Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ayşe Çavdar yazdı: Herkes söndürür sevdiğinin ocağını – Fetihtepe ve AKP’li olmak

Sultan filmini kaldırmışlar YouTube’dan. Çılgına döndüm. Hani şu yönetmenliğini Kartal Tibet’in yaptığı, başrolleri ise Türkân Şoray ve Bulut Aras’ın paylaştığı film var ya, onu diyorum. Saygıdeğer Arzu Film. Duyun beni, eğer filmi YouTube’dan siz kaldırdıysanız yerine koyun, bakın böyle olmaz! Neyse, o filmin tam 13’üncü dakikasında (1) bir sahne vardır. Ellerinde çantaları ve bir de haritayla iki kodaman mahallenin muhtarıyla küçük bir masanın etrafında oturmaktadırlar. Haritayı muhtarın önüne açarlar. Bir yer gösterip, “buraları biz aldık” derler ve peşin peşin o arazide evler olmasına aldırış etmediklerini söylerler. Muhtar gevrek gevrek gülüp, oradan köprü geçeceğini haber verir. Yani yatırımlarının heba olması ihtimali vardır. Adamlar, köprünün oradan değil komşu araziden geçeceğini söylerler. Muhtar çakar manzarayı, arazi değerlenecektir: “Tam adamına geldiniz” der.

“Muhtar bile olamaz” dendiği çok içerlemişti zat-ı muhterem ama bütün memleket için tam olarak bu filmdeki muhtarı hatırlatan bir idareci oldu. Bütün gücünü, kendisini sevenleri kodamanlar lehine lüzumu halinde kızılcık şerbeti içmeye ikna etme kabiliyetinden aldı. Minik bir fark var yine de neme lazım söylemek gerek. Filmdeki muhtarın ne seveni ne saygı duyanı var. Ona güç veren, mahalledekilerin ondan başka kimsesi olmaması. Şahıs gizli-açık sevgi, saygı, korku, çekinme halesiyle kuşatılmış bir halde yaşadı siyasi kariyerini. Ama bu yetmedi ona, en çok da kendisine sevgi ve saygıyla bağlı olanları kimsesizleştirdi ve çaresizleştirdi ki kodamanlara verdiği sözü tutsun. Onlar nezdinde hep, “işimizi yaparsa bu adam yapar, bu arazi (yani memleket) üzerinde yaşayanları, bu rezil işlere ondan başka kimse ikna edemez” denilen şahıs olmak istedi. Öyle de oldu. Elalemin “siyasi deha, ama çok deneyimli politikacı, risk almaktan da korkmuyor, bakmayın siz geldiği yere yalnız memleketi değil tüm dünyayı idare ediyor, işini iyi biliyor” vs dedikleri mevzunun aslı bu bencileyin. Sebebini bu defa da Fetihtepe Mahallesi’nden doğru anlatayım.

AKP’nin gizli gerçek sloganı: “Madem bizdensin, demek kimsesizsin”

Fetihtepe’nin hikâyesini biri eskiden orada yaşamış ve bir şekilde sürüldüğünü söyleyen, diğeri halen orada yaşayan, iki genç arkadaştan dinledim. Kentsel dönüşümle ortadan kaldırılan diğer gecekondu mahallelerinin öykülerine hayli benziyor. Her şey 1960’larda, çoğunluğu Karadeniz Bölgesi’nden gelen ailelerin buraya kendi kondularını yapmalarıyla başlıyor. Burayı kıymetli kılan şey de tabii ki sanayi bölgelerine yakınlığı. Yani gene devletin ve sermayenin işgücü ihtiyacını, konut sorununu hiç yatırım yapmaksızın giderme politikasıyla görmezlikten gelinen bir enformel yapılaşmayla karşı karşıyayız. İlk kondular yıkılıyor ama zamanla görklü ve de kudretli devlet sözüm ona başedemiyor gecekondulaşmayla. Avantalarını çeşitli yollarla alan bürokrasiyi ve gecekondulaşmaya karşı sahici bir önlem almaya cesaret edemeyen siyasetçileri de siz katın denkleme.

Tapu tahsis belgeleri vs derken 1983’te 2805 sayılı yasayla başlayan ve Özal dönemi boyunca çeşitli defalar revize edilen gecekondu aflarıyla mahalle apartmanlaşıyor. 1990’larda Kürtler’in zorunlu göçle köylerinden büyükşehirlere sürülmesiyle demografi değişiyor. Yanı sıra başta Sivas olmak Orta Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden de göç alıyor mahalle. Kalabalıklaşıyor, çoğulculaşıyor ve elbette bir dolu yeni gerilime açık hale geliyor. Bu nedenle 1990’lardan bu yana sürekli bir yenileme ve dönüşüm spekülasyonu süregeliyor. Bu arada mahallenin, özellikle geçen haftalarda yıkımı tamamlanan bölgesi dahil olmak üzere büyük bölümünde tapular dağıtılıyor. Yollar, sokaklar asfaltlanıyor, elektrik, su, doğalgaz hatları çekiliyor. Yani hem merkezi hem yerel idare bu mahalleyi olduğu şekliyle kabullenmiş görünüyor. Gene de Tarlabaşı yıkımına da öncülük eden sabık Beyoğlu belediye başkanı Ahmet Misbah Demircan döneminde yeniden ve ısrarlı bir kentsel dönüşüm baskısı beliriyor mahallenin başında. Demircan mahallenin tamamını yıkıp yeniden yapmak niyetinde. “Fetihtepe’yi Şanzelize (Champs-Élysées) yapacağım” diye vaatlerde bulunuyor. Ehl-i AKP’nin Batı hayranlığı da bitmek bilmiyor doğrusu.

Fakat 2019’da belediye başkanlığına aday yapılmıyor ve emelini gerçekleştiremeden düşüyor mahallenin yakasından Demircan. Mahallenin hikâyesini dinlediğim arkadaşlardan birinin cümlesiyle aktarayım gerisini, çok kısa zaten: “Yeni başkan Haydar Ali Yıldız projeye şöyle bir baktı ve AKP’ye oy verenlerin yoğun olarak yaşadığı parsellerden başlamaya karar verdi. Sebebi şuydu: ‘Karşı çıkmazlar, bunları inandırırım ben’ dedi.”

Sadece bu yazının değil, AKP’nin başta kentsel dönüşüm olmak üzere her türlü siyasetinin ana fikri bu… “Ben bu insanları kendime inandırırım.” Şöyle devam ediyor cümle esasında: “Nasılsa bunlara bir sahip çıkan, destek veren de bulunmaz.” Bütün bir kutuplaştırma siyasetinin, komşuyu komşuya, sokağı mahalleye, kardeşi kardeşe, oğulu babaya düşman eden “ya bizdensin ya onlardan” siyasetinin emeli, gayesi, en çok işe yaradığı yer işte burası… “Ben bunları kendime inandırırım, nasılsa kimse arka da çıkmaz bunlara.”

AKP, kendi mahallelerini nasıl yıkıyor?

AKP’nin yıktığı mahallelerde işe nereden başladığına ve nereye doğru gittiğine şöyle bir baktığınızda bütün açıklığıyla ortaya çıkacak sarih ve daima işleyen bir strateji olduğunu görürsünüz. Bu stratejinin kaynağı, ehl-i AKP’nin dilinden düşürmediği mağduriyet söylemi üzerinden etrafını çitlediği muhafazakâr insanları kendisi karşısında yapayalnız bırakmasıdır. Fakat bununla kalmaz. Başıbüyük’te, Fikirtepe’de, Tarlabaşı’nda, Ayazma’da, Sulukule’de, Gazi Osman Paşa mahallelerinde, Tozkoparan’da, Tokatköy’de, Çamlıca’daki Meçhul Cami Anıtı’nı çevreleyen mahallelerde (bunlar İstanbul’da benim bildiklerim, başka şehirlerin başka mahallelerini de siz sayın) görüldüğü üzere, dindarların imtiyazlı mağdurlar oldukları hikâyesi üzerinden işletilen mahallenin etrafını çitleme ve yalnızlaştırma stratejisini, böl-parçala hüplet-taktiği izler. Mahallenin orasındaki burasındaki binaların sakinleriyle birebir pazarlıklar yapmaya başlanır. İlk anlaşanların büyük bölümünün AKP teşkilatlarında akrabaları, dostları, iş arkadaşları olduğunu görürsünüz. Bu yolla, herkese vaat edilenden biraz daha iyi koşullarda pazarlık etme ihtimalleri olduğunu zannederler. Dolayısıyla mahallede kıyamet kopmadan, kimsenin de yüzüne pek bakmadan alabildikleri imtiyazla çekip gitmek isterler. Surda “mukaddes” gedikler açılmaya başlamıştır artık. Gene Sultan filminden hatırlarsınız, kahvede erkekler tek tük komşuların ortadan kaybolmaya başladıklarını, kimseye de neden mahalleyi terk ettiklerini ya da nereye gittiklerini söylemediklerini konuşurlar. Hatta Charlie der ki, “Malum benim hatun dedektif gibidir, sıkıştırmış da komşunun karısını, ama tek kelime alamamış ağzından.” Tam o model…

Fakat Fetihtepe’de bir noktadan sonra bu strateji işe yaramamış, yani çiçeği burnunda belediye başkanının “Ben bunları nasılsa ikna ederim” şeysi boş çıkmış. Haziran 2022 itibariyle anlaşma yapabildikleri hanelerin oranı yüzde 5’i bile bulmamış. İnsanları gitmeye zorlamak için klasik işlemleri başlatmışlar. Elektrikler, sular kesilmiş. Yollar kazılmaya, tek tük evler yıkılmaya, dolayısıyla mahalledeki hayat sağlıksızlaştırılmaya başlanmış. Yetmemiş, daha önce görülmemiş ölçüde artmış mahallede suç oranı. Çoluğa çocuğa ucuza uyuşturucu veren tipler sarmış ortalığı. Bütün bunlara rağmen, belli ki biraz da Tokatköy ve Tozkoparan gibi hiç yoksa muhalif medyanın ilgisini çekebilmenin verdiği kuvvetle gene de direnmeye devam etmiş mahalleli. Karşı çıktıkları şey kentsel dönüşüm değil bu arada. Yerinde dönüşüm istiyor, evlerinin yani hayatlarının bedelini talep ediyorlar idareden. Ne var ki idare mevzuyu ucuza kapatmaya çalışıyor. Sanırsın belediye afet ihtimali nedeniyle kentsel dönüşüm yapmıyor da, Sultan filmindeki muhtar kılıklı bir müteahhit mahalleyi ucuza kapatıp pahalıya satacağı bir operasyon peşinde.

Acele giden kentsel dönüşüm…

Tıpkı Tokatköy’de ve Tozkoparan’da olduğu gibi burada da bir aceleleri var. Mevzuya şöyle yakından bakınca sonluklarını topladıkları hissine kapılıyor insan (2). Tek tek herkesle uğraşmak yerine tapular 6306 sayılı yasa işletilerek re’sen Hazine’ye devrediliyor. Fetihtepeliler’in avukatlığını da üstlenen Onur Cingil, söz konusu aceleyi ve bunun nasıl bir kaide oluşturduğunu şöyle izah ediyor:

“…siyasi iktidar kan kaybettiğinin farkında. Bir yandan da temel kazarak, mahallelere kepçeler göndererek biz bir şeyler yapıyoruz diye göstermek istiyor, bunu bir PR aracı olarak görüyor. Ama öyle olmayacak. Çünkü dönüşümün bir rant haritası kadar bir de garibanlar haritası var. Seçilen mahalleler daha çok Anadolu göçünün yaşandığı ve kentin çeperinde kalan mahalleler. Ensesine vururuz, lokmalarını alırız diye düşündüler. Daha çok Sivas, Siirt, Van, İç Anadolu’nun doğusu ve Karadeniz göçünün yaşandığı yerler. İşin ilginç tarafı bu mahallelerin tamamında AKP birinci parti.”

Fetihtepe’de yaşayanların önemli bir bölümünün bütün servetleri, içinde oturdukları evden ibaret işçi emeklileri olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Hal böyle iken kendilerine devletin ve idarenin hiçbir sorumluluk almadığı anlaşmalara imza atmaları için önerilen kira yardımının üst sınırı 1950 lira. Zorla ve şerle imza attırılan ve maddeleri gayet belirsiz anlaşmalarda net olan tek bir mevzu var. Evlerinden edilen hane halklarının en az 20 yıl boyunca, üstelik taksitlerini ve yapılacak zamları şimdiden kestiremedikleri bir takım kredileri üstlenmek zorunda kaldıkları. Dahası var. Çekilen kur’ada yapılacak binaların manzaralı üst katlarından daire çıkanlar bir de “şerefiye” farkı ödeyecekler. Yani, onların “kader planı”nda kat’a iyi bir şey olamaz. Şerefiye ne kadar diye soranlar olduğunu duyar gibiyim… Bilmiyoruz efendim, kimse bilmiyor, zaman içinde paşa keyfine göre karar verecek müteahhit devletin taşeronları.

Nasıl hikâye ama? Sanırsınız karabasan çökmüş tatlı uykunuza. Öyle bir tuzağa çekiliş ve kapatılış. Ne o tuzağın peyniri: Din, iman, bayrak, vatan… Fazla da bir şey yok hani. Tamamlayıcısı olan kimsesizliği hangi iki kelimenin arasına koyacağınıza siz karar verin gayrı.

Sonuçta olan şu: Basbayağı üstelik borçlandırarak sokağa atıyor insanları AKP. Peki kim o sokağa attığı insanlar? Kendisine en yakın ve en muhtaç olanlar… Kendisinden başka bir devlet mercii tanımayanlar. Kendisinden olduğu için kimsenin kapısını çalmayacağından emin oldukları. Kendisinden kılarak köşeye sıkıştırdıkları, yapayalnız bıraktıkları… Nasıl bir ayrıcalık ama AKP’li olmak değil mi? Nasıl da şerefleniyor insan, başı göğe eriyor, hani sanırsın göklerden gelen haberin muştusuyla göneniyor her an! (Ay kusura bakmayın sarkazma mani olamıyorum an itibariyle.)

AKP’nin başarısı

Dün yıkılan parsellerin yerine yapılacak olan konut projesinin temel atma töreni vardı. Zaten bu işe bu kadar takılmamın sebebi de o törenle ilgili duyurulardan taşan arsızlık…

Şöyle bir pankart vardı molozların üzerinde. Allah rızası için bir bakın şuna:

Fotoğraf: Fatoş Erdoğan, kendisine kullanmamıza izin verdiği için teşekkür ederiz

Başardıkları şey tam olarak bu: Kendilerine inananları borçlandırarak sokağa atmak. Hem de acayip enflasyon oranlarıyla giderek kararan bir kışın orta yerinde. Allah düşmanımı bile AKP’ye iman edenlerden etmesin diyeyim yeri gelmişken.

Görkemli törenin katılımcılarına ilişkin bir not twitter’daki Okmeydanı Barınma Hakkı Mücadelesi hesabından geldi.

Nasıl ama? Müthiş değil mi? Yoksul insanların mahallelerini yık… Yerine yapacağın bloklar için görkemli bir tören düzenle. Törende ihtiyaç duyduğun kalabalığı da komşu mahallelerden erzak vaat ederek peşine taktığın başka yoksul insanlarla oluştur.

Fetihtepe, Kemer Country’yi destekliyor

Neyse, mevzuyu muhtaç olduğumuz kudretin siyasi dayanışmada saklı olduğunu ama bizim o kudret karşısında nedense pek kibirli bir tavır takındığımızı ortaya koyan ironik bir ayrıntıyla bitireyim.

Malum-u aliniz, geçen hafta Kemer Country sakinleri de eylem halindelerdi. Sebebi de memleketin bu ilk “Osmanlı Mahallesi” görünümlü kapalı sitesine bir tür ayrıcalık olarak verilen golf sahasının imara açılmasıydı. Oranın hikâyesi de insanı çileden çıkartacak cinsten ama girmeyeceğim ayrıntısına. Şuradan okuyuverin…

Fakat olanlar, avukat Onur Cingil’in, Fetihtepe’yle ilgili olarak gayet iliklerimizde hissettiğimiz şu tespitini doğrular nitelikteydi:

“Türkiye’de kimsenin mülkiyet hakkı korunamaz. Bir de barınma hakkı var sadece olay tapudan ibaret değil. Aynı zamanda da anayasal ve uluslararası hukukta kurulan bir barınma hakkı var tıpkı mülkiyet hakkı gibi. Her iki hakkın da ihlali anlamına geliyor. Yani özetle, kılıfına uygun ama hukuka aykırı bir işlem.”

2007’den beri AKP’nin kentsel politikalarına bakıp, “ya hu bu insanlar kendi çıktıkları mahalleleri neden yıkıyorlar?” diye soran biri olarak birkaç şey eklemek isterim Onur Bey’in büyük bir isabetle yaptığı tespite.

Yoksulun, işçinin barınma hakkını koruyamadığı yerde, orta sınıfın ve zenginlerin özel mülkiyet hakları da korunamaz. AKP, başka mahalleleri yıkacak cesareti bulamadı kendisinde. İktidara geldiği günden beri her an ve apansız o yerden indirileceği paranoyasıyla yönettiği için de rant ve servet devşirme konusunda hep bir acelesi vardı. Kendi mahallelerinden başladı. Çünkü, Beyoğlu’nun kendisi yeni fikri eski belediye başkanının dediği gibi, onları kolayca inandırabileceğini, düpedüz kandırabileceğini düşünüyordu. Kendisinden olmayan mahallelerde, ne bileyim mesela Bağdat Caddesi civarında, anlaşmaların piyasa koşullarında yapılmasına imkân tanıyan düzenlemeleri çok gördü kendi mahallelerine. Ama artık can havliyle zenginlere tanıdığı kimi imtiyazları da aktarıyor yeni ortaklarına.

Bu mevzu derinlere inildiğinde, “din istismarı” denilen şeyin aslında nasıl sahiden materyal bir sömürü zincirine tekabül ettiğini apaçık bir ibret vesikası olarak gösterebilecek nitelikte… Bunu biraz kendi çocuklarını köleleştirerek edindiği serveti gizli gizli kumarda yiyen mütedeyyin baba emsaliyle hissettirebilirim belki. Çocuklar isyan ettiklerinde de “fakat canım çocuklarım, biliyorsunuz ne demiş peygamberimiz, hiçbir çocuk babasının hakkını tam olarak ödeyemez” diyebilmek için göze göründüğü her an seccadesine abanır bu baba. Din kendi çocuklarını sömürebileceği bir dil olarak işlev görür onun için. Çocukları onun soyunun değil, kendini pek muktedir gördüğü oyunun devamı için vardır. Çocuklar onun babalığından şüpheye düştükçe seccadesine ve hadislere daha çok sarılır… Öyle bir baba işte… Öyle bir devlet o babanın devleti de…

Bu hikâyede Kemer Country ve bahse konu golf sahası, kumarbaz babanın daha evvel yarıcıya verdiği tarlayı, kumar borcunu ödeyebilmek için satışa çıkarmasına benziyor. Din-diyanet üzerinden sömürülen çocuklar, babalarının gadrine uğrayan yarıcılarla dayanışmak suretiyle kendi içler acısı hallerine dikkat çekmek istiyorlar. Şu dayanışma mesajı işte o yüzden aldı beni benden:

Bu dayanışmanın Kemer Country sakinlerinin kentsel dönüşüm mahallelerinde yaşananlara olan ilgisini artıracağını umut ediyorum demek isterdim. Olmayacak öyle bir şey… Fakat “barınma hakkı” diyerek bir türlü dikkat çekemediğimiz şeyin, “özel mülkiyet”in dokunulmazlığı ile acı bir kesişme halinde olduğunu göstermeye yarar belki. Bunu böylece yazarken parmaklarıma iğneler batıyor. Ah aslında söylenebilecek neler, neler var ama pek faydası yok o şeylerin içinde bulunduğumuz çukurdan çıkmaya… Neyse…

Bu defa Fetihtepe’de muhalefet neden yoktu demeyeceğim. Çünkü TİP oradaydı. Görüştüğüm arkadaşlardan birinin halen orada yaşadığını, diğerinin oradan bir şekil sürüldüğünü söylemiştim. Yıllar önce oradan ayrılan arkadaşım, mahallenin göçle oluşan çoğulculuğunun AKP’lileştikçe bertaraf edildiğini, kim nereli olursa olsun AKP’li olmanın bir tür ortak payda olarak şekillendiğini söyledi. Böyle olunca aileden bile olsa kendilerine benzemeyenleri uzaklaştırmışlar mahalleden, barındırmamışlar. Diğer arkadaş da solcu olduğu için ondan uzak duran akrabalarının bütün bu hikâye yaşanırken kendisine giderek yakınlaştıklarını, hatta “haklıymışsın” diyerek mahcubiyetlerini ifade ettiklerini aktardı. Bir de dedi ki, “Bu insanlar CHP’ye oy vermezler ama galiba TİP’e oy vermeyi kesiyor bazılarının akılları. Son anda ne yapacakları elbette belli olmaz, ama bir daha AKP’ye oy vermeyeceklerinden eminim.”

Ben de eminim AKP’ye oy vermeyeceklerinden. AKPMHP koalisyonundan kurtulur kurtulmaz memleketin zincirinden boşanırcasına hızlanmış bir sekülerleşme sürecine gireceğinden de adım gibi eminim. O yüzden ana akım muhalefetin AKP’nin memleketi iki mahalleye ayıran sembolik siyasetini taklit etme yolunda attığı her adımın, memleket adına değil, kendi siyasetleri adına bir yatırım olduğunu düşünüyorum.

AKP döneminde, muhafazakârlar eliyle hakiki mahalleler ortadan kaldırılırken ülke iki büyük ve gerçek olmayan mahalleye bölündü. Bu mahallelerden birine “Bizim Mahalle” dediler, geriye kalanına “Öteki Mahalle.” En büyük, ama en büyük başarıları bu… “Bizim Mahalle”nin haracını toplayabilmek için “Öteki Mahalle”yi canavarlaştırmaları gerekiyordu. Öyle de yaptılar. Kentsel dönüşüm bu yüzden en ağır hak kayıplarına ehl-i AKP’nin “Bizim Mahalle” dediği hayali yerin hakiki sakinlerinin yaşadıkları semtlerde sebep oldu.

Ana akım muhalefet bütün bu mevzuyu okuyamadığı, belki de okumak istemediği için AKP’nin “Bizim Mahalle”sinin sembolik diliyle oraya dahil olmaya çalışıyor. O sembollerin, o insanları AKP’nin “Bizim Mahalle”sinde yalnızlaştırıp köşeye sıkıştırmaktan başka bir işe yaramadığını ve başkaları tarafından kullanıldığında da bir şekilde bu tuzağı hatırlattığını fark etmek istemiyor bir türlü. Bunun apaçık bir siyasi gaflet olduğunu düşünme eğilimindeyim. Eğer o sembolik siyaset diline bile bile uyumlulaşmaya çalışıyorsa, anaakım muhalefetin de AKP’nin bu çok ağır bedelleri olan haraç düzenini üstelik aynı yöntemlerle sürdürme niyetinde ve hatta dalaletinde olduğu şüphesiyle baş başa kalırız. Neyse ki (tabii ki ironiyle söylüyorum bunu) memlekette kimseye bir kuruş haraç verecek takat kalmadı da, öyle bir niyetleri ve dalaletleri varsa bile boşa çıktığına şahit olacaklar bir temiz.

* Geçen haftaki sekülerleşme bahsine gelecek hafta devam edeceğim. Bu hafta aklım Fetihtepe’ye asılı kaldığı için ona odaklanamadım ne yazık ki…

  1. İlahi Kartal Tibet, mahalle üzerinde uğursuz bulutların dolaşmaya başladığı bu sahneyi 13’üncü dakikaya bilerek mi denk getirdin acep? Bu arada, filmi YouTube’da bulamayınca başka kaynaktan izledim bu nedenle size link veremiyorum. Neme lazım? Arzu Film, bir daha sesleniyorum, geri koyun o filmi YouTube’a.
  2. Sonluğunu toplamak: Öleceğini anlayıp hırsla mal-mülk derdine düşenler, değilse durmaksızın hiç olmayacak şeyler yemek isteyenler için memleketim Bayburt’ta ve anladığım kadarıyla Gümüşhane ve Erzurum’da da kullanılan bir tabir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.