Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (94): AYM’nin son kararı | Cumhurbaşkanı Erdoğan, neden seçim yasaklarına tabi değil?

Türkiye, Cumhuriyet târihinin en uzun tek-parti iktidarını yaşıyor. Siyâsî çoğulculuğun bastırıldığı, seçimlerin göstermelik bir nitelik taşıdığı 1923-1950 arasındaki tek-parti yönetiminden bugünkünün farkı, siyâsî çoğulculuğun şeklen çok-partililik olarak muhafaza edilmesi ama hukukî ve fiilî yollarla bu çoğulculuk üzerindeki baskının özellikle son dönemde iyice artırılması. Teslim etmek gerekir ki, 2002’den 2018’e kadar yapılan tüm seçimlerden tek başına iktidar olarak çıkmayı başaran AKP’nin en zayıf olduğu dönemdeyiz. Bu zaafiyet, 2015’te tek başına iktidarı kaybetmiş olmasından bu yana belirgin bir biçimde kendisini gösteriyor. Şu anda da tek-parti değil, yeni adı “ittifak” olan bir koalisyon ile iktidarını sürdürebiliyor. 

Bu durum Türkiye’de demokrasinin çağdaş ölçülere uygun biçimde inşâ edilmesi ve kökleşmesi için önemli bir şans. Çünkü, 1950-1960 arasında seçimle kurulmuş olan tek-parti iktidarını seçimle değiştirme imkânı, 1960 askerî darbesiyle Türkiye halkının elinden alınmıştı. Ondan sonra da, bu kadar uzun bir tek-parti iktidarı yaşanmadı. Şimdi, 2023 seçimlerine gelindiğinde 20 yılını tamamlayıp, 21. yılını sürmekte olan bir tek-parti iktidarını seçimle değiştirme imkânı var ve kamu oyu yoklamalarına bakılırsa, bu imkânının gerçekleşme ihtimâli de hayli yüksek. 

Galiba iktidar da bunun farkında. Özellikle de 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere, önemli büyükşehir belediyelerini kaybetmesi, bu farkındalığı tetikleyen en güçlü gelişme dersek, yanlış bir ey söylemiş olmayız herhâlde. İktidar, bu farkındalığını Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’da bu yıl içinde yaptığı değişikliklerle de göstermiş oldu. Bu değişikliklere göre, il ve ilçe seçim kurullarının yapısı değiştirildi ve Cumhurbaşkanı’nın seçim yasaklarına tâbi olmaması sağlandı. CHP’nin bu değişikliklerin Anayasa’ya aykırılığı, yürürlüğünün durdurulması ve iptâli yönündeki başvurusunu ise AYM, birkaç gün önce, oyçokluğu ile reddetti.

AYM’nin bu kararı ile birlikte, bir kere il ve ilçe seçim kurullarının yapısındaki değişim kesinleşmiş oldu. Değişiklikten önce il ve ilçelerdeki en kıdemli hâkimlerden oluşan bu kurullar, artık kıdem ve yaş sırasına bakılmaksızın, kur’a ile belirlenen üyelerden oluşuyor. Bu da, muhalefet çevrelerinde, haklı olarak, iktidarın özellikle son dönemde yargı örgütünde yaptığı değişiklikleri kendi yararına olacak biçimde seçim kurullarına ve dolayısıyla da seçimlerin yönetimi ve denetimini kendi kontrolüne alma amacına bağlandı. Ayrıca, CHP milletvekili olmasından önce, Anayasa hukukunun önde gelen isimlerinden Prof. Kaboğlu’nun ciddî Anayasa’ya aykırılık iddiâları var, AYM çoğunluğunun bu iddiâları nasıl çürüttüğünü, gerekçeli karar yayınlanmadığı için bilemiyoruz.

Daha net olan bir başka husus ise Cumhurbaşkanı’nın seçim yasaklarına tâbi olmaktan çıkarılması. 2017 AY değişikliklerine göre, eskisinden farklı olarak, aynı zamanda bir siyâsî parti üyesi, hattâ bugünkü gibi “genel başkanı” olan ve halk tarafından doğrudan seçilmek için, kendisine rakip diğer adaylarla “eşit koşullar” altında yarışması gereken, “gelecekteki cumhurbaşkanlığı için aday ama hâlen de görev yapmakta olan cumhurbaşkanı”nın seçim yasaklarından muaf tutulmasının Anayasa’ya aykırılığı apaçık ortadayken, AYM çoğunluğunun hangi gerekçeyle bu aykırılığı görmediğini gerçekten merak ediyorum. AYM’nin burada, son zamanlarda iyice belirginleşen “ikili devlet” niteliğini pekiştiren bir davranış ortaya koyduğunu söyleyebilirim.

Bu gibi manevraların işleri zorlaştırmasına rağmen, 2023 seçimlerinde 20 küsur yıllık tek-parti iktidarının değiştirilmesi ihtimâli hâlâ kuvvetli. Bunun gerçekleşmesi, Türkiye’de demokrasinin çağdaş ölçülere en yakın bir biçimde kurulup yerleşmesi bakımından da önemli bir fırsat. Bu fırsatın kaçırılmaması için de, muhalefeti meydana getiren farklı siyâsî partilerin ortak bir tavır geliştirebilmeleri gerek. Bu ortaklığın, toplumun yaklaşık %20’sini dışlayarak oluşturulamayacağı ise açık. 

Açık olan bir diğer husus da, iktidar değişimi için Cumhurbaşkanı seçiminin muhalefet tarafından kazanılmasının şart olması. CB seçiminin kazanılması ise, öncelikle ilk turda bunun gerçekleştirilmesine bağlı, ikinci tura kalacak olan bir CB seçimini muhalefetin kazanma ihtimâli çok düşük görünüyor. Seçimin ikinci tura kalması durumunda, CB’nın sâhip olduğu yetkiler karşısında TBMM’nin hele de parçalı bir yapı içindeki güçsüzlüğü nedeniyle, iktidar değişiminin gerçekleşmeyeceğini görmek zor değildir. Bu nedenle, bütün muhalif siyâsî partilerin ilk turda oy verebileceği bir aday üzerinde anlaşmak üzere, dışlayıcı olmayan bir müzakere sürecini sürdürmeleri gerekmektedir. Sürecin tümüyle kamuya açık, şeffaf bir biçimde gerçekleşmesi ise muhalefetin zaafiyeti değil, gücünü artıracaktır. Bunun aksine gelişmeler -son günlerde özellikle İYİP üzerinden kamu oyuna yansıyan bâzı spekülâtif değerlendirmeler- muhalefetin gücünü erozyona uğratmaktadır. Bu da, Türkiye’nin ikinci kez yakaladığı, “uzun bir tek-parti dönemine seçim yoluyla son verme” fırsatının da hebâ olmasına yol açacaktır. 

Prof. Dr. Levent Köker Hukuk ve Demokrasi’de değerlendirdi:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.