Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ozan Sağsöz yazdı: “Deryada niçe bin ademi balık yudub halas olmamıştır”

Tarihi metinler de arkeolojik alanlar gibi farklı katmanlardan oluşurlar. Metnin cesameti arttıkça katmanların sayısı da o nispette artar. Troya kazısının katmanları gibi metinlerde de birbiri üstüne inşa edilmiş iç içe geçmiş konular olur. Osmanlı entelektüel tarihine baktığımızda Seyahatname’nin bu nitelikleri taşıyan bir metin olduğunu görebiliriz. Her ne kadar daha önce Seyahatname bu tarz metin arkeolojisine tabii tutulmasa da son zamanlarda yapılan çalışmalarla bu kapı da aralanmış oldu. Bu konuda ilk akla gelen Robert Dankoff’un “Seyyah-ı Âlem Evliyâ Çelebi’nin Dünyaya Bakışı” adlı kitabıdır. Dankoff’un seksenli yıllarda başladığı Seyahatname çalışmalarının mahsulü olan bu değerli kitap, Evliya’nın düşünce dünyasının zenginliğini bize sergilemektedir. Ben de bu yazıda Seyahatname’nin birinci cildindeki kısa bir hikâyenin metin arkeolojisini yapacağım.

Evliya, İstanbul esnafını sıralarken dalgıç esnafını da anlatır. Dalgıçların kaç nefer ve loncalarının nerede olduğunu anlattıktan sonra bir dalgıç dostuna dair bir sergüzeşt nakleder:

Sergüzeşt: Hacı Nâsır nâmında bir gavvâs (dalgıç) dostumuz var idi, ol hikâye eder: “Bir kerre bu Habeş Harkova’sı önünde Mostarlı Mustafâ Paşa fermânıyla incü çıkarmak içün elimde bıçağımla daldım, anı gördüm, deryâ içre ejdehâ-misâl bir kıraç nehengi (balina) gelüp bana aslâ amân vermeyüp yutdu. Bir buz pâresi içre bir muzlim karanlık yere girdim. Ammâ aslâ bir havf (korku) [u] haşyete (ürperme) düşmeyüp bunalmadım ve deryâ gibi değil dâ’imâ nefes alup vermedim. Ammâ vücûdum gitdikce şiddet-i şitâdan erimede.”

Hakîkatü’l-hâl deryâ mahlûklarının cemî‘isinin tabî‘atları burûdet üzredir ammâ tenâvül olunsa ne bârid ve ne yâbisdir, i‘tidâl üzre bir mahlûkdur.

Bu kerre Hacı Nâsır eydir: “Bildim ki beni balık yudup giderek vücûdum mahv olup ana gıdâ olurum. İbtidâ dübürüm kaynakları ve kaba uyluklarımın derileri soyulup erimeğe başladı.

Ammâ derûnumdan (içimden) Feyyâz-ı Mutlak’a (Tanrıya) teveccüh edüp halâsım (kurtuluş) ricâ etdim. Ammâ yine balık karnında aslâ hareket etmeyüp bir vâsi‘ (geniş) sıyrıncak (kaygan) yerde iki ellerimle yoklayup dururken anı gördüm, olduğum balık karnı ra‘d gibi gürleyüp cân havliyle elimdeki bıçağın sabıyla ucunu berk dutdum, bir zamândan gördüm ki berk-i hâtif gibi gitdiğim hayâllendim, bir zamândan sonra gördüm ki kâhî baş aşağı kâhî baş yukaruya takla ata ata bî-tâb kaldım. Ba‘dehu yine ke’l-evvel balığın karnında asûde-hâl oldum.

Ammâ cânım sıkılmağa başlayup gördüm ki benim karnında olduğum balığın ciğerleri ve bagırsakları talab talab ede ede hareketden kaldı. Bilmem ne kadar sâ‘at durduğumu, anı gördüm benim karnında olduğum balık erimeğe başladı. ‘Yâ Rabbî bu ne hâldir’ diyerek elimle uyluklarıma yapışdım, benim dahi etlerim kopmağa başlayınca aklım başıma gelüp bire meded kuvvet-i kuvâ bedende iken hemân balığın ağzına sürünerek varup bîbâk taşra (dışarı) çıkdım, ammâ bir muzlim (karanlık) yer dahi var. ‘Yâ Rabbî bu ne ola’ deyü sürüne sürüne bir mahalle vardım.

Bir sarây-ı azîm dîvânhânesi gibi bir vâsi‘ meydân ba‘zı yerinde ciğer ba‘zı yerinde bağırsaklar talab talab eder. Benim ağzından çıkdığım balık aslâ hareket etmeyüp ölmüş.

Ammâ ‘Ey Pâdişâh-ı Perverdigâr, âyâ bu nedir?’ deyü hayli tevakkuf etdim (bekledim) ammâ misk râyihası beni helâk eyledi, der hemân cân havliyle ayak üzre gezerim, ammâ bir sıyrıncak (kaygan) yer buldum ki bu da balıkdır ammâ ‘âyâ ne hâldir?’ dedim.

Hemân sevdâ başıma gelüp anı akl etdim kim, ‘Bu balık durdukça oturduğum mahal karnıdır’ deyüp elimle yoklayup bildim ki incecik deridir. Ağzından taşra çıkmak mümkün değil. Hemân Allâh’a sığınup elimdeki bıçağile balığın aşağı tarafına bir bıçak nice urdumsa karnı yarılup bir deryâ içre çıka-düşüp elimdeki bıçağile rû-yı deryâya çıkup şinâverlik ederek bir kenâra çıkup bî-tâb [u] bî-mecâl rimâl (kumsal) üzre yatırken anı gördüm, ol balık kendüyi deryâdan taşra hevâya pertâb ederek ve deryâyı cûş [u] hurûşa getirüp burnunun iki deliklerindenminâre-misâl deryâyı şâzrevân edüp pur putur olup gûyâ başdarda kadırga gibi deryâ üzre şinâverlik ederek Harkova tarafına doğru gidüp Mostarlı Mustafâ Paşa önünde bi-emrillâh ol balık karaya düşer.”

Bu Hacı Nâsır dahi bir gemiye binüp rübbânlar buna abâ kebe verüp sarup sarmalayup ertesi gün Harkova’da Mustafâ Paşa’ya gelüp sergüzeşt [u] serencâmın, hakîr’e nakl etdüği gibi anlara nakl edince cümle halkı hayret alup Hacı Nâsır’ın yüzülen derilerine ilâc ederler. Meğer Paşa’nın gözü önünde talduğı mahalden halâs olduğu mahalle gelince bir gün iki gece olup halâs olur.

Hemân Paşa cümle askeriyle balığın yanına varup, cümle asker üşüp bu balığı bir takrîb ile karaya çekerler, pâre pâre edüp görseler Hacı Nâsır’ın nakli üzre Hacı Nâsır’ı yudan balığı, bu balığ-ı kebîr yutmuş, karnında Hacı Nâsır balığı olup Hacı Nâsır balık ağzından çıkup bu büyük nehengin karnına çıkar, anı bıçak ile yarup halâs olduğu isbât olunup sicille tahrîr olunur. Hâlâ sene (—) Mostarlı asrında mastûrdur. Ve Harkova’da şahâdet eder âdemlerle görüşüp Hacı Nâsır’ın takrîrine mutâbık geldi.

Hulâsa-i kelâm deryâda böyle nehengler ve böyle gavvâslar olup niçe bin benî âdemi balık yudup halâs olmamışdır. Ammâ Hazret-i Yûnus ile bu Hacı Nâsır halâs olduğu meşhûr-ı âfâkdır.1

Hikâyeyi kısaca özetleyip bazı unsurların değerlendirmeye çalışacağım. Evliya, Hacı Nasır adlı dalgıç dostunun Somali sahilinde başından geçen bir olay anlatıyor. İnci çıkarmak için elinde bıçağıyla denize dalıyor. Denize dalınca büyük bir balina2 gelip Hacı Nasır’ı yutuyor. Karanlık içinde korku ve ürperme hissediyor. Balinanın hazım sistemi çalışmaya başlamasıyla Hacı Nasır’ın kaba eti ve bacaklarının derileri soyulup erimeye başlıyor. Nasır önce balinanın hareketlerinden dolayı baş aşağı-yukarı hareket etmiş. Fakat bir süre sonra balinanın da etleri erimeye başlamış. Bunun farkına varınca sürüne sürüne balinanın ağzından çıkmış. Balinanın ağzından çıktığı yer de karanlık bir yermiş. Hacı Nasır karanlık yerde el yordamıyla nerede olduğunu anlamaya çalışınca başka bir balinanın karnında olduğunu anlamış. Yani Hacı Nasır’ı yutan balinayı başka bir balina yutmuş. Elindeki bıçakla balinanın karnını keserek dışarı çıkmış ve yüzerek karaya varmış. Karaya varınca da kendisini ruhbanlar sarıp sarmalayarak Mustafa Paşa’nın yanına getirmişler.

Bu hikaye bana bir çok unsuruyla birlikte Canavar tarafından yutulma hikayesini hatırlattı. Canavar tarafından yutulma anlatısının, Akdeniz dünyasından Avustralya’ya birçok kültürde karşılaşılabilecek çok yaygın, adeta evrensel denebilecek bir mitolojik anlatı olduğunu dinler tarihi çalışmalarından biliyoruz. Evliya’nın aktardığı hikayenin unsurları da Canavar tarafından yutulma anlatılarının unsurlarıyla paralellik gösteriyor. Mesela, birçok kültürde simgesel zengin çağrışımları olan inci ile bu anlatılarda çok sık karşılaşılabiliriz. Hıristiyan geleneği için de inci insan ruhunu temsil ettiği gibi Hz. İsa’yı da temsil eder. İncinin aranması motifi ruhun arınmasını, saflığına ulaşmasını simgeler.3 Tam bu noktada Eliade’nın yazdıklarını alıntılayarak devam edelim. Çünkü Evliya’nın anlatısıyla doğrudan ilişkili gibi duruyor.

Aziz Ephrem başka bir vesileyle, çilekeşler ve ker şişler hakkında konuşurken, inzivaya çekilmeyi “ikinci vaftize” benzetmiştir: Tıpkı inci arayıcısının okyanusa çıplak dalmak ve kendine deniz canavarlarının arasından bir yol açmak zorunda olması gibi, çilekeşler de bu dünyanın insanlarının arasına çıplak girmektedir.4

Herşeyden önce vaftizin, deniz canavarıyla boğuşmak üzere suların dibine inme olarak değerlendirilmesi vardır. Bu inişin bir modeli vardır: İsa’nın Ürdün nehrinde, aynı zamanda ölüm Suları’na inişi de olanı. Nitekim Kudüslü Kirillos vaftiz havuzuna inişi bize, İsa’nın vaftizi esnasında, orada saklanmış olan ejderhanın gücünü kırmak için Ürdün nehrine inmesinin modelinde, deniz ejderhasının barınağı olan ölüm sularına bir iniş olarak göstermektedir: Kirillos, ejderha Behemoth Job’a göre suların içindeydi ve Ürdün’ü ağzına alıyordu. Oysa ejderha kafalarını kırmak gerektiğinden, İsa sulara inerek, akreplerin ve yılanların üzerinde yürüyebilme gücünü elde edebilmemiz için mücadele etti.5

Balina tarafından yutulmak Avustralya yerlileri arasında da mitik bir hikaye olarak anlatılır.

Şimdi burada bir Avustralya mitini aktaralım: lnsanbiçimli, ama aynı zamanda balina olan bir dev, Lumaluma, deniz kıyısından çıkageldi ve Batı’ya yönelerek yolunun üstünde rastladığı bütün insanları yedi. Geriye kalanlar, sayılarının neden azaldığını kendi kendilerine sorup duruyorlardı. Gözetlemeye başladılar ve sahildeki karnı tıka basa dolu balinayı fark ettiler. Alarm verip biraraya toplandılar ve ertesi sabah, mızraklarla balinaya saldırdılar. Karnını yardılar, oradan iskeletleri çıkardılar. Balina onlara şöyle dedi: “Beni öldürmeyin, ölmeden önce sizlere bildiğim bütün inisiyasyon törenlerini göstereceğim“.6

Canavar tarafından yutulmanın mitik bir yanı olduğu yadsınamaz. Canavar tarafından yutulmak ve bir sonraki safhada canavarın içinden kurtulmak değişik kültürlerde önümüze çıkan bir motiftir. Eliade bu motifin erginlenmeyle (inisiyasyon) ilgili olduğunu belirtir.7 Bizim hikâyemizde de Hacı Nasır’ın canavarın karnından çıktıktan sonra ruhbanlar tarafından sarılıp sarmalanmasını bununla da ilişkilendirebiliriz. Karanlık ve soğuk bir yere olması hatta etlerinin erimesi bir çeşit ölüm deneyimi olan erginleme törenlerinin önemli unsurlarındandır.

Son olarak kahramanımızın ismine dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu kadar İsevi unsurdan sonra Hacı Nasır’ın ismini tekrar düşünmek gerekiyor. Aşırı yorumu da göze alarak bunun bir Hıristiyan ismi olduğunu, belki de bir mühtedi olduğunu düşünebiliriz. Nasıralı İsa’dan mülhem Hacı Nasır’ın denizden çıktıktan sonra ruhbanlar tarafından sarılması bir tesadüf olmasa gerek. Tabii burada ufak bir ayrıntıyı da eklemek lazım, Habeşistan erken Hıristiyanlık için çok önemli yerlerden biridir.

Hacı Nasır’ın başından geçmiş, belki de geçmemiş bu hikâyeyi nasıl değerlendirmeliyiz? Bu kadar mitik unsuru barındıran bu sergüzeşt, Hacı Nasır’ın uzun yıllar önce belki çocukluğunda dinlediği bir hikâyeydi ve ilginç olduğu için de Evliya’ya anlatmıştı.

Anlatılan hikâyelerin sadece Evliya’nın hayalinin ürünü olmadığını belki de Evliya’nın gezdiği coğrafyanın da ötesinde bir sözlü kültürün toplayıcısı olduğunu düşünmek gerek. Bu bağlamda seyahatnameyi kaç katmanda değerlendirebiliriz?

(*) Dr. Şaban Bıyıklı’ya Seyahatname’deki dalgıç hikayesini bana işaret etmesinden ve kaynaklar konusunda yardımcı olmasından dolayı teşekkür ederim.

1 Evliya Çelebi, Seyahatname s. 271 c.1

2 Hacı Nasır’ı yutanın balina olduğunu hem Evliya’nın muhteşem tasvirinden hem de balina için kullandığı baştarda kadırga ifadesinden anlıyoruz. Nisanyansozluk.com/kelime/kadırga

3 Mircea Eliade, İmgeler ve Simgeler. S. 169 – 170 Gece Yayınları, 1992

4 Mircea Eliade, İmgeler ve Simgeler. S. 170

5 Mircea Eliade, İmgeler ve Simgeler. S. 185-186

6 Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 133, Om Yayınları, 2001

7 Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 109

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.