Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Demokratlar, Biden’ın Ukrayna politikasına neden karşı çıkıyor? Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini daha ne kadar geciktirebilir?

ABD Başkanı Joe Biden’ın Ukrayna politikaları eleştirilmeye mi başlandı? Demokratların Biden’a yazdıkları ve infial yaratan mektupta neler yazıyordu? Mektup neden geri çekildi?

İran’da Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından başlayan protestolar ülke genelinde devam ediyor. Peki Vaşington bu protestoları nasıl izliyor?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından İsveç ve Finlandiya, yıllardır sürdürdükleri tarafsızlık politikalarına nokta koymuş ve NATO’ya üyelik için başvurmuşlardı. Stokholm ve Helsinki’nin NATO üyeliklerinin onaylanması için ittifaka üye 30 ülke de bu ülkelerin üyeliklerini parlamentolarından geçirmekle yükümlü. Macaristan’ın da aralık ortasına kadar süreci tamamlayacağını açıklamasının ardından gözler henüz “evet” demeyen Türkiye’ye çevrildi. Türkiye daha ne kadar direnebilir?

Gönül Tol ve Ruşen Çakır, Transatlantik’te yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik” ile karşınızdayız. Bu hafta Ömer Taşpınar yok. Washington’daki Gönül Tol ile dünyayı konuşacağız. Gönül, merhaba.

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Dünya dedim, ama önce Türkiye ile başlayalım. Mâlûm, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunda Macaristan da onay verdi, bir tek Türkiye kaldı. NATO Genel Sekreteri yakında Türkiye’de Erdoğan ile görüşeceğini söylemiş. Bir iddiaya göre Ankara F-16’ları bekliyor. Ne oluyor? Olay çözülüyor mu? Türkiye bir şey elde ediyor mu? Şimdi olayın bir, İsveç ve Finlandiya’dan talepler kısmı var, ama esas olarak da daha genel ABD’den birtakım beklentiler var. Değil mi?

Gönül Tol: Evet Ruşen, ama bunu onaylayacak Türkiye. Hele şimdi, özellikle Macaristan Aralık’ta Parlamento’da onaylayacağını açıkladıktan sonra Türkiye tek başına kaldı. Artık Türkiye de onaylayacaktır. Başından beri söylüyorduk; ben hep Türkiye’nin, Erdoğan’ın bir noktada onaylayacağını söylüyordum, ama mümkün olduğunca Batı’dan tâviz koparmaya çalışıyor diyordum. İşte, ne talep ediyordu? Yani PKK konusunda özellikle İsveç’ten, Finlandiya’dan da talepleri vardı. Haziran ayındaki NATO Zirvesi’nde Madrid’de bir uzlaşıya varılmıştı. Finlandiya ve İsveç bâzı taahhütlerde bulunmuştu. Bunlardan bir tânesi olarak, PKK konusunda Türkiye’nin istediği adımları atmak vardı. Bir diğeri ise bu silâh ambargosu. İsveç 2019’da Türkiye’nin Suriye’ye müdâhalesi sonrasında bir ambargo uygulamıştı ve Türkiye bu ambargonun kaldırılmasını istiyordu. Yine Türkiye’nin taleplerinden bir tânesi –tabiî bu Türkiye’nin doğrudan talep ettiği bir şey değil, fakat– İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerini onaylama mevzûunu Washington’dan özellikle F-16 konusunda tâviz koparmak için de bir kart olarak kullanıyordu. Mevcut konjonktüre baktığımızda, ben Türkiye’nin bu onaylama sürecinin çok gecikmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü birincisi, yani F-16 konusunda Türk tarafı çok ümitli — biz bunu birkaç hafta evvel konuşmuştuk. Amerika’nın Türkiye’ye F-16 satışını koşullara bağlayan değişiklik önerileri vardı. Bu değişiklik önerileri Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası (NDAA) denen yasa tasarısının içerisindeydi. Bu koşullar bu tasarının Senato versiyonundan çıkarılmıştı birkaç hafta evvel. Tabiî şeyi bilmiyoruz, yani Senato’daki bu karar değişikliğinin altında Türkiye’nin bu İsveç Finlandiya kozunu oynaması rol oynadı mı? Bunu bilmiyoruz. Olabilir, ama bu özellikle buradaki büyükelçilik tarafından ve Ankara’da Dışişleri Bakanlığı tarafından son derece pozitif bir gelişme olarak değerlendiriliyor ve F-16 konusunda artık Amerika’nın F-16’ları Türkiye’ye vereceğine dâir bir ümit söz konusu. Diğer gelişmeler de yine bu Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini onaylamasının önünü açacak gelişmeler. İsveç, Eylül ayında 2009’dan bu yana Türkiye’ye uyguladığı silâh ambargosunu kaldırdığını açıkladı. Tabiî bir de en yeni gelişme ve Türkiye açısından en pozitif gelişme: İsveç’te yeni bir hükûmet var, sağcı bir başbakan var ve bu yeni hükûmetin neredeyse en önemli gündem maddesi İsveç’in NATO’ya üyeliği ve bunun için de Türkiye’ye gerekli bütün tâvizleri vereceğine dâir de bir mesaj verdi yeni başbakan. Şimdi, bundan önceki başbakanın, yani bir önceki İsveç hükûmeti başbakanının PKK/PYD konusunda Türkiye’nin istediği adımları atmamasının bir sebebi vardı. O da, İsveç Parlamentosu’nda bir önceki başbakan Anderson’ın (Magdalena Anderson) güvenoyu almasında bir Kürt vekil çok kilit bir rol oynamıştı. Bir anlamda Parlamento’daki çoğunluğunu ona borçluydu; dolayısıyla bu Kürt vekilin de başbakana ve hükûmete verdiği bu destek karşılığında hükûmetten şöyle bir talebi olmuştu: İsveç’in PYD ile daha yakın bir ilişki kurmasını talep etmişti ve bu nedenle de bir önceki hükûmet Türkiye’nin bu konudaki taleplerine çok sıcak bakmıyordu. Tabiî şimdi İsveç’te yeni bir hükûmet var ve onun da bu tür bir kaygısı yok. O nedenle de özellikle bu PYD/PKK konusunda Türkiye’nin istediği bütün adımları atacağını söyledi; hattâ Reuters’ın haberine göre bu ayın başında İsveç hükûmeti Ankara’ya bir mektup yollamış ve o mektup da çok uzunca bir mektup. Haziran’da varılan mutâbakatın bütün şartlarını yerine getireceğine dâir söz veriyor. Bunun içerisinde, Türkiye’nin PKK’ya karşı, yani terörle mücâdelesine destek vereceği sözünü veriyor ve Türkiye’nin İsveç hükûmetinden istediği şeylerin arasında, Türkiye’nin terörle bağlantılı olarak addettiği bâzı kişilerin Türkiye’ye iâdesi söz konusuydu. Daha sonra Ağustos sonunda bir iâde yapıldı. Bu insan terörle bağlantılı bir insan değil anladığım kadarıyla; başka bir suçla bağlantılı bir insanın iâdesi sağlandı. Bu iâdeler konusunda da yeni hükûmet Türkiye’nin taleplerini yerine getireceği taahhüdünü veriyor; o yüzden artık öyle bir konjonktür var ki, özellikle Macaristan’ın karârından sonra Türkiye tek başına Finlandiya ve İsveç’in üyeliğinin önünde duran NATO üyesi resmini vermek istemeyecektir; o nedenle de bunu onaylayacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Gönül, NATO konuştuk; biraz da savaşı konuşalım: Ukrayna savaşı bir ara yükseldi yine. Sivil yerler bombalandı, Ukrayna bâzı yerleri geri aldı falan; şimdi yine bir durmuş gibi, ama sizin orada tartışmalar kızışmışa benziyor — özellikle iktidardaki Demokrat Parti içerisinde Ukrayna politikasına eleştiriler bayağı yükseliyor. Bildiğim kadarıyla bir mektup söz konusuydu; sonra vazgeçilmiş galiba, okuduğum kadarıyla, ama belli ki Biden sorgulanıyor. Nedir işin aslı? Ne oluyor orada?

Gönül Tol: Evet Ruşen, pazartesi bu Demokrat Parti’nin sol kanadını teşkil eden bir grup –ki bunların içerisinde Türkiye’nin de yakından tanıdığı isimler var: Ilhan Omar var, Alexandria Ocasio-Cortez var–, partinin sol kanadını temsil eden bu isimlerle birlikte Temsilciler Meclisi’nden 30 ismin imzâladığı ve Beyaz Saray’a gönderdiği bir mektup vardı. Bu mektup Ukrayna’daki savaşı sona erdirmek için ya da bir ateşkes sağlamak için Biden’dan Putin’le direkt olarak müzâkerelere başlaması talebinde bulunuyordu. Bu mektubun özellikle medyanın ilgisini çeken önemli kısımları var. Bir tânesi: Bu savaşın dünya çapında neden olduğu açlık, artan fakirlik gibi şeylere dikkat çekiyor. “Amerikan halkı için de…” diyor, “…bu savaş çok problemlere sebep oldu ve bunun başında da artan enerji en büyük sorun”. Artan enerji fiyatlarına dikkat çekiyor ve “Bu nedenle…” diyor, “bütün bu savaşın neden olduğu problemler nedeniyle…” Amerika’nın, “Biden yönetiminin Ukrayna politikasında ciddî bir değişikliğe gitmesi gerekiyor ve en büyük önceliği de bir an evvel savaşı sona erdirmektir” diyor. Ve mektubun en tartışma yaratan tarafı şu: Rusya’ya savaşı sonlandırması karşılığında bâzı teşvik edici şeyler önermesini istiyor Biden yönetiminden ve bunların içerisinde meselâ bâzı yaptırımların kaldırılması söz konusu. Yani Rusya, Putin masaya gelecek ve bir anlaşmaya okey diyecek, bunun karşılığında da Biden yönetimi Putin’i teşvik etmek için çeşitli adımlar atacak. “Yaptırımların kaldırılması bunlardan bir tânesi” diyor. Şimdi tabiî bu, savaş başladığından beri Biden’ın Ukrayna politikasına Demokrat Parti içerisinden yükselen en yüksek sesli eleştiri oldu. Bu anlamda çok önemli; tabiî mektubun zamanlaması son derece kötü, yani bir taraftan seçimlere şurada iki hafta kaldı. 8 Kasım’da ara seçimler yapılacak Amerika’da; diğer taraftan da Ukrayna’da Ukrayna güçlerinin Rus güçlerine karşı sâhada başarı kazandığı bir dönem — ki bu Avrupa’da da bir tartışma çıkardı; yani: “Evet, biz bu bedeli bu nedenle ödüyoruz, fakat diğer taraftan da Ukrayna’ya verdiğimiz askerî destek bizi sonuca götürüyor, Ukrayna sâhada mevzi kazanıyor” söylemi var. Bir de tabiî diğer taraftan burada, yani Pentagone’da pek çok insan Putin’in nükleer savaş tehdidini bir son çâre olarak yorumluyor ve işte, Putin’in enerji kartını Avrupa’ya karşı kullandığı bir dönem. Şimdi bütün bu verilere bakarsak, böyle bir resmin ardından geliyor bu mektup. Tabiî bütün bunların üstüne bir de Cumhuriyetçiler’in Temsilciler Meclisi’ndeki başkanı, onların lideri Kevin McCarthy yakın bir zamanda bir açıklama yaptı ve dedi ki: “Eğer biz ara seçimleri kazanırsak ve Temsilciler Meclisi’ni elimize geçirirsek Ukrayna’ya desteği keseceğiz” dedi. Şimdi dolayısıyla bu mektup bütün bunların üzerine geldi; yani bir yandan Cumhuriyetçiler ile kıyasıya bir mücâdele söz konusu, seçimler yaklaşıyor, diğer taraftan Demokratlar’ın yazdığı bu mektup neredeyse Cumhuriyetçiler’in söylediklerini yansıtıyor. Bu nedenle de hem Demokrat Parti içerisinden hem de Beyaz Saray’dan çok ciddî bir tepki geldi bu mektuba. Bunun üzerine mektubu yazanlar geri adım atmak zorunda kaldılar dün. Yani saçma sapan şeyler söylediler: “Bu mektup aylar önce yazılmıştı, bizim onayımız alınmadan bâzı danışmanlar Beyaz Saray’a yollamış” vs. gibi şeyler söylediler ve “Biz tutumumuzu netleştirmek istiyoruz: Biden’ın Ukrayna’ya desteğini yüzde yüz destekliyoruz” diyerek bir U dönüşü yapmış oldular. Fakat bence bu mektubun geri çekilmiş olması Demokrat Parti içerisinde, Biden’ın Ukrayna politikası konusunda endîşe olmadığı anlamına gelmiyor; tam tersi, uzunca bir zamandır bu endîşe var, bu endîşe açık açık dillendirildi. Fakat bu endîşenin büyüdüğü, arttığı bence çok net; çünkü her şeyden önce, uzun zamandır Demokrat Parti ekonomideki kötü gidişattan endîşe ediyor, yani enflasyonun yüksekliğinden, benzin fiyatlarının artmış olmasından çok büyük endîşe ediliyor. Nitekim son yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Cumhuriyetçi adaylar bu ekonomik gidişâtı kullanarak Demokratlar’ın dört-beş puan önüne geçti. Şimdi Cumhuriyetçiler’in temel söylemlerinden bir tânesi de, ekonomide yaşanan problemler nedeniyle Amerikan halkı bu kadar zor günler geçirirken Ukrayna’ya milyarlarca dolar para akıtmak doğru mu? Şimdi yine kamuoyu yoklamalarına göre bu söylemi tabanın büyük bir kısmı gerçekçi buluyor; dolayısıyla Demokratlar da aslında, “Zamanlama yanlıştı, bizim bundan haberimiz yoktu” falan diyor, ama hiç inandırıcı değil. Bence tam olarak zamanlamayı seçimlerden önceye getirmek istediler ki, seçmene, “Biz de Cumhuriyetçiler kadar ekonomik gidişattan endîşe duyuyoruz ve bunun için de önerilerimizden bir tânesi Ukrayna’ya yardımın kesilmesi” densin. Bence onun sinyalini veriyor ve dolayısıyla Demokratlar’ın içerisinde artan bir endîşe var Ukrayna politikası konusunda. Şimdi geri adım atmaya zorlandılar; ama bu seçimlerden sonra, özellikle Cumhuriyetçiler kazanırsa, bu tartışmanın Demokratlar arasında yeniden alevlenmeyeceği ve gün yüzüne çıkmayacağı anlamına gelmiyor. Bence tam tersi olacak: Cumhuriyetçiler kazanırsa –ki Cumhuriyetçiler’in zâten büyük bir kısmı Ukrayna politikasını eleştiriyor; yani meselâ Mayıs ayında geçen bir yardım paketi vardı, 40 milyar dolarlık, orada Cumhuriyetçi senatörler ve Temsilciler Meclisi’nden zannediyorum 50’nin üstünde Cumhuriyetçi Parti temsilcisinden ve Demokratlar’dan bir şey olmuştu, karşı çıkılmıştı; yani seçimlerden sonra bu yeniden gündeme gelecek ve Biden’ı Ukrayna konusunda bir siyâset değişikliğine zorlayabilir gibi geliyor. Yani bir anlamda bu mektupla Demokrat Parti içerisindeki rahatsızlık gün ışığına çıkmış oldu. Bunu geri almak zorunda kaldılar; ama bence bu endîşe büyüyecek — özellikle enflasyon ve enerji fiyatlarındaki artış kontrol altına alınamazsa.

Ruşen Çakır: Gönül, son olarak İran’dan bahsedelim biraz. İran’da “Olaylar yatışıyor mu?” denirken, sürüyor, bayağı sürüyor; özellikle gençlik bayağı etkili, Kürtler işin içerisinde çok ciddî bir şekilde yer alıyorlar, onu da biliyoruz; birtakım başka etnik unsurların da daha aktif olduğu söyleniyor. Amerika Birleşik Devletleri bu konuda hâlâ bir tavır almıyor, ama diğer yandan nükleer görüşmeler de çok parlak gitmiyor. Onları birbirinden ayırıyorlar mı? Yoksa birlikte mi düşünüyorlar? Olaya önem atfediyorlar mı, yoksa gündemden düşüyor mu? Böyle biraz sanki Ukrayna savaşı gibi bir hal kazandı; kendi hâlinde seyrediyor, ama pes etmiyorlar, öyle gözüküyor.

Gönül Tol: Yani aslında Biden yönetimi net bir tavır aldı bu protestolar konusunda. Şunu söylemekle başlayayım: Tıpkı Ukrayna meselesinde olduğu gibi, İran konusunda da Biden üzerindeki baskı artıyor. Yani protestolar başladığından bu yana aslında Biden bir denge siyâseti izlemeye çalıştı; bir yandan hemen protestoculara destek verdi; meselâ Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmayı hatırla. Biden İran halkını cesâretinden dolayı kutladı ve bu kutlamanın ötesinde diğer adımlar da attı; işte meselâ protestoculara şiddet uygulayan İranlı yetkililere yaptırım kararı alındı, diğer taraftan iletişim konusunda İranlılar’ın internet erişimini kolaylaştırmak için bâzı kararlar aldı Biden yönetimi. Şimdi bu kadar hızlı karar alınmasının altında yatan sebeplerden bir tânesi, yani protestocuları destekleme karârının bu kadar hızlı alınmasının altında yatan sebeplerden bir tânesi, Biden ekibinin geçmişten öğrendikleri. Yani 2009 yılında İran’da seçimlerin ardından protestolar başladığında, Obama çok güçlü bir şekilde protestocuların yanında durmamıştı ve kendince sebepleri vardı o dönem; ama protestocuların yanında çok kuvvetli bir şekilde durmayınca çok eleştiri almıştı, kendi partisi içinden de çok eleştiri almıştı. Şimdi Biden yönetimi aynı eleştirilerle karşılaşmak, bununla yüzleşmek istemedi. Bu nedenle de hemen Biden’ın konuşmasına bu protestoculara verdiği destek eklendi; ama tabiî bence protestoculara destek verebilmiş olmasının altında yatan daha önemli bir neden var. Yani Obama’dan öğrendiklerinden çok daha önemli bir neden: O da nükleer müzâkerelerde yaşanan tıkanıklık. Eğer protestolar başladığında nükleer müzâkerelerde çok kritik bir âna, anlaşmaya çok yaklaşıldığı bir âna denk gelmiş olsaydı protestolar, ben zannetmiyorum ki Biden bu kadar net bir şekilde protestocuların yanında olsun; fakat bu desteğe rağmen bence Biden yönetiminin önceliği hâlâ İran ile bu nükleer anlaşmaya varmak; yani o konuda ben bir politika değişikliği görmüyorum, bu amaçtan bir sapma görmüyorum. Hattâ yönetim içinde şu tür tartışmalar var: “Yani elimizde protestocuları rejim karşısında güçlendirmek için ne tür araçlar var? Aslında elimizde çok da kullanabilecek bir şey yok; o yüzden biz bugüne kadar yaptığımız üç-beş sembolik şeyi yapmaya devam edelim, söylem düzeyinde protestoculara desteğimizi hep ifâde edelim, ama onun dışında ondan daha fazla yapabilecek bir şeyimiz yok”. O nedenle de yani nükleer müzâkerelerden bir sapma söz konusu değil; ama aslında giderek artan bir yoğunlukta hem İranlı aktivistlerden bir baskı söz konusu, hem bâzı Kongre üyelerinden baskı söz konusu. Meselâ protestolar başladığından bu yana her cumartesi Washington’da çok kalabalık bir grubun katıldığı gösteriler oluyor; protestoculara destek gösterileri oluyor. Ve onlar da Biden’a, “Halkına bu kadar zulmeden, halkın istemediği, artık meşrûiyetini yüzde yüz kaybetmiş bir rejimle siz müzâkere masasına oturarak, yaptırımları kaldırarak onun karşılığında siz bu rejime can suyu oluyorsunuz” diyorlar. Bu yönde bir baskı var. Bir de bâzı etkin düşünce kuruluşları var Washington’da; onlar da İran’a karşı çok şâhin tutumlarıyla biliniyorlar, onlar da yönetim üzerinde baskıyı artırıyorlar; hattâ Rıza Pehlevî, yani 1979’daki İran İslâm Devrimi’nin devirdiği şahın oğlundan bahsediliyor ;yani bu İran politikası konusunda, özellikle bu sürtüşmenin hedefinde de Robert Malley var — Biden yönetiminde bu İran dosyasına bakan isim. Hem İranlı aktivistler hem buradaki çok sayıda İran karşıtı, İran’a karşı sert bir politikayı benimseyen düşünce kuruluşları, Robert Malley’nin istifâ etmesi gerektiğini söylüyor uzunca bir zamandır; ama bu protestolarla birlikte daha da yoğunlaştı bu talep. Çünkü Robert Malley’yi İran rejimine çok yakın görüyorlar ve nükleer bir müzâkereye varmak için İran rejimine insan hakları konusunda tâviz vereceğini düşünüyorlar. O nedenle de Robert Malley’in istifâ etmesini talep ediyorlar ve bu taleplerin Amerikan bürokrasisi içerisinde de gerginliğe sebep olduğu söyleniyor; meselâ Hâzine Bakanlığı’nın Robert Malley’den İran yönetimine daha fazla yaptırım uygulamasını talep ettiği, Malley’nin buna karşı çıktığı, bu nedenle Amerikan bürokrasisi içinde bir gerginlik olduğu söyleniyor; yani Ukrayna konusunda olduğu gibi İran konusunda da çok fazla baskı var Biden yönetimine — ki aslında Biden’ın izlediği İran politikası çok daha fazla eleştiriliyordu, yani başlangıçta Biden’ın Ukrayna konusunda attığı adımlar hem Demokrat tabanda hem de Kongre’de çok destek görüyordu. Şimdi eleştirilerle karşı karşıya. İran meselesine baştan beri aslında çok ciddî bir direnç vardı — hem tabanda, hem de Kongre’de. Şimdi bir de bu protestoların başlamasıyla birlikte o baskının daha çok arttığını görüyoruz; ama ben bunun şu konjonktürde, tabiî çok dramatik bir şey olmadığı sürece –yani şu anda protestolar devam ediyor ve protestolar rejimi de zorluyor, dünyanın her yerinde bu protestolara destek gösterileri yapılıyor vs.; yani bir momentum kazanıyor, fakat hâlâ bir kritik eşiğe ulaşmış değil–, dolayısıyla mevcut konjonktürde benim görebildiğim, Biden yönetimi üzerindeki bütün bu baskılara rağmen Biden’ın bu denge siyâsetini izlemeye devam edeceği ve nükleer müzâkerelerden vazgeçmeyeceği yönünde. Tabiî İran tarafı vazgeçmezse…

Ruşen Çakır: Gönül, bitirirken, kitap sonunda eline gelmiş, tebrikler, hayırlı olsun. Bize de ulaşacak herhalde, ulaşır ulaşmaz… Neydi kitabın adı?

Gönül Tol: Kitabın İngilizcesi: Erdoğan’s War: A strongman’s struggle at home and in Syria, yani Erdoğan’ın savaşı. Alt başlığı da şuna dikkat çekmek için koydum: Aslında kitap sâdece Erdoğan’ın içeride, “düşman”ı tırnak içinde söyleyeyim, “Düşman ve Erdoğan’ın savaşı” demenin sebebi, Erdoğan’ın bir popülist olarak tanımlanmasından. Popülistler genelde siyâseti bir savaş olarak görüyorlar; yani “iyiler” ve “kötüler” arasında bir savaş ve kendilerinin iyileri temsil ettiğini, iyiler için savaştığını söylüyorlar. O nedenle başlığa “Erdoğan’ın Savaşı” başlığını koydum; alt başlıkta Erdoğan’ın içeride tırnak içinde “düşmanları”na karşı verdiği mücâdelede aslında dış politikanın, özellikle de Suriye politikasının nasıl kilit bir rol oynadığına dikkat çekmek istedim. Yani hem Erdoğan’ın içerideki mücâdelesi, hem de dış politikayı nasıl araçsallaştırdığına dâir bir kitap.

Ruşen Çakır: Evet, tekrar tebrik ederim; kitap gelince sen de onunla ilgili ayrıca bir yayın da yapacağız, şimdiden izleyicilerimize söyleyelim. Çok teşekkürler Gönül. Evet, bu hafta “Transatlantik” böyleydi. Gönül Tol’a çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.