Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (84): Cumhuriyet’in kapanmayan yarası | Anadilinde eğitim yasağı

1982 Anayasası, eğitim hakkı ve ödevi başlığını taşıyan 42. maddesinde, “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” hükmünü getirmektedir. Bu yasak, Cumhuriyet’in yaklaşık yüz yıldır çözüm bekleyen Kürt sorununun da en önemli bileşenlerinden biri, belki de birincisidir. Anayasa’daki bu yasağın Kürt sorununun da ötesinde, Türkiye’deki başka bâzı halkların -örneğin Çerkeslerin- da talepleriyle çeliştiği ve sorun yaratmaya devam
ettiği bir sır değildir. Bu yasakla ilgili olarak söylenebilecek pek çok şey var. Bunlardan ilki, yasağın kabûl
edilebilirliği ile ilgili. Anadilinde eğitim yasağı, Lozan Barış Andlaşması’nın (LBA) bir gereği olarak, sâdece gayrimüslim olmayan vatandaşlara uygulanabilmektedir. Dolayısıyla, eğer bir vatandaş LBA kapsamında değerlendirilen gayrimüslim azınlık mensubu ise, onun Türkçe dışında anadilinde eğitim hakkı mevcuttur. Buna karşılık, Kürtler ve Çerkesler örneğinde olduğu gibi, gayrimüslim azınlık mensubu olmayan
vatandaşların bu hakkı yoktur. Oysa, yine LBA Türkiye’de Türkçe’den başka anadillerinin olduğunu da kabûl etmekte ve anadilleri Türkçe olmayan vatandaşların her türlü ticârî, dinî, özel ve kültürel ilişkilerinde bu dilleri serbestçe kullanabilmelerini hüküm altına almış bulunmaktadır. Burada, hem makûl olmayan hem de meşrû kabûl edilmesi mümkün görünmeyen bir çelişkiler yumağı ile karşı karşıyayız.
Buna karşılık, Türkiye yargısı, Türkçe dışındaki dillerde anadilinde eğitim hakkının tanınması talebini reddetmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (YHGK) önemli bir kararına göre, Türkiye’de Türkçe’den başka anadillerinin bulunduğunu kabûl etmek, Türkiye’de farklı halkların bulunduğunu kabûl etmekle aynı anlama gelir ve böyle bir kabûl de “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”ne aykırıdır. Takdir edilecektir ki, bir ülkenin farklı halklardan meydana gelen bir birlik olması da pekâlâ mümkündür ve
devletler mutlaka ve mutlaka yekpâre, monolitik bir insan unsura dayanmak zorunda değillerdir. Farklı halkların mevcûdiyeti, o devletin bölünmesine veya Türkiye’de çoğu kez zannedildiği gibi üniter yapının değişmesine sebebiyet vermez. O hâlde, YHGK, neden böyle bir zan içindedir?

Sorunun cevâbı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu önceleyen bir paradigmayla ilgilidir. Bu paradigma, LBA görüşmelerinde açıkça ortaya konulmuş olan paradigmadır. LBA görüşmeleri sırasında, azınlık sorunları görüşülürken, müttefik devletler o zaman geçerli olan dinî azınlıkların yanı sıra dil azınlıklarını da gündeme getirirler ama TBMM’yi temsil eden hey’et dil azınlıklarının kabûl edilmesine engel olurlar. Böylece, Türkiye açısından azınlıklar, sâdece dinî esâsa göre tanımlanabilecektir. Bunu büyük bir başarı olarak gören Lozan’daki TBMM hey’eti, dil azınlıklarının da kabûl edilmesi hâlinde bölünmeye, parçalanmaya engel olunamayacağı fikrindedirler. Bu “azınlık” anlayışı ve gerisindeki milliyetçi paradigma, o günden beri devam etmekte ve çağdaş dünyâdaki anlayışların, toplumsal ve siyâsî çoğulculuğun gerisinde kalınmasıyla birlikte artan otoriterleşmeye de destek olmaktadır. O kadar ki, 1982 Anayasası görüşmeleri sırasında, anadili ile resmî dil âdetâ özdeşleştirilmek istenmiş, hattâ resmî dil ile ilgili anayasa maddesinin gerekçesine, “Türkiye’de yaşayan insanların resmî dili Türkçe’dir” diye anlamsız bir
ifâde dâhi yazılabilmiştir. Buna, anadilinde eğitim yasağı getiren ve Anayasa’ya kurucu iktidarın askerî kanadı olan Millî Güvenlik konseyi tarafından eklenen hükmün gerekçesinin dahi olmadığını da ekleyebiliriz. Türkiye yargısı da, Lozan Hey’etinden MGK’ne dek uzanan devamlılık içinde hüküm vermekte ve toplumsal farklılıkların kabûlünü gerektiren anlayış bir türlü karşılık bulamamakta, sorunlar sürüncemede kalmaya devam etmektedir.

Prof. Dr. Levent Köker, Hukuk ve Demokrasi’de yorumluyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.