Transatlantik: Pelosi’nin Tayvan ziyareti, El Kaide lideri Zevahiri’nin öldürülmesi, Ukrayna’dan tahıl sevkiyatı

Usame bin Ladin’in ölümünden sonra El Kaide’nin liderliğini üstlenen Eymen el Zevahiri, Afganistan’da düzenlenen drone saldırısı sonucu öldürüldü. Eymen el Zevahiri, bin Ladin’in sağ kolu ve El Kaide’nin baş ideoloğu olarak biliniyordu. Zevahiri’nin CIA’in düzenlediği bir operasyon sonucu öldürülmesi ne anlama geliyor?

ABD ile Çin arasındaki gerilim artıyor. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Asya turu kapsamında Tayvan’a gitti. Çin’in tüm tehditlerine rağmen adaya inen Pelosi, Tayvan Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen ile de görüştü. ABD ile Çin arasındaki Tayvan gerilimi nereye varacak?

Ukrayna’nın Odessa Limanı’ndan hareket eden ve 26 bin ton mısır taşıyan Razoni isimli Sierra Leone bayraklı kuru yük gemisi İstanbul’a vardı. İstanbul Boğazı’nın Karadeniz girişine demirleyen gemi, Müşterek Koordinasyon Merkezi tarafından denetledi ve yoluna devam etti. Gıda krizi çözülecek mi?

Gönül Tol ve Ruşen Çakır, Transatlantik’te değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: “Transatlantik” ile karşınızdayız. Geçen hafta Gönül Tol yoktu. Bu hafta O var, Ömer Taşpınar yok. Gönül, merhaba.

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Bugün Türkiye’deki son günün anladığım kadarıyla; tekrar Washington yolu gözüküyor. Ömer daha önce gitmişti. O zaman şu anda transatlantik olmayan “Transatlantik”imizi yapalım. Şimdi, birbirinden farklı birçok olay var. Türkiye’nin en ilgisiz kaldığı olayla başlayalım — ama çok da önemli bir olay: Amerikan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Tayvan’a gitti, Çin bayağı bir tehdit etti. Sonunda kazâsız belâsız tamamlanmışa benziyor; ama başlı başına önemli bir olaydı. ABD-Çin gerginliğini daha da artırdı en azından. Niçin gitti Pelosi? Çok değişik bir siyâsetçi zâten. Demokrat Parti’nin en eski aktörlerinden diyelim, öyle değil mi? Yıllardır kaç tâne başkan eskitmiş birisi ve Tayvan’a gitti. Bir meydan okuyuştu bu herhalde, değil mi?

Gönül Tol: Evet Ruşen. Belki hatırlarsın, 1991’de de gitmişti. O 1989’daki demokrasi yanlısı öğrencilerin Tiananmen Meydanı’nda öldürülmesini anmak için, yani çiçek bıraktı alana. O zaman da gitmişti birkaç Kongre üyesiyle birlikte. Şimdi yani bir kere bu sembolik olarak çok önemli bir ziyâret; çünkü protokolde önemli bir yerde Pelosi: Temsilciler Meclisi Başkanı — Amerikan Başkanı ve Başkan Yardımcısı’nın ardından üç numara. O yüzden çok yüksek seviyede bir ziyâret bu ve sembolik önemi çok büyük. Şimdi kendisine sorarsanız, Pelosi’ye “Niye gittin?” diye; böyle bir yazı yazdı Washington Post’a, “Neden gidiyorum Tayvan’a?” diye. Bunu açıklayan, neden gittiğini açıklayan bir yazı yazdı ve şunu söyledi: “Tayvan çok önemli bir ülke ve pek çok alanda liderlik rolü oynayan bir ülke. Covid ile mücâdelede, iklim meselesinde çok önemli bir demokrasi” dedi, “çok kuvvetli bir demokrasi, güvenlik, ekonomi konusunda bir lider pozisyonu var. Demokrasi konusunda örnek gösterilecek bir ülke.” Freedom House’dan bahsetti yazısında — ki Freedom House, merkezi Washtington’da olan ve ülkelerin siyâsî özgürlüklerini ölçen bir sivil toplum örgütü ve “onun raporlarında Tayvan dünyadaki en özgür ülkelerinden biri olarak gösteriliyor” dedi Pelosi yazısında ve “maalesef bu ülke tehdit altında” dedi. Yani Çin bir süredir ekonomik ve askerî baskısını artırıyor Tayvan üzerinde — ki yani izleyicilerimiz için hatırlatalım: Çin Tayvan’ı, kendi topraklarına katmak istediği ayrılıkçı bir bölge olarak kabul ediyor, bağımsız bir ülke olarak görmüyor. Oysa Tayvan’ın kendi anayasası var, kendi silâhlı gücü var, kendi para birimi var vs.. Dolayısıyla çok uzun yıllardır bir statü meselesi var. Ve Pelosi diyor ki: “Pentagon’dan aldığımız raporlara göre” diyor, zâten Çin lideri bir süredir bundan bahsediyordu, “Çin Tayvan’ı işgale hazırlanıyor” diyor ve işte, “Bu artan askerî ve ekonomik baskı karşısında Amerika hiçbir yapmadan duramaz, Tayvan çok önemli bir müttefik ve Amerika’nın Asya-Pasifik politikasının ana ayaklarından bir tânesidir” diyor Pelosi ve “Ben bu ülkeyi ziyâret ederek Amerika’nın Tayvan’ın özgürlüğünü tıpkı kendi özgürlüğü gibi koruyacağını taahhüt ediyorum” diyor. Yani “Amerikan halkı adına bunu taahhüt ediyorum” diyor ve “öyle bir dünyada yaşıyoruz ki artık otokratların demokratik liderlere, demokrat ülkelere karşı kazandığı bir noktada bizim, otokratların karşısında demokrasilerin yanında olduğumuzun altını çizmek gerekiyordu” diyor. Fakat şöyle de bir not düşüyor, diyor ki: “Bu benim ziyâretim Amerika’nın geleneksel Çin politikasını…” –“tek Çin politikası” deniyor– “…bunu reddeden bir politika değil, tam tersine biz hâlâ statükoyu destekliyoruz” diyor. Şimdi bu ne demek oluyor? Amerika geleneksel olarak Tayvan’ın bağımsızlığına karşı; yani hani gayri resmî bir ilişki yürütüyor Tayvan’la Amerika. Tayvan’ın bağımsızlığına karşı, ama diğer taraftan Çin’in de adayı zorla işgal etmesine de karşı. Böyle bir politikası var. Şimdi Pelosi… Yani Amerika da aslında Tayvan’ı bağımsız bir ülke olarak tanımıyor, ama Pelosi konuşmasında şöyle söyledi — bilmiyorum bu sözcüğü bilerek mi kullandı, yoksa bir dil sürçmesi miydi? Tayvan’dan bir ülke olarak bahsetti; yani “country” dedi İngilizce ve bu aslında insanları şaşırttı. Çünkü “Amerika siyâset mi değiştiriyor?” tartışmaları yarattı. Washington Post’a yazdığı yazıdai “Biz statükoyu destekliyoruz” diyor. Yani “Amerika’nın politikasında bir değişiklik yoktur ve bu ziyâret de benim Pasifik ziyâretimin bir parçası…” diyor.

Ruşen Çakır: Şimdi her ne kadar üçüncü kişi olsa da, kişisel bir ziyâret yapmış gibi yaptı. Ve Amerika Birleşik Devletleri de Çin’den gelen tehditler gerçekleşirse kendisine yönelik olacağını söyledi; ama onlar da “O kendisinin verdiği bir karar” dedi; yani sonuçta nasıl söyleyeyim, yarı resmî El-Ehram gazetesi vardı zamânında, biliyor musun? 

Gönül Tol: Evet, evet. 

Ruşen Çakır: Hani resmî değil, ama resmî bir ziyâret. Peki, bu ziyârette bir gerginlik yaşandı, tatsızlık çıkma ihtimâli belirdi, şu oldu, bu oldu. Zâten sorunlu olan ABD-Çin ilişkilerini bu ziyâret etkileyecek mi sence?

Gönül Tol: Şimdi tabii Çin’in bir sonraki adımının ne olacağına bağlı. Bu ziyâret öyle bir zamanda geldi ki, zâten dibe vurmuştu Amerika’nın Çin’le ilişkileri, gerginlik had safhadaydı. Fakat meselâ Biden ekibi desteklemedi bu ziyâreti. Yani Pelosi’nin gitmesini istemedi; çünkü Biden’ı zor bir durumda bırakacaktı. Her ne kadar Biden, Trump’ın Çin’i bir rakip olarak değil düşman olarak gören politikasını sürdürmüş olsa da, Biden yönetimi Çin’le tansiyonu yükseltmeyi hiç istemiyor. O nedenle Pelosi’nin gitmesini hiç istemedi, ama şimdi tansiyon yükseldi. Pelosi’nin uçağının Tayvan’a indiği gün, Çin Tayvan Boğazı’na savaş uçakları gönderdi ve askerî bir tatbîkat başlattı. Dolayısıyla aslında Washington’da bir sürü insan, yani think-tank, düşünce kuruluşu câmiasında, o dış politika câmiasında çok riskli ve gereksiz buldu Pelosi’nin yaptığı şeyi. Çünkü “Bu kadar provoke etmeye gerek yok Çin’i ve hiç de bir şey başarmayacak; bu büyük ölçüde sembolik bir ziyâret” dendi. Ve Biden ekibinin de şöyle eliniz zorlayacak zâten… Bu arada Washington’daki bu dış politika grubunun çok eleştirmesine rağmen, Kongre’de büyük destek aldı bu ziyâret. Cumhuriyetçiler dahi dediler ki: “Bu kesinlikle Biden’ın yapamadığını yaptı”. Çünkü bir süredir Kongre’de Çin karşıtı hissiyat çok kuvvetli, Tayvan’a da destek çok yüksek. Ve bir süredir Kongre diyordu ki Biden’a: “Çin konusunda çok daha sert adımlar atmalısın, bu stratejik muğlaklık politikasını…” Yani neydi o politika? İşte “Tayvan’a saldırırsa biz sessiz de kalabiliriz, onu da yapabiliriz, bunu da yapabiliriz” diye böyle bir muğlaklık politikası vardı. Şimdi Kongre diyor ki: “Bu politikadan vazgeçmemiz lâzım ve net olarak Çin’e, ‘Eğer Tayvan’a saldırırsan, bunun askerî sonuçları olacak’ mesajını vermen gerekiyor” diyordu, Biden bunu yapmıyordu. Dolayısıyla şimdi Pelosi destek aldı Kongre’den; ama Biden için bu riskler içeriyor, eğer Çin gerginliği tırmandırırsa, hele de o biliyorsun deniz ticâret yollarının olduğu bir bölge — ki Covid’den sonra o bölge çok daha önemli bir hâle geldi. Çin ona yönelik bir tehdit arz ederse, bir adım atarsa, bunun Amerika için ve bütün dünya için ciddî ekonomik sonuçları da olacaktır; ama günün sonunda, senin söylediğin gibi, yani bu Pelosi’nin şahsen aldığı bir karardı ve şahsı açısından aslında pozitif sonuçları oldu; çünkü kendisi böyle işte bir tabii kadın, bir lider. Bu konudaki görüşleri de biliniyor; insan hakları, demokrasi konusunda da kuvvetli söylemleri var. Ve Tayvan’ın kadın bir cumhurbaşkanı var; onunla birlikte oturdu, fotoğraf verdi. Bu kendisi açsından çok önemli ve muhtemelen de Kasım seçimlerinde Demokratlar’ın Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluklarını kaybetme riski var. Bu muhtemelen Pelosi’nin Temsilciler Meclisi Başkanı olarak yurtdışına yaptığı son ziyâret olacak ve o anlamda da çok sembolik bir önemi var. 

Ruşen Çakır: Şimdi Biden bundan rahatsız oldu dedin, ama Biden’ın çok mutlu olduğu bir olay var, ona gelelim: El-Kaide’nin liderlerinden Eymen el-Zevâhirî’nin CIA’in düzenlediği bir saldırıyla Kâbil’in merkezinde bir evin balkonunda öldürülmesi olayı var. Şimdi zâten Afganistan’dan çekildi diye de ayrıca birçok ciddî eleştiriye muhâtap olmuştu; şimdi de Afganistan’ın göbeğinde, Kâbil’in göbeğinde böyle bir operasyon yaparak yılların intikamını, yani en kötü ihtimalle 11 Eylül saldırısının intikamının bir ayağı olarak da bunu gerçekleştirdi. Bayağı da mutlu bir şekilde olayı duyurmuş. Olayın El-Kaide kısmına gelmeden, bunun Biden’ın son dönemde dış politikadaki ya da terörle mücâdele anlamındaki en büyük başarısı olduğunu söyleyebiliriz değil mi?

Gönül Tol: Kesinlikle Ruşen. Zâten pek çok insan da bunu böyle görüyor. Şimdi Biden, hatırlarsan, başkan seçildikten hemen sonra yaptığı bir dış politika konuşmasında, “Terörle mücâdele hâlâ önemli” demişti; fakat Biden ekibi terörle mücâdeleyi Amerikan dış politikasının ana ekseni olmaktan kurtarmaya çalışıyordu. Yani 11 Eylül’den sonra oluşan dış politika çerçevesini değiştirmek istediğini çok sık yineliyordu — hem Biden, hem ekibindeki insanlar. Şimdi Zevâhirî’nin öldürülmesine gelelim: Aslında bu arada Afganistan’dan gelen El-Kaide tehdidi var; çünkü biliyorsun El-Kaide’nin bir sürü yerde üssü var; yani Suriye’de var, işte Yemen’de var, Somali’de var. Amerikan çıkarlarına en büyük tehdidi oluşturan Afganistan’daki El-Kaide’ydi ve şimdi Zevâhirî’nin öldürülmesiyle birlikte aslında söylediğini yapmış oldu Biden. Şu anlamda: Terörizme karşı mücâdele artık Amerikan dış politikasında çok daha marjinal bir yer tutuyor olacak; onun yanında, onun karşılığında, işte Rusya ve Çin gibi ülkelerle mücâdele Amerikan dış politikasının ana ekseni hâline gelmiş oldu. O anlamda da bir başarı. Ama aslında bence daha büyük bir başarı; sen de söyledin: Afganistan’dan çıktığında Biden çok eleştirildi; çünkü çok kötü bir operasyondu. O verilen resimler, sivillerin öldürülmesi, uçaktan sallanan insanlar falan dünyada eleştirildi; Amerika içerisinde, özellikle Washington’da çok eleştirildi. Demokrat Parti içerisinden önemli dış politika isimleri tarafından da çok eleştirildi. O zaman bir konuşma yapmıştı Biden, demişti ki: “Merak etmeyin, yani biz Afganistan’dan çekiliyoruz ama, Afganistan’dan askerimizi çekiyor olmamız burada terörle mücâdele konusunda hiçbir şey yapmayacağımız anlamına gelmiyor” deyip, bir konsept, bir kavram ortaya atmıştı: İngilizce “over the horizon” denen bir konsept, yani “ufuk ötesi”. Bununla şunu kastetmişti: “Bizim askerimiz olmasa da sâhada bizim istihbârâtımız çok güçlü Afganistan’da ve biz terörle mücâdeleyi bu istihbârat üzerinden değerlendireceğiz”. O zaman ben hatırlıyorum, bu tür önemli meselelerde, güvenlik konularında, terörizm konularında analiz yapan önemli isimler çok eleştirmişlerdi bu kavramı. “Böyle şey olmaz” demişlerdi. “Uzaktan bunu yapmanın imkânı yok, hele de Afganistan gibi bir yerde” demişlerdi. Ve aslında Biden’ın burada haklı olduğunu gördük; çünkü Zevâhirî’nin öldürülmesi için Amerikan istihbârâtının aylarca çalıştığı söyleniyor. Yani adamın rutinini gözlemlemişler ve hani balkona çıktığı bir anda öldürüldü meselâ. Ve üstelik Kâbil’de kaldığı mahalle Taliban üyelerinin de yaşadığı bir mahalle. Yani operasyonel açıdan çok güç bir işti bu. Bunu yapmış olması… O konuşmayı yaptığında –ben bugün baktım–, o konuşmayı yaptığında Biden’ı eleştirmiş insanlar dahi “Biden haklıymış” dediler. O anlamda ciddî bir dış politika başarısı bence. Yani o Afganistan’dan çekilirken aldığı eleştirileri bir parça dengelemiş oldu. Zâten Ukrayna’da gösterdiği liderlikle de bir anlamda toparlamıştı dış politika imajını. Bu da bence taçlandırmış oldu Biden’ın imajını.

Ruşen Çakır: Şimdi El-Kaide kısmına gelecek olursak, biliyorsun bu benim özel bir ilgi alanımdır. Zevâhirî de daha El-Kaide’ye katılmadığı zamandan beri, Mısır’daki hâlinden beri bildiğim birisi. Çok önemli birisi; ama bu son olaydan sonra da okudum: Daha çok Usame bin Ladin’e karizma, buna ideoloji ve strateji atfediliyor. Tabii 11 Eylül’den sonra çok şey değişti. Dünya da değişti, El-Kaide de değişti. Sen de demin bahsettin: Suriye var, Yemen var, Somali var, başka Afrika ülkeleri var. Ama eskisi gibi küresel anlamda terör saldırıları yapan bir örgüt yok. Yani bir zamanlar neydi? ABD’ye saldırıyor, Avrupa’da çok önemli intihar eylemleri falan yaptılar; İspanya’sından İngiltere’sine kadar Fransa’sına kadar. Şimdi daha yerli bir şeye dönüştü ve onun başındaki kişi öldü. Onun ölümünün tabii çok efsânevî de bir isim olduğu için sembolik bir anlam var; ama onun dışında El-Kaide bu olaydan nasıl etkilenir? Zâten artık çok da önemli fonksiyonu yoktu, yerine yeni birisi geçer ve El-Kaide yoluna devam mı eder? Yoksa ne tür değerlendirmeler yapılıyor?

Gönül Tol: Yani o söylediklerine bütünüyle katılıyorum. Yani Amerika’nın yirmi yıllık terörle mücâdele politikasının sonunda, gerçekten o merkezî yapısını kaybetti. Zevâhirî de senin dediğin gibi karizmatik bir lider değil; ama stratejik açıdan ciddî bir beyin olduğu söyleniyor Zevâhirî’nin. Bir sürü sağlık problemi de vardı aslında. Fakat bence asıl fonksiyonu, Bin Ladin’in öldürülmesinden sonra örgütü bir arada tutan isim oldu. O anlamda da aslında yani bir stratejik dehâ olduğu söylenebilir. Kaldı ki liderlik yaptığı bağlama baktığımızda bunu anlamak daha kolay. Meselâ 2011’de El-Kaide’nin liderliğini üstlendi Zevâhirî ve Arap ayaklanmaları başladığı zaman El-Kaide gibi cihadcı örgütlerin içinde şöyle bir tartışma vardı: Arap ayaklanmaları bizi zayıflatacak. Neden zayıflatacak? Çünkü El-Kaide gibi örgütlerin ana argümanı neydi? İşte, “Ortadoğu’da değişimin tek yolu şiddettir” diyorlardı. Oysa Arap ayaklanmalarıyla birlikte, işte, yani halk ayaklanmalarıyla barışçıl şekilde başladı protestolar. Bu protestolar başlayınca El-Kaide’nin içerisinde ilk değerlendirme bu oldu: “Bu bizim etkinliğimizi azaltacak”. Fakat tam tersi oldu. Yani işte otokratlar bir yere gitmedi, yerinde kaldı, protestolar bastırıldı. Yani Zevâhirî bu dönemde ciddî bir strateji geliştirdi. Meselâ 2014’te bir başka olay oldu El-Kaide için potansiyel bir tehdit oluşturacak: O da işte IŞİD’in yükselişiydi. Yani IŞİD bir anda bu cihadcılar arasında o kadar popüler oldu ki, yani birden El-Kaide’nin network’ünü, o potansiyel militan havuzunu kendine çekmeye başladı IŞİD. Bu da El-Kaide açısından ciddî bir tehditti. O dönemde mesela Zevâhirî örgütü biraz geriye çekti ve yeniden yani… o “stratejik bir yeniden düşünme” dedi; yani “Bu örgüt nereye gidiyor?” sorusu tartışıldı örgüt içerisinde ve meselâ bazı cihadî gruplar IŞİD’i eleştiriyordu çok şiddet yanlısı olduğu için. Ve meselâ El-Kaide o zaman kendisini IŞİD karşısında daha ılımlı bir örgüt olarak lanse etmişti ve bu Zevâhirî’nin stratejik konseptiydi. O anlamda önemli bir isimdi. Ve şimdi tabii “El-Kaide’ye bundan sonra ne olacak?” sorusu bence bu geçiş sürecinde saklı. Şimdi “Zevâhirî’nin yerine kim gelecek?” sorusu var ve alternatiflerden bahsediliyor. En sık konuşulan, ismi geçenlerden, figürlerden bir tânesi, Zevâhirî’ye çok yakınlığıyla bilinen Mısırlı Seyfüladil isimli bir figür var. O da çok önemli bir insan; ama onun şöyle bir problemi var: İran’da. Yani İran’da neredeyse bir ev hapsinde. İran rejimi 2001’de Amerika’nın Afganistan’ı işgalinden kaçıp İran’a yerleşen El-Kaide üyelerini böyle çok sıkı bir kontrol altında tutuyor. Adil de İran’da ve tabii İran, İsrail istihbârâtının da çok ciddî etkinliğinin olduğu bir yer. Dolayısıyla, ismi çok geçmesine rağmen Adil’in İran’da olmasının çok büyük bir dezavantaj olduğu söyleniyor. İşte, üç beş isim var: Somali’de Eş-Şebab’ın liderliğini yapan insan yerine geçebilir deniyor. Ya da mesela global cihad konusunda Suriye’deki iç savaş çok ciddî bir rol oynadı. “Suriye’deki El-Kaide’nin lideri görevi devralabilir” deniyor. Ya da yepyeni bir genç, yeni nesle hitap edecek. Çünkü heyecânını yitirdiği de düşünülüyor cihadcı çevrelerde — yani El-Kaide’nin söylemi. “Yepyeni, dinamik, genç bir isim de gelebilir” deniyor. İşte bu süreci El-Kaide’nin nasıl yöneteceği önemli; çünkü bu çeşitli çekişmeler var. Yani Suriye kolunun lideri mi başa geçecek, Eş-Şebab mı? Meselâ Yemen’in adı bile geçmiyor. Bu süreci nasıl yürüteceği bence El-Kaide’nin geleceğini de belirleyecek. Çünkü bu süreçte El-Kaide’den ayrılmalar da olabilir. Yani eğer liderin nasıl bir profilde olması gerektiğine dâir fikir ayrılıkları olursa, El-Kaide’nin içerisinden kopuşlar da olur. 

Ruşen Çakır: Burada en büyük avantajları belki IŞİD’in de ayrı bir kriz yaşıyor olması. Eğer IŞİD eski gücüne yakın bir yerde olsaydı, Zevâhirî’nin ölümünden sonra El-Kaide’yi bayağı bir yanına çekerdi. Çünkü daha önceki o büyük çıkışla berâber bayağı sayıda insanın El-Kaide’den ayrılıp –Türkiye’de de oldu böyle– IŞİD’e geçtiğine tanık olmuştuk. Neyse son olarak bu tahıl koridorunu bir konuşalım. Türkiye’yi çok fazla ilgilendiren bir husus. Türkiye’nin arabulucuğuyla olan bir husus. Her ne kadar iktidar yanlıları bunun üzerinden Erdoğan’a çok kredi yazmak isteseler de, genel kamuoyu çok fazla ilgilenmiyor; ama dünyanın çok önemsediği bir husus değil mi bu koridor? Tam olarak burada kasıt nedir? Nasıl bir olay gerçekleşiyor? Yani Ukrayna’dan birtakım tarım ürünlerinin başka ülkelere güvenli bir şekilde nakli kadar basit özetleyebileceğimiz bir şey mi?

Gönül Tol: Evet, evet… Yani savaşla birlikte… Şimdi, bir kere Rusya ve Ukrayna dünyanın buğday ve arpa talebinin ciddî bir kısmını –üçte birini galiba– karşılayan iki ülke. Tabii savaş başlayınca bu kesintiye uğradı; bu da bir gıdâ krizine sebep oldu. Zâten fiyatlar artıyordu. Fiyatların artmasıyla birlikte gıdâ krizine sebep oldu. O nedenle de yani Birleşmiş Milletler ve bütün dünya aslında tâkip ediyordu burada ne olacağını, bu anlaşmaya varılıp varılamayacağına dâir. Ve Türkiye’nin de arabuluculuk ettiği bir anlaşma imzâlandı Aralık ayında. Şimdi burada bir şey kuruldu, yani bir mekanizma kuruldu. İstanbul’da bir ortak koordinasyon merkezi var şimdi. Türkiye’nin Millî Savunma Üniversitesi’nin yerleşkesine konuşlandırıldı bu merkez. Şimdi amaç ne burada? Şu var bir kere: Türkiye’nin, Ukrayna’nın, Rusya’nın ve Birleşmiş Milletler’in temsilcileri var. Yirmi kadar temsilci var koordinasyon merkezinde. Şimdi ne yapacak bu temsilciler? Tahıl koridoruna ilişkin süreci bu merkezden gözlemleyecekler. Yani Ukrayna’dan tahıl sevkiyâtı için kalkan gemilerin ayrılış vakti, yükü, varış noktası, bütün bu bilgiler tâkip edilecek ve bu merkezde toplanacak bu bilgiler. Ve amaç Karadeniz’de kurulan güvenlik… Yani bu gemilerin o güvenliği oluşturulan koridordan güvenli bir şekilde geçmesini sağlamak ve işte, ulaşacağı yere ulaşmasını sağlamak. Bu arada Ukrayna savaş gemileri eşlik edecek ve Rusya da saldırmayacağını söyledi. Bu merkez de işte havadan tâkip edecek. Amaçlardan bir tânesi işte bu güvenli geçişin sağlanması — ki gıdâ krizine yanıt olsun bu. Bir diğeri de, Ukrayna’ya girip çıkan gemileri kontrol etmek. Yani meselâ Ukrayna limanına giren bir geminin silâh taşımadığını ya da Ukrayna limanından çıkan bir geminin, hem silâh taşımadığından emin olmak, hem de işte tahıl ve gübre gibi ürünlerin çıktığından, yüklendiğinden emin olmak… Şimdi böyle bir mekanizma başlatıldı ve işte ilk gemi İstanbul’a dün geldi galiba. Ve işte, bunlar denetimden geçiyorlar; bu ortak koordinasyon tarafından bir denetimden geçiriliyor ve Lübnan’a gidiyor. Yani tabii bu önemli bir gelişme gayet tabii ki. Ama şu var, yani meselâ Ukrayna’nın limanlarda bekleyen 22 milyon ton tahılı olduğundan bahsediliyor. Bu sâdece birinci gemi. Ha, bundan sonra ne olacak? Yani bir sürü insan şey de diyor: Meselâ Rusya bu anlaşma imzâlandıktan birkaç saat sonra Odessa’yı bombaladı. “Nereden biliyoruz Rusya’nın bundan sonra zorluk çıkarmayacağını?” diye de düşünülüyor. Bu gıdâ krizine bir yanıt olması açısından çok pozitif bir gelişme. Onun dışında bence siyâsî de sonuçları var; çünkü yani meselâ Lübnan gibi…

Ruşen Çakır: Burada şunu sormak istiyorum: Meselâ Ukrayna’nın ne kazandığını anlıyoruz. Ukrayna’nın gıdâsını ya da tahılını falan satın alanın da ne kazandığını anlıyoruz. Meselâ Rusya ne kazanıyor? Rusya pekâlâ izin vermeyebilirdi. Onun da herhalde bir şey elde ediyor olması lâzım. 

Gönül Tol: Tabii. O çok önemli bir soru Ruşen; yani Rusya aslında bu anlaşmanın resmî bir maddesi olmamakla birlikte, Rusya’ya da aslında –yani AB ve Amerika tarafından taahhüt edildi bu– “Eğer bu anlaşmayı imzâlarsan senin de bazı tahıl ürünlerine gelen yaptırımlar konusunda kısıtlamalar kaldırılacak” dendi. Şimdi bu Rusya açısından da önemli. Çünkü dediğim gibi, Rusya da önemli bir tahıl üreticisi. Ve yaptırımlar yüzünden ekonomisinin beli bükülmüş durumda. Şimdi bu anlaşmayla Rusya üzerindeki o yaptırımların, kısıtlamaların bir kısmı kaldırılacak. Hattâ tarım ürünlerinin bir kısmını ihraç edebilecek. Ve aslında Rusya’nın yaptığı ithalattaki bazı kısıtlamalar da kalkacak. Meselâ Rusya’daki çiftçiler dışarıdan aldıkları ithal tohuma bağımlılar üretebilmek için. Ve bu yaptırımlar yüzünden çok zor günler yaşıyorlardı. Şimdi bununla birlikte, o kısıtlamaların bir kısmı kalacak. Bir de savaş yüzünden yaptırımların hedefi olmuş bâzı Rus bankalarının üzerindeki kısıtlamalar da kalkıyor; çünkü bu tahıl ticâreti için bir ödeme mekanizması olması gerekiyor. Ve bu bankalardan bir kısmı bu mekanizmanın içerisinde olacak. O anlamda da Rusya açısından… ve üstelik bu bâzı tarımsal ihracat yapan şirketlerin bir kısmı Putin’e şahsî olarak çok yakın isimler. Onların da baskısı vardı Putin üzerinde. Bir diğer motivasyon Putin açısından: Putin’in Ortadoğu’daki ve Afrika’daki müttefikleri baskı yapıyordu Putin’e. Yani meselâ Mısır, Suudi Arabistan, İran, hatta İsrail bile — ki bu ülkeler hem yükselen gıdâ fiyatları, hem açlık tehlikesinin olmasından çok endîşelilerdi. Ve bir süredir bu anlaşmaya varması konusunda talepte bulunuyorlardı. Bütün bu şeyleri göz önüne aldığımızda, bence Putin de bu anlaşmanın sürmesi için elinden geleni yapacaktır. Fakat bu şu demek değil — bu çok önemli bir nokta: Meselâ insanlar, “Odessa’yı bombaladı işte, anlaşma imzaladı iki saat sonra Odessa’yı bombaladı” diyor. Anlaşma metninde bir şey söylemiyor, bombalayabilir. Kaldı ki çatışma devam ediyor. Yani doğuda Rusya’nın operasyonu devam ediyor, güneyde Ukrayna birlikleri bâzı yerleri geri almaya çalışıyor. Eğer tahıl altyapısı hedef alınmazsa, onun dışında bombalayabilir Rusya. Yani anlaşmayı ihlâl etmiş sayılmıyor. O yüzden de saldırılarına devam edebilir Rusya. Böylece bence Odessa meselesi… Mesela Odessa’yı anlaşmadan hemen sonra bombalayarak da o mesajı verdi tam olarak Rusya: “Ben bu anlaşmayı imzâlıyorum ama, bu benim askerî operasyonlarımın biteceği anlamına gelmez; bir geri çekiliş değil bu benim açımdan” — bunu söylemeye çalıştı. Ama tabii her anlaşma gibi bu anlaşmanın da kaderi çatışmanın seyrine bağlı ve özellikle güneyde Rusya’nın ne kadar… yani çatışmanın ne kadar sıcak geçeceğine bağlı.

Ruşen Çakır: Gönül, burada noktayı koyalım. Size iyi yolculuklar diyelim. O zaman haftaya tekrar Washington’dan bağlanacağız. 

Gönül Tol: Evet.

Ruşen Çakır: Çok sağol. İzleyicilerimize de çok teşekkür edelim. “Transatlantik”i burada noktalıyoruz. Gönül Tol’a çok teşekkür ediyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.