Mahmut Ustaosmanoğlu’ndan sonra Türkiye’de Nakşibendilik

Ruşen Çakır, İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun ölümünün ardından Türkiye’de Nakşibendilik’in geleceğini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz  

Merhaba, iyi günler. Biraz önce İstanbul Fatih Câmii’nden Nakşibendîliğin İsmailağa kolunun şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenâzesi kaldırıldı. Tabii ki en önemli husus, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en ön sırada cenâze namazına katılmış olmasıydı; çok sayıda insan vardı, hepsi erkekti, çünkü kadınların katılması istenmedi. Fatih Câmii avlusunda ve çevresinde Mahmut Hoca’yı yolcu ettiler ve bir dönem o açıdan kapandı. 

Aslında Mahmut Hoca’nın dönemi uzun zamandır kapanmıştı; şöyle ki: Kendisinin sağlık sorunları vardı ve fiilen cemaatinin işlerini yürütemediğini biliyorduk; ama hayatta olduğu için, çok büyük sembolik bir önemi olduğu için, cemaat hep onunla berâber anıldı. Şimdi artık hayatta da değil, bundan sonra İsmailağa Cemaati kendi gerçekleriyle yüzleşmek durumunda kalacak. Çünkü Mahmut Hoca’nın olduğu dönemde, onun varlığı nedeniyle birçok şey, birçok sorun, kriz, iç çatışma, çekişme, hepsi onun varlığıyla berâber nötralize edilebiliyordu. Bundan sonra böyle olmayabilir. 

Yerini alacak isimler var; kimisi henüz erken olduğunu söylüyor, kimisi hemen açıklanabileceğini söylüyor. İsimleri telaffuz etmenin anlamı yok; çünkü sonuçta bu apayrı bir dünya, fakat buradaki mesele, birisi îlân edildikten sonra, başkalarının ona tâbi olup olmayacakları. Her hâlükârda kim olursa olsun, Mahmut Hoca’nın, Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yerini doldurması mümkün gözükmüyor. Ama bunun ötesinde bir olay var, o da şu: Türkiye’de genel olarak cemaatlerin, özel olarak Nakşibendîliğin geleceğine bakmakta, tartışmakta, Mahmut Hoca’nın hayâtını kaybetmesi, ölümü ilginç bir hareket noktası olabilir. 

Şöyle ki: Türkiye’deki tarîkat yapılanmaları içerisinde en güçlüsü, en öne çıkanı ve görünür olanı Nakşibendîlik. Nakşibendîliğin de çok sayıda kolu var. Ama ülke çapında etkili olan kollarının sayısı o kadar çok değil dört tâne, bir çırpıda akla gelen dört tâne yer var: Erenköy, Menzil, İskenderpaşa ve İsmailağa. Bunlar değişik grafikler izlediler, iniş-çıkışlar yaşadılar. Şu hâliyle bakıldığı zaman, şu anda en popüler olanı İsmailağa Cemaati gibi gözüküyordu. Bunda tabii ki Cübbeli’nin de bir rolü var. Kendisi her ne kadar cemaatin en önemli ismi olmasa da, en popüler ismi olduğu muhakkak; bu da orada kimi zaman rahatsızlık, kimi zaman da memnûniyet yarattı ve baktığımız zaman, bir anlamda “Reklamın iyisi kötüsü olmaz” mantığının burada da işlediğini görüyoruz. 

Nakşibendîlik Türkiye’nin en önde gelen tarîkat yapılanmalarından birisi ve İsmailağa da bunların en öne çıkanlarından birisi. Şu an îtibâriyle bakıldığı zaman, Menzil ve İsmailağa’nın bayağı etkili olduğunu görüyoruz. Menzil’in özellikle devlet içerisinde ve bürokrasi içerisinde de etkili olduğu söyleniyor. İsmailağa ise daha çok toplumsal alanda etkili ve burada öteden beri zâten en ayırt edici özelliği, ülke çapında yaygın cemaatler içerisinde gündelik hayâta bu kadar müdâhil olan, kadınları iyice toplumun dışına iten, kılık kıyafet, çarşaf, sarık gibi şeyleri ve sakalı bir tür zorunlu kılan, kadınlar için de tabii ki çarşafı zorunlu kılan bir yapı. Bunların değişik ölçülerde başka cemaatlerde de dayatıldığını biliyoruz. Ama hepsine bakıldığı zaman, en modernlik öncesi görüntüyü çizen yapı İsmailağa Cemaati; fakat demin televizyondan da baktım, Mahmut Hoca’nın tabutu giderken yüzlerce, belki de binlerce cep telefonuyla onun müritleri ya da tâkip edenler ya da müridi olmasa da sırf saygısını göstermek için cenâzeye gidenler, cep telefonuyla onun fotoğrafını çekiyorlar — böyle bir çelişki de var, hep vardı, bundan sonra da olacak. Modernite öncesi referansları bu kadar güçlü olup moderniteyi bu kadar içselleştirmiş ve bundan da rahatsızlık duymayan bir yapı. Tabii burada esas önemli olan husus, birçok şeyin erkeklere serbest olması, kadınların ise çok katı bir şekilde evin içerisine hapsedilmeye çalışılması; gerek okul gerek meslek hayâtı anlamında, kadınların özgürlüklerini alabildiğine kısıtlayan bir yapı söz konusu. 

Nakşîbendilik konusunda, “Nakşibendîlerin intihârı” diye bir yayın yapmışım — Haziran 2018 seçimlerinden önce, Mayıs ayında. Yapma nedenim de en son olarak bir cemaatin, İsmailağa Cemaati’nin aleni bir şekilde AK Parti ve Erdoğan lehine cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde tavır alması, yani desteğini açıklamasıydı. Daha önce de Erenköy ve Menzil cemaatleri yapmıştı bunu. İsmailağa da yapınca, o yayını yapmıştım. Ve orada söylediklerimin adım adım gerçekleştiği kanısındayım. Bir intihardı. 

Bu intihar lâfını sevmezler, çünkü intihar onlara göre çok büyük bir günah olabilir, ama yaptıkları bir intihardı. Çünkü bu tür tarîkat yapıları devletle ne kadar içli dışlı olurlarsa olsunlar, hep kendilerini siyâset-üstü ve devletten bağımsız göstermeye dikkat ederler ve esas olarak kendi güçleri üzerinden yükselmek isterler. En büyük avantajlarından birisi budur ve bu aldatıcıdır. Aslında çok büyük bağımlılıkları vardır; ama en azından “mış gibi” yaparlar ve buradan yürürler. Yani doğrudan Allah’a ulaşmanın yolu olan bir şeyhin, aynı zamanda devlete ulaşmanın yolu olması ve hattâ daha fazla devlete ulaşmanın aracı olarak öne çıkması çok çelişkili ve trajik bir durum; ama birçok cemaatin yaşadığı olay tam da bu; fakat burada adı konmayan bir şeydir bu. 

Lâkin Erdoğan bu oyunu bozdu; çünkü çok ihtiyâcı vardı, çok kötü sıkışmıştı 2018 Haziran seçimlerinde. Hele şimdi çok daha fazla sıkışmış durumda ve onlardan da aleni bir şekilde yanlarında yer almalarını istedi. Aksi takdirde önlerindeki seçenek ne olacaktı? Fethullahçılar’ın başına gelenler olacaktı. Ve dolayısıyla, çok istemeseler de bu desteği açıkça verdiler ve en büyük avantajlarını fedâ ettiler. Şu hâliyle baktığımız zaman, ben Haziran seçimleri öncesinde bunu söylemişim — ki Haziran seçimlerinde Erdoğan çok güçlüydü, nitekim kazandı. Ama riskli bir seçimdi her türlü desteğe ihtiyâcı vardı. Şimdi, her geçen gün, özellikle ekonomik krizle berâber önümüzdeki seçimleri Erdoğan’ın kazanması imkânsız gibi görünüyor. Dolayısıyla bu yapılar ne yapacak? İsmailağa Cemaati ne yapacak? Menzil ne yapacak? Erenköy –daha önce birkaç yayında söyledim– mesâfe koymaya başladı. Mesâfe koymaya başlamasıyla berâber birtakım sorunlar yaşıyor iktidarla. Ama onlar dümeni erkenden kırar gibi oldular. 

Henüz o serüven tamamlanmış değil; fakat yeni dönemde Erdoğan’ın gitmesi hâlinde yeni kurulacak hükûmette –CHP dâhil– bir normal ilişki kurabilme imkânları var. Ama mesela bir Menzil’in ve tabii ki İsmailağa’nın böyle bir şansı olabilecek mi? Tabii bu tür yapılar her döneme göre birtakım pozisyonlar alırlar vs., ama şu hâliyle bakıldığında çok ciddî bir şekilde bütün yumurtalarını aynı sepete koydular ve çok ciddî bir risk aldılar. Ve şimdi o riskin ödenme ânı yaklaşıyor ve tam da böyle bir yerde Mahmut Hoca tam da böyle bir anda, seçimlere en fazla bir yıl kala hayâtını kaybetti. Zâten onun ölümünün ardından bir sorun yaşama potansiyeli olan… — ki burada bir parantez açmak lazım: Kimi durumlarda bu kadar karizmatik isimlerin ölümü, o yapıların, cemaatlerin ya da partilerin iyice krize girmesine yol açarken, kimi zaman da ilginç bir şekilde önlerinin daha da açılmasına vesîle olabiliyor. Yeni gelen kişi çok yaratıcı ve yenilikçi çıkarsa böyle tam tersi olabiliyor. Ama buradaki işâretler genellikle böyle bir şahsın olmayacağı. 

Zâten aşırı büyümenin –“hormonlu büyüme” diyorum ben buna–, “hormonlu büyüme”nin sorunlarını yaşayan İsmailağa ve diğer Nakşîler –ama konumuz özellikle İsmailağa Cemaati– Mahmut Hoca’dan sonra iyice bu hormonlu büyümenin getirdiği sorunlarla baş etmeye çalışıyor olacak. Ve önlerinde belki de kolaylıkla ulaşabildikleri belediyeler, hükûmet, bakanlıklar, yüksek bürokrasi olmayacak; hattâ belki de geçmişte kazandıkları birtakım imtiyazların ellerinden geri alınmasına tanık olacaklar. Normal şartlarda bu tür yapılar esas olarak kendi öz kaynaklarıyla büyürler. Devlet kredisine, devlet desteğine de tabii ki ihtiyaçları vardır ve isterler; ama esas olarak ne olur ne olmaz diye devlete çok bel bağlamama yaklaşımları nedeniyle, esas olarak kendi güçleriyle yol almaya çalışırlardı. Ama AKP iktidârı ve özellikle son dönemiyle berâber Erdoğan’la bir kader birliği ettiler. 

Şimdi Erdoğan’ın yenilgisi bunların da önüne çıkacak. Tabii ki hem bir yandan Erdoğan’ın yenilmemesi için ellerinden gelenini yapacaklar, hem de diğer yandan Erdoğan’ın her geçen gün artan yenilgisi ihtimâline karşı, yenilmesi durumuna karşı birtakım yatırımlar yapmak zorunda kalacaklar. Gerçekten çok zor bir durumdalar. Yani söyleyecek bir şey yok; kendileri seçti, bu zorluklarla yaşamayı öğrenmeleri gerekecek; ama çok kabaca söyleyecek olursak: İsmailağa için artık geri sayış çok daha hızlandı. Bence bir şekilde çoktan başlamıştı; şimdi çok daha hızlı bir şekilde yaşanacak. Ve Mahmut Hoca’nın hayâtını kaybetmesi burada sembolik de olsa, aslında o fiilen yönetmiyordu ama sembolik de olsa bir eşik olacağa benziyor. 

Ve bundan sonra, diyelim ki bir üç yıl sonra İsmailağa Cemaati’nden bambaşka şekilde bahsedeceğiz. Bir ihtimal: Farklı farklı kişiler, farklı farklı yapılarda devâmını getirdiklerini söylemeye çalışacaklar. Bir bölünme olacak; bölünenlerin bir kısmı iktidar eğer değişirse –ki değişeceği kanısındayım– yeni iktidarla sorunsuz bir şekilde, bütün sorumluluğu başkalarına atarak yol almaya çalışacaklar vs.. Ama şunu özellikle vurgulamak lâzım: Bir periyod yaşandı, bu periyodla birlikte İsmailağa Cemaati gibi cemaatler, özellikle Erdoğan’ın son döneminde –Ayasofya’nın yeniden câmi yapılması, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, konser yasakları vs.– aklınıza gelebilecek her türlü yukarıdan aşağıya devlet eliyle “İslâmîleştirme” hamlelerinden mutlu oldular. Ama bu mutluluklarının çok uzun süreceğini hiç sanmıyorum. 

Meselâ çok alâkasız gibi gelebilir ama, Tunus’ta Arap Baharı’nın tek başarılı örneği olarak görülen Tunus’ta, Nahda hareketinin çok ciddî bir yükselişi, ülkeye damga vuruşu yaşanmıştı. Ama şimdi Tunus’ta her şey değişiyor ve yeni hazırlanan anayasada çok ciddi bir lâiklik vurgusu yapılacağı, “Devletin dini İslam’dır” ibâresinin yer almayacağı söyleniyor. Türkiye’de de özellikle Erdoğan’ın son döneminde iktidârını koruyabilmek ya da ömrünü uzatabilmek adına attığı ve İsmailağa başta olmak üzere bâzı cemaatler tarafından büyük bir heyecanla desteklenen adımlar, Türkiye’de aslında lâikliğin ne kadar değerli olduğunu, bu tür yapılarla devletin kurduğu ilişkilerin ne kadar, Türkiye’nin tamâmının, tüm Türkiye toplumunun aleyhine olduğunu bize gösterdi. Ve buradan eğer iktidar değişirse yeni gelenlerin çıkartacağı dersler ve buna bağlı olarak atacakları adımlar olacak. Ve bu yapılar da bu yeni döneme bir şekilde ayak uydurmak durumunda kalacaklar. 

Tabii ki bir İsmailağa Cemaati’ne mensup kişilerin lâikliğin erdemini keşfetmesi gibi bir şeyi bekliyor değiliz; ama en azından toplumun içerisinde başkalarının haklarını hukuklarını gözeterek ve dünyanın gidişâtına aykırı birtakım dayatmalarla çok fazla yürüyemeyeceklerini, özellikle kadın konusunda yürüyemeyeceklerini idrak ederek herhalde kendilerini yenileme yoluna gitmek durumunda kalacaklardır. Kendilerini yenilemeleri, hem yeni zamâna ayak uydurma anlamında onlara bir şeyler kazandıracak, ama aynı zamanda târihî referanslarından uzaklaştıkları için de birtakım sihirlerini, efsunlarını kaybetmelerine yol açacak. İşte zâten bütün bu tür yapıların, gelenekten beslenen yapıların hepsinin modernlikle kurduğu ilişkide bu var. Moderniteye uyum sağlamanın artıları, ama ona uyum sağladıkça, mîrastan yemenin, hazırdan yemenin ve onları gözden çıkartmanın getirdiği eksiler… 

Buna ayak uydurabildikleri takdirde ömürleri uzun olabilir. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, modernliğin sâdece ve sâdece araçsal kullanımını yapıp, hani o eski tâbirle, “Batı’nın teknolojisini alıp değerlerinden uzak durma” yaklaşımıyla çok fazla gidebilecek bir yerleri yok. Direneceklerdir; fakat zamanla eğer devlet ve siyâsî iktidar da onlara sağladığı imkânları geri çekerse, hattâ zamânında başkalarının sağlamış olduğu haksız kazançların bir kısmını geri almak isterse, o zaman durum bunlar için, meselâ bir İsmailağa Cemaati için çok farklı ve çok zor olacak. Olacak; yapacak bir şey yok, yanlış yaptılar, yanlış oynadılar: Siyâsete çok fazla angaje oldular. Ve şimdi, nasıl siyâsetçiler yaşadıkları siyâsî krizin sonucunda iktidârı kaybetmeleri durumunda bunun bir şekilde bedelini ödeyeceklerse, İsmailağa da herhalde Türkiye yeni bir döneme geçecek olursa bundan muaf olmayacak. En azından eskisi kadar kayırılan, gözetilen, önü açılan, hatâları görmezden gelinen, devletin tüm imkânlarıyla yanlışlarının üzeri örtülmeye çalışan yapılar olmaktan çıkacaklar. Evet, bugün saat 16:00’da Kemal Can’la yapacağımız “Haftaya Bakış”ta da bu konuyu konuşacağız. Ama ben çok konuştuğum için daha çok Kemal’e konuşma imkânı tanıyacağım. Orada tekrar buluşmak üzere, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.