Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Küçük partiler büyük oynayabilir mi?

Memleket Partisi, Zafer Partisi ve Yeniden Refah Partisi… Bu üç küçük partinin önümüzdeki genel seçimlere nasıl bir etkisi olur? Seçime birlikte girerler mi? Altılı masayla nasıl bir ilişkileri var?

Ruşen Çakır, Memleket Partisi, Zafer Partisi ve Yeniden Refah Partisi’nin muhalefetle ilişkisini, seçimlere etkisini yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Küçük partiler büyük oynayabilir mi? Biliyorum, “küçük” dendiği zaman kızıyorlar ama, “yeni” demek belki daha doğru olabilir; ama yeni olan sâdece onlar değil. Burada esas kastım; üç partiyi almak istiyorum. Aslında küçük tanımına girebilecek çok parti var. Yeni parti tanımına girebilecek de çok parti var. İlginç bir şekilde Türkiye’de siyâsette birleşmeler olurken, bölünmeler de oluyor. Bölünürken birleşiyor; birleşirken bölünüyor Türkiye siyâseti. Acayip bir durumla karşı karşıyayız. İki tâne ittifak var deniyordu. Üçüncü bir ittifak hafta sonu İstanbul’da îlân ediliyor HDP’nin öncülüğünde. Bir dördüncü ittifak belki çıkabilir. İşte bugün ele almak istediğim, bu üç partinin birlikte yer alması ya da içlerinden iki tânesinin başka daha küçük partileri de yanlarına katarak belki de seçimlere berâber girmesi söz konusu olabilir. Ama biz yine de onları, her birini kendi başına seçime girecek şekilde görelim.

Üç tâne parti; birincisi tabiî ki Ümit Özdağ’ın genel başkanı olduğu Zafer Partisi. İkincisi Fatih Erbakan’ın genel başkanı olduğu Yeniden Refah Partisi. Üçüncüsü de –adı birden aklıma gelmedi, iyice bana kızacak– Muharrem İnce’nin başkanı olduğu Memleket Partisi. Evet, bu üç parti üzerine biraz konuşmak istiyorum. Bu yayın fikri, dün yaptığımız “Adını Koyalım”da özellikle Burak Bilgehan Özpek’in söylediklerini dinlerken kafamda şekillendi, îtirâf edeyim ve kendisine teşekkür edeyim. Öteden beri kafamdaki bir konuydu; ama Burak’ı dinlerken iyice berraklaştı. Bu üç parti ilginç bir şey sergiliyorlar. Normal şartlarda biz yeni ve küçük parti, yeni örgütlenen parti olarak AKP’den kopan Gelecek ve DEVA’ya odaklanmıştık. Bunlar kopuş süreçlerinde ve kopuşun ilk dönemlerinde bayağı bir ivme yakaladılar; ama sonra bir durağanlığa girdiler. Bakalım seçime kadar ne olacak? Ama bu arada beklenmedik bir şekilde yeni partiler çıktı. İYİ Parti’den kopan Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi, CHP’den kopan Muharrem İnce’nin Memleket Partisi, öteden beri var olan ama son dönemde kendini daha fazla görünür kılmaya başlayan Fatih Erbakan’ın Yeniden Refah Partisi. Çok ciddî bir soru var ortada: Bu partiler muhâlif partiler mi? Hakîkaten muhâlefet mi yapıyorlar? Yani Erdoğan iktidârına karşılar mı?

Burada belki şöyle bir sıralama yapabiliriz: Muharrem İnce, Ümit Özdağ, Fatih Erbakan diye muhâlefet dozlarını sıralayabiliriz. Fatih Erbakan’ın, Erdoğan aleyhine çok ciddî bir çıkışı olduğunu ben açıkçası görmedim. Daha çok ortaya konuşuyor ve büyük ölçüde de meselesi Saadet Partisi’ne giden ya da gitmeyi düşünen kesimleri yanına çekmek. Burada da babası Necmettin Erbakan’ın mîrâsının kendisinde olduğu iddiası var. Yani Millî Görüş hareketinin yeni lideri olma iddiası üzerinden bir hareket oluşturmaya çalışıyor. Bu belli bir süre böyle gitti; ama çok da fazla öne çıkmamıştı. Ama ne zaman ki koronavirüs salgını, aşı söz konusu oldu, aşı karşıtı çağrıları oldu. Aşı karşıtlığıyla, buna alenî bir şekilde karşı çıkmasıyla bir ilgi odağı oldu. Yani tamâmen bambaşka bir alanda; kendisinden beklenen, yani babasının mîrâsını sürdürme anlamında daha böyle büyük, Dünya İslâm Birliği gibi, Batı aleyhtarı birtakım çıkışlar yerine ya da içeride, ekonomide âdil düzenin günümüze uyarlanması yerine bambaşka bir alanda, popülist bir alanda dikkat çekti. Belli bir ivme yakaladı. Bu ivmeyi aşı karşıtlığıyla yakaladığı kanısında değilim. Ama onun kendisine bir güç kazandırdığı da muhakkak. Orada kendini bir şekilde kendisine yabancı olan kesimlere de açmayı bildi.

Muharrem İnce’nin olayı aslında çok belirli değil. İsterseniz onu sona saklayalım. Çünkü Muharrem İnce, gerçekten bu üç parti içerisinde en bilinmeyeni, tanımlanması en zor olanı. Meselâ Zafer Partisi böyle değil. Zafer Partisi, tamâmen sığınmacılara karşı bir dil tutturan bir parti. Onun dışında da birtakım şeyler söylüyor ediyor; ama esas çıkışları, Ümit Özdağ’ın dile getirdiği sığınmacılık üzerinden çok sert çıkışlar. Genellikle sosyal medya üzerinden yapılan; ama onun dışında gidilen birtakım yerlerde de –sınıra gidiş vs. gibi– ya da sığınmacılarla sorunlar yaşandığı düşünülen yerlerde yapılan açıklamalar. Bir de tabiî ki bu arada Süleyman Soylu ile olan atışma süreci. Bu daha tanımlı bir yer. Bunun kamuoyunda da çok güçlü bir karşılığı var aslında, sığınmacılardan dolayı rahatsızlığın. Bu, toplumun tüm kesimlerine, ideolojik olarak da birçok yere yayılmış. Yani sığınmacıların durumundan rahatsız olanların sağcı ya da solcu, Türk ya da Kürt, yoksul ya da zengin olduğu ayrımı çok muğlaklaşıyor. Her kesimden insanlar olabiliyorlar ve her kesimden insanlar da bu tür popülist çıkışlara kulak kabartabiliyorlar. Bu çıkışları yapanlara sempati duyabiliyorlar. Ama sempati duymak, kulak kabartmak bir partiye angaje olmak, onun üyesi olmak ya da daha hafif anlamda ona oy verecek olmak anlamına gelmeyebilir. Ama bir ilgi yarattığı, bir damar yakaladığı kesin. Muharrem İnce’nin nerede, nasıl bir damar yakaladığını açıkçası tam görebilmiş değilim. Her konuda bir şeyler söyler gibi yapıyor; ama hep de bir ayağı frende gidiyor. Onun nedeni; CHP gibi bir partide yıllarca siyâset yapması, özellikle gençlik yıllarında sol hareketlerle bir şekilde yakın olması. Bütün bunların bir önemi olduğu kanısındayım. Yani bir yerde, meselâ sığınmacılar konusunda, Kürt meselesi konusunda vs. birtakım popülist sayılabilecek çıkışlar yapmakla birlikte, bunları bir yerde tutuyor. Çok daha ilerisine gitmiyor. Dolayısıyla onun durumunun diğerlerine, bir Fatih Erbakan’a ya da Ümit Özdağ’a kıyasla daha zor olduğunu düşünüyorum. Burada ilginç bir olay var. Muharrem İnce, CHP’den ayrılarak CHP’ye, daha doğrusu Kemal Kılıçdaroğlu’na bence çok açık bir kıyak yaptı. CHP’de kalmış olsaydı hâlâ potansiyel bir lider adayıydı. CHP kongrelerinde aday olabilecek, Kılıçdaroğlu yönetiminin birtakım uygulamalarını içeriden, parti içerisinden eleştirebilecek bir kişi olurdu ve Kılıçdaroğlu’nun bayağı bir önünü keserdi. Onun ayrılmasına herhalde Kılıçdaroğlu memnun olmuştur diye tahmin ediyorum. Çok büyük bir çıkış yapamamasıyla da bu memnûniyeti herhalde iyice artmıştır.

Benzer bir olay, Ümit Özdağ’ın İYİ Parti’den kopmasıyla da yaşandı. Burada da değişik vesîlelerle bunun Meral Akşener’in lehine, onu rahatlatan bir ayrılma olduğunu söylemiştim – ki ilk başta gerçekten böyleydi. Çünkü Ümit Özdağ’ın sert ve radikal pozisyon alışları, o partinin merkez sağda bir kilit parti olması, merkez sağın yeni patronu olması ihtimâlini güçleştiriyordu; tabii aynı zamanda Muharrem İnce kadar olmasa da Meral Akşener’e karşı parti içerisinde bir alternatif olma ihtimâli de vardı. O anlamda, onun uzaklaşmasıyla sonuçta Meral Akşener rahatladı bence. Fakat sonra ilginç bir şey oldu. CHP’de yaşanan gibi olmadı. Ümit Özdağ, kendisini ve partisini bayağı bir güçlendirdi. Onun güçlenip, o radikal, popülist sağ söylemlerle çıkışı normalde Meral Akşener’i rahatlatması gerekirken, Meral Akşener tekrar merkeze yönelmek yerine, eski milliyetçi, sağ milliyetçi –ben buna “taşra milliyetçiliği” diyorum daha çok– söyleme tekrar meyletmeye başladı. Oraya yönelmeye başladı ve sonuçta büyük bir fırsatı Meral Akşener kaçırmak üzere. Kaçırdı diyemem; ama kaçırmak üzere. Şunu söylemiyorum: Ümit Özdağ’a gelenler, İYİ Parti’den ona geliyor demiyorum. Belki öyle gelenler de vardır. Bunu kamuoyu araştırmaları gösterir. Fakat Ümit Özdağ, belki CHP’den de belki AKP’den de belki İYİ Parti’den, MHP’den de oy alacaktır, yeni üyeler kazanıyordur belki. Ama İYİ Parti’nin kriz yaşadığı bir aânda –ki bence bir kriz yaşıyor, bu kriz saptaması onları memnun etmeyebilir; ama şu anda gerçekten bir bocalama devresinde– İYİ Parti bunu yaşarken, Zafer Partisi’nin en azından nasıl bir parti olduğunu, nereye doğru yöneldiğini biliyoruz. 

Yeniden Refah’ın Saadet’le ilişkisi bambaşka bir ilişki. Orada Necmettin Erbakan’ın oğlu olması nedeniyle liderliğin kendisinde olması gerektiğini iddia eden genç bir isim, Fatih Erbakan var. Saadet Partisi’nde de çoğu yaşını başını almış, yıllarını Millî Görüş hareketi içerisinde geçirmiş isimler vardı ve bir tür mîras kavgası yaşandı ve sonuçta Fatih Erbakan, Saadet’e vedâ edip kendi partisini kurdu. Bunun ilk başta bir partiden ziyâde bir fikir kulübü gibi kalacağı düşünülürken, şu anda kamuoyu araştırmalarında bakıyoruz ki Saadet Partisi’nden daha fazla oy alabilecekmiş gibi gözüküyor, ilginç bir durum. Saadet Partisi, Yeniden Refah’a atfedilen konuma doğru gidiyor. Çünkü Saadet Partisi sosyal medyada filan birtakım parlak çıkışlar yapıyor; ama etkili bir şekilde Türkiye siyâsetinde dikkat çekici çıkışlar yapamıyor. Temel Karamollaoğlu, farklı kesimlerin saygısını kazanabiliyor; ama Türkiye’yi yönetmeye tâlip bir hareketin lideri gibi bir görüntüye sâhip olamıyor. O anlamda Yeniden Refah Partisi, Saadet’in daha önüne geçmiş gibi gözüküyor.

Tabiî bunun dışında başka partiler de var, meselâ Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Partisi. Ama o partinin, üzerinde çok fazla konuşmayı gerektirecek bir parti olduğu kanısında değilim. Meselâ eski, ama küçük parti olarak Vatan Partisi var. Vatan Partisi, kendini tamâmen Cumhur İttifâkı’nın kuyruğuna takmış durumda. Ama Cumhur İttifâkı, özellikle MHP, bunu çok istemiyor anladığım kadarıyla. AKP de çok rahatsız değil. En son işte o Saraçhane’deki “nefret yürüyüşü”ne de katıldılar. Oradan ekmek yemeğe çalışıyorlar. Yani LGBTİ+ nefretinden pay çıkarmaya çalışıyorlar. Çok ilginç ve hazin bir durum olduğunu bir not olarak düşmek lâzım.

Bu üç partinin her birinin bir gücü var. İçlerinde en –nasıl söyleyeyim?– çıkış yapamayan parti Memleket Partisi. Ama onun da belli bir gücü var. Bu üç parti yan yana gelir mi? Birlikte seçime girerler mi? Çünkü şu hâliyle bakıldığı zaman, %7 seçim barajını geçmeleri mümkün gözükmüyor. Birlikte girerlerse, artı artı yetmeyebilir. Ama birlikte girip, bir de bir heyecan yaratırlarsa o zaman belki olabilir ve yani Millet İttifâkı, Cumhur İttifâkı ve üçüncü yol yani HDP liderliğindeki ittifaktan sonra –Demokrasi İttifâkı, galiba öyle bir adı olacak– belki dördüncü bir güç olarak Meclis’te yer alabilirler. Çok zor bir ihtimal. İlkin, bir araya gelmeleri zor, çünkü birbirlerinden çok farklılar. Ama bir tür kader birliği hâlindeler. Benzer süreçler yaşamışlar ve her biri de aslında şahıs üzerinden örgütlenen partiler. Baktığımız zaman, Yeniden Refah Partisi Erbakan üzerinden ve oğlu üzerinden gidiyor. Zafer Partisi, Ümit Özdağ üzerinden gidiyor; ama ortada kendilerinin dâvâ olarak tanımlayabileceği bir şey var. Memleket Partisi’nde bu pek yok. Memleket Partisi’nde, Muharrem İnce konuştuğu zaman, CHP ile hâlâ o seçim gecesi kim ne yaptı, kim ne yapmadı meseleleriyle kalmış ve bununla kendini tüketen bir parti görünümünde. Burada ilginç olan bir benzerlik; Zafer ve Memleket partilerinde ilk kuruluş ânında yer alan bâzı isimlerin değişik gerekçelerle, bâzen gerekçe de söylemeden koptuklarını gördük. Bunun büyük ölçüde, o partilerin tek bir kişiyle özdeşleşmiş olmaları, yani liderleriyle özdeşleşmiş olmalarından kaynaklandığını düşünüyorum. Tabiî ki birtakım politikalar, atılan birtakım adımlardan duyulan rahatsızlıklar da olabilir. Bu partilerin “tek adam” –hepsi erkek olduğu için “adam” diyebiliriz– partileri olmaları lehlerine, ilk başta öyle gözüküyor, çok daha kolay oluyor; ama aynı zamanda da önlerini kesiyor. Bunların kitleselleşmesi, daha farklı kesimlere ulaşabilmesini engelliyor. Örgütlenme anlamında bu partilerin her biri ayrı ayrı çaba içerisindeler. Kısıtlı imkânlarına rağmen hiç de fenâ örgütlenmediklerini duyuyoruz, görüyoruz. Ama illerde, ilçelerde parti tabelası asabilmek tek başına yetmiyor. Aynı zamanda buralarda bir toplumsal hareketliliği de yaratabiliyor olmak lâzım. 

Şimdi baktığımız zaman, tabiî ki en çok öne çıkanı Zafer Partisi. Fakat Zafer Partisi’nin belli bir süreden îtibâren bir durağanlığa girdiği kanısındayım. Nedense sığınmacılık meselesi bir zamanlar olduğu gibi çok yukarılarda değil. Oraya gelmeyecek anlamına gelmiyor bu söylediğim; ama şu aşamada bir süredir böyle değil. Ümit Özdağ da bu konuda çok malzeme bulamıyor. Sürekli sosyal medya üzerinden, bir tür, Donald Trump’ın Amerika’da yaptığına benzer bir siyâset yapma tarzı var. Sosyal medya üzerinden bir şeyleri köpürtmeye çalışıyor. Ama bunlar çok da fazla karşılık bulmuyor bence — ya da şöyle söyleyeyim: Zâten Zafer Partisi’ne ilgili olan kesimlerin ilgisini çekiyor olabilir, ama yeni kesimleri, yeni insanları heyecanlandıracak çıkışlar şu aşamada yok. Ama ezkazâ Türkiye’de –umarım olmaz ama– sığınmacılar üzerinden birtakım gerginlikler, krizler yaşanırsa, bundan istifâde etme potansiyeli çok ciddî bir şekilde var. Memleket Partisi’ne baktığımız zaman, hâlâ bir kimliği, yani Muharrem İnce’nin dışında, CHP’den kopmuş olmanın dışında bir kimliği, bir söylemi vs. yok ve şu hâliyle de bir çıkış yapabilme ihtimâli yok. Dolayısıyla diğer partilerle birlikte seçime girme ihtimâlini herhalde en fazla bu parti isteyecektir diye tahmin ediyorum. Yeniden Refah Partisi’nin durumu da — Fatih Erbakan’ın bir sözü vardı, Erdoğan’a destekten bahsediyor bir ara ve kendi partisinin tabanından çok ciddî tepki alıyor. Yani tabanında çok ciddî bir şekilde Erdoğan’a karşı bir alerji olduğunu görüyor. O alerjinin kendisinde olmadığını da görüyoruz zâten. Böyle ilginç bir durumu var.

Sonuçta bu üç parti pekâlâ bir araya gelebilir. Aslında birbirlerine ihtiyaçları var. Ama her üç partinin her birinde de liderler çok öne çıktığı için bu zor olur. Olmaz değil, olabilir, zor olur; ama şurası kesin ki sâdece bir seçim için olur. Seçimden sonra herkes kendi yoluna gider — eğer önlerinde bir yol kalırsa. Bu partilerin ilginç bir özelliğinin, başta söyledim, muhâlefet olup olmadıkları meselesi ve bu nedenle de muhâlefetle olan ilişkileri nedeniyle de özellikle de Zafer Partisi’nin “sarı muhâlefet” diye, iktidardan çok muhâlefeti hedef alıyor olmasından dolayı Erdoğan’a atfedildiklerini biliyoruz. Yani onları Erdoğan projesi gibi, iktidârın projesi gibi görenler, göstermek isteyenler var. Bunun haksızlık olduğu kanısındayım. Ama şurası da muhakkak ki bu partilerin varlığı Erdoğan’ı rahatsız etmiyor. Çünkü sonuçta bu partilerin, daha çok muhâlefet içerisindeki partilerden, yani o partiler olmasaydı CHP’ye, İYİ Parti’ye, Saadet’e gidecek oyları büyük ölçüde aldıklarını düşünüyordur. Ama burada bir istisnâ olarak öncelikle Zafer Partisi’ni koyabiliriz. AKP’den kopmak isteyen insanlar sığınmacı meselesini bahâne edebilirler. Hani gitmek için kendilerine bahane olarak onu görebilirler. Bir diğer husus da az da olsa, Yeniden Refah Partisi de İslâmî kaygıları yüksek olan, daha böyle Millî Görüşçü çizgide olan insanlar için gidilecek adres olabilir. Ama baktığımız zaman, büyük ölçüde bunların varlığı iktidârın çok da rahatsız olacağı varlıklar değil. Bu partilerin en büyük sorunu da zâten bence bu ve anladığım kadarıyla da Ümit Özdağ’ın, Süleyman Soylu ile olan bu bitmek bilmeyen kavgasının da en önemli nedeni bu. Süleyman Soylu ile kavga etmek o kadar zor değil; ama benzer çıkışın çok daha hafiflerini Erdoğan’a karşı en azından yapabildiğini görmedik. Muhtemelen bunun üzerine, Ümit Özdağ’ın değişik vesîlelerle Erdoğan’a yönelik lâflarını hatırlatanlar olacaktır. Ama bir izlenim olarak baktığımız zaman, Ümit Özdağ’ın Erdoğan’la bir kavga içerisinde olduğunu görmüyoruz. Süleyman Soylu ile bir kavga içerisinde olduğunu görüyoruz. Meral Akşener’le de hâlâ bir kavga içerisinde olduğunu görüyoruz. Ama Erdoğan’la bir kavgası yok. Bir kavgasının olmaması demek, tabiî ki Erdoğan’ı desteklediği anlamına gelmiyor. Ama kendine o “sarı” olarak tanımladığı muhâlefetin dışında bir alan yaratmak istediği için, gücünü nerelere odaklaması gerektiği konusunda birtakım tercihleri var. 

Şimdi başlığa dönecek olursak: “Küçük partiler büyük oynayabilir mi?” Çok büyük oynama ihtimalleri olduğunu sanmıyorum. Ama seçimin kaderinde etkili olabilirler. Çünkü özellikle %50+1 oy almak gereken cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu parti tabanlarının ve parti liderlerinin tercihleri çok önemli olacak. Ümit Özdağ burada çok akıllıca bir şey yaptı; Mansur Yavaş’ın adını ortaya attı. Böyle yaparak Altılı Masa’yı karıştırdı, İYİ Parti’yi ve CHP’yi zor durumda bıraktı. Ama yarın öbür gün, “Bizim adayımız Mansur Yavaş’tı. O aday olmadığına göre biz de şu kişiyi destekliyoruz” ya da “Seçmenimizi serbest bırakıyoruz” diyebilir. Dolayısıyla burada bu parti tabanındaki insanların cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tercihlerinin, muhâlefetin adayı her kim olacaksa, o olacağının garantisi yok. Ona oy vermeyecek olanların Erdoğan’a oy vereceğinin garantisi yok; ama pekâlâ, hele ilk turda kendilerine yakın birisi imzâ toplayarak filan aday çıkarsa, o zaman işleri çok kolay olacak, ona oy verecekler. İkinci turda da ya “kötünün iyisi” diye bir isme verecekler ya da oy vermeyecekler. Fakat sonuçta cumhurbaşkanlığı seçiminde bir payları olabilir. Kimin seçileceği kimin seçilemeyeceğinde bir payları olabilir. Dolayısıyla bu kişileri, bu partileri –“kişiler” diyorum, çünkü partiler esas olarak kişilerden oluşuyor, onlar yürütüyor–, hem muhâlefetin hem iktidârın onları yanına çekmek ya da onlarla en azından mesâfeli de olsa iyi bir ilişki kurabilmeyi teorik olarak istemesi gerekiyor. Ama kimse de bunu açıktan yapmayacaktır. Hele onlarla pazarlığa girmeyi özellikle muhâlefet istemeyecektir. Eğer bir pazarlık imkânı varsa, iktidar bu pazarlıktan hiç çekinmez, özellikle Erdoğan hiç çekinmez. Herkesle pazarlık yapar; çünkü Erdoğan için önemli olan şu seçimleri almak. O pazarlığın sonucunda bir şeyler verse de, seçimleri aldıktan sonra o verdiği şeyler ya çok önemli olmaz ya da istediği zaman onları pekâlâ geri alabilir. Ama muhâlefetin eli bu kadar güçlü değil. 

Milletvekili seçimlerinde çok da etkili olabileceklerini sanmıyorum. Tek tek girerlerse zâten milletvekili seçilme, seçtirebilme imkânları olmayacak. Birlikte girerlerse de çok kolay olmayacak. Zâten kazanabilseler de Meclis’te milletvekili sayılarının çok da yüksek olmayacağını biliyoruz. Fakat sonuçta seçim bölgelerinde, özellikle güçlü oldukları seçim bölgelerinde, özellikle muhâlefet partilerinin kazanacağı milletvekili sayılarını azaltma ihtimalleri var. Dolayısıyla bir özet olarak baktığımızda çok büyük oynama ihtimalleri yok; ama iktidârın, cumhurbaşkanlığı ve hattâ milletvekili seçimlerinde lehine olabilecek birtakım etkileri pekâlâ olabilir. “Seçimden sonra bu partiler varlıklarını sürdürürler mi?” diye bir soru, erken bir soru belki, ama burada esas mesele kendi muadillerinin ne olacağıyla ilgili. Yani seçimde CHP bir hezîmet yaşarsa, Muharrem İnce önünün açık olduğunu düşünüyor. Benzer şekilde İYİ Parti yaşarsa, umduğunu bulamazsa, aynı şekilde Zafer Partisi, Ümit Özdağ aynı şeyi düşünecek ya da Saadet Partisi yine son seçimlerde olduğu gibi başarısız bir performans gösterirse, Yeniden Refah böyle olacak. Ama muhâlefetin güçlü bir şekilde çıkması durumunda, CHP’nin, İYİ Parti’nin ve ortaklarının, berâber hareket ettiklerinin güçlü çıkması durumunda bu partilerin uzun ömürlü olacaklarını sanmıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.