Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (135): Fakıbaba’nın istifası ve RTÜK krizi, “Hodri meydan” polemiği, İYİ Parti 

Ahmet Eşref Fakıbaba, AKP’den ve milletvekilliğinden istifa etti, İYİ Parti’ye katılacağını açıkladı.

Fakıbaba’nın istifası Meclis aritmetiğini değiştirdi, RTÜK seçimi krize girdi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘na “Çık karşımıza. Hodri meydan. Aday ol” çağrısı yaptı. Kılıçdaroğlu’ndan ise “Korkmuyorsan, bir ‘prompter balonu’ olduğunun ortaya çıkmasından çekinmiyorsan, istediğin TV kanalında, önünde prompter, arkanda danışmanların, karşında sadece ben. Gel vizyon konuşalım” yanıtı geldi.

Transferler İYİ Parti’nin krizine çare olur mu?

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış‘ta değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba.

Ruşen Çakır: Geçen hafta yayını yapamadık, bu hafta telâfî edelim. Bu haftanın en ilginç olayı, Ahmet Eşref Fakıbaba’nın AKP’den istifâsı. Sosyal medyada istifâsını anlattığı ilginç bir metin de var. İçinde, “Siyâsî ve ahlâkî anlayışıma uygun olmayan bâzı kişilerle bir arada olmayacağım için mutluyum” diye bir cümlesi vardı. Ben kendisini geçmişten bilirim, 2009’daki meşhur olayı var ya… AKP kendisini aday göstermeyince istifâ edip bağımsız olarak seçimlere girdi ve yeniden Şanlıurfa Belediye Başkanı seçildi. Sonra Saadet Partisi’ne geçti. O dönemlerde Urfa’da kendisiyle görüşmüştüm, röportaj da yapmıştım. Çok nev’i şahsına münhasır bir siyâsetçi. Biliyorsun, aslen cerrah. Şanlıurfa SSK Hastânesi başhekimiydi. Orada âşiret bağı olmadan bir tabanı olan ilginç bir kişilik. Yıllar sonra AKP’ye döndü, hattâ bakan da oldu. Fakıbaba’nın istifâsı daha önce de söz konusu olmuştu, ama bir şekilde olmadı. Şimdi pat diye gitti. 

Burada çok ilginç durumlar var. Bir RTÜK meselesi var — ki birazdan konuşacağız onu. Ama önce şu konuyu bir konuşalım: AKP’den hep istifâlar hep beklendi. Gelecek ve DEVA partilerinin AKP milletvekillerinden, üst yönetiminden insanları alacağı, hattâ onlara “Bekleyin” dendiği şeklinde çok sayıda kulis haberi vardı. Çoğu da gerçek çıkmadı. Gördüğüm kadarıyla, şu anda DEVA Partisi’nde tek bir AKP milletvekili var, o da Mustafa Yeneroğlu. Onun dışında bu iki partiye de henüz hiçbir katılım olmadı. Tam böyle bir aşamada, bunlar unutulmuşken, AKP’ye katılım oldu: Mehmet Ali Çelebi katıldı. Rozeti Çarşamba günü takıldı, Perşembe günü de Fakıbaba’nın istifâsı geldi. Ben şahsen bunun daha istisnâî bir olay olduğu kanısındayım. Başka ayrılanlar olabilir; ama Fakıbaba’nın başkalarıyla berâber hareket ederek bir kopuş yaptığını düşünmüyorum açıkçası. Ama “AKP’den kopuşlar olur mu?” sorusu hâlâ ortada duruyor. Bu olay, olabileceğini bize gösterdi. Ne dersin? Başka kopuşlar olur mu?

Kemal Can: AKP’den de kopuşlar olur, başka partilere transferler de olur. Çelebi olayında olduğu gibi, AKP’nin de bâzı milletvekillerini, milletvekili olmasa da bâzı siyâsîleri kendi bünyesine katması mümkün olur. Çünkü Çelebi hikâyesinin arkasında, aslında daha fazla bir operasyon çabasının da olduğuna ilişkin bilgiler var; Mehmet Ali Çelebi’nin, bâzı genel başkanları Cumhur İttifakı’na katılmaya iknâ etmeye çalıştığı söyleniyor. Muharrem İnce doğrulamış, Ümit Özdağ yalanlamış. Böyle bir bilgi de var. Ama ben önümüzdeki günlerde bu konuda bir hareketlenme olacağını düşünüyorum. 

Fakıbaba konusunda kısmen senin dediğine katılabilirim, o belki ayrı değerlendirilebilir. Çünkü biraz nev’i şahsına münhasır bir siyâsî portre. Daha önce de bazı ilginç çıkışlara imzâ atmıştı, hem sözel olarak hem eylem olarak böyle şeylere tanık olmuştuk; ama genel bir hareketlenme olduğunu da görmemiz lâzım. Senin özetlediğin gibi, İYİ Parti bu konuda bir atak içerisinde. Çeşitli çevrelerden: Turhan Çömez, peşinden şimdi Fakıbaba’nın da İYİ Parti’ye geçecek olduğu söylentileri var. Milletvekili olmasa da daha önce MHP’de siyâset yapmış bâzı isimlerin geçeceği ve bunların devâmının geleceği söyleniyor.

Senin söylediğin gibi, DEVA ve Gelecek partilerinin kurulmasından sonra AKP grubundan da büyük kopmalar yaşanacağı beklentisi gerçekleşmedi. Çünkü açıkçası o partilerin siyâsî geleceği ve câzibe merkezi ya da siyâsete devam için çok elverişli adresler olup olmadığına ilişkin yoklamalar pozitif netîcelenmedi. Biraz şöyle bir tarafı var: “Gelecekler var, ama biz bekleyin diyoruz” şeklinde yorumlar duyduk. Ama galiba, “Önce bir bakalım hele, ne yapacaklar?” kısmının da çok belirleyici olduğunu düşünüyorum. Bu partilerin siyâsete devam açısından, siyâsî ikbal açısından çok imkânlar sunan bir atak içerisinde olmamalarının, AKP grubu içerisinde böyle bir hamleye kalkışacak olanları biraz yavaşlattığını, durdurduğunu, biraz daha temkinli davranmaya ittiğini düşünüyorum. 

Ama artık seçime 7-8 aylık bir süre kaldı. Dolayısıyla herkes, hem siyâsî partiler hem tek tek bütün siyâsî aktörler, bu seçimde nasıl bir pozisyon alacaklarını, kişisel ikballeri ve siyâsî yolculukları açısından seçimden sonra nasıl devam edeceklerini bir karara bağlamak zorundalar. Siyâsî partiler, tabiî ki çeşitli transferler yaparak hem bir tür taban genişletmeye ve daha geniş kesime bir temsil vaadi sunmaya çalışıyorlar, hem kendilerinin bir câzibe merkezi olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Seçime çok yaklaşılmışken, çok sayıda siyâsî aktör bir partiden siyâsete girmeye çalışıyorsa, bu, seçmen nezdinde de o partiye olan ilginin büyüdüğü fikrini doğuracağı için, bu tür transferlerin artacağını düşünüyorum. Aynı şekilde, siyâsette devam niyetindeki herkesin de, nerede devam edebileceğini, nerede devam etmesinin kendisi için hayırlı olacağını hesaplamaya başladığı bir sürece girdik. Önümüzdeki haftalar ve aylarda, bâzıları sansasyonel bâzıları lokal bu tür şeyleri çok duyacağız ve bunlar üzerine konuşacağız gibi geliyor. 

Ama tabiî burada ilk etapta yaşananlar, özellikle Mehmet Ali Çelebi meselesi, başka bir veçheyi de ortaya koyuyordu. Çünkü bu hikâye, klasik transferler ya da birbirine yakın, taban geçişkenliği olan partiler arasındaki bir geçiş değil, tıpkı daha önce Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nda görüldüğü gibi bir şaşkınlık yaratabilecek bir transfer meselesi. 

Ruşen Çakır: Murat Sevinç’in Diken’deki yazısını gördün mü? “Birbirlerine çok yakışıyorlar” diye yazmış. Hattâ fotoğrafta Erdoğan, Çelebi ve Feyzioğlu var. Bu arada şunu da muhakkak vurgulamak lâzım: Erdoğan’ın, Çelebi ve eşini kabul ettiği zaman söylediği çocuk muhabbeti. “Bir tâne çocuk yetmez, bakın PKK’nın 5, 10, 15 çocuğu var” lâfı — ki daha önce benzer lâflar etmişti. Bunun adresinin neresi olduğu belli. Nitekim Ali Babacan bununla ilgili bir açıklama yaptı. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Salim Ensarioğlu da burada Erdoğan’ın kastettiğinin Kürtler olduğunu söyledi. Erdoğan bu sözlerle, hem kadına yönelik bir ayrımcılık yaptı –yani doktora yapan bir kadına, “Kadının kariyeri çocuk yapmaktır” dedi–, hem de aslında Kürtler’e yönelik bir ayrımcılık yaptı. Mehmet Ali Çelebi de şaşırtmayacak bir sâkinlikle, bu sözlere îtiraz da etmedi.  

Kemal Can: Erdoğan’ınKürtler’e ilişkin lâfına, Çelebi’nin gayet sâkin, hattâ katılarak destek vermesinde şaşırtıcı bir şey yok da, kadınlarla ilgili kısmı, daha önce iddia ettiği laik, seküler ve Mustafa Kemal’in askeri olma çizgisiyle pek örtüşmüyor. Ama diğer kısmını sen de hatırlattın, ben de tam târihini söyleyeyim: Erdoğan, 5 yıl önce, 10 Kasım 2017’de aynı cümleyi kurdu. İslam İşbirliği Teşkilâtı (İİT) Kadın Dayanışma Konseyi’nin düzenlediği Genç Kadınlar Liderlik ve Girişimci Programı Sertifika Töreni’nde kadınlara hitâben, Müslüman kadınların bu konuda hassâsiyetli davranması gerektiğini –o zaman “PKK” demiyor, “terör örgütü” diyor– “Terör örgütünün 10-15 çocuğu var. Siz de çoğalarak bunu dengelemelisiniz” cümlesini birebir, hattâ çocuk rakamları da aynı olmak üzere söylediğini görüyoruz. O çoğalanların da Müslümanlar’ın aleyhine bir çoğalma olduğunu söylüyor. Sâdece terör örgütü etiketi değil, din dışı bir etiket de veriyor. O zaman da HDP sözcüleri bâzı açıklamalar yapıp, bunun Kürtler’e dönük bir ayrımcılık olduğunu söylüyorlar; ama o tartışma çok büyümüyor. Erdoğan o cümleleri 5 yıl sonra şimdi yine tekrar ediyor. Dolayısıyla buradan bir gaf, ağzından çıkmış rastlantısal bir cümleden değil, sistematik bir akıl yürütme biçiminden bahsediyoruz. Burada da kastedilen, ortalama milliyetçi, ulusalcı pek çok çevrede, Kürtler’in ya da şimdi artık mültecilerin, Araplar’ın çok fazla çocuk sâhibi olarak demografik bir üstünlük sağlamaya çalıştıkları endîşesine konuşuyor. Erdoğan, üstelik de buna, daha sonra kendisinin de eleştirileceği ayrımcılık ya da bir etnik grubu suçlama eleştirisinden de kurtulmak için de “terör örgütü” diyor. Terör örgütleri âileler hâlinde yaşıyormuş gibi…

Ruşen Çakır: Anadolu Ajansı haberin içerisinden o kısmı çıkartmış. 

Kemal Can: Yanlışlıkla söylenmiş bir şey olmadığının kanıtı bu. Defâlarca aynı şeyi söylüyor. Kadınlarla ilgili söyledikleri zâten yüzlerce kez tekrar ettiği bir şey. Kadınların sosyal rolü ve hayattaki anlam ve önemleri konusunda ne düşündüğünü zâten çok saklamayan biri.

Ruşen Çakır: RTÜK üyeliği meselesine değinmek istiyorum. Çok karışık bir şey gibi duruyor, ama aslında çok açık. RTÜK’ün AKP kotasından girmiş üyelerinden birisi, bürokraside üst düzey bir göreve atandığı için istifâ etti ve ondan boşalan yere Meclis’te RTÜK üye seçimi yapılması gerekiyor. Meclis’te grubu bulunan siyâsî partilerin sandalye dağılımınagöre, AKP’li üyenin istifâsıyla boşalan koltuğa, İYİ Parti kontenjanından bir üye seçilmesi gerekiyordu. RTÜK Başkanı, Meclis Başkanlığı’na göndermesi gereken seçim yazısını üç buçuk ay bekletmiş. Sonra birden baktık, Mehmet Ali Çelebi AKP’ye katıldı. İşin ilginç tarafı, RTÜK üyeliği bir kişiyle değişebilen bir oranmış. Mehmet Ali Çelebi AKP’ye katılınca, AKP tekrar bu hakkı kazandı. Belli ki transfer yapacak bir kişiyi bekliyorlarmış ve RTÜK Başkanı’na da “Acele etme” diyorlarmış. Mehmet Ali Çelebi’nin AKP’ye katılmasıyla berâber, “AKP tekrar RTÜK’e ikinci bir kişiyi kotaya sokacak” denirken, bu sefer Fakıbaba istifâ edince, tekrar olay AKP’den İYİ Parti’ye geçti. Ama orada ne oldu? An îtibârıyla –sonra durum değişebilir– AKP, Fakıbaba’nın istifâsını işleme koymamış. Orada bir kafa karışıklığı olmasın. Fakıbaba milletvekilliğinden de, AKP’den de istifâ etti. Milletvekilliğinden istifâsının geçerli olabilmesi için, Meclis Genel Kurulu’nda basit çoğunlukla oylanması gerekiyor. Henüz o aşamada değiliz. Ama AKP’den istifâsı, istifâ ettiği ândan îtibâren geçerli. Ama onu işleme koymuyorlar ki, RTÜK meselesi sorun olmasın. O da noterden istifâ yollamış, şu anda durum ortada. 

Mehmet Ali Çelebi’nin aslında MHP’ye geçmek istediğini duymuştum. Ama MHP’ye geçerse, AKP RTÜK’teki üye çoğunluğunu kazanamıyordu. Herhalde “MHP’ye geçme, AK Parti’ye geç. Nasıl olsa ikisi de aynı” dediler; o da geçti. RTÜK üyeliğini de yanında getirmiş oldu. Şimdi Fakıbaba’nın istifâsıyla berâber, RTÜK üyeliği tekrar AKP’den İYİ Parti’ye geçiyor. Hattâ bir spekülasyona göre, MHP’den AK Parti’ye transfer yapıp RTÜK üyeliğini alacakları bile söyleniyor. Çok abartılı gelebilir, ama Türkiye’de işler artık bu noktaya kadar da geldi.

Kemal Can: Evet. Fakıbaba, istifâsı sırasında siyâsî sorunlar kadar ahlâkî birtakım meselelere de dikkat çekerek, “Onlarla yan yana olmam zor. Artık yan yana olmayacağım için mutluyum” ifâdesinde bunu da görüyoruz. Ama şuna dikkat çekmek istiyorum: Muhâlefet partilerinde ve genel kamuoyunda, iktidârın yaptığı her şeyi seçime dönük bir hamle olarak yorumlamak çok yaygın. Son dezenformasyon yasası, başka meseleler, şimdi RTÜK’le ilgili hamle… Ama bir yandan da şöyle bir tarafı var: Bunlar sâdece seçime dönük değil. Çünkü biliyoruz ki, RTÜK’teki denge, bir kişiyle çok değişecek bir denge değil. RTÜK fonksiyon olarak zâten bir süredir sistemli biçimde, çok da kurallara uymadan, keyfî birtakım uygulamalara imzâ atıyor. Buna da devam edeceği anlaşılıyor. Oradaki dengeyi korumak istemeleri anlaşılır. 

Ama ben sâdece seçime dönük hamleler olmaktan daha fazla bir anlamı olduğunu; seçime dönük bir tarafı olmakla birlikte, aslında iktidârın pek çok açıdan, sanki hiç gitmeyecekmiş gibi yerleşme ve bu yerleşmenin gereği olan enstrümanları sağlamlaştırma çabasına devam ettiğini görüyorum. Bunun aslında endîşe verici olmasını ve muhâlefetin sâdece, “Çâresizlik, panik içerisinde böyle yollara başvuruyor. Gideceğini anladı, onun için böyle davranıyor” şeklinde yaşananları hafife almaması, ciddîye alması gerektiğini düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: İstersen biraz İYİ Parti’den konuşalım. Çünkü Fakıbaba’nın İYİ Parti’ye geçeceği söyleniyor — ki galiba kesin. İYİ Parti çevreleri isim vermeden, başka milletvekillerinin de AKP’den İYİ Parti’ye geçeceği yolunda birtakım bilgiler sızdırıyorlar. Onun öncesinde, geçen hafta Turhan Çömez İYİ Parti’ye katıldı. Biliyorsun, eski AKP milletvekiliydi ve Erdoğan’ın çok eski zamanda Özel Kalem Müdürü’ydü. Uzun bir süredir İngiltere’de yaşıyordu. Şimdi artık Türkiye’de ve sürekli muhâlif kanallarda programlara katılıyor. Bayağı sert çıkışları da var. Bu hafta da Prof. Kürşat Zorlu İYİ Parti’ye katıldı ve katılır katılmaz da partinin 2 senedir olmayan sözcülüğü makamı ona sunuldu. Gelir gelmez parti sözcülüğünü üstlendi. Bilmeyenler için söyleyelim: Daha milliyetçi sağın bildiği bir isim. Habertürk’te köşesi olan biri. Bundan sonra devam eder mi bilmiyorum. Televizyon programlarına da çıkan, ama İYİ Parti profiline de çok aykırı olmayan birisi.

Bir iddiaya göre Oktay Vural geçecekmiş, duydun mu bilmiyorum. Bugün böyle bir söylenti çıktı. Şaşırmam, ama yine de olana kadar beklemekte yarar var. İYİ Parti’de bir hareketlilik var. Hele bir de Fakıbaba ve başka AKP’liler de gelecek olursa, yine bir ilgi odağı olacak. Ama öte yandan, kamuoyu araştırmalarında görüyoruz ki İYİ Parti’de ciddî bir duraklama, hattâ gerileme gözleniyor. Aslında bence bir krizi var. Bunu bir süredir yazdım, konuşuyorum. Bence ciddî bir husus. Bu tür yöntemlerle, yani birilerini katarak, ederek bunu aşabilirler mi? Yoksa zâten ortada bir kriz yok mu? Ne dersin?

Kemal Can: Biliyorsun, ben de yazdıklarımla ve yayınlarımla, İYİ Parti’nin, başlangıcından îtibâren hem yapısal hem de taktiksel olarak bir yön sorunu olduğunu düşünüyorum. Bunu, başta Meral Akşener aşmayı bilinçli olarak istemedi. O partide siyâset yapan çeşitli grupların, kısmen tabanın ve aslında en çok da Akşener’in, bu belirsizlik ve netleşememe hâlinin bir avantaj olarak kendilerinin yarârına olacağı fikri çok belirgindi. Bunun, kısa vâdede bâzı avantajlar sağlasa bile uzun vâdede sorunlu bir şey olduğunu daha önce söylemiştim.

Şimdi senin söylediğin ve krizli şey diye târif ettiğin mesele, aslında zâten var olan durumun açığa çıkması. Bu iki türlü açığa çıkıyor: Bir, bâzı parti içerisindeki gerilimler olarak, aynı dili konuşmayan insanların parti adına farklı farklı şeyler söylemesi ve bunun muhâlefet cephesinde de sorunlar yaratmasıyla karşımıza çıkıyor. Ya da senin söylediğin gibi, anketlerde sürekli dalgalanan bir parti görüntüsü yaratıyor. Yüzde 18’lere kadar çıkıyor, %12’lere kadar iniyor… Bir yandan, 2018’den sonra bir ivme aldığını görüyoruz, ama sürekli yapılan hamlelerle ve bâzı söylem belirsizlikleriyle dalgalanan bir seyir izlediğini görüyoruz. Bu, çok tâze bir parti için, henüz seçmeni, teşkilâtı, liderliği ve programıyla bir bütünlük oluşturamadığı, tam bir parti haline gelemediği için birtakım sorunlar yaratıyor. 

Ama yine söyleyeceğim: Seçime 7 ay kala, İYİ Parti’nin bütün bunları toparlayarak durumu netleştirmesi ve kendi içine dönerek partiyi şekillendirmesi pek mümkün değil. Artık her şey seçime dönük olarak ilerliyor. Tamam, yine merkez sağ parti olma iddiasını, daha seküler, daha kentli bir parti görüntüsünde olmayı devam ettirmek ya da yedekte tutmak hâlâ önemli bir faktör. Ama buna karşılık, biraz daha sağlam bir sağ parti gövdesi ya da bir kadrosu kurmaya çalışıldığını da anlıyorum. Burada bir çeşitlilik oluyor. Fakıbaba, Turhan Çömez, Kürşat Zorlu biraz çeşitlilik içeren isimler. Yani bu 3 ismi beraber saydığında, tam da kriz yaratan çok farklı kesimlere farklı dillerde ulaşma arzusunu gösteren bir çeşitlilik içeriyor. Hepsi birbirine benzemez tipler. Yani aynı yöne doğru bir atak görmüyoruz. 

Ama buna karşılık, Kürşat Zorlu’nun parti sözcülüğe getirilmesi… Hatırlıyorsan daha önce parti sözcüsü BBP kökenli Yavuz Ağıralioğlu idi. Sorunlar çıktığı için sözcülükten alınmıştı. Şimdi yine MHP kökenli bir sözcüyle devam ediliyor. Akşener’in son grup konuşmasındaki yaklaşımından da biraz daha klasik sağ milliyetçi parti ya da devlet merkezli bir milliyetçi söyleme daha çok abanacağını; bu çeşitlilik içerisinde de, eğer AKP’den bir kopma yaşanacaksa –DEVA ve Gelecek partilerinin de bir ivme sağlayamaması yüzünden– bir adres olma iddiasına yüklenen bir stratejiye yöneleceğini anlıyoruz. 

Şimdi bunun, birtakım kadroların burada siyâsete devam etme konusunda heveslenmesine neden olması ve dolayısıyla dikkat çekici bâzı transferler yapabilmesi mümkün. Ama bunun seçmende nasıl karşılık bulacağını henüz bilmiyoruz. Çünkü İYİ Parti’nin seçmendeki karşılığı, partinin rotası ya da kurduğu söylemle değil, onun muhâlefet cephesindeki etkinliğiyle ilgili. Dolayısıyla muhâlefet cephesinin bütünündeki strateji, İYİ Parti’yi çok fazla etkileyecek. Her partinin kendi atağını biraz daha sivrilteceği anlaşılıyor. Muhâlefet cephesinde, önce Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığı üzerinden yürüttüğü program dikkat çekiyordu. Daha sol popülist bir dile evrilmişti. Bunun karşısında, İYİ Parti’nin de, bir tür siyâsetsizlikten kurtulup daha net bir ifâde bulmaya çalıştığını görüyoruz. Ama açıkçası bunun seçmende nasıl karşılık bulacağını anlamak için biraz daha zaman geçmesi gerekecek. 

Ruşen Çakır: Son olarak şu “hodri meydan”lara bir değinelim. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na “Hodri meydan” dedi; ama söylediği, karşısına cumhurbaşkanı adayı olarak çıkması. Adaylıkta tereddüdü konusunda bayağı îmâlı lâflar vardı. Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ın hodri meydanına, “Hemen bu akşam istediğin TV kanalında tartışalım” diye cevap verdi. Tabiî ona bir cevap gelmedi. Erdoğan böyle bir şeyi tabiî ki kabul etmeyecektir, onu biliyoruz. Burada olay dönüp dolaşıp yine Kılıçdaroğlu’nun adaylığı meselesine geldi. Erdoğan, karşısında Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını çok bastırıyor. Birçok kişi, Erdoğan’ın ve iktidârın, aday olarak Kılıçdaroğlu’nu tercih ettiklerini ve onu kolaylıkla yeneceklerini düşünüyor. Bu mantık olarak bana çok ters geliyor. O kadar çok istiyorlarsa niye uyandırıyorlar? Bıraksınlar, aday olsun Kılıçdaroğlu. Çok istiyorlarmış gibi yapınca, olacağı varsa da belki olmayabilir. 

Soli Özel’in PolitikYol’daki yazısını okumuşsundur. Muhâlefetin içerisinde, Kılıçdaroğlu’na adaylığına eleştiriler de aynen sürüyor. Soli’nin yazısı bunun en sert ve bütün öğelerin birlikte olduğu örneği. Soli’nin yazısında, Kılıçdaroğlu’nun seçilemezliği üzerinden değil, seçilmeyi hak edip etmediği üzerinden bir eleştiri vardı. Kılıçdaroğlu aday olmasın diyenler, “Olmasın, çünkü seçilemez” diyorlar. Şimdi bir başka şey var: “Olmasın zâten”. “Olmasın zâten”in üzerinden, “Kim olsun?” sorusu da açıkta kalıyor. 

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı meselesini epeyce konuşacağa benziyoruz. Hâlâ Altılı Masa’nın ne zaman toplanacağı da belli değil, biliyorsun. 15 günde bir olacaktı, ama anlaşılan olamayacak. Ne diyorsun? Kılıçdaroğlu meselesi hem iktidârın hem muhâlefetin içerisindeki insanların bayağı bir şehvetle sarıldığı bir konu oldu, öyle değil mi? Belki de başka konuşacak şey olmadığı içindir.

Kemal Can: O da olabilir. İktidar açısından çok da fazla konuşacak bir şey yok. Gerçi insanların sorunlarını çözmeye yönelik, TOKİ’den kredili ev kampanyaları, esnafa kredi filan gibi birtakım işler yapıyorlar. Muhtemelen önümüzdeki aylarda seçim ekonomisine ilişkin bâzı adımlar da göreceğiz. Ama Kılıçdaroğlu’nun adaylık meselesinin verimli bir alan olduğu açık.

“Erdoğan, istediği için mi Kılıçdaroğlu’ndan bahsediyor, onu karşısına çekmeye çalışıyor ya da endîşe ettiği bir aday olduğu için mi onu yıpratmaya çalışıyor?” tartışmalarından öte; iktidârın muhâlefetteki adaylık tartışmasının canlı kalmasından çok memnun olduklarını düşünüyorum. Erdoğan’ın da, Kılıçdaroğlu’nu aday olarak isteyip istememesinden bağımsız olarak, bu tartışmanın, muhâlefet cephesinin konsantrasyonunu bozan, bâzen dengesini bozan, motivasyonunu etkileyen bir mesele olarak canlı kalmasından son derece memnun olduğunu anlıyorum. Hem atılan adımlar, yapılan hamleler böyle sonuçlar veriyor, hem de senin söylediğin gibi son derece verimli, konuşulacak bir mevzû çıkıyor.

Bu yüzden ben, Erdoğan’ın çıkışlarında, “İstediği için bunu işâret ediyor, özellikle ısrarcı oluyor” kehânetinden önce; “Bunu kurcalamaktan çok hoşlanıyor, bundan bir fayda umuyor” kısmının daha ciddîye alınması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü adaylık tartışması, uzatılarak, ertelenerek veya biraz önce işâret ettiğin çeşitli yazı ve değerlendirmelerde içerikten bağımsız olarak, sâdece taktik bir mesele olarak tartışılmasının bir fayda getirmediğini; hattâ giderek, muhâlefetin ayağına dolanan bir şey hâline geldiğini, geleceğini söylemiş biri olarak ben, iktidârın ya da Erdoğan’ın bu hevesinde şaşırtıcı bir şey görmüyorum. Çünkü tam da beklendiği gibi oldu. Adaylık tartışması ertelenerek muhâlefet çok büyük bir avantaj kazanmadı. Adaylık tartışması illâ adayın netleştirilmesiyle sonuçlanması gereken bir şey değildi. Senin de biraz önce işâret ettiğin gibi, kimin neden olması gerektiği konusundaki bir tartışmanın açık ve verimli, giderek bütün muhâlefet ittifâkını ileriye taşıyan bir içeriğe kavuşmamış olmasının, hep tereddütleri ve endîşeleri büyüten bir unsur olarak, kafalarında bir Demokles’in kılıcı hâline getirmesi çok işe yaramadı. 

Artık seçime çok kısa bir zaman kaldı ve muhtemelen, Altılı Masa’nın durumunu netleştirme süreci uzadıkça, orada birtakım ârızalar çıkmaya başladıkça ve biraz önce konuştuğumuz mevzûlarda olduğu gibi her parti kendi meselesini, kendi siyâsî geleceğini hesaplayan adımlara yönelmeye başlayınca, iktidar bu konuları daha çok kurcalayacak. Erdoğan, zayıf olduğunu düşündüğü bu noktalara daha çok temas edecek. Ben, meseleyi ve Erdoğan’ın bu çıkışını böyle okuyorum. Kılıçdaroğlu’nu karşısına almak değil, bu adaylık tartışmasını mümkün olduğunca köpürtmek ve bunun problem olarak muhâlefetin dengesini bozmasına devam etmesi için bir çaba olarak görüyorum.

Ruşen Çakır: Evet Kemal, burada noktayı koyalım. “Haftaya Bakış”ı noktalayalım. İzleyicilerimize çok teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Kemal Can: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.