Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Mehmet Sinan Kuran ile “Hiçbir Yer” sergisi üzerine söyleşi: “Bir kapıdan girdik bu dünyaya, bir daireyi tamamlayıp aynı kapıdan çıkıyoruz”

Mehmet Sinan Kuran’ın ‘’Hiçbir Yer’’ isimli sergisi 4 Aralık’a kadar Anna Laudel’in İstanbul-Beyoğlu’ndaki mekanında ziyaret edilebilir. Kuran’la sergi üzerine konuştuk.

Mehmet Sinan Kuran’ı tanıdığım zaman orta yaşlarda sanata başladığını öğrenmiştim. Mehmet Sinan Kuran sanata nasıl başladı?

45 yaşında zorla başlatıldı. Hoş bir hanımefendi bana, “Senin gibi resim yapabilen birinin başka işlerle uğraşması abesle iştigal” dedi. Bence nazikçe, “Zaten başka bir şey beceremiyorsun, bari resim yap” demiş olabilir. Söz dinledim, içimde bir şüphe olmasına rağmen insanlarla paylaştım resimlerimi. İyi ki paylaşmışım. O zaman bana gereksiz geliyordu bu paylaşım. İnsanların hak etmediklerini düşünüyordum. “Senin kafanda, seninle benzer ruha sahip insanların bu resimleri görmeye hakları var” demişti. Şimdiki ben de öyle düşünüyor.

Eserlerinizde kendinize ait biçimsel bir dil geliştiriyorsunuz. Anna Laudel’de yer alan “Hiçbir Yer” serginizde yeni bir ifade şekliyle karşılaşıyor muyuz?

Sürekli ilaveler oluyor. Aklıma gelen, yoluma çıkan her şeyden faydalanıyorum. Her şeyin üzerine resim yapıyorum, bir sürü şeyi bir araya getiriyorum. Toplumun, sanat piyasasının, akademinin olmaz dediği, snobe ettiği her şekle kapım açık. Çünkü biliyorum ki olur. Hem de nefis olur.

Üretim sürecinden söz edebilir misiniz? “Hiçbir Yer” nasıl şekillendi? Resim yapmanın günlük niteliğinde olduğunu söylemiştiniz. “Hiçbir Yer” sizin için neyi yansıtıyor? Her insan gerçekten fani midir?

Bu üçlü sergi altı sene önce şekillendi kafamda. İnsanların zihnime girip işleyişe tanıklık ettikleri ilk sergi “Introvert”. İki sene sonra Nietzsche’nin yaşam evreleriyle kendi yaşam yolculuğumu birleştirdiğim ikinci sergi ise “Posthumous”. Ben “Deve”, “Aslan” ve “Çocuk” evrelerine bir de ölümü ilave ettim. Son eser bir kış ormanının ortasında bulunan lahitimdi. Bu üçüncü ve son sergi “Hiçbir Yer”de ise ölüp geldiğim yeri gezdiriyorum izleyicilere. Birlikte ölümün korkulacak bir şey olmadığını, asıl korkulması gerekenin yaşayamamak olduğu gerçeğini konuşuyoruz. Şu ana kadar yaşayan herkes öldüğüne göre evet faniyiz. Zaten yaşamın en güzel tarafı bir sonu olması.

“Hiçbir Yer” sergisinde ölüm kavramının neşeli ve şenlik içinde olacağını mı yansıtıyorsunuz?

Tabii ki. Bir kapıdan girdik bu dünyaya, bir daireyi tamamlayıp aynı kapıdan çıkıyoruz. Kiminin dairesi kısa, kiminin uzun. Kapı aynı kapı, geldiğimiz yere dönüyoruz. Doğum günümüzü kutluyoruz, ölünce ağlıyoruz. Garip.

Anna Laudel ile yollarınız nasıl kesişti?

Bir önceki galerimden kovulmuş, küskün küskün yürürken Bankalar Caddesi’nden aşağı, tam Kamondo Merdivenleri yanında olağanüstü bir binanın önünde durdum. Galeri mi, müze mi, pek anlayamadım. Camdan uzun süre içeriyi izledim ve galeri olduğunu fark ettim. İsmi, bina, içindeki eserler hepsiyle farklı bir havası vardı. Eve gittiğimde sevgilime anlattım uzun uzun. Araştırdık, Alman bir galeriymiş. Bir mail atalım dedim. O sıralarda tam hatırlayamıyorum bir şekilde denk geldik. Bir toplantı yaptık ve başladık. Sonra Sedef’e iyi ki mail atmışız dediğimde öğrendim ki aslında atmamış, unutmuş. Biraz fazla istedim herhalde, son derece keyfim yerinde. Harika bir galeri, harika çalışma arkadaşları ve harika iki sergi. Daha ne isteyebilirim, çok mutluyum. Hepinizi kendime oluşturduğum alternatif cennette bekliyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.