre’de her iki partinin de desteğini gördük, Amerika’nın Ukrayna’ya daha fazla yardım yapması konusunda. Ve bu içerideki dirence rağmen Biden 100 milyon dolarlık bir ek askerî yardım ve Rus hedeflerini vuracak çoknamlulu, orta menzilli bir roket sistemi göndermeyi taahhüt etti; fakat bu kararı alması kolay olmadı, çünkü birkaç tâne problem var. Problemlerden bir tânesi bu sistemlerin menziline karar vermek. Şimdi, New York Times’a bir yazı yazdı Biden, “Ukrayna’da Amerika Ne Yapabilir, Ne Yapamaz?” başlıklı bir yazı yazdı ve orada şunu söyledi: “Biz her şeyi yapmaya hazırız bir taraftan, ama diğer taraftan da Rusya ile karşı karşıya gelmek istemiyoruz” dedi. Ve aynı zamanda da bu Amerika’nın vereceği silâhların, füzelerin Rusya içerisindeki hedefleri vurmasını istemediği anlaşılıyor. Ama tabii bir taraftan da Rusya doğuda üstünlüğü ele geçiyor, bunun da yarattığı bir endîşe var. Dolayısıyla Kongre’de ve yönetim içerisinde bu bir tartışmaya sebep olmuş durumda. Bir kısmı, meselâ Kongre, 40 milyar dolarlık bir yardımı Senato onayladı, Biden’a imza için yolladı, bunun içerisinde hem askerî yardım var, hem nakit yardımı var. Şimdi bütün bunlar olurken şöyle bir tartışma oluyor Kongre’de. Kongre’de bazı isimler diyor ki: “Bbu yardım gereklidir, mutlaka yapılmalıdır. Fakat Pentagon hem nakit yardımın, hem askerî yardımların nereye ne şekilde harcandığını Kongre’ye bunun hesabını vermek zorunda” diyor. “Eğer vermezse, bir sonraki yardım paketinde bugüne kadar Kongre’nin gösterdiği desteği göremeyebilir Amerikan yönetimi” diyor. Bence bu çok önemli bir gelişme. Hani dedin ya başlangıçta: “Ukrayna meselesi unutulmaya çalışılıyor” diye.  Yani bu savaş uzadıkça, bu tür iç siyâsetten kaynaklanan komplikasyonlar da ortaya çıkacak ve bunun pek çok artçı etkileri olacaktır. Dolayısıyla Kongre ve Pentagon arasında bu konuda bir gerginlik var. İkinci bir gerginlik kaynağı Kongre ve yönetim arasındaki: Kongre’deki bazı isimler, meselâ bu 40 milyar dolarlık yardım paketine hayır diyenler Cumhuriyetçiler ve bunlar şunu söylüyor: “Bu savaşın bittiği biteceği yok, bizim içeride daha ciddî problemlerimiz var ve bu fonlar, bu kaynaklar buna harcanmalı, kendi sorunlarımızı çözmeye harcanmalı” diyor. Şimdi bunlar tabii Biden yönetiminin elini zayıflatan şeyler; fakat yine de Biden hâlâ, “Zelenski’ye ve Ukrayna halkına yardım için elimizden geleni yapmalıyız” noktasında. O nedenle HIMARS denilen bu roket sistemlerinin Ukrayna’ya gönderilmesi konusunda onay verdi; fakat Zelenski’nin istediği gibi uzun menzilli değil, orta menzilli bir sistem göndereceğini söyledi. Bu da şundan kaynaklanıyor: Bunların Rus topraklarına ateşlenmesini istemiyor; çünkü bu meselenin bir Rus-Amerikan savaşına dönüşmesini istemiyor. İkincisi de daha sofistike sistemler vermek istemiyor, Pentagon da vermek istemiyor. Bunun temel sebebi de, eğer Ukrayna çekilirse, bu teknoloji Rusya’nın eline geçebilir. İşte bütün bunlar da, bugün yeni yeni gördüğümüz bu çatlakların ilerleyen zamanlarda savaş uzadıkça derinleşebileceğini gösteriyor. Bu da hem savaşın seyrini değiştirebilir, hem de meselâ Türkiye açısında sonuçları olabilir. 

Ruşen Çakır: Bu Türkiye’nin oynayabileceği rol, özellikle tahıl krizinde –çok ciddî bir kriz söz konusu anladığım kadarıyla– şu an îtibâriyle Türkiye de bu konuda yetkili olmaya çalışıyor. Bu konuda olumlu anlamda beklentiler var mı?

Gönül Tol: Aslında tabii genel olarak Ukrayna’da, Ukrayna kriziyle birlikte Türkiye çok profilini artırmış durumda uluslararası arenada. Ve konuştuğumuz şekilde, Batılı başkentlerde Türkiye’nin attığı adımlar çok takdir ediliyor. Bu buğday konusunda adımı da tabii ki önemli; çünkü bu Ukrayna krizinin tetiklediği bir gıda krizi var ve bunun önüne geçilmesi adına önemli bir adım. Fakat tabii burada Amerika da masada değil, Ukrayna da bunu onaylamış değil. O inisiyatifin hayata geçirilmesinin önünde pek çok komplikasyon var. Diğer taraftan da, meselâ Amerikalı yetkililerin Türkiye’yi uyardığını biliyoruz. Zelenski ve Ukraynalı yetkililer de söylemişti: “Rusya Ukrayna’ya ait tahılları çalıp satıyor” demişti ve Amerikalı yetkililerin Türkiye’yi, bu Ukrayna buğdayını almaması konusunda, yani Rusya’nın çaldığı söylenen buğdayı almaması konusunda uyardığı söyleniyor. Yani hâlâ burada bir şey var. Türkiye profilini yükseltmek ve kendisine bir şey alanı, fırsat alanı açmak için Ukrayna kriziyle birlikte çeşitli hamleler yapıyor; fakat bence yüzde yüz de güven vermiş değil. Ve bence bu güvensizliğin temel nedeni de –ki kriz ilk başladığında, söylediğimiz gibi daha pozitif bir ortam vardı Türkiye’nin rolüne dâir–, İsveç ve Finlandiya konusunda takındığı tutum nedeniyle burada hem Kongrede hem de yönetimin içinde bâzı isimler “Türkiye’ye gerçekten güvenebilir miyiz?” sorusunu yeniden sormaya başlıyor.

Ruşen Çakır: Bunu bugün konuşmayacağız, ama birden aklıma geldi sen söyleyince: İsveç ve Finlandiya krizi diye yabancı medyada çıkmış bir karikatür gördüm. Hani dondurmayı koyup sonra geri çeken Maraş dondurmacısı var ya?– Erdoğan’ın öyle bir karikatürünü koymuşlar. Finlandiya ve İsveç ile NATO’da, arkada da NATO bayrağı var. Aslında olayı çok güzel özetliyor, yani oluyor, olmuyor. Bugün yine Finlandiya Cumhurbaşkanı Erdoğan ile konuşmasını uzun uzun anlatmış, hâlâ o iş sürüncemede duruyor anlaşılan.

Gönül Tol: Aslında… Ben hep bunu söylüyorum Ruşen. Yeniden tekrarlamak istiyorum: Hani bu PKK ve Kürt meselesini vs.’yi bahâne etti Erdoğan hep; o konuda adımlar atılırsa bu meselenin çözüleceğini söyledi. Ama ben hep söylediğim şeyi tekrarlamak istiyorum: Erdoğan’ın bu ülkelerden asıl beklediği şey –ki hep söylüyoruz: Yani Finlandiya, PKK bağlantısı konusunda çok da önemli bir ülke değil–; tamami İsveç’e o çerçeveden saldırmasını anlıyoruz Erdoğan’ın, ama Finlandiya o resme tam oturmuyor. Fakat Finlandiya hangi resme oturuyor? İşte bu Türkiye’nin savunma sanayiine yapılan kısıtlamalar çerçevesinde resme oturuyor aslında. Çünkü Finlandiya da İsveç de Türkiye’nin 2019’daki Suriye Harekâtı’nın ardından bazı kısıtlamalar getirmişti silâh satışlarına dâir. Ve bu Türkiye için çok önemli. Ve bunu da Erdoğan bir koz olarak kullanıyor. Yani veto kartını koz olarak kullanıyor ve istediğini alabilir bence. Çünkü gerçekten İsveç’te ve Finlandiya’da, yani orada yaşayanlar anlatıyorlar halkta tehdit algısının nasıl tavan yaptığını, Rusya’ya dâir çok ciddi bir korku olduğunu ve NATO’ya üyeliğin ne kadar kritik bir adım olarak görüldüğünden bahsediliyor. Şimdi böyle bir ortamda, bu tür bir tâviz verebilir Finlandiya da İsveç de. Bu kısıtlamaları kaldırabilir. Meselâ zâten İngiltere gibi ülkeler de 2019 Suriye müdâhalesinin ardından bâzı kısıtlamalar getirmişlerdi savunma sanayiine. Onu kaldırdılar. İsveç ve Finlandiya da bunu yapabilir ve Erdoğan da bu durumda istediğini almış olur. Fakat konu yine F-16’lara geldiğinde, muhtemelen benzer kartı Amerika’nın F-16’larına karşı da oynamak istiyor Türkiye. İsveç ve Finlandiya’da bu koz işe yarayabilir; fakat Washington’da bence ters tepebilir, çünkü dediğim gibi, Ukrayna’nın işgalinden hemen sonra Kongre’de oluşmuş olan o olumlu hava hızlı bir şekilde negatife dönüyor.

Ruşen Çakır: Gönül, peki Erdoğan Maduro’dan ne alabilir? Şimdi bir dönem çok konuştuk Maduro’yu. Dünyanın ve ABD’nin gündemindeydi. Gitti gidecek deniyordu Venezuela devlet başkanının. Ama iktidarını korudu, hattâ bu son petrol krizi nedeniyle, siz anlattınız, Biden yönetiminin Maduro konusunda tavrını yumuşatmaya meyyal olduğu, eğilimli olduğunu da söylemiştiniz. Erdoğan ile arasının iyi olduğunu biliyorduk daha önce. Bu bütün en büyük baskıların olduğu dönemde. Şimdi yine geldi; sonuçta üst düzey, çok uzaktan bir devlet başkanı geliyor ve belli ki Erdoğan yönetimiyle zor zamanlarda da kurdukları birtakım ilişkiler var. Meselâ, Reuters yazmış, yanılmıyorsam bir yabancı medyada “Altın alışverişi oldu” filan gibi şeyler de söyleniyor. Ne durumda Venezuela? Artık bu izolasyonu kırdı mı Maduro yönetimi, yoksa henüz o süreç başlamadı mı?

Gönül Tol: Yok, hayır, hâlâ izole edilmiş durumda. Yani yardımcı olan, işte meselâ bu altın ticâreti Türkiye’nin yaptığı gibi; Maduro rejimine yardımcı olan birkaç ülke var. Rusya var, meselâ Birleşik Arap Emirlikleri var. Fakat büyük oranda o izolasyon devam ediyor. Aslında Türkiye’nin yani Erdoğan’ın Maduro ile ilişkisi çok eskiye dayanmıyor; zâten 2013’te geldi Maduro, fakat ilişkilerdeki asıl dönüm noktası 2016 oldu. Zâten Erdoğan da söyledi; yani 2016’dan evvel Maduro’yu bilmediğini, tanımadığını söyledi. 2016’da işte bu darbe girişimiyle birlikte Erdoğan’a ilk desteğini ifâde eden ülkelerden biriydi. Tabii o kendi darbe geçmişi nedeniyle de bunu yaptı ve bu Erdoğan için tabii bu çok büyük bir jestti. Ve bunun hemen ardından zâten, yani 15 Temmuz 2016’nın hemen ardından ilişkilerin çok yoğunlaşmaya başladığını görüyoruz; fakat bence siyâsî açıdan, yani söylemsel açıdan önemi olabilir Erdoğan için Maduro ile geliştirdiği ilişkinin. Çünkü işte, “Yaptırımlara karışıyız” diyor ve Amerikan karşıtı. Darbe girişiminin ardından Türkiye’de yükselen o Amerikan karşıtı söylemin bir parçası olarak da anlamlı Maduro ile geliştirilen ilişkiler; çünkü Maduro da Amerika karşıtı cephenin önemli bir üyesi ve kendini bu şekilde konumlandırmış oluyor Erdoğan. Bu anlamda söylemsel bir önemi olabilir; fakat bunun dışında siyâsî, jeostratejik olarak bu gelişen ilişkiler çok önemli değil. Ben bunun en önemli ayağını bu altın ticâreti olarak görüyorum. Özellikle Trump yönetimiyle birlikte çok ciddî yaptırımlar gelmişti Maduro’ya ve Türkiye de aslında radara girdi. Zaten radardaydı, bu İran’a yaptırımlar, Halkbank meselesi nedeniyle o dönem. Ve bence hâlâ, şimdi de yani Türkiye’nin Maduro ile yürüttüğü bu altın ticâreti ve bu altınların bir kısmının İran’a gidiyor olması ve yaptırımların delinmesinde rol oynadığına dâir endîşeler var. Ama onun ötesinde, bence yani evet, bir açılım var, yani Latin Amerika ülkeleriyle kurulmaya çalışılan bir ilişki var; fakat ben bunu çok önemli bir stratejik ilişki olarak görmüyorum bu ticâretin ötesinde. 

Ruşen Çakır: Gönül, şu Muhammed bin Salman, Erdoğan’a yaptığının bir benzerini galiba Biden’a yapıyor gibi gözüküyor. Önce kendisini karşısına alan liderlerin bir şekilde ayağına gelmelerini, hattâ gelmeden önce birtakım somut adımlar atmalarını sağladı. Örneğin, Türkiye’de Kaşıkçı dâvâsı… Dosya kapatıldı, resmen kapatıldı; yani bütün o iddiaların ardından… Ve sonra, Erdoğan gitti, gidebildi –öyle diyelim– ve şimdi onun Türkiye’ye gelmesi bekleniyor. Biden konusunda özellikle Ukrayna krizi çıktığında sen de Ömer de şunu söylemiştiniz: Biden ulaşamıyor Suudi Arabistan’a. Ama Putin ulaşabiliyor, değil mi? Ulaşmıştı, ama Biden ulaşamamıştı. Çünkü geçmişteki o Kaşıkçı meselesinden dolayı yaşananlar ve söylenen büyük lâflar var. Şimdi Biden’ın Suudi Arabistan’a gideceği söylendi. Yanılmıyorsam New York Times yazdı ilk bunu; yani bir şekilde açığa çıkarttı diyelim. Ama anladığım kadarıyla, Biden istiyor ama gidemiyor mu? Öyle bir belirsizlik hâlâ sürüyor mu ve nasıl gidecek? Bir de gördüğüm kadarıyla, kendi partisinden önemli isimler de bu adımın hiç doğru olmayacağını yüksek sesle söylüyorlar, değil mi?

Gönül Tol: Evet, kesinlikle Ruşen. Bu arada şunu söyleyeyim: Muhammed bin Salman’ın Türkiye ziyâretinden bahsederken, önce Kıbrıs ve Yunanistan’ı ziyâret edeceği de söyleniyor. Yani bu da aslında Muhammed bin Salman’ın –daha önce de söylemiştik– yani Erdoğan’a karşı gardını asla düşürmeyeceğini de gösteriyor. Şimdi, Biden’ın Suudi Arabistan ziyâreti konusunda aslında hiçbir zaman Beyaz Saray bunu resmî olarak açıklamamıştı; fakat evet, gazetelerde yer aldı bu. Haziran ayı sonunda İsrail ve Suudi Arabistan’a bir resmî ziyârette bulunacağı söylenmişti Biden’ın. Şimdi ise bunun Temmuz’a kaydırıldığından bahsediliyor ve sâdece Suudi Arabistan ve İsrail değil, daha genel bir Ortadoğu ziyâreti olduğu söyleniyor. Şimdi bunu nasıl okumak lâzım? Bir kere çok tepki oldu. Yani Biden’ın Suudi Arabistan’ı ziyâret edeceği duyulduktan sonra çok bir tepki geldi. Yani hem Kongre’den, hem insan hakları örgütlerinden, hem kendi partisinden ciddî tepkiler geldi. Çünkü seçim kampanyası sırasında çok net ifâde etmişti: Başkan seçildikten sonra Muhammed bin Salman’a, Suudi Arabistan’a bir parya muamelesi yapacağını söylemişti. Başkan seçildikten sonra, hem kendisi hem de dışişleri bakanı pek çok kez insan haklarını korumanın, insan haklarına dâir hassâsiyetlerin Amerikan dış politikasının çok önemli bir ayağı olacağını söylemişlerdi ve sonra çok ciddî bir yaptırım gelmesi beklenirken, Muhammed bin Salman’a karşı hiçbir şey gelmedi. Bu zâten bir öfke yaratmıştı, şimdi bunun ardından Muhammed bin Salman’ı ziyâret edeceğinin söylenmesi çok daha büyük bir öfkeye sebep oldu ve Demokrat Parti içerisindeki önemli isimler tarafından da dillendirildi bu eleştiriler. Ve şimdi, “Hayır, Temmuz ayında olacak ve bu bir Ortadoğu ziyâreti olacak” deniyor. Şimdi tabii bu…

Ruşen Çakır: Tabii Ortadoğu’nun içerisinde biz yokuz, değil mi?

Gönül Tol: Yokuz bildiğim kadarıyla, yani tam detaylar netleşmiyor; fakat bildiğim kadarıyla yok. Zâten Biden kısa bir zaman önce… 

Ruşen Çakır: Bizi Avrupalı olarak görüyorlar, doğru…

Gönül Tol: Yok, aslında öyle görmüyor; çok net Avrupa’nın bir parçası olarak görmemekle birlikte, Biden geçen haftalarda söylemişti, “Erdoğan ile görüşecek misiniz?” diye sorulduğunda. “Böyle bir görüşme planlamıyorum” demişti. O yüzden Türkiye’nin olduğunu düşünmüyorum bu Ortadoğu ziyâreti içerisinde. Şimdi bütün bu durum Biden’ın ne kadar zor bir durumda olduğunu gösteriyor. Şimdi birkaç gariplik var zâten. İlk kez seçildikten bu kadar uzun zaman sonra Ortadoğu’ya bir ziyâret gerçekleştiriyor Amerikan Başkanı. Bu aslında bütünüyle bir paradigma değişikliğinin de göstergesi. Ve bunu hep söylüyorduk zâten; yani Amerikan dış politika önceliklerinin nasıl değiştiğini. Amerika’nın kendini dünya siyâsetinde konumlandırdığı yerin değiştiğinden bahsederken hep bunları konuşuyorduk zâten; işte bu da teyit etmiş oldu. Yani bu kadar uzun zaman sonra ilk kez bir Amerikan başkanı Ortadoğu’ya ziyârette bulunuyor. Ve ikinci gariplik de, genelde Amerikan başkanlarının ilk durağı Suudi Arabistan olur. Yani Suudi Arabistan-Amerika ilişkileri çok köklü bir ilişki ve Amerika’nın bölge siyâsetinin çok önemli bir ayağı ve şimdi o olamıyor; ama bir taraftan da Biden Suudi Arabistan ile çalışmak zorunda, çalışıyor. Yani bütün o, hani Muhammed bin Salman’ı eleştirdiği dönemde dahi çalışıyordu. Yani İsrail-Filistin meselesinde Suudiler’le iletişim içerisindeydi. İran nükleer müzâkereleri konusunda iletişim içerisinde. En nihâyetinde de bu Ukrayna krizi nedeniyle petrol fiyatlarının yükselmesi sonucu, Biden bundan rahatsız olarak petrol fiyatlarını indirmek için Suudi Arabistan’a baskı yapıyordu, arzın arttırılması için. Hattâ bunun için CIA direktörünü de göndermişti Muhammed bin Salman ile konuşması için. Ve bir sürü heyet gidiyordu Suudi Arabistan’a Muhammed bin Salman’ı iknâ etmek için. Yani ilişkiler çok gergin değil bir süredir. Tabii şimdi bu Demokratların özellikle… Bu arada Demokratlar ve insan hakları örgütlerinin dışında 11 Eylül’de ailelerini kaybeden bir grup insan da mektup yazdı Biden’a geçen haftalarda. Ve şunu söyleyip tabii eleştirdiler: “Bu Suudi Arabistan yetkilileri içerisinde bâzıları 11 Eylül saldırılarının arkasındaydı ve siz bunların cezâlandırılması için bir adım atmak zorundasınız Amerikan başkanı olarak”. Bunu söyleyen bir mektup yazdı. İşte bütün bunlar Biden’ı çok güç bir durumda bırakıyor ve bence Biden’ın bulduğu çözüm şu: Özellikle Kongre’den gelen tepkileri dindirmek için İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşmenin başını çekiyor Biden yönetimi. Görüşmeler oluyor.

Ruşen Çakır: Evet bu… Şimdi bu Körfez ülkelerinin İsrail ile yakınlaşmasını hep konuştuğumuzda, bunun ne kadar önemli olduğunu anlattığınızda, hep ama Suudi Arabistan olmadan olay tam netleşmez dediniz. Ve anladığım kadarıyla şimdi o konuda da ciddî birtakım gelişmelerin eşiğindeyiz. Yanılıyor muyum?

Gönül Tol: Evet, kesinlikle, şimdi bir süredir… Aslında yani uzunca bir süredir hatırlarda, Netanyahu da gitmişti Suudi Arabistan’a. İsrailli yetkililer yüksek düzey yetkililerle görüşüyordu, bâzıları gizli yapılıyordu; ama hani bunun yolu yapılıyordu bir süredir. Fakat Biden yönetimi çok daha proaktif bu konuda. Suudi Arabistan bu arada hâlâ tabii İsrail’i tanımıyor, hâlâ diplomatik ilişkiler yok iki ülke arasında; fakat bir normalleşme sürecine girildiği anlaşılıyor ve bir anlaşmaya varılmaya çalışılıyor. Ve iki ülke arasında gizli görüşmeler yapılıyor. Meselâ İsrail’den bir kısım iş adamı Suudi Arabistan’a gitti, ekonomik ilişkileri geliştirmek adına. İsrail’den kalkan ticârî uçakların Suudi Arabistan hava sahasını kullanması için bir adım atılmaya çalışılıyor ve bunun karşılığında da Kızıldeniz’de aslında 1950’lere kadar Suudi Arabistan’ın elinde olan iki tâne ada var. Fakat Suudi Arabistan 1950’de bu iki adayı Mısır’a devrediyor. Hani İsrail’in onun elinden alma endîşesiyle Mısır’a devrediliyor ve İsrail’in de kontrolü var. Şimdi bu adaların İsrail’in de izniyle tekrar Suudi Arabistan’ın eline geçmesi konuşuluyor. Ve bu eğer olursa, yani hem İsrail uçaklarının Suudi Arabistan hava sahasını kullanmasının, hem de bu iki adanın Suudi Arabistan kontrolüne yeniden verilmesinin önü açılırsa eğer, normalleşme konusunda atılmış en büyük adım olacak bu. Ve böylece de aslında Amerika-Suudi Arabistan ilişkileri de normalleşmiş olacak ve bence Biden yönetiminin temel motivasyonlarından bir tânesi, Muhammed bin Salman ile işleyen bir ilişki kurmak zorunda Biden. Ve buna Kongre’den gelecek tepkilerin önünü almak için bu İsrail normalleşmesini hızlandırdı ve böylece şunu diyecek: “Yani evet, endîşelerinizi anlıyorum, ama tabii Kongre’deki İsrail hassâsiyetini düşündüğümüzde bu anlaşılır bir şey”. Bunu söyleyecek: “Evet, endîşelerinizi anlıyorum; fakat bakın, burada da İsrail ile çok târihî bir süreç yaşanıyor, lütfen bunu destekleyin” diyecek. Ve bu da işte zâten bölgede bir süredir bizim hepimizin tâkip ettiği trendin en son ayağı diyelim. Yani diğer Körfez ülkeleriyle bir yakınlaşma söz konusuydu ve Suudi Arabistan tabii en önemli ayağı bunun. Çünkü her şeyden önce sembolik bir önemi var. Ve bence en acı tarafı da, bu Filistin meselesinin bütünüyle gündemden çıkarılmış olması, en acı tarafı bu. 

Ruşen Çakır: Bunu zâten Türkiye’nin verdiği tepkilerden de görüyoruz. Son dönemde yaşanan yine çok vahim olaylarda Türkiye kınadı vs., ama eskisi gibi çok büyük tepkiler gösterilmedi ve sivil toplumun da, sokağın da sessiz kalması sağlandı. Yani çünkü bu tür şeyler genelde iktidârın himâyesinde, teşvikiyle olabilir. Normal şartlarda öldürülen gazeteci olsun ya da Mescid-i Aksâ’da yaşananlar olsun, onlara tepki olarak çok ciddî gösteriler olabilirdi; ama Türkiye de İsrail ile normalleşmeyi ve bu bölgede yaşanan, bütün o güçlerin, Körfez ülkeleri başta olmak üzere, Mısır da dahil olmak üzere, tabii ki İsrail ile bir tür eksen oluşturmalarına kayıtsız kalamıyor, yani tepki alamıyor. Onun dışında kalmak istemiyor, evet çok ilginç bir durum. Tabii bunu ilerideki yayınlarda konuşuruz. Eğer iktidar değişirse Türkiye’de… Yeni iktidar bütün bu Ortadoğu’da yeniden yapılanan dengelerde nasıl bir pozisyon alacak? Şu âna kadar bununla ilgili hiçbir şey yok, değil mi? Sen bir şey görüyor musun? Ortadoğu Enstitüsü bağlamındaki faaliyetlerde muhâlefet partileriyle de, yetkilileriyle de görüşüyorsun, biliyorum. Somut, elle tutulur bir şey söyleniyor mu?

Gönül Tol: Hayır, yani zâten bu dış politikadaki muğlaklıkları, muhâlefet partilerinin muğlaklıklarını benim aklım almıyor. Çünkü çok net: Erdoğan’ın dış politikası bütünüyle iç politikada yapmak istediği şeylere hizmet ediyor. Bence Erdoğan için dış politikanın en temel fonksiyonu bu. Ve ben hani ümitlenmiştim, CHP-İYİ Parti değil, ama CHP bu sınırötesi operasyon konusunda “hayır” oyu kullandığında, “Artık nihâyet anlıyorlar” demiştim — ki CHP içerisinde bazı isimler de bunun altını çizmişti. Yani “Bu tür operasyonlarla aslında Erdoğan içeride gücünü konsolide ediyor” dendi ve evet, nihâyet bağlantı kuruldu demiştim. Oysa Erdoğan ne yapmaya çalışıyordu? Hep dış politikayı apolitik bir alana çekiyordu. “Bu bir devlet politikasıdır” diyordu. “Bu politik tartışmaların üstündedir” diyordu. Halbuki bütünüyle kendi iç siyâsî emellerine âlet ediyordu dış politikayı. Şimdi durum böyleyken, muhâlefet partilerinin dış politika konusunda söyleyecek bir şeyinin olmaması beni çok şaşırtıyor. Yakın bir zamana kadar, tam hatırlamıyorum ama birkaç yıl evveldi galiba, Sayın Kılıçdaroğlu ile ben konuşmuştum yine bizim kurum bünyesinde yaptığım bir program dâhilinde. O zaman S-400 konusundaki tutumunu sormuştum, “yani bu bir hatâ mıydı sizce?” diye. Ve bütünüyle Erdoğan’ın söylediklerini tekrarlamıştı; yani: “Bbu bir egemenlik meselesidir, bu Batı’dan kurtuluşumuz için önemlidir” demişti. Hattâ, “Amerika bize gerekli sistemleri satmadı; biz o yüzden Rusya’ya döndük” demişti ve bu bana çok problemli gelmişti. Şimdi bu kadar seçimlere yaklaştığımız bir dönemde dahi, dış politikadaki tavrını, ben ana meselelerde tavrının ne olduğunu şahsen kavrayamıyorum muhâlefetin ve bunu çok sorunlu buluyorum.

Ruşen Çakır: Evet Gönül, çok sağol. Çok güzel bir yayın oldu. Çok teşekkür ediyoruz, izleyicilerimize de teşekkürler. Ömer’e de burada gıyâbında selâm yollayalım. Haftaya hep birlikte bir yayın yaparız diye umuyorum ve hattâ mümkünse bu akşam “Adını Koyalım”da öyle yapacağız. Sizin için de uygun olursa izleyicilerin de katılacağı bir yayın yapalım. Ne zamandır yapmadık. Öyle bir yayın yapabiliriz daha uzun olur. İzleyiciler soruları ve yorumlarıyla bir “Transatlantik”i haftaya yapmaya çalışalım, ne dersin?

Gönül Tol: Tabii, memnûniyetle.

Ruşen Çakır: Oldu. Evet Gönül Tol’a çok teşekkürler, izleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.