Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Savaşta son durum & ABD-Suudi Arabistan gerilimi & ABD’de yaklaşan ara seçimler

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıları devam ediyor. Rusya lideri Vladimir Putin, Ukrayna’da ilhak ettiği dört bölgede sıkıyönetim ilan etti. Savaşta ve diplomaside son durum ne?

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Suudi Arabistan arasında yaşanan gerilim sürüyor. ABD Başkanı Joe Biden, Suudi Arabistan politikasında bir değişikliğe mi gidecek?

ABD’de ara seçimler yaklaşıyor. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki son durum ne? Anketler nasıl?

Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar, Transatlantik’te değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik” ile karşınızdayız. Washington’daki Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile dünyayı konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba. Ömer geçen hafta sen yoktun, seninle başlayalım. En güncel konu, tâze konu, Putin Ukrayna’da işgal ve ilhak edilen dört bölgede sıkıyönetim îlân etti. Zâten savaşın seyri bir ilginç; kamikaze drone’larla Kiev’e saldırılar yapılıyor. Bir hafta içerisinde iki saldırı oldu. Ukrayna’nın saldırısı köprüye vs.. Biteceğe benzemeyen bir savaş var ve bu sıkıyönetim karârı da başlı başına çok önemli bir gelişme. Ne dersin?

Ömer Taşpınar: Açıkçası Ruşen, bu sıkıyönetim îlânı aslında biraz mâlûmun îlânı; yani zâten işgal altında bir bölge burası. Yeni gelişen dinamik tabiî ki buraların Rusya’ya bağlanması oldu, Rusya’nın ilhak etmesi oldu buraları. Ve bence Putin her şeyi görünümde, kozmetik olarak yasalara uygun yapmayı deneyen bir lider olarak, buralara Rusya toprağı muamelesi yaparak, nasıl Rusya topraklarında, Rusya’nın herhangi bir yerinde ciddî birlik bindirmesi gibi, gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması gibi konularda olağanüstü yöntemler uygulanacağında, nasıl herhangi bir olağanüstü yönetim uygulanması için bir yasal düzenleme yapılması gerekiyorsa, bu topraklarda da bir yasal düzenleme yapılmasını öngörüyor. Yani buranın artık bütünüyle Rusya toprağı olduğunu söylüyor. Eğer bu işgal altındaki topraklarda yapmak istediği şeyleri Moskova’da veya diyelim Petersburg’da yapmak isteseydi, Moskova’da ve Petersburg’da bir olağanüstü hal îlân etmesi gerekirdi. Burada da bu yasal düzenlemeleri parlamentodan geçirerek olağanüstü hal îlân ediyor. Ne yapacak? Bir kere çok daha ciddî askerî bindirmeye hazırlanıyor; aynı zamanda herhangi bir şekilde bölgede, bu topraklarda bir başkaldırı olursa onun daha sağlam bir şekilde kontrol edilmesini sağlıyor. Seferberliğin bu topraklar üzerinde daha ciddî bir anlamda îlân edilmesini sağlıyor. Bütün bunlar yasal düzenlemeler çerçevesinde ele alınıyor. O yüzden bence olağanüstü bir gelişme değil; bu bir bakıma Rusya’nın bu toprakları artık kendi toprakları olarak îlân etmesi ve kendi hukukî sistemine entegre etmesinin bir sonucu. Daha önemli gelişme, geçen hafta içinde yaşanan tırmanış. Yani Ukrayna’nın sâhadaki operasyonel başarıları sonucu, özellikle Putin’in kırmızı çizgisi olan Kırım meselesinde, o köprüdeki kamyonlu bomba ve köprünün çökertilmesi sonrasında o kırmızı çizginin aşılması nedeniyle, Rusya balistik füze saldırılarıyla Ukrayna’nın yaklaşık yüzde 40’ının elektrik tüketiminin çökmesine neden oldu. Elektrik santrallerine, doğal gaz santrallerine, özellikle de tabiî ki sivillerin yakın olabileceği bâzı yerleri de tehdit ederek, bütün şehir merkezlerinde bâzı yerleri kendisine stratejik hedef olarak belirliyor — genellikle güvenlik anlamı olan, belki de Savunma Bakanlığı’na bağlı yerleri vuruyor gibi. Fakat bu arada tabiî düzinelerce sivil de ölüyor. Bir bakıma Rusya şu anda Ukrayna’daki bütün yerleşim merkezlerini terörize edebilecek bir tırmanışa getirdi. Yani “Bu balistik füzelerle ben Ukrayna’nın her yerini vurabilirim” mesajını veriyor. Yani Ukrayna’ya, “Eğer sen sâhada bu dört işgal edilmiş bölge üzerinde, artı Kırım’da askerî açıdan, operasyonel açıdan toprak almaya devam edersen, ben yöntem değiştirerek konvansiyonel açıdan, belki kara kuvvetleriyle savunamadığın toprakları, sivil enerji merkezlerini, askerî merkezlerini ve gerekirse de yerleşim merkezlerini vurarak bir tırmanış içerisine girerim” diyor. Bunları da nasıl yapıyor? Çok ilginç bir şekilde, aslında bir bakıma kendi teknolojik zâfiyetini gösterir bir şekilde, İran’dan aldığı drone’larla yapıyor, yani insansız hava araçlarıyla yapıyor. Bir bakıma, Ukrayna-Rusya savaşı Türkiye ve İran arasındaki bu insansız hava araçlarının Bayraktar’larla ve bu İran’dan alınmış olan drone’ların savaşı hâline geliyor. Bütün dünya bunları tâkip ediyor. Dün benim okuduğum bir habere göre, bu kamikaze İran drone’larının yaklaşık yüzde 60’ı düşürülmüş; yani Ukrayna bir şekilde bir hava kalkanı oluşturmaya çalışıyor. Bu kamikaze füzeleri ve gelen balistik füzelerin bir kısmını kendi sistemleriyle havadayken vurmaya çalışıyor. Fakat yüzde 40’ını düşüremediği için de ciddî bir zâyiat yaratıyor Ukrayna üzerinde. Amaç burada Ukrayna halkının direniş moralini ve bir bakıma siyâsî irâdesini azaltmak. Şu anda moral yüksek Ukrayna’da. Savaşı neredeyse Ukrayna kendi lehine çevirmişti. Putin bu son yaptığı hamlelerle, özellikle elektrik, doğalgaz ve enerji hatlarını vurarak, Ukrayna’nın karanlık bir kış geçirmesini, soğuk bir kış geçirmesini sağlamaya çalışacak. Kış geldikçe toprak donmaya başladıkça da belki daha ciddî bir seferberlikle, daha ciddî bir operasyonel taktiksel hamleyle, kaybettiği bâzı toprakları geri almaya çalışacak. Yani Rusya kendi lehine çeviriyor. Şununla bitireyim. Amerika açısından her ne kadar şu anda bu Rusya’nın tırmandırışı tehlikeli gözükse de, burada en korkulan senaryo Rusya’nın taktiksel nükleer silâhlara başvurma senaryosuydu. Yani Rusya’nın bu tür balistik füze veya drone’larla değil de meselâ Polonya sınırında düşük yoğunluklu küçük başlıklı bir nükleer füze kullanması olacaktı. O çok daha farklı şekilde tırmandırmaya doğru gidecekti. Hattâ Biden, zannediyorum geçen hafta kendisine bu konuyla ilgili bir soru sorulduğunda, “Bu tam bir felâket senaryosu: Armageddon” lâfını kullanarak, “Bu bir Armageddon senaryosu olur“ dedi. Yani bir bakıma Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru götürebilir, tırmandırabilir. Amerika ile Rusya arasında, NATO ve Rusya arasında bir savaşa doğru tırmandırır. “Kesinlikle bunu yapmaması gerekiyor” diyerek, buna karşı çok ciddî misilleme olacağını belirtti. Ve bu mesajı vermeye çalıştı. Rusya’nın bu yönteme başvurmamış olması, konvansiyonel balistik füzeler ve drone’larla bir şekilde Ukrayna’yı terörize ediyor olması, her ne kadar kötü bir senaryo olsa da, en kötü senaryo değil Amerika açısından.

Ruşen Çakır: Gönül, bu konuda senin söyleyeceklerin ekleyeceklerin var mı? Yoksa, geçen hafta ABD-Suudî Arabistan gerilimini konuşmaya başlamıştık seninle. Onunla mı devam edelim?

Gönül Tol: Şunu ekleyeyim sâdece Ruşen. Tabiî bu sıkıyönetim îlânı Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez yaptığı bir şey ve uzun zamandır, Ukrayna’ya yaptığı müdâhaleden sonra söylediği, “Bu bir özel harekâttır” söyleminin de altını oymuş oluyor. Bu arada sıkıyönetim karârının yanında içeride de şöyle bir karar aldı Putin: Rusya’da yerel yöneticilerin, vâlinin gücünü artırdı. Bu da şöyle okunuyor Rusya uzmanları tarafından: İçeride de tabiî genel bir toplumsal tepki var. Putin’in o toplumsal tepkinin de önünü almak için bunu yaptığını söylüyorlar. Bu iki noktayı ekleyeyim; çünkü şu açıdan önemli: Washington’da meselâ dünden bu yana Kongre’den birkaç insan, “Bu aldığı sıkıyönetim karârı önemli bir karardır, çünkü Putin’in köşeye sıkıştığını göstermesi bakımından önemlidir” dediler. Bunu bence savaşa içeriden gelen toplumsal tepki çerçevesinde de okuduğumuzda, o resmi bütünlüklü görebiliriz diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Peki Suudi Arabistan meselesinde geçen hafta seninle konuştuk bunu. Petrol üretiminin düşürülmesi, dolayısıyla fiyatların artmasının ABD’de enflasyona doğrudan etkisi var ve Biden’ı kızdırdığını söylemiştin; bayağı bir gerginlik emâreleri vardı. Geçen bir hafta içerisinde sorunlar çözülüyor gibi mi, yoksa tam tersine kızışıyor mu?

Gönül Tol: Geçen haftadan farklı olarak şöyle bir durum var Ruşen. Şimdi geçen hafta ve bu arada bütün hafta boyunca özellikle Kongre’deki Demokrat senatörler ve Temsilciler Meclisi üyeleri Suudî Arabistan’a karşı söylemlerini çok sertleştirdiler. Hattâ çok önemli birkaç tâne figür, hem Suudî Arabistan ile her tür ilişki kesilmesi, silâh satışının kesilmesi, Amerika’nın orada bulundurduğu askerini çekmesini –orada Körfez’deki enerji altyapısını korumak için konuşlandırılmış Amerikan füzeleri var–, onların geri çekilip Ukrayna’ya verilmesi gerektiğini söyleyen Kongre üyeleri oldu. Şimdi bunlar benim için, uzun zamandır Washington’da olan bir insan için bunlar ilk kez duyduğum şeyler. Daha evvel de Suudî Arabistan’a tek tük, özellikle Cemal Kaşıkçı cinâyetinden sonra eleştiriler geliyordu; ama daha önce dediğim gibi, her zaman bu eleştirilerin önü şöyle kesiliyordu: “Evet, haklısınız; özellikle insan hakları konusunda bizim işbirliği içinde olmamamız gereken bir ülke Suudî Arabistan; fakat bu ilişkinin 80 yıllık bir geçmişi var ve bütünüyle reel-politik kaygılar üzerine kurulu. İran’ın bölgedeki etkinliğini kısıtlamak için, İsrail güvenlik kaygılarını gidermek için ve genel olarak bizim bölgesel çıkarlarımız için Suudî Arabistan ile ilişkiler çok önemli” deniyordu ve o eleştirilerin önü kesilmiş oluyordu. Fakat bu OPEC karârının ardından gittikçe dozu artan, neredeyse bir eleştiri tûfânı var Demokrat üyelerden gelen. Şimdi Biden yönetimi de OPEC karârının ilk gününden îtibâren şu mesajı veriyordu: “Biz Kongre ile çalışacağız”. Biden yönetiminden, yönetim sözcülerinden de aynı sertlikte açıklamalar geliyordu Suudî Arabistan ile ilgi. Şimdi fark oldu; birkaç gündür Biden yönetimi biraz daha sanki frene basma modunda gibi geliyor bana. Çünkü Kongre’den Suudî Arabistan’a karşı o kadar kuvvetli bir eleştiri çıkıyor ki… Bunun sebebi de Demokratlar bence haklı olarak şöyle okuyorlar durumu. Yani Biden kendi imajını o kadar yerle bir ederek Muhammed Bin Salman’ı ziyâret etti. Bu ziyâretin amacı neydi? Bütünüyle seçimlerden önce bu enflasyonun önünü kesmekti. Birkaç haftaya kadar ara seçimler olacak. Petrol üretimi konusunda Suudi Arabistan’ın işbirliğinden emin olmak için yapılmıştı bu ziyâret. Hiçbir işe yaramadı bu ziyâret — ki Demokratlar arasında da çok eleştirilmişti. “Bu ziyâret işe yaramadı” diyor Demokrat üyeler. Diğer taraftan da Muhammed Bin Salman’ın kendisini hem Kongre’de hem de Beyaz Saray’da Cumhuriyetçiler’in bir zaferine hazırladığı söyleniyor. Yani zâten bu ara seçimlerde Demokratlar kaybedecek — Kongre’nin iki kanadını kaybedecek. 2024’te de, ya Trump ya da Trump’a yakın bir isim Beyaz Saray’a gelecek. O nedenle, Bin Salman’ın, “Benim Biden yönetimi ile hiçbir çalışma zorunluluğum yok” diye düşündüğünü varsayıyor Demokratlar. “Ve bize seçimleri kaybettirecek” diyorlar. Yani: “Ara seçimlerde bu OPEC’in aldığı karar yüksek enflasyon nedeniyle bize seçimleri kaybettirecek” söylemi var. Bu nedenle öfke çok büyük, çok yoğun; ama bence bu önerilen şeyler arasın daasıl konuşulması gereken –yani hepimiz konuşuyoruz–, yeni bir sayfa açılıyor. Gerçekten yeni bir sayfa açılmak isteniyor Demokrat üyeler tarafından; fakat ne kadar açılabilir? Bu söylenenlerin –yani “Asker çekelim, füzeleri çekelim, ilişkileri bitirelim, silâh satmayalım”– bunların hangisini ne kadar yapabilir Amerika? Onu konuşmak lâzım. Yani getirilen önerilerden bir tânesi, NOPEC denilen yasa tasarısı — Kongre’nin ilgili komisyonundan geçen Mayıs ayında geçti bu. Bu OPEC karşıtı, OPEC’i kartel îlân eden ve OPEC üyelerine çeşitli dâvâları berâberinde getirecek ve neredeyse OPEC’i çalışamaz hâle getirecek bir yasa tasarısı. Bugüne kadar Biden yönetimi buna sıcak bakmamıştı; bugün ise sıcak baktığı söyleniyor. Fakat bu geçer mi Kongre’den? Şimdi, yasa olması için bu, Senato’dan geçecek, Temsilciler Meclisi’nden geçecek, sonra Biden bunu imzâlayacak. Şimdi “Geçer mi?” sorusuna, tam olarak “Evet, geçer” diyemiyorum. Aslında Amerika’nın içinden, Amerikan bürokrasisinden, çeşitli bakanlıklardan buna gelen uyarılar var: “Eğer bu yasayı geçirirseniz, Suudî Arabistan’dan çok, aslında Amerikan şirketlerine ve Amerikan halkına zarar vermiş olursunuz” diyenler var ve bu söylemi ciddîye alan Kongre üyeleri var. “Ayrıca Suudî Arabistan’ın ve Körfez ülkelerinin fiyat konusundaki özerkliğini de elinden almış olmazsınız” diyorlar. O nedenle ikinci önerilen şey: Körfez’den Amerikan askerlerini çekmek. Birleşik Arap Emirlikleri’nde 3500 kadar Amerikan askeri var. Suudî Arabistan’da da var; yani 2003’te Amerika büyük ölçüde çekti Suudî Arabistan’daki askerlerini. Ama hâlâ orada Amerikan askeri var. Şimdi, “Amerikan askerlerini çekelim” diyor Kongre üyeleri. Bu yapılabilir mi? Yani yapılabilir, ama şunu söyleyenler var yine Kongre üyeleri arasında: “Eğer çekersek orada bir güvenlik boşluğu oluşacak ve bu boşluğu Rusya gibi ülkeler doldurmak isteyecektir” diyorlar. O yüzden ona karşı da bir direnç söz konusu. “Füze sistemlerini çekelim” diyenler var; yani dediğim gibi, o enerji altyapısını korumak için konuşlandırılmış füzeler var. “Onları çekelim” diyenler var. Ona da özellikle Cumhuriyetçiler’den şöyle bir tepki geliyor yine: “Eğer bunları çekersek, zâten Suudî Arabistan bir süredir güvenlik konusunda Amerika’ya bağımlılığını azaltmaya çalışıyor. İngiltere ile, Fransa ile, Güney Afrika ile, Çin ile, Brezilya ile zâten daha yakın ilişkiler kurmaya çalışıyor. Eğer biz füzeleri çekersek, bütünüyle Suudî Arabistan’ı başkalarının kollarına itmiş olacağız” diyorlar. Demokratlar da buna şöyle yanıt veriyor: “O kadar kolay değil”. Yani Suudî Arabistan’ın Amerika’ya güvenlik açısından bağımlılığını kısa zamanda, kısa vâdede sona erdirmesinin mümkün olmadığını söylüyorlar. Bir diğer öneri de şu: “Silâh satmayalım”. Ama bence bu en çok tepkiye sebep olacak bir şey; çünkü Amerika’nın yabancı ülkelere silâh satışına baktığımızda, Suudî Arabistan en büyük alıcı. Yani Amerika’nın yabancı ülkelere sattığı silâhların yüzde 24’ünü Suudî Arabistan alıyor. Bu önemli bir şey, özellikle silâh lobisi için. Bütünüyle silâh satışını kesme önerisi çok gerçekçi değil. Sâdece belki bâzı silâhların satışına kısıtlamalar getirilebilir. Şimdi Biden yönetimi bu hafta ve gelecek hafta Kongre üyeleriyle konuşuyor Suudî Arabistan meselesini. Bence muhtemelen bundan ortaya çıkacak sonuç, bizim düşündüğümüzden çok daha sembolik; yani işte bâzı silâhların satışına kısıtlama getiren, ama temelde ilişkinin savunma boyutunu çok radikal bir şekilde değiştirmeyecek bir adım olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Ömer, şimdi Gönül de bahsetti: Biden yönetiminin bu petrol meselesindeki en büyük endîşesi ara seçimler. Yani enflasyon vs., petrol fiyatlarının artması ve seçimleri kaybetmek. Şimdi, “Ara seçimleri kazanıyor muydu ki kaybediyor?” diye bir soru var ortada; yoksa daha büyük bir kayıp olmasını mı engellemeye çalışıyor?

Ömer Taşpınar: İkincisi. Yani kazanma ihtimâli zâten zayıftı; fakat Senato’da işler beklenenden daha iyi gidiyor gibi gözüküyordu. Yani en azından Senato’yu tutar ve Temsilciler Meclisi’nde de beklenenden daha az bir hezîmet yaşanır yönündeydi. Burada da Gönül’ün anlattığı gibi petrol fiyatları, benzin fiyatları çok önemli. Bu benzin fiyatları Amerika’da çok oynak. Yani Ortadoğu’daki gelişmeler, petrol hacmi ve OPEC kararları burada benzinin pompa fiyatını hemen belirliyor. Bunun nedeni de petrolden çok yüksek vergiler alınmaması; dolayısıyla fiyat esnekliği var burada. O nedenle gerçekten de Suudî Arabistan’ın karârı, OPEC karârı ciddî bir tepki doğurdu ve bir şekilde enflasyon tekrar gündeme geldi. Enflasyon düşmüyor Amerika’da. Aslında yapısal olarak enflasyon zâten yüzde 8-10 bandına oturmuş durumda; fakat yaza oranla benzin fiyatlarında yaklaşık yüzde 20’lik bir azalma vardı; yani benzin fiyatları, petrol fiyatları düşüyordu ve Biden’ın bir şekilde Suudî Arabistan ile kurduğu diyalog, ama daha önemlisi Amerika’daki stratejik petrol rezervlerinden daha fazla üretim yapılması sâyesinde, kendine kredi çıkarıyordu. Yani ekonomik gidişat beklenenden daha kötü değil; bir şekilde enflasyon kontrol altında, özellikle benzin fiyatlarını kontrol altına aldık mesajıyla gidebiliyordu. Bunun arkasına bir de kültürel konuları, kürtaj meselesini, silâh meselesini alıp, Amerika’yı her zaman bölen, özellikle kürtajın yasaklanması yönündeki konuyla bir mobilizasyon sağlamaya çalışıyordu Demokrat Parti tabanında. Demokratlar’ı sandığa çekecek bir söylem tutturmaya çalışıyordu. Tabiî bu zorlaşıyor şu anda; çünkü geçim sıkıntısı, enflasyon ve bu ekonomi konuları tekrar gündeme girdi. Ve Georgia Eyâleti’ndeki Senato rekabetinde de beklenenden daha yakın çıkıyor sonuçlar. Senato’yu da, Temsilciler Meclisi’ni de kaybedebilir yönünde analizler yapılıyor şu anda. Yani ivme bir bakıma Demokratlar’dan Cumhuriyetçiler’e geçmiş durumda. Burada da bana göre çok basit bir denklem var. Demokratlar kürtaj konusunda konuşmak istiyorlar; Cumhuriyetçiler de ekonomi konuşmak istiyorlar, göçmenleri konuşmak istiyorlar, artan suç oranını konuşmak istiyorlar, Biden’ın ne kadar başarısız olduğunu konuşmak istiyorlar. Dış politika çok gündemde değil. Zâten ara seçimlerde katılım oranı da düşük; fakat dış politikayı gündeme sokan mesele şu anda biraz İran meselesi. Aslında İran’ı biraz anlatmak gerekiyor; çünkü İran ile nükleer görüşmeler bütünüyle suya düşmüş durumda. İran’da yaşanan gösteriler nedeniyle çok daha zor hâle geldi; bir de tabiî bu Suudî Arabistan ile yaşananlar İran’a yarar korkusu da var Biden yönetiminde. Amerika’nın OPEC konusunda alacağı kararlar, yani asker çekmek, silâh satışını azaltmak, OPEC’i bir şekilde devreden çıkarıp petrol piyasalarında dalgalanma yaratmak, muhtemelen fiyatların daha da yükselmesine neden olabilir. Dolayısıyla petrol fiyatlarının daha da yükseleceği, Suudî Arabistan ile Amerika’nın askerî işbirliklerini azaltacağı bir ortam kime yarar? Temelde İran’a yarar. Zâten bu bölgede bir boşluk olacaksa, İran Körfez’deki o boşluğu daha rahat doldurabilecek askerî güce sâhip.  Dolayısıyla Amerika’nın asker çekmesi ve oradaki meselâ füze savunma sistemlerini çekmesi İran için ciddî bir stratejik başarı olur. Dolayısıyla bütün bunlara Biden yönetimi de bir fren koymak zorunda; çünkü Gönül’ün anlattığı gibi Demokrat Parti’de İran’a karşı ciddî bir öfke var. Bir yandan Suudi Arabistan’ı cezâlandıralım derken, Amerikan tüketicilerini hem daha yüksek benzin fiyatları olacak, hem de bu silâh satışı dediğimiz şeyi engelleyecek. 50-60 milyar dolarlık silâh satıyor Amerika. Bu silâhlar sonuçta Amerika’da istihdam yaratıyor. Amerikan ekonomisi için çok ciddî bir kazanç yani; bunlardan mahrum kalmak da Amerikan tüketicisi ve Amerikan ekonomisi için bir sorun. Bir de İran’a yarayacak bir durum söz konusu. Dolayısıyla baktığımızda, bana göre Biden açısından en mantıklısı, Yemen konusunda ciddî politika değişikliğine gitmek. Yani Yemen konusunda bütünüyle köprüleri atmak; yani Suudi Arabistan’a hâlâ en azından Yemen’de Husiler’den gelecek saldırılara karşı bir koruma kalkanı kuruluyordu. O konularda Yemen konusunda çok daha sertleşmek. Yani Yemen savaşı hiçbir zaman Amerika’da, özellikle Biden geldikten sonra destek bulan bir savaş olmadı. Trump döneminde açık çek veriliyordu. Yemen meselesini daha ciddî olarak gündeme getirip, artık orada bir diplomatik çözüm konusunda baskı yapabilir. Askerî yardımı bütünüyle Yemen konusunda kesebilir. Ama eli çok güçlü değil Amerika’nın Suudî Arabistan karşısında. Muhammed Bin Salman bunun farkında. Bunun farkında olan başka bir lider de Muhammed Bin Zayid, Birleşik Arap Emirlikleri’nin lideri. O da OPEC’te bu karârı destekledi; o da Biden ile iyi ilişkiler içinde değil. Hattâ o daha büyük bir hayal kırıklığı; çünkü ona çok yatırım yaptı Biden. Muhammed Bin Salman’a yaptığından daha fazla Birleşik Arap Emirlikleri’ne siyâsî yatırım yaptı. Yani Kral’ın babası öldüğünde, Muhammed Bin Zayid devlet başkanı olduğunda, neredeyse Amerikan kabinesinin yarısı –yani Kamala Harris’ten Savunma Bakanı’na, Dışişleri Bakanı’ndan Ulusal Güvenlik Danışmanı’na kadar– tâziye ziyâretine gittiler. Muhammed Bin Zayid ne yaptı? Hem OPEC konusunda Amerika’nın istediği kararları savunmadı, Suudî Arabistan’ı veto etmedi, hem de o karardan üç gün sonra Moskova’ya gitti, Putin’lle beraber fotoğraf verdi ve Rusya ile stratejik ilişkilerine devam ediyor. Muhammed Bin Salman da Rusya ile ve Çin ile stratejik ilişkilerine devam ediyor. Yani Amerika’nın Ortadoğu’da elinin zayıfladığı bir döneme girmiş durumdayız. Alınacak kararlar İran’ın elini daha da güçlendirebilir. Bundan çekiniyor Beyaz Saray.

Ruşen Çakır: Gönül, sen ne dersin? Ara seçimler için bir ara Demokratlar tekrar biraz toparlıyor gibiydi, ama bu ekonomi meselele’ri tekrar ellerini zayıflatıyor mu sence de?

Gönül Tol: Evet, aslında Ağustos ayı çok iyi bir aydı Demokratlar için; o zaman beklentiler çok yükselmişti. Aslında birkaç hafta öncesine kadar da bence Demokratlar için resim çok parlaktı; yani meselâ özel seçimler yapıldı bazı yerlerde: Meselâ Nebraska, Minnesota, New York gibi yerlerde özel seçimlerde Demokratlar çok iyi bir performans gösteriler. Ya da işte Kansas gibi yerlerde –ki burada Cumhuriyetçiler çok kuvvetli–; orada meselâ Biden’a destek oranı birkaç hafta önce inanılmaz yüksek çıkmıştı. Ama tabiî bunun sebebi, o yapılan araştırmaların Texas’taki okul saldırısının ardından gelmesindendi. Bu tür saldırılardan sonra genelde Cumhuriyetçiler’e destek azalıyor; çünkü Cumhuriyetçiler’in silâh konusunda çok şâhin bir tutumu var ve bu da genelde banliyölerde yaşayan anneler ve kadın popülasyonu içinde Cumhuriyetçiler’e desteği azaltıyor. Şimdi Kansas’ta, New York’ta, Minnesota’da falan olan şeylere baktığımızda, bu tür şeylerin etkisi var. Bir de kürtajın çok önemli bir etkisi vardı. Çünkü o dönemde, birkaç hafta önce her gün televizyonlar ve gazetelerde kürtaj meselesi konuşuluyordu. Yani bu mesele ne kadar gündemde kalırsa Demokratlar o kadar zemin kazanıyor. Bence hâlâ öyle; yani şöyle söyleyeyim: Demokratlar’ın Temsilciler Meclisi’ni kaybetmesi çok büyük bir ihtimal; Senato’da yüzde 50’ye 50 şans var. Ama hâlâ bence Demokratlar’ın şöyle bir avantajı var: Kürtaj konusunda hâlâ tabanını mobilize ediyor. Özellikle genç kadınları mobilize ediyor. Ve Cumhuriyetçiler karşısında ikinci avantajı ise, Cumhuriyetçi adaylar çok radikal adaylar. Bir sürü yerde, hattâ McConell (Mitch McConell) –önemli bir isim Cumhuriyetçi Parti içinde– geçenlerde, “Bizim adaylarımızın bir kalite sorunu var” dedi. Çünkü bu adayların pek çoğu Trump’a çok yakın isimler, çok radikal isimler. Tabiî bu Demokratlar için bir avantaj. Ama Cumhuriyetçiler için geçen hafta galiba konuşmuştuk, burada kilit taban: Bağımsızlar. Yani bağımsızların ne tarafa gideceği önemliydi. Kürtaj tartışmalarının tavan yaptığı haftalarda bağımsızlar içerisinde Demokratlar’a yanaşma daha söz konusuydu. Şimdi artık kürtaj meselesi gündemden düşmeye başladıkça, Cumhuriyetçiler ekonomiyi, enflasyonu ve artan suç oranını kullanıyor — ki bu ikincisi çok önemli, özellikle banliyölerdeki kadın seçmeni çok etkileyen bir şey bu suç oranı, onların oy verme davranışını çok etkiliyor. Bunları Cumhuriyetçiler gündeme getirdikçe Cumhuriyetçiler’in zemin kazandığı görülüyor Demokratlar’a karşı. Hâlâ birkaç hafta var. Ama özellikle Ömer’in de söylediği gibi, bu Suudî Arabistan’ı ziyâret karârından sonra enflasyonu düşürme beklentisi vardı Biden yönetiminin; hattâ Suudî Arabistan bunu söyledi de — dedi ki: “Amerikan tarafı bize geldi, ‘Bu OPEC kararını bir ay erteleyin’ dedi, yani ‘Seçimlerden sonra verin bu karârı’ dedi”. Ama tabiî o karârı ertelemediler, o nedenle de Demokratlar öfkeli; çünkü seçimlerde Demokratlar’ın kaybetmesini sağlayacakları söylemini güçlendiriyor. Yani enflasyon konusunda, o benzin petrol fiyatları konusunda Ağustos ayında gördüğümüz pozitif dinamikler yok. O nedenle Demokratlar içerisindeki o ümitli hava bence biraz yerini karamsarlığa bırakmaya başladı. 

Ruşen Çakır: Evet, “Transatlantik”e burada noktayı koyalım. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkür ediyoruz. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.