Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ozan Sağsöz yazdı: Eyle deryâ aşırı mesâfe-i ba‘îdeye bizim gitmemiz lâzım değildir

Yeni Dünya’nın ve yeni ticaret yollarının keşfi dünya tarihinin akışını değiştiren önemli olaylardan biridir. Biz bugünden geçmişe bakarak olayın önemini rahatlıkla görebiliyoruz. Fakat Yeni Dünya’nın keşfine çağdaş olanlar bunun büyük bir olay olduğunu vakıa yaşanırken fark edebiliyorlar mıydı acaba? Bu yazıda üç Osmanlı okumuşunun yazdıklarından hareket edeceğim.  Mehmet Suudi, Katip Çelebi ve Evliya Çelebi’nin yazdıkları üzerine kısa bir değerlendirme yapacağım.

Suudi’nin Yeni Dünya’nın keşfi üzerine 1583’te III. Murat’a takdim ettiği Tarih-i Hind-i Garbi veya Hadis-i Nev’i daha önceki yazılarda inceledim. Suudi, Yeni Dünya’nın keşfi bahsinden önce yeni ticaret yollarının öneminin farkındadır.:

Zira on altıncı asrın başlarından başlayarak Portekiz gemileri Cebelitarık Boğazı’ndan Atlas Okyanusu’na çıkıp Afrika’nın batı sahillerinde dolaşarak güneye ulaşırlar. Oradan doğuya yönelerek Nil nehrinin kaynağı olan Ay dağlarının ilerisinden geçerler. İşitildiğine göre orada çok eziyet çekip büyük tehlikeler atlatırlar. Daha sonra Kızıldeniz açıklarından geçip Pakistan ve Hindistan kıyılarının büyük bölümüne ulaşırlar. Yumuşak tavırları ve güzel tedbirleri sayesinde Pakistan ve Hindistan limanlarının pek çoğuna hâkim olmuşlardır. Civardaki İslam ülkelerinin birçoğuna sıkıntı vermekte ve deniz yoluyla ticaret yapan Müslüman tüccarların yollarını kesmektedirler. Eğer bunlara biraz daha müsamaha edilecek olursa Kızıldeniz’e yol bularak Hicaz sahillerine saldırıp halka zarar verebilirler.

Bir grup düşmanın bu şekilde gayret edip batıdan doğuya gitmekte, şiddetli rüzgâra, denizin belalarına katlanmakta olmalarına karşı, Anadolu onların ülkesine oranla yarı yolda bulunmasına rağmen o bölgelerin (Pakistan-Hindistan) yolunun ele geçirilmesi için teşebbüs edilmemesi ve buna Osmanlı Sultanlarından hiçbirinin istekli olmaması şaşılacak bir durumdur. Bununla birlikte o taraflara sefer düzenlemekte sayısız yararlar bulunmaktadır. O bölgelere yönelmek için pek çok sebep vardır. Bunları açıklamaya gerek yoktur. Eğer Mısır’da Süveyş bölgesinde gemiler hazırlanıp asker yerleştirilerek başlarına dirayetli bir kumandan ile güçlü, cesur, kendi çıkarını düşünmeyen, sırf İslam’ı güçlendirmek için gayret gösterecek tedbirli bir kaptan tayin edilse çok kısa sürede o bölgeleri ele geçirir ve düşmanları oradan uzaklaştırırdı.” (1)

Burada uzunca alıntıladığım bölümden Portekizliler’in Güney Afrika’dan Hint Okyanusu’na gemilerle gelerek bu bölgedeki ticarete müdahil olduklarını görüyoruz. Suudi Osmanlılar’ın Avrupa’ya nispetle daha yakın olmalarına rağmen Hint Okyanusu’na müdahil olmamalarını hayretle karşılamıştır. III. Murat’a takdim edilen bir kitap olduğu düşünülürse de yukarıda yazılanları nasihatname olarak da değerlendirebiliriz. Suudi, kitabın yazıldığı tarihe kadar hiçbir sultan tarafından yapılmayanı III. Murat’ın yapmasını tavsiye ederek buraların işinin ehli bir kumadan tarafından kısa zamanda ele geçirilebileceğini düşünmektedir. Yeni Dünya ile ilgili olarak da aşağıdakileri kaleme almıştır:

İspanyollar yirmi yılda o adaların tamamını ele geçirip kırk binden fazlasını esir ettiler. Bizi nimetlendiren yüce Allah’ın izniyle bundan sonra o verimli ülkenin soylu Müslüman yiğitlerin eliyle fethedilip İslam inançları ile dolmasına ve Osmanlı topraklarına katılmasını ümit ederiz.” (2)

Suudi, İspanyolları’n Yeni Dünya’yı keşfettikleri yerlerin Osmanlı topraklarına katılmasını temenni eder fakat bunun nasıl olacağı konusunda yazmaz. Hint Okyanusu’na Süveyş’te gemi yapılması gibi bir tavsiye göremeyiz Suudi’den. 

On yedinci yüzyılın önemli siması Kâtip Çelebi’nin (ö. 1657) coğrafya ve denizcilik üzerine de eserler kaleme almıştır. Yeni Dünya’nın keşfine ve etkilerine dair burada iki eserini değerlendireceğiz. Bunlardan ilki Tuhfetü’l-Kibâr fî Esfâri’l-Bihâr adlı eseridir. Osmanlı deniz harp tarihini 1656’ya kadar anlatır. Kitabın mukaddimesinde coğrafya ilminin öneminden bahseder: 

“(…) küffâr-ı hâksâr ol ilimlere takayyüd ve i‘tibâr ile Yeni Dünyâ’yı bulup benâdir-i Sind’e vu Hind’e müstevlî oldu.” (3)

Kâtip Çelebi coğrafya bilimi vasıtasıyla da Avrupalılar’ın Yeni Dünya’yı bularak Çin ve Hint limanlarına hâkim olduğunu söyler. Yeni Dünya’nın keşfine değindiği bir diğer eseri ise İrşâdü’l-hıyârâ ilâ târîhi’l-Yûnân ve’r-Rûm ve’n-nasârâ’dır. (4) İsminden de anlaşılacığı gibi Yunan, Roma ve Avrupa tarihini kısaca özetlediği kitapta Katip Çelebi Yeni Dünya’yla bağlantıyı mukaddime kısmında dolaylı olarak kurar.

Gemilerle yeryüzünün her tarafını gezip dolaştılar ve Hint Okyanusu ile Atlas Okyanusu’ndaki birçok bölgeyi ele geçirdiler. İslam milleti, özellikle -yüce Allah daim etsin- Osmanlı devleti ortaya çıktığı zaman, Hristiyanların çanlarına ot tıkıldığından uzun ellerini geri çekip Asya memleketlerine ayak atmaktan geri kaldılar. Sadece Yeni Dünya, Sind ve Hint limanlarını ele geçirmekle teselli buldular. Öte yandan bu topluluğun çoğalması ve memleketimize yaklaşıp tanınması bizde dinsel bir düşmanlığa ve sıradan bir nefret hissinin doğmasına neden oldu. Bu durum o iğrenç topluluğun sultanlarının ve hükümdarlarının tarihlerinden bütünüyle yüz çevrilmesine yol açtı. (…) Hristiyan topluluklarının krallarını ve her birinin birer kötü yoldan ibaret merasimlerini içeren bu kitapçığı yazmaya karar verdim”. (5)

Kitabın mukaddimesinde kitabın yazılış amacını sıralarken Yeni Dünya’yı ve yeni ticaret yollarına atıfta bulunması Katip Çelebi’nin bu durumu önemsediğinin bir işaretidir. Osmanlı coğrafyasına kadar sokulan bu devletlerin tarihini öğretmek için yazılan bu eser aslında askeri zaferlerle hâkimiyetini geliştiren Avrupalılar’ı da anlamaya yönelik bir çabadır. Dinsel düşmanlığın ve nefretin yaratacağı körlük, düşmanı tanımaya engel olacaktır. Katip Çelebi coğrafya ve tarih bilimleri vasıtasıyla Yeni Dünya’yı keşfeden Hint ve Çin limanlarını tesiri altına alan düşmanın başarılarını anlama taraftarıdır. Telif ve tercüme ettiği diğer eserleri düşününce Katip Çelebi’yi daha iyi anlayabiliriz. 

Çelebiler çağının önemli siması Evliya’nın da Yeni Dünya’nın keşfi üzerine yazdıklarını buraya alarak devam edelim: 

Bir râhibe Padre derlerdi ve [bir] bıtrîka Kolon derlerdi. Bu Kolon Portakal idi, Padre İşpanya idi. Bâyezîd Hân bunlara huddâmlar ta‘yîn eyleyüp alarkadan nazzâreye aldılar. Hikmet-i Hudâ ‘filân günde kal‘a feth olur’, deyü vakit ta‘yîn etdikleri sâ‘at kal‘a feth oldu. (..)  Millet-i Mesîhiyye’nin râhibleri ve hıristiyânları ve âlimleriyiz, ilim kuvveti ile bildik. Ve pâdişâhıma iki müjdemiz var. Tırabuzan’da olan Selîm oğlun Mısır sultânı olup Mekke Medîne pâdişâhı olur. Ve Süleymân oğlun Kızıl Elma sâhibi olur. Ve Âl-i Osmân devletinin tâli‘i kuvvetdedir. Bu dünyâ cezîresin büsbütün kabza-i tasarrufa alırsız. Ammâ pâdişâhıma bir ulu müjdemiz var. Cümle pâdişâhlardan azîmü’ş-şânsız. Şu devlet size müyesser ola, deyü yüz kırk yıldır ben seyâhat ederim. Ve yüz on beş yıldır bu Padre seyâhat eder. Âhir ikimiz bu kadar müddet-i medîd ömr-i dırâzda bu dünyâyı yedi kerre devr edüp âhir bu dünyânın Sebte boğazından taşra gemimiz ile ilim kuvvetiyle cânib-i garba yedi bin mîl gidüp Yeni Dünyâ nâmında bir dünyâ bulduk. Bu dünyâda olmayanlar anda mevcûddur. Ve anda dahi bir gûne behâyim makûlesi dağî bâğî âdemler vardır, haşir neşir bilmezler. Cümle sularında altun vardır ve cümle dağlarında ma‘âdinler ve sahrâlarında çemenzârlardır. Âb [u] havâsı latîf, dahi bu dünyâ kavminin ayağı basmamış bir bakir dünyâdır. Pâdişâhıma müyesser ola, deyü müjde etdim dediler. 

Bâyezîd-i Velî buyurdular kim, ‘Bize Mekke ve Medîne ve bu cezîre-i dünyânın feth [ü] teshîri lâzımdır, eyle deryâ aşırı mesâfe-i ba‘îdeye bizim gitmemiz lâzım değildir’ deyü cevâb edince Padre ve Kolon nâm râhibler dest-bûs ile vedâ‘ edüp doğru papaya vardılar”.(6)

Evliya’nın yazdıklarından Padre ve Kolon nam iki âlimin hem gizli bilimlere hem de doğa bilimlerine hâkim olduğunu ve Yeni Dünya’yı bulduklarını anlıyoruz. Bu iki hakim Yeni Dünya’nın zenginliklerini II. Bayezid’e teklif ediyorlar. Bu tekliften önce ise II. Bayezid’ın soyunun Mekke, Medine ve Kızıl Elma’yı alacağını söylüyorlar. II. Bayezid Mekke ve Medine’nin fethini duyduktan sonra Yeni Dünya’nın zenginliklerini bir kenara itiyor kanaatimce. Dankoff ise bu hikâyeyi Osmanlılar’ın ileriyi görememesi ve dar fikirliliğine yönelik bir eleştiri olarak yorumlamış.(7)

Mehmet Suudi, Kâtip Çelebi ve Evliya Çelebi’nin yazdıklarını nasıl yorumlamamız gerekiyor? Bu retorik sorunun cevabını veremeyebiliriz. Suudi’nin tavrı tamamen askeri ve politik bir tavır olarak okunabilir. Tersanelerde gemi yapılır sonra asker gönderilerek yeni yerler alınır. Kâtip Çelebi ise durumu anlamaya çalışmaktan yana, bunun için de coğrafya ve tarih bilimini yardıma çağırıyor. Mekânda ve zamanda derinlik sağlayarak sorunun çözülebileceğini düşünüyor. Evliya Çelebi ise sanki daha çok iş işten geçtikten sonra bir pişmanlık ifadesiyle düşüncelerini kaleme alıyor. “Bu üç şahsiyeti Osmanlı asrileşmesinin farklı patikalarının öncüleri olarak okuyabilir miyiz” sorusuyla yazıyı bitiriyorum. 

  1. Tarih-i Hind-i Garbi veya Hadis-i Nev, s.51-53, Tarih Araştırmalar Vakfı, 1999, İstanbul
  2. Tarihi Hindi Garbi s. 221
  3. Katip Çelebi, Tuhfetü’l-Kibâr fî Esfâri’l-Bihâr s.74 ( Haz. İdris Bostan), Türkiye Bilimler Akademisi 2018
  4. Kitabın günümüz Türkçesiyle adı Yunan Roma ve Hristiyan Tarihi Hakkında Şaşkınlara Doğruları Gösterme.
  5. Bilal Yurtoğlu, Katip Çelebi’nin Yunan, Roma ve Hristiyan Tarihi Hakkındaki Risalesi S. 103 Atatürk Kültür Merkezi 2012.
  6. Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 267 c. 10 Yapı Kredi Yayınları 2007
  7. Robert Dankoff, Seyyah-ı Âlem Evliya Çelebi’nin Dünyaya Bakışı, s.82, Yapı Kredi Yayınları 2021

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.