Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır ve Murat Özçelik tartışıyor: Muhalefetin seçim sürecinde dış politikaya ihtiyacı olacak mı?

Muhalafetin seçim sürecinde dış politikaya ihtiyacı olacak mı?

Ruşen Çakır ve emekli Büyükelçi Murat Özçelik değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Emekli büyükelçi Murat Özçelik stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle, “Muhâlefetin seçim sürecinde dış politikaya ihtiyâcı olacak mı?” sorusunu konuşacağız. Hoşgeldiniz. 

Murat Özçelik: Hoşbulduk, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Sizi bu stüdyoda ilk defa ağırlıyoruz. Daha önce eski stüdyoya gelmiştiniz. Ayrıca zoom üzerinden de çok yayın yaptık sizinle. 

Murat Özçelik: Evet doğru. Burası çok güzel bir stüdyo olmuş, kutluyorum sizi. 

Ruşen Çakır: Teşekkürler. Siz bir dönem CHP Genel Başkan Yardımcılığı ve kısa da olsa milletvekilliği yaptınız. Seçime 8 ay kadar bir süre kaldı. Siz nasıl bir Türkiye görüyorsunuz? Özellikle muhâlefet açısından atmosferi, yapılanları, yapılmayanları daha genel olarak konuşalım. Sonra dış politika özelinde daha detaylandıracağız. 

Murat Özçelik: Söylediğiniz gibi nâçizâne benim görüşlerim îtibârıyla bâzı tespitleri ortaya koyalım. Sonra da muhâlefetin dış politikada neler yapıp yapmadığına bakalım. 

Birincisi, açıkçası seçime bu kadar kısa bir süre kaldığında… İzninizle bunu emekli bir büyükelçi olarak açıklamak istiyorum, çünkü şahsen birçok şeyden bıktım. Türkiye’de doğru dürüst bir siyâset yapılmadığını biliyoruz, kabul, ama muhâlefet de muhâlefet yapıyor mu? Altılı Masa nedir? Çok yakından izliyorum. Parti başkanları yanlış anlamasınlar lütfen, söylediklerimin hiçbirisi o insanların şahsıyla ilgili değil. Türkiye söz konusu olduğu zaman, bu iş Altılı Masa’dan da büyük bir iş.

DEVA ve Gelecek partileri ile başlayayım. Gelecek Partisi’nin, dindar kesim ve ona daha yakın birtakım cemaatlerden bir oy potansiyeli vardır. Bu çerçevede AKP’den oy çeker diye düşünüldü. Oysa bugün, Suriye’de, özellikle mülteci sorunuyla da bağlantılı olarak bu işin en büyük müsebbibi Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu’dur diye bakıyorum. Kendisi kabul etmiyor tabiî; ama ben, kendilerinin seçip yürüttüğü politikaların, netice îtibârıyla 4 küsur milyonluk mülteci akınıyla sonuçlandığına eminim. Bunu hiç kimse inkâr edemez. Böyle bir politika ve Türkiye’yi bu sonuçla karşı karşıya getiren bir politikacının kurduğu partinin, aslında AKP’den pek de bir oy almadığı ortaya çıktı. Gelecek Partisi’nin oy oranı yüzde 1,3 civarında. Hadi 1,5-2 diyelim. Dolayısıyla bu şartlarda Gelecek Partisi’nin Altılı Masa’ya katkısını gerçekten merak ediyorum. 

DEVA Partisi’ne gelelim. DEVA Partisi Başkanı Ali Babacan, sıcak paranın Türkiye’ye getirilmesi, o sıcak paranın sanayiye, üretime dönüp Türkiye’ye döviz kazandırıcı birtakım yatırımlar yerine inşaata yatırılması veya insanları tüketime teşvik ederek kredi kartlarının daha fazla limitlerle kullanılmasını öngören bir siyâset izledi. Dolayısıyla, o para bolluğu sırasında Ali Babacan’ın izlediği siyâsetle, şu anki mevcut muhâlefete nasıl bir katkıda bulunacağını merak ediyorum. Bu konuda CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu farklı düşünüyor olabilir, ama ben öyle düşünmüyorum. Çünkü ben, iktidar tarafından düşman bellenmiş bir ana muhâlefetin, sürekli olarak saldırı altında tutulan biz muhâliflerin istediğini ve onların beklediğini yapmasını bekliyorum. Oysa Kemal Bey’in attığı adımlarda, “Ben diğerlerini yanıma çekebilirim” yaklaşımının, evet, yumuşamaya bir katkısı olmuştur, ama geriye kalan 6 ay zarfında, muhâlefet olarak artık eski stratejilerle bir yere varılacağından şüphem var. Bir strateji belirlenmesi gerektiğine inanıyorum. 

Ruşen Çakır: İYİ Parti’den bahsedecek misiniz?

Murat Özçelik: İYİ Parti çok önemli. İYİ Parti’den ilk beklentilerimiz, merkez sağda bir parti hâline gelmesi ve eski DYP’li, ANAP’lı, dindar muhâfazakâr kesimi daha çok kendine çekmesiydi. Hattâ birkaç sene önce görüştüğümüzde de çok mutlu olarak ayrılmıştım o görüşmeden. Fakat daha sonra, evet, Koray Aydın ve birkaç kişiyi de bir kenara koymakla birlikte, İYİ Parti de MHP’nin rakibi oldu. Biz Meral Hanım’dan MHP’den daha fazla bir şey almaya çalışsın diye İYİ Parti’nin oluşmasını beklemedik. Ondan daha fazlasını bekledik açıkçası. Bir ara merkeze doğru gittiğinde, Koray Aydın’ları kenara ittiğinde, yüzde 17’lere çıktığını da gördük. 

Ama Millet İttifâkı îtibârıyla, o ittifâkın, İYİ Parti ve CHP’nin yanı sıra, Saadet Partisi’nin… Bu arada, Temel Karamollaoğlu’na büyük bir saygı duyuyorum. Hakîkaten dindar kesime hitap eden devlet adamı niteliğinde bir siyâset yürütüyor. Dolayısıyla, eğer DEVA ve Gelecek partileri olmasa, onun adresinin de başka bir şey olacağına dâir küçük de olsa bir beklentim olabilir. Ama İYİ Parti’nin, halkın ve benim gibilerin beklentilerine cevap vermediği bir gerçek. İYİ Parti Kongre sürecine girdi. Ümit ediyoruz ki Meral Hanım Olağan Kongresi’nde oraya bir başka çekidüzen verir. Meral Hanım’ın, MHP’ye birkaç oy gider diye düşünüp korkmasını anlayamıyorum. Bundan birkaç sene önce, çevremde, ortada düşünen, merkezde, “mâkul” diye tanımlanan seçmen indinde büyük beklenti olan, üstelik dış politika açısından Batı’nın ve ABD’nin, “Galiba yeni bir şey doğuyor” diye baktığı bir politikacıydı Meral Hanım. Umarım yine aynı konuma gelir. 

Ruşen Çakır: Dış politika konusuna girmeden önce adaylar konusunu da konuşalım. Çok kilitlenen bir nokta bu. Adaylık konusunda en çok adı geçen Kılıçdaroğlu. Ama iki belediye başkanının ve her ne kadar “Ben başkan olmayacağım” dese de, yine de Meral Akşener’in adı geçiyor. En son yaşanan, “Biz noter değiliz. Dayatmayı kabul etmeyiz” tartışması da bu süreçte muhâlefeti bayağı sarstı. Siz aday meselesine ve yöntemler konusuna nasıl bakıyorsunuz? Gerçi şu âna kadar bir yöntem de görmüş değiliz açıkçası. 

Murat Özçelik: Hayır, bir yöntem görmüş değiliz. Ama ortada bir gerçek var. Altılı Masa kurulalı çok oldu. Onca zaman içerisinde insanların beklentisi, Erdoğan’ın karşısına bir aday çıkaracak ve o adayın da Altılı’ysa altılı, Millet İttifâkı’ysa Millet İttifâkı’nın ortak politikalarını söylemek sûretiyle, hem parlamenter düzene geçmemizi hem de çok âcil birtakım sorunlarımızın halledilmesini sağlayacaklar ki sonradan rekabetçi politikaya girebilelim. Beklentimiz buydu; ama sizin söylediğiniz, Meral Hanım’ın da ifâdesiyle, ”liyâkat, iyi insan olmak”, şudur budur, bunların yanı sıra, bir de “kazanabilecek aday” dediler. Bu devletin iç ve dış politikasında çaba göstermiş bir insan olarak şunu söylemek isterim: Bugünkü durumda bütün anketlere bakıp bir ortalama aldığımızda, iki şeyi çok açık görüyoruz. Kemal Bey, benim eski genel başkanım. Ben şu anda da parti üyesiyim. Kendisine sevgi ve saygı duyarım. Söylediklerimi lütfen şahsîleştirmesin. CHP’nin oyları yüzde 20-25 arası gidip geliyor. Bazı yerlerde yüzde 28’e çıkıyor, ama bilemiyorum açıkçası. Fakat CHP’nin oyu o oranlara çıktığında, AKP’nin oyu da yüzde 33-34’lere çıkıyor. CHP’nin oylarında bir sıçrama göremiyoruz. Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişisel oylarında, CHP’den daha fazla oy getirmesi beklenirken, birinci, her zaman Mansur Yavaş çıkıyor. İkinci her zaman Ekrem İmamoğlu, Meral Hanım biraz daha altta ve sonra da Kılıçdaroğlu.  

Dikkat ederseniz şimdiye kadar hiç iktidardan konuşmadım. İktidârı konuşmak dahi istemiyorum; konuşulacak bir tarafı yok çünkü. İktidârın gideceğini öngörüyoruz, inşallah diyoruz. Ama bunun, halkın gözünde yüzde 100 olacağını da gösterip, bundan sonra neler yapılacağını da yine halka göstermek gerekiyor. CHP’nin hepimizin gözünde çok önemli bir yeri var. O yer, halkın yüzde 20-25 arasındaki laik kesiminin kenetlendiği, o kesimi temsil eden en önemli parti. Kemal Kılıçdaroğlu’na yapması gerekenlerle ilgili fikrimi söylüyorum. Bir defâ, bu adaylar arasındaki fark bu kadar olduğu sürece ve kendisini aday olarak konumlandırdığı zamandan îtibâren, öyle korkunç bir atlama yapmadığı da görüldüğünden, bu şartlar altında Kemal Bey’in kendisine görev belirlemesi nedir? O zâten cumhurbaşkanı adayı olsa, CHP’de, aşağıda “Ben mi oldum, o mu oldu, şu mu aday?” kavgası başlayacaktır. Kılıçdaroğlu adaylığını yarın veya seçime 3 ay kala açıkladı diyelim, CHP’nin seçim sürecini herhangi bir parçalanma veya husûmete gitmeden doğru dürüst geçirme ihtimâlinin çok fazla olduğuna inanmıyorum. Oysa baktığınız zaman, sevin ya da sevmeyin, Kemal Bey delegeyi düzenlemiş, kendisi genel başkan –zâten şu anda başkası da çıkamıyor–, bu partinin başında doğru dürüst durduğu takdirde, yani parti genel başkanı olarak devam ettiği takdirde, bu yüzde 25’lik laik kesimin, tek yumruk olarak seçimleri aşıp, o seçimlerde…

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla, oy alma ihtimâli daha yüksek görünenlerden birisi aday olur, Kılıçdaroğlu partinin genel başkanı olarak kazâsız belâsız seçimi yürütür. Türkiye, bir geçiş süreciyle döner diyorsunuz. 

Dış politikaya gelelim. Biraz zor bir soru olacak. Altılı Masa’daki hemen her partide, dış politikayı üstlenmiş, çoğunun arkadaşınız ya da meslektaşınız olduğunu tahmin ettiğim isimler var. Bu emekli büyükelçiler, benzer târihlerde, benzer yerlerde çalışmış, birbirini tanıyan insanlar olabilir. Ama açıkçası, baktığım zaman hiçbir partinin dış politika perspektifi olduğunu göremiyorum. Belki Gelecek Partisi’nde var, onu da Davutoğlu üzerinden akıl yürüterek söylüyorum. Bu, partide o işten sorumlu olan genel başkan yardımcılarından mı kaynaklanıyor, yoksa partilerin kendisinden mi kaynaklanıyor?

Murat Özçelik: Açık ve net söyleyeyim, partilerin kendisinden kaynaklanıyor. Partilerde görev yapan arkadaşlarımın hepsi çok değerli arkadaşlar. Fakat onların da belli bir cesâreti gösterip, genel başkanlarına, “Bakın, bunu böyle yapmamamız lâzım” veya “Şöyle bir stratejiyle gitmemiz lâzım” demekte biraz zorlandıklarını gözlüyorum. Halbuki siyâsette, benim de yaptığım gibi, her zaman bir istifâ müessesi vardır. Bir şeyin yanlış gittiğini görüyorsanız, “Bunu böyle devam ettirdiğiniz takdirde beter olacağız. Eğer devam ettirecekseniz ben yokum. Ama ettirmeyip şu yola gidecekseniz, düzeltmek için uğraşayım” diyebilirsiniz. 

Ahmet Davutoğlu konusuna gelince: Davutoğlu’nun Türkiye’nin dış politikasına bir tâne katkısı olur bence. Suriyeli mültecilerin geriye döndürülmesi süreci içerisinde cihadcıların doğru dürüst tutulup, mültecilerin nasıl bir süreç içerisinde yerleştirileceğine veya ne yapılacaksa, o kararı vermek için ayrıntıları ve içeriği bilmek gerekir. Dolayısıyla, Ahmet Davutoğlu mademki kendisini siyâsete attı, o yönde Türkiye’nin kurtulması için bir katkıda bulunması çok iyi olacaktır. Diğer partilerin hiçbirinde hiçbir şey görmüyorum. 

Biraz önce, “Kemal Bey, siz lütfen cumhurbaşkanlığı adaylığını bırakın. Halk, yüzde 6, yüzde 7 veya yüzde 10 farkı olan hangi aday varsa onunla gideceğimizi anlayalım” dedim. Millet İttifâkı içerisinde Kemal Bey ve Meral Hanım’ın bir şeye varması gerekiyor ve varabileceklerine de inanıyorum. Benim Meral Hanım’dan özellikle kongre sonrasında beklentim şu: Meral Hanım, kendisi yakın olmasa veya olmak istemese dahi, en azından Kemal Bey’e CHP’nin yapabileceği bir şeyi söylemesi lâzım. Yani, mâdemki Meclis’te yan yana oturuyorlar, genel başkan olarak Kemal Bey’in çıkıp doğru dürüst şunu söylemesi lâzım: Biz CHP olarak, Kürtler’le âhenk içinde yaşayabilmemiz için, Meclis içerisinde meşrû bir parti olan ve onların başlıca partisi olan HDP ile birlikte bir karara varmamız lâzım.”  Bu memlekette Kürtler olmadan mı yaşayacağız? Atacak mıyız adamları?

Ruşen Çakır: Gürsel Tekin buna benzer bir şey söyledi, kıyâmet koptu. 

Murat Özçelik: Kıyâmet koptu, çünkü Meral Hanım altındakileri hizâya sokamamıştı daha. Ben Meral Hanım’ın, konu Türkiye olduğu takdirde, kendi pozisyonunu en azından suskunluk seviyesine indireceğinden eminim. Bir de, Kemal Bey’in, CHP olarak zamânında dokunulmazlıkların kaldırılmasına verdiği destek sâyesinde, HDP’den hemen herkes içeri girdi. Bu, korkunç bir hatâydı. Geçenlerde Kürt arkadaşlarla konuşuyordum, onlara şunu sordum: “Kemal Bey’i seversiniz değil m?” “Evet severiz” dediler. “Peki, Mansur Bey?” “Hayır, orada biraz çekincelerimiz var” diye cevap verdiler. Çekincelerini sordum. Baktılar, ama bir şey söyleyemediler. “Normal şartlarda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlıkların kaldırılmasına verdiği destek nedeniyle, sizin, HDP’den desteklediğiniz, sevdiğiniz hemen herkes içeride değil mi?” diye sordum. Kemal Bey gayet tabii ki isteyerek yapmadı bunu; ama netîcesi oldu. Bu netîceleri halk unutmuyor. “O zaman, Kemal Bey’i destekliyorsanız, sâdece ülkücü kökenli olduğu için, hiçbir kötülük yapmamış olan Mansur Yavaş’a da bir kredi vermeniz gerekmez mi?” Sonuç olarak söylemek istediğim, Millet İttifâkı’nı oluşturan partiler ve devam edecekse Altılı Masa, HDP ile birlikte… Ama Altılı Masa devam etmezse, insanlar öldük bittik zannetmesinler. Ama Millet İttifâkı’na bir şey olursa orada bir destur demek lâzım. 

Ruşen Çakır: Yani Türkiye’nin yeniden yapılanmasına HDP’nin bir şekilde katılması şart diyorsunuz. 

Murat Özçelik: Mutlaka şart. Kemal Bey ve CHP’de, dış politika bağlamında en son yapılan bir şeyi anlatayım. Bundan iki hafta kadar önce yanılmıyorsam Gazete Duvar’da Kemal Bey’in 12-13 Ekim’de ABD’ye gideceğini okudum. İyi bir karar vermişler, herhalde Ünal Bey de destek oldu diye düşündüm. Haberin altını okumaya başladım. Kemal Bey şöyle demiş: “Ben ABD’ye icâzet almaya gitmeyeceğim için herhangi bir devlet yetkilisiyle ve bakanla görüşmeyeceğim. Senatör Bernie Sanders’la ve Türk öğrencilerle bir araya geleceğim. Eğer ABD yönetimiyle görüşürsem, iktidar icâzet alacağımı düşünüp bana vuracak. Zâten muhâlefetin muhâlefetle görüşmesi gerektiğine inanıyorum.”

Ruşen Çakır: Bernie Sanders de muhâlefet olarak kaldı zâten. 

Murat Özçelik: Hayır, Demokrat Parti’de olup adaylıktan çekilmişti. Kemal Bey’in bu açıklamasını okuyunca, haberde bir yanlışlık olduğunu düşündüm, çünkü alıntılanmış. Başka taraflara baktım, aynı açıklama onlarda da var. Şunu düşünmez misiniz? “Ben muhâlefetim, bir tek muhâlefetle konuşurum.” O zaman siz sosyal demokrat bir parti olarak Almanya’ya gideceksiniz, sosyal demokrat ve Almanya Şansölyesi Scholz’la konuşmayacaksınız, muhâlefeti arayacaksınız. Öyle mi? Ya da Suriye’ye gittiğinizde Beşar Esad’la konuşmayacaksınız, muhâlefetle yani Özgür Suriye Ordusu ile konuşacaksınız. Oraya gitmenize lüzum yok. Size muhâlefetin ne olduğunu anlatsın o zaman. Rusya’ya gittiğinizde Putin’le görüşmeyeceksiniz, Rus muhâlefetiyle görüşeceksiniz yani. Liderler bir şey söylerken söylediklerinin nereye gideceğini bilmek zorundalar. Kaldı ki, “Ben Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adaylığına soyundum” diyen bir insanın, ABD’ye giderken yönetimin en tepesindeki insanı yakalamaya uğraşması lâzım. Sorunlarımız var burada. “Biz Altılı Masa olarak iktidâra geldiğimiz zaman Türkiye’yi şöyle şöyle dönüştüreceğiz ve Parlamenter Sistem’e geçeceğiz. Bu Parlamenter Sistem öyle bir şey olacak ki eskinin yanlışlarını devam ettiremeyecek.” 

Peki, bu arada dış politika? Ben, diyelim NATO üyesi olarak NATO’yu şöyle desteklerim. Avrupa Birliği ile şunu şöyle getirmek isterim. Öyle bir liderle çalışacaksınız ki öyle oraya koşmuş, bu tarafa koşup Putin’e bir şey demiş, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne gidip, “Ben bu örgütte sizinle olacağım” diyor. O toplantıdan çıkıp ABD’ye giderken, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Rus Temsilcisi, “Sayın Cumhurbaşkanı, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girmek için önce NATO’dan çıkmak gerektiğini biliyordur herhalde” diyor. 

Ruşen Çakır: Peki, dış politikada şu âna kadar herhangi bir muhâlefet partisinin, dünyadaki değişik çevrelerle bir temâsa geçtiğini, kendisini ve politikasını anlattığını görüyor musunuz? 

Murat Özçelik: Maalesef, görmüyorum duymuyorum. İnşallah yapıyorlardır bir şeyler de ben görmüyor duymuyorumdur. Fakat seçimlere doğru, iktidar ve Cumhurbaşkanı canhıraş bir biçimde oraya buraya gidiyor, onu bunu halletmeye çalışıyor. 

Ruşen Çakır: Bugün Prag’da meselâ. 

Murat Özçelik: Evet. Öbür tarafta ise, ne ana muhâlefet partisinin ne diğer partilerin, “Acaba biz dış politikayla ilgili ihtiyâcımızı karşılayabiliyor muyuz?” diye düşündüklerini bile zannetmiyorum. Siz iktidâra geldiğinizde Türkiye bir boşlukta mı duruyor olacak? Türkiye’nin Yunanistan’la sorunları var. AKP’nin politikası yüzünden AB ile durumun ne olacağı belli değil. Avrupa Siyâsî Topluluğu meselesine girmek istemiyorum, o başka bir yapı zâten. Putin’le ne olacak? Meselâ şu anda S-400’ler nerede? İran’da ne yapacaksınız? İran’da Masha Amani’yi polis merkezinde öldürdüler. Burada birtakım STK’lar, kadın örgütleri çıkıp protesto ettiler. Peki, siz neyi bekliyorsunuz? Koskoca ana muhalefet partisi, CHP, sosyal demokrat bir parti. İnsan haklarına, kadın haklarına en fazla önem verdiğini söyleyen parti, bu protestoları desteklemediği gibi, kendisi bir şeye önayak olmadı. Neden bunu yapmadı? Önünde onu engelleyen bir şey mi vardı? Evet, polis durdurdu bâzı protestocuları. Ama Sünnîler’in ve onun temsilcisi olan Sayın Cumhurbaşkanı’nın İran’la arası çok iyi değildir, ama tek lâf etmez, çünkü Zarrab olayı ortada, “Neme lâzım bir şey olur” diye o tarafa dokunmayı istemez. Peki muhâlefet olarak siz niye dokunmuyorsunuz? Acaba “Caferîler’in oyunu kaybederim” kuşkusundan dolayı mı? Alevîler’in içi sızlamıştır o kızcağızı görünce. Sonuç olarak ben muhâlefetten hiçbir politika görmüyorum. 

Ruşen Çakır: Peki, tersine çevirelim. Meselâ Batı’da Türkiye’nin işbirliği içerisinde olduğu kurumlar var, müttefikleri var, onlar da Türkiye’yi merak ediyor. Türkiye’de biz, “İktidar gidiyor” diyoruz; ama Batı’da tam olarak böyle değil. Batı’da Erdoğan’ın kazanma şansının daha fazla olduğunu düşünenler var. Meselâ onlar muhâlefetle tanışmak istemez mi? Muhâlefeti bilmek, doğrudan kendilerinden dinlemek istemezler mi?

Murat Özçelik: Mutlaka isterler. Bunda bir tereddüt yok. Bundan sonra birlikte çalışacakları insanların ne yapacağını, hangi değerlere bağlı kalacağını, hangi konularda daha fazla işbirliği yapabileceklerini bilmek isterler. Dolayısıyla birileriyle işbirliği yapmak için oturup konuşmak, icâzet almak değildir. Öncelikle bunu Kemal Bey’in bilmesini istiyorum. ABD’ye gidersiniz onunla da konuşursunuz, Almanya’da Scholz’la da konuşursunuz, her yerde konuşursunuz. Hattâ “Ben geliyorum” dersiniz. Ama bunların hiçbiri yapılmadı. 

Biraz önce söylediğimi tekrarlayacağım. Her yerde koşturan Cumhurbaşkanı’na karşılık olarak, iç politikadaki korkularından dolayı yapmıyor. Amerika’dan gelen arkadaşlarım, “Kemal Bey Bernie Sanders’la mı görüşecekmiş? Onunla konuşmaya gelecekse hiç gelmesin” dediler. Bu kadar açık konuşuyorum diye lütfen kusuruma bakmasın Kemal Bey. Ben de soruyorum kendisine. Siz Bernie Sanders’a gidip, “Demokrat Parti’nin kongresinde aday olarak çıktınız. Beceremediğiniz için Biden’a bıraktınız. Ben nasıl beceremediğinizi sizden öğrenip Altılı Masa’ya anlatayım” mı diyeceksiniz? Çağırsın beni, anlatayım. Beceremedi işte. 

Amerika’ya gidiyorsunuz, ana konularımızı konuşmadan mı döneceksiniz? New York finans merkezi. Siz ana muhalefet partisi olarak Türkiye’de, “Beşli Çete”, “Oligarklar” filan anlatıyorsunuz. ABD’ye gittiğinizde yönetime gidersiniz, “Merhaba. Ben halkımın temsilcisi olarak geldim. Halkımın orada çok büyük kuşkuları var. Sizin siyâsî olarak bu konularda bir şey söyleyemeyeceğinizi biliyorum. Ama benim halkımdan çalınan birtakım paralar, Türk şirketleri içerisindeki oligarklar veya AKP içerisindeki birileri vasıtasıyla New York’a ya da New York üzerinden belli bir sistemle dağıtıldıysa, bana, ABD’nin kendi sistemi içerisinde nasıl bir hukukî süreç takip etmemi lütfen söyleyiniz.” Dönüp halkınıza da, “Bakın, ben sizin hakkını koruyorum” dersin. Hani “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyacağım” diyorsun ya? Hak böyle korunur. Hak, bâzen sokağa çıkıp o protestolara destek vererek, önayak olarak, bazen Meclis’te, “Öyle mi? Hadi dönüyorum ben” diyerek korunur. 

İnanın, benim gibi birçok insan, çâreler görmekle birlikte, siyâsetçilerin, Türk siyâseti normal bir siyâsetmiş gibi korkakça ve hiçbir şey yapmadan hareket etmelerinden dolayı ne kadar üzgünler biliyor musunuz? Aylardır, “Kılıçdaroğlu aday olacak mı olmayacak mı? Acaba Mansur Yavaş’ı mı seçsek? Yoksa İmamoğlu ile mi bir şey yapsak?” diyerek zaman geçirildi.

Ruşen Çakır: Dış politikada şöyle bir yaklaşım var: Önümüzde bir seçim var. Seçimde önemli olan oy. Öyle olduğu için de seçmen tercihlerinde insanlar dış politikaya bakarak oy vermiyorlar. Bu iş böyle mi?

Murat Özçelik: Benim az önce söylediğim şeylerden bir ikisini yapsın. Scholz’la da konuşsun meselâ. Sonra da Türkiye’ye destek talebini alsın. İnanın destek vereceklerdir. “Türkiye şunu şunu yaptığı zaman biz kesinlikle destek olmaya râzıyız” diyeceklerdir. O zaman dönüp, “Zâten benim politikam bu” diyecekseniz. Size samîmîyetle söylüyorum, bunu yaparlar. Biraz önceki sorunuzun cevâbını esas şimdi vereyim: ABD’den Türkiye’ye bakıyor adam. Oradaki arkadaşlar, “Biden’ın Erdoğan’dan hoşlanmadığını biliyoruz. Kongre’de Erdoğan’a karşı büyük bir infial var. ABD’nin, Erdoğan’la devam etmeyi düşünmediğini de biliyoruz. Sâdece bu işlerden uzakta kalacaktır” diyorlar. Sakın yanlış anlaşılmasın, devirip düşürmekten bahsetmiyorum. İnsan o zaman, “Ne kadar acı” diye düşünüyor. Türkiye’de 12 senedir bir ana muhâlefet var. Veya diğer muhâlefet partileri. Bunlardan hiçbirisini araştırıp, “Bunlarla iyi bir temas kuralım, galiba orada bir şey var” demiyorlar. Avrupa’da şurada burada bir kısmı, “Erdoğan’a bakıyoruz. Birdenbire bir karar alıyor. Sonra gidiyor öbürünü alıyor, bir şeylerle oynuyor, belirsiz. Ama biz ‘Bir dakika arkadaş. Sen bu işi şöyle yapmadığın takdirde böyle olabilir’ dediğimizde, öyle oluyor” diyorlar. “Hâlâ Erdoğan’la çalışmak isteyen insanlar var” diyorsunuz, değil mi? Onu alın Türkiye’deki kendi tabanına, artı, kararsızlara bakın. Anketler, son dönemde kararsızlardan, AKP’den kopmuş olanların geriye dönmeye başladığını da söylüyor. 

Dolayısıyla birbirine benzeyen birtakım süreçler var. Onların da kafası karışık. Zâten kafaları Ukrayna-Rusya Savaşı yüzünden tamâmen birbirine girmiş vaziyette. Prag’da, “Şunu yapın bunu yapın” diye birtakım yaptırımları söyleyecekler. Sayın Cumhurbaşkanı gelecek ve “Şunları şunları yaparım, ama öbürlerini yapmam. Çünkü benim halkım doğalgaz nedeniyle zorda kalamaz” diyecek. Bunu söylediğinde Türk halkı, “Vay! Ne kadar kötü bir Cumhurbaşkanı” mı diyecek? Kışı geçirmek için uygun fiyattan doğalgazı halleden kim olacaksa onu cumhurbaşkanı yapar. 

Diyorlar ki “Kemal Bey söyledi. Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndan kredi alan öğrencilerin kredileri silindi.” Ne güzel. Bunu Batı’da herhangi birisine söyleseniz, “Zâten iktidârın görevi, muhâlefetin doğru söylediği şeyleri yapmak, diğerlerini yapmamaktır” der. Yine yanlış anlamasın. Ben burada, “İktidar adam gibi bir şeyler yapıyor” demiyorum. Batmaya doğru gidiyoruz. Kendi tabanlarına, “Dolar şöyle gidiyor, fâiz böyle” filan diyerek işi götüreceklerini sanıyorlar, ama Türk Lirasını dağıtmak sûretiyle çok kötü düşeceğiz. 180 milyar dolarlık dış borç, kamu harcamaları… 

Ruşen Çakır: Son olarak, Büyükelçiler Kararnâmesi’nde bayağı isim değişiklikleri oldu biliyorsunuz. Türkiye Birleşmiş Milletler Dâimî Temsilciliği’ne Feridun Sinirlioğlu yerine Dışişleri Bakan Yardımcısı atanmış. 

Murat Özçelik: Sedat Önal mı? Hayırlısı diyelim. 

Ruşen Çakır: Evet. Ama en dikkat çekici olanı, eski Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi olarak atanması oldu. Kariyer diplomatlar bu tür atamalara ne diyorlar?

Murat Özçelik: Malezya’ya Merve Kavakçı’yı atadıktan sonra, bu tarafa da onu atar, ne olacak?  Bu iktidar değişmeden, bunları konuşmayı fuzûlî görüyorum. Hakîkaten öyle. Çünkü bunlar bunu yapıyor. Yani onu kendi yanına çekerek başkalarına ne mesaj verdiğine bakmamız lâzım. AKP, “Bak, senin adamını aldım buraya. Büyükelçi de yaptım. Benim yanımdaysan nemâlanıyorsun” diyor. Yakında Merve Kavakçı’yı Lefkoşa’ya alır, ötekini de Malezya’ya verir. Birlikte oynasınlar işte. 

Ruşen Çakır: Peki, burada noktayı koyalım. Murat Özçelik’le muhâlefeti ve daha çok dış politikayı konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.