Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Brezilya seçimleri, Rusya’nın ilhak kararı, Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti, İran’da kadın ayaklanması

Brezilya’da ikinci tura kalan devlet başkanlığı seçimlerinde, solcu eski Devlet Başkanı Lula da Silva ile aşırı sağcı Devlet Başkanı Jair Bolsonaro, 30 Ekim’de yeniden yarışacak.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna’da işgal edilen Luhansk ve Donetsk ile Herson ve Zaporijiya bölgelerinin Rusya’ya katılımını resmileştiren ilhak kararlarını onayladı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 9-13 Ekim’de ABD’nin başkenti Vaşington’a gitmesi planlanıyor. Kılıçdaroğlu’nun Vaşington temasları kapsamında iş dünyası temsilcileri, düşünce kuruluşları ve basın yayın organlarının temsilcileriyle bir araya gelmesi bekleniyor. Kılıçdaroğlu, ziyaretinde ABD’li demokratik-sosyalist senatör Bernie Sanders ile de görüşecek.

İran’da başörtüsünü kurallara uygun takmadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden Mahsa Amini’nin ölümünün ardından ülkedeki rejim karşıtı protestolar 19. gününde devam ediyor. Protestolar sırasında kaybolan 16 yaşındaki Nika Shakarami’nin cesedi 10 gün sonra burnu ezilmiş ve darbelerden kafatası kırılmış olarak ailesine teslim edildi.

Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik” ile karşınızdayız. Bu hafta Gönül Tol yok. Ömer Taşpınar ile Washington’dan Türkiye’yi ve dünyayı konuşacağız. Ömer, merhaba. Bugün senin bağlantın biraz sorunlu sanki; izleyicilerimizi şimdiden uyaralım da çok rahatsız olmadan yayını yapalım, hızlı bir şekilde yapalım. Şimdi, çok şey var konuşacak. Ömer, bu hafta bunları azaltmaya çalıştık ve önce tabiî ki Ukrayna ile başlamamız lâzım. İlhak kararı çıktı; Rusya dört bölgeyi ilhak etti ve Putin acayip bir konuşma yaptı. Rusya’yı Batı’ya karşı tek başına mücâdele eden bir güç olarak resmetmeye çalıştı. Bir diğer yandan Ukrayna’nın taarruzu sürüyor, bâzı yerleri geri almaya devam ediyor — böyle ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Ne diyorsun? Nasıl gelişiyor olaylar?

Ömer Taşpınar: Güneyde taarruz devam ediyor. Sesim geliyor mu Ruşen?

Ruşen Çakır: Evet, sesin geliyor, ama görüntünde sorun var; ama sen konuşmaya devam et. En azından sesini duyalım.

Ömer Taşpınar: Tamam. Güneyde Ukrayna ordusunun beklenmedik derecede başarılı taarruzu devam ediyor. Biliyorsun geçtiğimiz haftalarda kuzeydeki başarıları konuşuyorduk, bu Harkiv (Kharkiv, Harkov) bölgesindeki. Şu anda daha çok bu Luhansk ve aynı zamanda Herson bölgesinde de askerî bir başarı var; yaklaşık yüz elli kilometrelik bir alanı almış durumda Ukrayna ordusu. Bu nedenle Putin’in ilhak ettiği toprakların sınırı şu anda belli değil. Yani Batı`nın tabiî gayri meşrû îlân ettiği referandum sonrasında Rusya topraklarına katılan bu dört Ukrayna eyâletinin şu anda sınırları oynuyor durumda ve sâhada Ukrayna’nın lehine gelişmeler yaşanıyor. Bu arada Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky Rusya ile herhangi bir diplomatik görüşmenin olmayacağını söyleyerek diplomatik görüşmelere kapıları kapattı. Bir bakıma Türkiye gibi arabuluculuk rolü oynamaya çalışan bir ülke için kötü bir haber. Zîra hafta sonu, aslında beklenmedik bir şekilde, Biden’ın ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan ile İbrahim Kalın İstanbul’da buluşmuşlardı ve konuştukları konulardan bir tânesi de Ukrayna’ydı. Türkiye’nin pozisyonu da Ukrayna konusunda Washington’da takdir ediliyor; özellikle bu Rusya’nın ilhak ettiği toprakları Türkiye’nin gayrimeşrû sayması, bu referandumu gayrimeşrû sayması ve Rusya’yı kınaması, Washington ve Beyaz Saray tarafından takdir edildi. Öte yandan tabiî ki şu anda âciliyet teşkil eden ana konu NATO’nun genişlemesi ve İsveç ile Finlandiya’nın üye olması — o konuyla ilgili görüştükleri söyleniyor. Orada Türkiye’nin çekinceleri devam ediyor, Parlamento’dan geçmeme riski var bunun — özellikle İsveç boyutunun. Fakat Ukrayna’ya dönecek olursak, Putin açısından bana göre ciddî bir başarısızlık devam ediyor. Bu seferberlik nedeniyle askere aldıkları sayı 200 bin civârında. Bu 200 binlik bir bindirmeyi sâhaya yapmadan Ukrayna ordusu oldukça seri bir şekilde toprak genişletmek istiyor; yani kış gelmeden ve Rusya 200 bin yeni askeri cepheye yollamadan ilerleme kaydetmek istiyor. Bu arada askerlik çağındaki 200-300 bin kişinin de, gençlerin Rusya’dan kaçtığı, özellikle Kazakistan’a 200 bin kişilik bir Rus vatandaşı girişi olduğu söyleniyor. Son gelişmeler genel hatlarıyla böyle. Ukrayna lehine gelişen bir durum var ortada ve Rusya açısından da hâlâ tabiî ki bu sert konuşmalar, nükleer konuda tehdit devam ediyor. Nükleer konudaki tehdit Batı tarafından, özellikle Washington tarafından ciddîye alınıyor; çünkü şu anda bu topraklar, Ukrayna’nın işgal edilmiş toprakları Rus toprakları olarak îlân edildi. Yani Rusya kendini müdafaa ediyor konumuna gelebilir. Ve Rus kanunlarına göre Rusya’nın toprak bütünlüğünü korumak için nükleere doğru götürme gibi bir risk söz konusu. Bu da Washington’ı çok rahatsız eden risklerden birisi.

Ruşen Çakır: İran’a geçelim Ömer. Ayaklanmalar, kadınların îtirazları, gençlerin îtirazları bitmiyor; ama çok büyük bir değişiklik de olmuyor. En son Hamaney’in bir açıklamasını gördüm; bunu Siyonistler’in ve ABD’nin komplosu olarak târif etti, rejim bayağı bir direniyor. Burada bir hızlı bir gelişme beklenmiyor değil mi İran’da?

Ömer Taşpınar: İran’da hızlı bir gelişme beklenmiyor; fakat bu gösterilerin okullara, kampüslere, hattâ liselere yayılması ve lisedeki kız öğrencilerin… kız ve erkek eğitimi ayrı yapılıyor tabiî ki — ilginç bir bilgi de vermek gerek bu ayrım nedeniyle: Şah döneminde kız ve erkek berâber okula gidebiliyordu; fakat İran’da İslam Devrimi’yle berâber kız ve erkeklerin berâber okula gitmesi yasaklandı. Kızların gittiği okullarda da şu anda bu hicap/başörtüsü/türbanı çıkarma eylemleri başladı ve polisin tabiî ki bunlara sert müdâhalede bulunması bâzen geri tepebiliyor. Yeni bir ölüm vakası, yeni ciddî çatışmalar yaşanırsa gösterilerin daha da büyüyecek olmasından da çekiniyor olabilir rejim. Bir yandan dış mihrakları suçluyor — ki bu bütün otoriter rejimlerin yaptığı bir şey. Hatırlayalım: Gezi’yi kim organize etmişti Türkiye’nin gözünde, Tayyip Erdoğan’ın gözünde? Batı, hattâ Almanya’dan ve Amerika’dan güçler bunu yapmıştı. Bu otoriter rejimlerin içerideki dalgalanmaları, içerideki gösterileri sürekli dış mihraklara bağlamaları hiç yeni bir şey değil. Bunu İran yıllardan beri yapıyor; otoriterlerin, otokrasilerin en sevdikleri mesele bu: İçerideki sorunları dış mihraklara bağlama her an ve bunun ciddî bir alıcısı var. Türkiye’de toplumsal bir alıcısı olduğu gibi İran’da da, dünyada da, Rusya’da da, Çin’de de bir alıcısı var. Fakat gerçek dinamiklere baktığımızda, bütünüyle İran içi gelişmelerle açıklanabilecek bir durum var ve ekonomik mesele de devam ediyor; ekonomik açıdan da İran zor durumda. Bütün bunlar Amerika’da şu anda ciddî bir İran tartışmasını berâberinde getiriyor. Birincisi, nükleer anlaşmaya devam edecek mi etmeyecek mi Amerika? Nükleer anlaşmaya devam ederse ve buradan da ilk aşamada başarı çıkarsa, İran’ın Amerikan ve Batı bankalarında yaklaşık 10 milyar dolar civarında dondurulmuş bir finansmanı var. Onun bırakılması gerekecek. Böyle bir rejime milyarlarca dolarlık yeni bir hayat verme, yeni bir harcama olanağı verme de tartışma konusu hâline geliyor; çünkü Amerika’da basının gündemine oturdu şu anda bu İran’daki gösteriler ve bir şekilde Amerika’nın yaptırımları artırması, diplomatik görüşmeleri durdurması yönünde baskı geliyor; bir yandan da tabiî nasıl iletişim kuruyor bu göstericiler? Sosyal medya üzerinden iletişim kuruyorlar. Bu sosyal medya üzerinden iletişim kurma konusunda da Amerikan teknoloji firmalarının yapabileceği bâzı şeyler var Amerika’nın yardımıyla. Bütün bunlar tam da başa dönecek olursak İran’ın da elini güçlendirebilecek şeyler. Çünkü İran’a, “İşte, dedim size, bütün bunlar Amerika tarafından yapılıyor. Batı bunları destekliyor, Amerika bunları destekliyor” deme imkânını da yaratıyor. Fakat şurası kesin ki İran’daki temel mesele Batı’nın çıkardığı bir mesele değil. Toplumsal bir infial, toplumsal bir patlama yaşanıyor. Ve bu toplumsal patlama yeni bir devrim boyutlarına gider mi gitmez mi konusunda henüz erken. Fakat gösterilerin devam ediyor olması, rejimin de tam beklenen sertlikte cevap vermiyor olması bana ilginç geliyor. Önümüzdeki haftalarda bu konuyu tâkip etmeyi sürdürmemiz gerekecek. 

Ruşen Çakır: Ömer, uzağa gidelim: Brezilya’da seçimlerde Bolsonaro (Jair Messias Bolsonaro) eski başkan Lula’ya (Lula da Silva) karşı kaybedecek yolunda bir beklenti vardı; ama seçim ikinci tura kaldı. Lula önde çıktı, ama yine de Bolsonaro yenilmedi — öyle söyleyelim. İkinci turda ne olacak? Ve tabiî hemen Türkiye’deki seçim de akla geliyor. Orada Covid döneminde, koronavirüs döneminde Bolsonaro’nun yaşadığı çok büyük beceriksizlikler, ekonomik sorunlar falan vardı; buna rağmen hâlâ belli bir oyu alabiliyor olması. Ne deniyor? İkinci turu Lula alacak mı? Yoksa Bolsonaro yine kazanabilir mi?

Ömer Taşpınar: Senin de söylediğin gibi Ruşen. Bolsonaro’nun bu birinci turda kaybetmesi, yani Lula’nın yüzde 50’den fazla oy alması bekleniyordu ve bütün kamuoyu yoklamaları da o yöndeydi; fakat kamuoyu yoklamaları bir kez daha yanılttı kamuoyunu ve insanları. “Neden Bolsonaro beklendiğinden daha iyi bir performans gösterdi?” sorusu şu anda çok sık soruluyor ve buna iyi bir cevap da yok. Kamuoyu yoklamalarının neden başarısız olduğu konusunda genelde bir cevap var. Muhâfazakârların, popülistlerin ve genelde bu tür hareketlere destek veren kesimlerin çok fazla kamuoyu yoklamalarına katılmadıkları, telefonla yapılan kamuoyu yoklamalarına katılmadıkları, dolayısıyla Trump örneğinde olduğu gibi bâzı kamuoyu yoklamalarının bu tabanı yeterince ölçemedikleri söylenir. Ve Bolsonaro açısından ciddî bir başarı söz konusu aslında; çünkü yerel yönetimlerde ve parlamentolarda sandalye sayısını artırmış durumda Bolsonaro’nun partisi. Lula zannediyorum merkeze birazcık daha yaklaşmak zorunda kalacak. Lula’nın kendi geçmişi de aslında bâzen sorun yaratabilen bir geçmiş, çünkü her ne kadar başarılı karizmatik gözükse de, yolsuzluklara karışmış bir liderdi Lula ve 2019’da hapisten çıkmıştı. Lula sonrası gelen Dilma Rousseff yönetimi de yolsuzluklara karışmıştı; dolayısıyla kutuplaştırıcı bir ortam var şu anda Brezilya’da ve ekonomide de aslında son dönemlerde enflasyonun düşmesi ve Bolsonaro’nun Erdoğan’ın yaptığına benzer bâzı mâlî yatırımları yapması ve fakirlere yarım yapması üzerine, belki de o nedenle beklenenden daha iyi bir performans sergilediği söyleniyor. Şu anda yüzde 48 almış durumda Lula. Yüzde 43 Bolsonaro’nun oyu. İki tâne küçük parti çekildiler; tabiî ki onların desteğini alması gerekecek Lula’nın. Ve seçimler bir ay sonra 30 Ekim’de. Bu önümüzdeki haftalarda ne olacağı konusu ciddî bir tartışma. Bolsonaro’nun Brezilya ordusuna çok yakın olduğu söyleniyor. Bir spekülasyon: Seçimleri kaybederse görevden ayrılır mı? Yani o çok konuşulan konu, Trump sonrası Trump’ın görevde ayrılmakta çektiği zorluk, yani bir şekilde kendi taraftarlarını Kongre’ye salması gibi senaryolar şu anda çok sık soruluyor. Erdoğan’a da New York’a geldiğinde buradaki ciddî bir basın kuruluşu tarafından sorulmuştu. “Seçimler sonrasında Amerika’da yaşananları gördünüz, Trump’ın yaptığını, siz nasıl hissediyorsunuz kendinizi seçim sonrası için?” diye. Erdoğan’ın verdiği cevap da, “Bizim kaybetme riskimiz yok, öyle bir ihtimal yok” yönündeydi. Şu anda Brezilya’da iktidârın kaybetme ihtimâli çok ciddî şekilde var. Sorulardan bir tânesi: Acaba askere bir şekilde müdâhale et der mi? Bolsonaro askerî geçmişi olan birisi, albay kökenli. Askere çok yakın; dolayısıyla o konuda da bâzı soru işâretleri var. İkinci tura kalması pek hayra alâmet değil. Türkiye açısından da baktığımızda, eğer seçimler ikinci tura kalırsa –Türkiye’de iki hafta sonra yapılacak bildiğim kadarıyla; bir aylık bir ara yok Türkiye’de– aynı derece riskli bir dönem yaşanabilir. O yüzden Türkiye ile Brezilya arasındaki paralellikler ilginç bir hâle gelmeye başladı. Bolsonaro ile Erdoğan arasında popülist otoriterlik yönünde yapılan yorumlar tabiî ki buna da bir zemin sağlıyor diyebiliriz. 

Ruşen Çakır: Son olarak Ömer, seçim dedin, Türkiye’de muhâlefetin aday listesinde ilk sıradaki Kılıçdaroğlu sizin oraya geliyor. Amerika gezisi ilginç bir gezi; ben de orada gazetecilik yapmış birisi olarak bir siyâsetçinin böyle bir Amerika gezisi programını pek görmedim, iyice netleşmiştir, ben bir taslak program görmüştüm. Yönetim ile görüşmeyeceğini söyledi. Değişti mi? Kimlerle görüşecek? Bu gezinin bir anlamı var mı? Burada tabiî şimdiden çıkartılan spekülasyonlar var, “İcâzet almaya gidiyor” vs. diye. Kılıçdaroğlu da bu spekülasyonlara cevap vermeyi çok önemsiyor. Yıllarca Washington’da Türkiye’den siyâsetçileri görmüş birisi olarak –ki Kılıçdaroğlu’nu da geldiği zaman görmüşsündür– bu gezi orijinal bir geziye benziyor? Ne dersin?

Ömer Taşpınar: Böyle gezilerde Ruşen genelde hep bir kelime akla geliyor: İcâzet. “İcâzet mi almaya geliyor?” diye. Kılıçdaroğlu da Türkiye’deki kamuoyu konusunda hassas bir isim ve iktidârın çizdiği çerçevede oynuyor oyunu. Bu icâzet meselesinde, “Herhangi bir şekilde icâzet almaya gelmiyorum” mesajını vermek için hükûmetten, Biden yönetiminden hiç kimseyle görüşme talebinde bulunmuyor anladığım kadarıyla. Normalde ben burada Türkiye’nin ana muhâlefet lideri geldiğinde –bu geçmişte de böyle olmuştu–, bu ana muhâlefet liderleri Dışişleri Bakanlığı’nda en azından bakan yardımcısı, bazen bakan seviyesinde görüşme talep ederler ve bu Türkiye’ye de bir sinyal olurdu; yani bir şekilde muhâlefetin Washington’da kendine yer bulabildiği, Brüksel’de ve Washington’da Türk muhâlefetinin kendine yer bulabildiği bir alan olarak bu Türkiye’ye de bir mesaj olurdu. Bu icâzet tartışmaları hep yapıldı Türkiye’de ve “icâzet almaya geliyor” suçlamasından korkarak herhangi bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan randevu talep etmemesi, Kongre’de de sâdece Bernie Sanders ile görüşecek olması bana göre çok mantıklı değil. Bu gezi neden yapılıyor? İcâzet alma konusunda bu kadar korkuyorsa, suçlamadan bu kadar korkuyorsa –ki bu suçlama içi boş bir suçlama–, her ihtimalde de yapılacak ve aynı zamanda içi boş bir suçlama. Zâten Türkiye’de de anti-Amerikanizm’e baktığımızda, hiç kimse, “Kılıçdaroğlu Amerika’ya gitti ben ona oy vermem artık” diyerek oy vermekten vazgeçmeyecek. Bu çok yerinden oynatacak bir şey değil; ama bir ana muhâlefet liderinin Amerika’ya geldiğinde sâdece burada basın ile düşünce kuruluşlarıyla konuşması ve iktidar ile konuşmaması ve Amerikan yönetimi ile konuşmaması bence stratejik bir hatâ ve bir korku göstergesi. İktidârın çizdiği yönde oyunu oynama korkusu. Yani iktidardan korkma, “Şimdi icâzet diyecekler” korkusu. Sanki görüşse burada ne değişecek? Görüşmüyor olmasına rağmen burada yönetimle, gene “İcâzet” diyor Ömer Çelik, iktidar sözcüleri, iktidar medyası. Hemen Biden’ın “Muhâlefet ile görüşeceğiz” dediği, kampanya döneminde New York Times ile yaptığı konuşmayı hatırlatıyorlar; sanki Biden yönetimi Türkiye’de bir şekilde muhâlefete çok büyük yatırım yapmış gibi. Halbuki görüyoruz ki o muhâlefet, yani Biden’ın aslında belki de görüşmeyi isteyebileceği bir muhâlefet, Biden ile görüşmeye, Biden’ın Dışişleri Bakanı’yla görüşmeye bile cesâret edemiyor. Ben bunu bir cesâret eksikliği olarak görüyorum; yani bu bir strateji dehâsı değil. “Aman Türkiye’de bize icâzet alıyorlar diyecekler” korkusuyla hareket edeceklerse, bence hiç gelmeseler de olurdu. Yani gelip burada bir iki think tank’te konuşma yapıp, Washington Post ile konuşup birdenbire Türkiye tartışmasını değiştirecek bir konumda da değiller. O nedenle bana göre çok mantıklı değil iktidar ile konuşmamaları. Washington Post ile konuşur, gelir bir iki think tank ile konuşur; fakat bunu ben nihâyetinde çok da anlamlı bir ziyâret olarak görmekte zorlanıyorum.

Ruşen Çakır: Evet Ömer, burada noktayı koyalım; bağlantındaki sorun nedeniyle görüntülerin sorunlu oldu. İzleyicilerimizden de bağlantıyı sağlayanlar nâmına özür dileyelim. Sana çok teşekkürler, Gönül’e de selâmlar. Burada noktayı koyuyoruz, izleyicilerimize de teşekkür ediyoruz; haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.