Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını | Sisi ile de barıştı: Erdoğan’ın U dönüşleri

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2022 Dünya Kupası’nın açılış resepsiyonunda “Katil” diye nitelendirdiği Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah Sisi ile el sıkıştı, ayaküstü sohbet etti. Cairo 24 isimli internet sitesinin haberine göre ise Erdoğan ve Sisi sadece ayaküstü görüşmedi, iki lider arasında bir zirve de gerçekleşti. Bu zirvede, iki liderin Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin geleceğini de konuştuğu belirtildi.

Ruşen Çakır, siz sevgili izleyicilerimizin sorularını yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bu hafta başına damgasını Erdoğan’ın Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi ile fotoğrafı vurdu. 9 yıllık süren bir düşmanlıktan sonra, Katar’da Dünya Kupası’nın açılış maçında tekrar bir barış havası yansıtıldı. Fotoğrafla sınırlı kalmamış, görüşmeler de olmuş ve bunun üzerinden bu haftanın ilk yayınında sizlere soruyorum, soruyoruz. Ne diyorsunuz Erdoğan’ın U dönüşleri hakkında? Bunlar ona zarar veriyor mu? Yoksa aksi bir etki mi yaratıyor? Bu olay ilk olay değil, anlaşılan son olay da olmayacak ve herkes şimdi merakla Beşar Esad’la ne zaman birlikte fotoğraf vereceğini bekliyor. Seçime kadar olur mu olmaz mı bilmiyoruz; ama sıradaki en büyük ismin o olduğu ortada. Daha önce, yakın dönemde Suudî Arabistan Veliaht-Prensi Muhammed Bin Salman ile oldu. Onun bir öncesinde, Birleşik Arap Emirlikleri oldu. Daha çok örnek var. Erdoğan’ın söylediklerinden zamanla çizgi değiştirmesine çok örnek var ve bunları da çok normalmiş gibi yapıyor. Bunlar ne derece doğru, ne derece yanlış, Erdoğan’a nasıl etkide bulunuyor? Bunları size soralım. Medyascope’un ve benim YouTube sayfamızda chat bölümlerinde sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazabilirsiniz. Bu U dönüşleri sizin için ne anlam ifâde ediyor, herhangi bir anlam ifâde ediyor mu?

Daha yayın başlamadan Osman Sabri Özoğlu bir soru-yorum yazmış. Bana çatıyor. Diyor ki: “Siz Bahçeli’nin AKP-HDP görüşmesi hakkında söylediklerini ilkesizlik değil de İYİ Parti’ye siyâset dersi olarak yorumladınız. O bakış açısıyla bunu niye eleştiriyorsunuz? Bu da uluslararası siyâset dersidir”. Şimdi bu her şeyi birbiriyle eşitleme olayı çok doğru değil; öyle diyorsunuz, ama şu da var filan. Ama bu hâliyle bakıldığı zaman, iki farklı olaydan bahsediyoruz. Birisi, Türkiye’de Meclis’te grubu bulunan bir partiyle anayasa görüşmesi yapılması. Sonuçta bu son derece normal, doğal bir şey ve bu görüşmenin ardından muhâlefetin kalkıp iktidar partisini ilkesizlikle suçlaması yadırgatıcı. Bunları da söylediğimi hatırlıyorum. Normal olanı normal olarak söyleyip; “Biz de HDP’yle görüşüyoruz. O zaman bize de lâf söylemeyin” demeleri gerekirdi. Tersine, Erdoğan’ı tutarsızlıkla eleştirerek bir şey yapmaya çalıştılar ve Bahçeli de dedi ki: “Bu son derece olağan. Benim HDP hakkındaki görüşlerimi de biliyorsunuz” dedi ve o anlamıyla da Akşener’i bence açığa düşürdü. Ona bir ders verdi. Buradaki olay öyle değil. Buradaki olay, 9 yıldır süren, Türkiye’nin Mısır gibi bölgenin en önemli, Arap dünyasının en önemli ülkesiyle ilişkilerini en alt düzeye, belki de sıfıra indirdi Erdoğan ve bunu esas olarak da iç siyâsette kullandı. O Râbia fotoğraflarını hatırlayın. Her vesîleyle bunu kullandı. Yanlış olan buydu. Şimdi belki doğru oluyor. Yanlıştan dönüldüğü için Erdoğan’ı tebrik etmek gerek diyebilir birileri. Bu da çok mantıklı değil. Şöyle bir husus var burada: Erdoğan zamânında Türkiye’nin çıkarlarını riske atarak Mısır’la ipleri koparmıştı. Türkiye’nin Mısır gibi bir ülkeyle ilişkilerinin olmaması çok acayip bir şeydi, olmadı. Bunun ötesinde, ilişkileri kopartmanın ötesinde, Mısır’daki darbeci yönetimin düşman bellediği grupların Türkiye’de yerleşmesine de imkân sağladı. Yani olaya taraf da oldu Türkiye. Daha sonra Doğu Akdeniz’de yaşananlarla birlikte, Libya olayı vs. bütün bunlardan sonra, Mısır’ı artık daha fazla yok sayamayacağını, bunun kendi iktidârını da tehlikeye atacağını düşündü ve Erdoğan geri adım atmak zorunda kaldı. Bakın buradaki temel husus şu: Ne Birleşik Arap Emirlikleri, ne de Suudî Arabistan Veliaht-Prensi, Erdoğan’a karşı herhangi bir konuda geri adım atmış değiller. Aynen eskiden ne diyorlarsa aynısını söylemeye devam ediyorlar. Burada sözlerinden vazgeçen Erdoğan var. Şimdi Erdoğan’ın açıklamasına bakalım. Uçakta gazetecilere diyor ki: “Bir süreç başlayabilir demiştik”. — Çok normal bir şeyden bahseder gibi, yani 9 sene boyunca her vesîleyle şeytanlaştırdığı birisinden değil de sanki iki gündür görmediği birisinden bahseder gibi bahsediyor. — “Böyle bir sürecin başlaması için burada adım atılmış oldu ve hayırlısıyla görüşmeleri yaptık. Temennim odur ki önce bakanlarımızla başlayan bir süreci, daha sonra inşallah üst düzey görüşmelerle iyi noktaya taşıyalım istiyoruz. Çünkü olaya ben şöyle bakıyorum: Türkiye-Mısır arası, bir liderler buluşması değildir, Türk milleti ile Mısır halkının geçmişteki birlikteliği bizim için çok önemlidir. Yeniden niye olmasın, yeniden niye başlamasın? Bunların sinyalini verdik. İnşallah fevkalâde bir hal olmadıktan sonra bu adımı hayırlısıyla atarız” diye devam ediyor, Akdeniz vs. diye sürüyor. Burada, Mısır’da Sisi yönetiminin kendi halkına karşı uygulamalarında geri adım attığı, darbeci çizgisinden uzaklaştığı yolunda herhangi bir referans yok. Burada geri adım atan kişinin Erdoğan olduğunu görüyoruz ve 9 yıl boyunca da bu olayın iç siyâsette ekmeğini bayağı bir yemiş olmasından bahsediyoruz. Sorun bu. Yani bir HDP meselesiyle benzetmenin çok bir anlamı yok. 

Muharrem Palaz diyor ki: “Müslüman Kardeşler hareketine destek rafa mı kalktı? Râbia’ya ne oldu?” Müslüman Kardeşler’e desteğin azaldığı yolunda çok sayıda haber çıkıyor. Birtakım kısıtlamalar getirildi. Bâzılarının sınırdışı edildiği, özellikle sosyal medya üzerinden yaptıkları yayınlarda bâzı kırmızı çizgiler çizilmeye başlandığı, uymayanların da bir şekilde cezâlandırıldığı söyleniyor. Müslüman Kardeşler’i tam anlamıyla rafa kaldırmak olmaz. Ama zâten şöyle de bir husus var: Mısır’ın içerisinde Müslüman Kardeşler’in her an iktidârı tekrar ele alabilirmiş gibi durumu da kalktı. Erdoğan’ın belki de Sisi konusundaki geri adımının en önemli nedeni bu. Sisi şu ânda Müslüman Kardeşler tarafından tehdit altında değil. Müslüman Kardeşler’in bir geleceği yok. Geleceğinin olmamasının bir nedeni tabiî ki darbe yönetiminin kendilerine indirdiği darbe; ama diğer bir husus da Müslüman Kardeşler’in gerek iktidâra geldikleri gerekse iktidardan indirildikten sonraki süreçte, o süreçleri iyi yönetememeleri ve toplumsal karşılıklarının da bayağı ciddî bir şekilde azalması. Dolayısıyla öncelikli mesele: Müslüman Kardeşler’in artık Mısır’da pek bir geleceği yok. Erdoğan da geleceği olmayan bu harekete daha fazla angaje olup, Mısır gibi önemli bir müttefikten vazgeçmeyi daha fazla sürdürmek istemedi. Râbia’ya ne oldu? Evet, o işâret semboldü. Yapmayacağı anlamına gelmiyor; ama artık pek görmeyiz herhalde. En azından son yerel seçimde olduğu gibi, “Ya Sisi’yi seçeceksiniz, ya Binali Yıldırım’ı” gibi bir lâf edebilecek durumda değil. Zâten şu anda Erdoğan’ın dış politikada kötüleyebileceği çok fazla yer kalmadı. İsrail’le de ilişkiler düzeliyor, yeniden başbakan olan Netanyahu’yla da telefon görüşmesi yaptı biliyorsunuz. Bir önceki hükûmet döneminde büyükelçiler yollandı ve anlaşılan bu böyle devam edecek. Körfez ülkeleri ile arasında bir sorun kalmadı. Şu anda sorunlar genellikle büyük ölçüde kısmen Yunanistan’la, onunla olan meseleler sürekli gündemde tutuluyor; ama esas olarak devlet dışı aktörlerle, yani PKK-YPG gibi gruplarla dış politika üzerinden bir şeyler söyleniyor. Onun dışında meselâ Süleyman Soylu’nun son terör saldırısının ardından yaptığı, Amerika Birleşik Devletleri’ni doğrudan sorumlu tutan açıklaması vardı. O ilginç bir işâretti. Ama Erdoğan, hiç onu umursamadan pekâlâ Biden’la o açıklamadan bir gün sonra Endonezya’da görüşebildi. Dolayısıyla dış politikada birilerini düşmanlaştırıp bunu iç politikada kullanma kartını Erdoğan rafa kaldırmışa benziyor. Çünkü dış politikadaki bu tür kavgaların kendisine içeride de çok ciddî zarar vermekte olduğunu fark etti. Yani artık kazançtan zarâra, ödemeye geldi. Yani bu yanlış politikaların faturalarını ödeme aşamasına geldi ve bunun için, faturayı düşük tutmak için elini çabuk tutuyor gibi geliyor. 

Oya Hanım demiş ki: “Her yaptığı hareket bizi küçük düşürüyor. İlgili ülkenin basını izlenince bu çok net gözleniyor”. Evet, yani Birleşik Arap Emirlikleri, Suudî Arabistan ve benzerleri, muhtemelen Mısır’da da böyle olacak, genellikle hep şöyle bir yaklaşım var: Erdoğan yanlıştan döndü, Erdoğan mecbur kaldı. Tabiî bu olayı Erdoğan diye kullanıyorlar; ama olay bir kişi meselesinin ötesinde tüm Türkiye’yi ilgilendiren bir olay. Meselâ Mısır’la bunca yıl aramız kötü olunca, orasıyla iş yapan yerler de çok zor durumda kalıyor. Sâdece ticârî anlamda değil; kültürel vs. birçok alanda Türkiye ile Mısır’ın ilişkilerinin bozuk olması birçok şeyi sekteye uğratmıştı. İlişkileri çok ciddî bir şekilde en alt düzeye çekmişti. Şimdi tekrar onlar inşâ olacak ve bu arada şunu da görüyoruz ki, şu âna kadar Erdoğan’la girdiği kavgada Erdoğan’dan bir türlü özür dileyerek durumu düzelten birisi olmuyor. Böyle bir olayı ben açıkçası hatırlamıyorum. Şu âna kadar yaşadığımız olayların hemen hemen hepsinde, Erdoğan diğerlerinin pozisyonuna yaklaştı, kendi pozisyonunu terk etti. Bu da tabiî ki tüm ülke vatandaşlarına da bir şekilde psikolojik olarak etki ediyor.

Boğaç Karaca: “Diplomaside diyalog ve devinim mâkul karşılanabilir. Belki Erdoğan’ın diplomatik bu tip durumları ‘monşer diplomasisi’ olarak değerlendirmesini eleştirebilirim. Mısır önemsenmeyecek bir ülke değildir”. Evet, doğru. Mısır önemsenmeyecek bir ülke değil ve 9 yıl boyunca hem Mısır’la ilişkiler donduruldu, hem de Türkiye’de iç politikada seçimden seçime ya da her vesîleyle Mısır ve Mısır yönetimi malzeme edildi. Şimdi kendinizi onların yerine koyun. Nasıl bir öfke birikmiştir onlarda bunu bir hesaba katın. Monşer diplomasisi meselesini Erdoğan zamânında çok söyledi. Meselâ Mısır konusunda arada sırada, “Ya, artık bunu bitirsek” diye söylendiği zaman, o Sisi’den adımlar beklediğini söyledi ya da îmâ etti. Ama böyle bir adımı şu âna kadar görmüş değiliz. Sâdece şöyle bir noktada anlaşma sağlanmış durumda: Türkiye Mısır’ı bu hâliyle kabul ediyor. Bu hâliyle kabul ederse ilişkiler tekrar kurulabilir deniyor. Yani bu anlamda Erdoğan’ın kendi kitlesine söyleyebileceği bir şey yok. Yani şunu diyebilse — herhalde bununla ilgili çalışmalar da yapmışlardır ve yapacaklardır; “Ya, işte böyle yaptık, ama şu kadar Müslüman Kardeşler tutuklusunun serbest bırakılmasını sağladık. Şu kadarının îdam karârını iptal ettirdik” vs.. Böyle bir şey şu âna kadar olmadı. Olduysa bile kamuoyuna yansıtılmadı. Ama olsaydı herhalde bir şekilde söylerlerdi diye düşünüyorum. Yani zamânında Sisi’ye karşı savunduğu kesimlerin durumunun bir ölçüde iyileştiğine dâir herhangi bir işâret yok ortada. 

“Hem muhâlefetin hem kendi seçmeninin artık bu duruma çok alıştığını düşünüyorum. En kötüsü de bu oldu” demiş Elif Hanım. Muhâlefet ne yapıyor? Muhâlefet şunu söylüyor: “Ya, işte dün böyle diyordun, bugün böyle diyorsun”. Bununla Erdoğan’ın yıprandığını düşünüyor. Yıpranıyor mu? İlk başta belki olmuştur; ama zamanla bu yıpranma meselesinin ortadan kalktığı kanısındayım. Bugün meselâ muhâlefet partilerinin hepsi Erdoğan’a lâf yetiştirme kuyruğuna girdiler. Ama hiçbirisinde –ya da benim gördüklerimde en azından–, hangi tavrın doğru olduğu belirtilmiyor. Sorun sâdece Erdoğan’ın çelişkileri olarak târif ediliyor. Tabiî ki Erdoğan’ın dün ak dediğine bugün kara ya da dün kara dediğine bugün ak demesinin siyâsî bir anlamı var, ama şunu da söylemek lâzım: “9 yıl boyunca bizim Mısır’la ilişki içerisinde olmamız lâzımdı. Nihâyet bu noktaya geldiniz”. Ya da: “9 yıldır yaptıklarınız doğruydu, şimdi yaptığınız yanlıştır”. Bu netlikte, şu ya da bu şekilde net bir duruştan ziyâde, Erdoğan’ı kendi kendisiyle çeliştirip onun üzerinden siyâset yapmaca var. Özellikle dış politika konularında muhâlefet bunu çok sık yapıyor ve bence bu tutum da Erdoğan’ın en az zararla bu işlerden çıkmasına katkıda bulunuyor. Şunu gördük: Artık hiçbir şey yapışmıyor üzerine. “Böyle demiştiniz, şöyle demiştiniz” vs.. Eski lâflara, eski konuşmalara şimdi bakıyoruz: Sisi’yle ilgili, Mısır’la ilgili bir yığın şeyler servis ediliyor vs.. Bunlar Erdoğan’ı çok fazla rahatsız etmiyor. Ama diyelim ki bir başkası bir yerde bir U dönüşü yapsın –diyelim ki CHP’den birisi, hele Kılıçdaroğlu filan–, bu sefer hemen bunlar çok büyük bir olaymış gibi gündeme getirilecek. Burada şunu görüyoruz: Erdoğan’a her şey serbest, rakiplerine her şey yasak. Böyle bir durum var. Dolayısıyla Erdoğan bu U dönüşü meselelerinden artık çok da fazla zarar görmüyor. Tabanında da şöyle bir yaklaşım var: “O ne yaparsa doğrudur” yaklaşımı var. Ben meselâ dün sosyal medyada bu konuyla ilgili, bu fotoğrafla ilgili bir şey paylaştım. Buraya gelen birtakım Erdoğan destekçilerinin cevaplarına bakarsanız, rasyonel bir açıklamadan ziyâde, bana “fondaş” diyor, beni “Allahsız kitapsız” olarak tanımlayanlar var — olayın dinle bir alâkası varmış gibi. Yani böyle bir durum var, orada bir eziklik var tabiî. İnsanlar bunu kabullenemiyorlar aslında. Duyduğum kadarıyla Akit gazetesine filan birileri, “Ya, bu kadarı da fazla” demiş, diyebilmiş. Tabiî ki bu yenilir yutulur bir şey değil. Sisi insanları katletti. Ben darbenin sonrasında gittim. Vatan gazetesinde çalışıyordum o sırada, Mısır’a gittim. O büyük katliamdan önce Kahire’deydim ve orada direnen Müslüman Kardeşler mensuplarıyla röportajlar yaptım. Ben ve bir foto muhabir arkadaşımız berâber gitmiştik. Bizim dönmemizden 4-5 gün sonra katliam oldu o meydanda. Şimdi oradan bu zamâna bakıyoruz: Çok acayip şeyler yaşandı Mısır’da ve bunları özellikle kendini dindar olarak tanımlayan kişiler, hele İslâmcı olan kişiler çok ciddî bir şekilde bayraklaştırdılar ve bu çok anlaşılır bir şey. Çünkü Mısır ve Müslüman Kardeşler, dünyada İslâmî hareketin en önemli yerlerinden birisi. Oradan türemiş çok sayıda İslâmî, İslâmcı grup var. Türkiye’ye tam birebir yansımamış; ama Türkiye’de de hep etkisi olmuş bir yapı, ilişkileri hep iyi olmuş bir yapı. Erdoğan onlarla çok doğrudan temasları olan bir lider. Bu olayın ardından –çok kişi hapislere atıldı, îdam edildi, ülkeyi terk etti vs.; kaç yıldır da sürüyor bu, 9 yıldır sürüyor– hiçbir şey olmadı. Yani Sisi’den herhangi bir pişmanlık, özür dileme ya da frene basma hareketi görmüyoruz; ama Erdoğan’da var. Bu kolay kolay doğrulanabilecek, savunulabilecek bir şey değil, özellikle İslâmcı eğilimli AKP seçmeninde. Ama nasıl olsa buradan da Erdoğan’a bir zarar gelmez, buradan Erdoğan’ı sıkıştırmak bize yakışmaz diyerek bir kısmı da bağırlarına taş basıp, bu konuda bir şeyler söylemeye çalışanları terörize etmeye çalışıyorlar. Böyle ilginç bir şey var. 

Mustafa Hakyemez diyor ki: “Erdoğan U dönüşü yaptı diye kızıyorlar; ama karşı tarafın, muhâlefetin medyası, ‘Erdoğan zamânında bizim hakkımızda bunları dedi. Siz neden bunlarla barışıyorsunuz?’ diye sormuyor mudur?” Bunu tam anlamadım. Bu muhâlefetin içerisindeki eski AKP’lileri kastediyor herhalde. Olabilir. 

“Muhâlefetin ve Altılı Masa’nın Erdoğan’ın bu U dönüşlerini yeterince eleştirmediğini söyleyebilir miyiz? Bu dönüşler daha çok konuşulsa AKP’de oy kaybı olur mu?” Demin bahsettim bundan. Olayı sâdece istikrarsızlık, U dönüşü yapmakla açıkladığınız zaman, şunu söylüyor: “Yaptım. Ne olacak? Dün o doğruydu, bugün bu doğru” diyor ve bitiriyor. Yani muhâlefetin oradan bir oy kazanabileceğini sanmıyorum. Muhâlefet öyle düşünüyor ve bu konuda da bayağı bir çaba sarf ediyor; ama bu çok işlevsel bir şey değil. Bunun tabiî ki şöyle de bir boyutu var: Muhâlefetin dış politikada herhangi bir görüşü yok. Açık, net bir görüşü yok. Bir Mısır politikası, bir İsrail politikası vs. bunlar olmadığı için, sâdece Erdoğan’a yönelik tepkiler veriyorlar. Yani kendileri bir politika anlatsa, o politikanın içerisinde Erdoğan’ın yaptıklarını eleştirseler bir anlamı var. Ama yapılan eleştirilerin hepsinde özne Erdoğan. 

Murat Memiş: “Cumhurbaşkanı U dönüşlerini seçim sürecinde seçmene pazarlayabilecek mi? Seçmen bunlara mı cebine mi bakar?” Seçmen bunlara bakmaz pek. Yani tabiî ki etkisi olur; ama esas olarak, “Cebine mi bakar?” sorusu önemli. İşte bu tür yakınlaşmalar esas olarak seçmenin cebini birazcık daha doldurabilmek için. Körfez ülkeleriyle neden barışıldı? Suudî Arabistan’la, Muhammed Bin Selman’la neden barışıldı? Mısır’la neden barışılmak isteniyor? Bütün bunların hepsinin altında çok ciddî bir ekonomik kaygılar var. Mısır’ın Türkiye’ye vereceği bir para yok. Yani o anlamda Körfez ülkelerinden var ve geldiği söyleniyor; ama Mısır’la olan ilişkilerin Türkiye’nin birtakım ekonomik çıkarları için ciddî şekilde önemli olduğunu biliyoruz. Meselâ Libya’yla Türkiye’nin çok ciddî ilişkileri var. Libya konusunda Mısır’la sorun yaşıyor ya da Doğu Akdeniz’le Türkiye’nin önemli birtakım projeksiyonları var, burada Mısır’la sorun yaşıyor. Bunları azaltabilmek ya da ortadan kaldırmak ve buralarda kendi istediklerini yapabilmek istiyor Erdoğan. Dolayısıyla Mısır, önünde çok ciddî bir engel ve bu engeli kaldırırsa ekonomide biraz olsun bir rahatlama yaratabileceğini düşünüyor. Olay sâdece bir diplomatik ilişki meselesi değil; doğrudan ekonomik etkisi var. Körfez ülkeleriyle olan ilişkideki gibi bir sıcak para girişi söz konusu olmasa bile, dolaylı bir şekilde Türkiye ekonomisinin Mısır’la bu kötü ilişkiler nedeniyle ödediği bir fatura var ve o faturayı hafifletmek istiyor Erdoğan. 

Şenol Yazıcı diyor ki: ‘‘ ‘Liderin yanlışı bizim doğrumuzdan doğrudur.’ Bu anlayış AKP seçmeni tarafından da benimsenmiş diyebilir miyiz?“ Yani şöyle bir şey söyleyelim, şöyle düşünün: Erdoğan Mısır’ı gündeme getirdiği zaman, Râbia işâreti yaptığı zaman, seçmen ne kadar bilerek peşinden gidiyordu, ne kadar inanıyordu, ne kadar kalbinde hissediyordu bunu? Mısırlı İslâmcılar’ın yaşadığı trajediyi vs.. O seçmenin nezdinde bugün gelinen olayda bir ölçüde bir kırgınlık olabilir; ama büyük bir kısmı Erdoğan’ın peşinden gittiği için, belki de birçok şeyi çok da detaylı bilmeden, meselâ Râbia’nın ne olduğunu bilmeden o işâreti yapıyor ya da Müslüman Kardeşler hakkında bilgileri çok hafif, çok az. Ama Erdoğan’a inandığı için yapıyor. Burada Erdoğan’a inanıyorsa, Erdoğan’ın doğruları her zaman onun doğruları oluyor. Tabiî daha bilinçli hareket eden seçmende birtakım kırılmalar olduğu muhakkak; ama şunu da unutmayalım, o tür seçmenin bir kısmı ve kadroların bir kısmı zâten koptu. Meselâ Gelecek ve DEVA’ya yöneldiler. Eğer Gelecek ve DEVA kurulmasaydı ve o kişiler hâlâ parti içerisinde olsaydı, belki bu olaylar çok daha fazla etki yaratabilirdi. Ama şu hâliyle AKP’de kalanların hepsi, kaderini Erdoğan’a endekslemiş durumda, üst düzey kadrodan en alttaki seçmene kadar. Dolayısıyla Erdoğan’ı böyle meselelerle zor durumda bırakmayı düşündüklerini sanmıyorum. 

Mehmet Günüsen: “Bakalım bu 9 senelik çöken diplomasinin yeniden inşâsının bedeli ne olacak? Atar yapa yapa yıkılan bağları, taviz vere vere eskisinden daha kötü hâle getiriyorlar.” Evet, çok ilginç bir tespit bu. Evet, atar yapa yapa yıkılan bağlar, sonra taviz vere vere eskisinden daha kötü hâle gelebilir. Bu bir ihtimal tabiî, bu bir risk. Bir de tabiî şöyle bir soru var: İktidar değişirse bütün bunlar nasıl gözden geçirilecek? Bütün bu kavgalı, inişli çıkışlı diplomatik ilişkilerin serinkanlı bir şekilde, istikrarlı bir hatta oturtulması başarılabilecek mi? Çünkü ne kadar Erdoğan geri adımlar atıyor olsa da, çok hasar var ilişkilerde, birçok ülkeyle ilişkilerde. Sâdece Ortadoğu’daki ülkelerle değil, Avrupa ülkeleriyle de ABD’yle de, birçok ülkeyle dönem dönem yaşanan, çoğunu belki unuttuğumuz ama doğrudan olayların aktörleri tarafından unutulmayan… Meselâ hatırlayın: Bir ara Hollanda’yla çok ciddî krizler yaşamıştık. Fransa’yla sürekli birtakım lâf dalaşları oluyordu vs.. Şimdi bunlar nasıl toparlanacak? Bir şekilde tabiî ki karşılıklı çıkarlar ekseninde yoluna konulur; ama Türkiye’de dış politika uzun bir süre Erdoğan’ın inisiyatifinde iç politikaya kurban edildi. Bunu unutmamak lâzım. 

Burak Güzel demiş ki: “Batı’ya da bir zeytin dalı mı Sisi olayı acaba?” Sisi olayı Batı’yla ilişkiden çok sonraki bir mesele. Yani Sisi’yi, daha doğrusu Mısır’ı önemli bir bölgesel güç olarak almamız lâzım. Bütün sorunlarına rağmen hâlâ Arap dünyasının liderliğinin Mısır’da olduğunu kabul etmemiz lâzım. Dolayısıyla burada yapılan iyileşmenin birçok başka boyutu da var. Bir kere her şeyden önce Erdoğan böylece Arap ülkelerindeki otoriter ve totaliter rejimlerin yeni İslâmcı kalkışmalar husûsundaki endîşesini paylaştığını gösteriyor. Körfez ülkeleri böyle bir çizgiye geldiler. Mısır zâten bu çizginin en sert savunucularından birisi. Onlarla kurulan bu normal ilişkiler Erdoğan’ın önümüzdeki dönemde artık bu ülkelerdeki İslâmî hareketleri çok fazla etki alanında görmediğini, görmek istemediğini bize gösteriyor. Olayı Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinden ziyâde; Türkiye’nin Arap dünyasıyla, Ortadoğu’yla ve İslâm dünyasıyla ilişkileri bağlamında değerlendirmek lâzım. 

Bülent Can demiş ki: “Seçilememesi durumunda muhâlefetin bu ilişkileri çok kolay başlatacağının farkında. Bunu kendi lehine kullanmaya çalışıyor”. Evet, bu çok anlaşılır bir şey. Suudî Arabistan’la, Birleşik Arap Emirlikleri’yle ilişkileri yeniden kurmasaydı, Mısır’la iyileşmeye doğru gitmeseydi, iktidârın değişmesi durumunda herhalde Türkiye bunların hepsini yapacaktı. Şimdi sırada o anlamda Suriye var. Muhâlefetin hemen hemen tüm sözcüleri –herhalde Gelecek Partisi dışında–, Suriye’de Esad yönetimiyle ilişkilerin kurulmasını çok ciddî bir şekilde gündemlerine almış durumdalar. Muhtemelen Erdoğan da zâten birtakım sinyaller veriyor, istihbârat yetkililerinin görüşmeleri var vs.. Önümüzdeki günlerde, seçimden önce bu da pekâlâ çıkabilir karşımıza. Çünkü Esad’la görüşmenin iç politikada da etkileri olabilir. Zîra Türkiye’de özellikle Suriye’den gelen sığınmacılar meselesi bir iç politika malzemesi. Seçimlerde etkisi olabilecek bir iç politika malzemesi hâline geldi. Erdoğan, Esad’la bir şekilde doğrudan ya da dolaylı görüşürse, bu konuda kaygıları olan seçmenin de desteğini alabilmeyi hesaplayacaktır. 

“Problemli olduğu ülke, lider kaldı mı? Kaldıysa Haziran 2023’e kadar onlarla da barışır mı?” Evet, pek bir şey kalmadı. İşte, Esad’dan başka kalmadı. Esad’la da olabildiği kadar yumuşak bir şekilde sürüyor ilişkiler. Onun dışında, meselâ Azerbaycan’a verilen bütün desteğin ardından Ermenistan’la da normalleşme görüşmeleri başladı. Şu anda en çok ortaya çıkan husus, bilindiği gibi Yunanistan’la. Yunanistan’la da her an iki ülkenin lideri bir araya gelebilir. Zâten geldiler, sık sık geldiler; ama sık sık da birbirleri hakkında atıp tutuyorlar, iki taraf da. Burada bir şey olabilir. Sorunlu ilişki bakımından İsrail vardı. İsrail de Netanyahu öncesindeki hükûmet döneminde büyük ölçüde halledildi ve yeni hükûmet de anladığım kadarıyla bu mîrâsı sürdürmek taraftarı. Ama diyelim ki bir ziyâret olursa, Erdoğan’la İsrail Başbakanı yan yana, herhangi birisinin diğerinin ülkesine gelmesi ya da Katar’da olduğu gibi ortak bir zeminde bir araya gelip görüşme yapmalarının da yine üzerinde konuşmaya değecek bir yönü olacaktır. Çünkü Netanyahu bunu sürekli tekrarlıyor. Erdoğan’a şaka yollu hep, “Benim Nazi olduğumu günde bilmem kaç kere söylemeden duramıyor” filan gibi sözlerle sürekli onunla uğraşıyor — onu biliyoruz. İsrail konusunun da zâten Erdoğan’ın en sık kullandığı hususlardan birisi olduğunu biliyoruz. Ama artık Türkiye İsrail’le ilişkilerini düzenliyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, geride çok ciddî bir sorun kalmadı gibi.

“Katar Emiri iki liderin bir araya gelmesine niye bu kadar çaba gösteriyor? Ne gibi çıkarları olabilir? Bir sonraki görüşmenin yine Katar Emiri’nin girişimiyle Katar’da olması düşünülüyormuş.” Bu soruyu sormak bile abes yani; kusura bakmayın ama, Katar şu anda bölgede yakın bir zamâna kadar Suudî Arabistan ve BAE ile sorun yaşamış, ama bu sorunları büyük ölçüde halleder gibi olan, Batı’yla da ilişkileri olan, ama en güçlü stratejik ortağı Türkiye olan bir ülke ve Katar aynı şekilde Mısır’la da iyi ilişkiler kuruyor, kurmak zorunda hissediyor kendini. Bir de, Katar’ın da tüm Körfez ülkeleri gibi bir İslâmcılık endişesi var, İslâmcılar’ın gelmesi endîşesi var. Dolayısıyla Katar’ın, Türkiye ile Mısır’ı barıştırması birçok açıdan kendisinin hayrına. Çünkü Katar’ın Türkiye’de çok yatırımı var ve daha da olacağa benziyor. Ama Arap dünyasının lideri görülen Mısır’la bu ülkenin kanlı bıçaklı olması Katar’ı zor durumda bırakıyordu. O ikili ilişkiler düzelirse, Katar da bundan birçok açıdan, her şeyden önce psikolojik açıdan; ama muhtemelen ekonomik açıdan da çok ciddî bir şekilde istifâde edecek. İki ayrı ülkeye yaptığı yatırımları koordine edebilecek meselâ. Ama bunun çok daha ötesinde stratejik birtakım hesapların olduğunu da düşünmek lâzım. Katar küçük ama stratejik hedefleri büyük bir ülke ve Türkiye’yi hep yanında görüyor. Ayrıca Mısır’ı yanında görmek istiyor ve kısmen görüyor. Şimdi ikisini birlikte yanında görmek Katar’ın çok hoşuna gidecek bir şey.

Hasan Yeksan demiş ki: “Seçim elden gidiyor diye tüm kavgalı ülkelerle barışıyoruz deniyor. Peki seçimi kazanıp otoritesini iyice sağlamlaştırınca tekrar kavgaya döner miyiz?” O andaki duruma bağlı kalır. Fakat olayın şu aşamada seçimi kazanmaya endeksli olduğu muhakkak. Ama bir yerden sonra Erdoğan kavga etmeden de bir şeyleri sürdürebileceğini görebilir. Bunların, bu kavgaların büyük bir kısmının iç politikaya yönelik olduğunu unutmayalım. Gözünüzün önüne getirin, bütün bu şeyleri nerelerde dile getirdi, nasıl dile getirdi? Kendi tabanını hareketlendirmek için bunu yaptı. Eğer tekrar bir sorun yaşarsa –ki seçimi kazanırsa, izleyicimizin sorduğu gibi, daha uzun bir süre seçim endîşesi yaşamayacağı için– iç politika ihtiyâcı olarak dünyayla kavga etmek, değişik ülkelerle kavga etmek gibi bir beklentisi, arayışı olmaz. Bir süre böyle gider diye düşünüyorum. 

“Halkın hiçbir şeye ses çıkarmamasının, bütün bu gelgitlere tam destek vermesinin sebebi nedir? Ben ömrümde böyle efsunlanma görmedim. Siyah diyor, haklı; beyaz diyor, haklı. Bu kadar basit olmamalı”. Belki de bu kadar basittir. Yani şunu bekleyenler oldu tabiî: Büyük geri dönüşlerin ardından birileri toplu halde AKP’den istifa edecek. Meselâ diyelim ki Muhammed Bin Salman’la barışıldı; “Biz Kaşıkçı’nın hesâbını sormak için yola çıkmıştık” deyip, birileri bir şey yapacaklar. O dâvâya kendini adamış olan insanlar bile –ki vardı, sayıları az da olsa–, onlar bile öyle ağızlarında lâfları eveleyip gevelediler. Olmuyor, olmayacak. Burada önemli olan, insanlardaki bir şekilde olduğunu varsaydığımız, olması normal olan memnûniyetsizliği dışarıya vurmalarını sağlayacak birtakım adımlar. Meselâ bu konularda, özellikle dış politikadaki bu konularda kim etkili olabilirdi? Bu dış politika kararlarının alındığı dönemde en etkili olan isimlerden Ahmet Davutoğlu, Gelecek Partisi meselâ. Şimdi bu konuda da açıklama yaptılar, Sisi konusunda da. Ama kimse çok da fazla umursamadı. Eğer gerçekten güçlü bir şekilde duruş sergileyebilselerdi, çıkarlardı ve bütün Türkiye’de şimdi o fotoğrafın ardından Davutoğlu’nun o fotoğraf hakkında söylediklerini konuşurduk. Böyle bir şey yapamıyor. Onlar yapamadığı için de CHP’nin filan yapabilmesi zâten hiçbir şekilde söz konusu değil. Dolayısıyla olay aslında siyâsî bir olay. İnsanların bir yerlerden kopmak için gidecek bir yerleri olması lâzım. Şimdi diyelim ki Sisi’yle görüştü, el sıkıştı diye “Lânet olsun” deyip AKP’yi terk edecek olan kişi ne yapacak? Hiçbir partiye oy vermeyecek ya da son anda, o gün karar verecek vs.. Birilerinin çekebilmesi lâzım. 

“Aktroller bile şaşkın ve isyanda. Artık neyi, nasıl savunacaklarını şaşırdılar.” Hiç merak etmeyin, şaşırmazlar. Onlar için önemli değil. Zâten neyin ne olduğu çok da umurlarında değil. Onlar hep bir şekilde tek bir kişinin peşinden, onu doğrulamak üzere gidiyorlar. Bâzen savunmaya kalkarken yanlış yaptıkları da oluyor. Böyle görüyorum, çok acayip acayip şeyler yazan, aktroll de değil, böyle adı sanıyla yazan birileri var. Meselâ gazeteci vs. filan. İçlerinden bâzıları, yaşı biraz daha büyük olan gazeteciler, çok iyi hatırlıyorum, zamânında en sert Erdoğan düşmanları olup şimdi her söylediğini savunan birtakım isimler var ve buradan çok büyük şeyler çıkartıyorlar; diplomasi dehâsı hareketler çıkartıyorlar. Bunun böyle olmadığını kendileri de biliyor. 

Sinan Çetinkaya: “Ne verdik de ne aldık? Seçimi kazanma şansını bir nebze artırma karşısında ne verdik?” Ne verdi? En azından Sisi’ye meşrûiyet tanıdı. Dünyada Sisi’yi meşrû görmeyen çok az ülke vardı ve Türkiye bu meşruiyeti verdi ona. Bu kadar basit. Türkiye’nin o meşrûiyeti vermiyor olması Sisi’yi ne kadar rahatsız ediyordu? Bence bir ölçüde rahatsız ediyordu. Ama şu hâliyle, son ülkenin de o meşrûiyeti tanımasıyla Sisi artık kendisinin haklı çıktığını söyleyebilir. Onun dışında ayrıca ne tür anlaşmalar yapılıyor vs. onu bilmiyorum. Önemli olan, psikolojik olarak baktığınızda: Bir tarafta söylediklerinden vazgeçen birisi; bir tarafta da söylediklerinden hiç tâviz vermeden, en sert muhâlifi tarafından da eli sıkılan bir lider söz konusu. Dolayısıyla bu fotoğrafa baktığımız zaman, birisi yazmış, bana göre genç bir gazeteci: “Çok derin düşüncelere sevk eden fotoğraf” diye. Yani burada derin filan düşünecek bir şey yok. Bir tarafta birisi kendinden emin; diğeri bir şekilde, istemeye istemeye… Ona eminim, Erdoğan’ın o eli istemeye istemeye sıktığı kesin. Normal şartlarda Erdoğan gibi birisinin, o işleri yapan, o katliamları yapan Sisi’nin elini sıkmaması gerekiyordu. Burada, o fotoğrafa söylenecek şey çok basit: Birisi kazandığını, birisi kaybettiğini düşünüyor; ama ikisi de bu hissiyatlarını, düşüncelerini açıkça söylemiyorlar ve bunun adına da biz diplomasi diyoruz. 

Evet, toparlayalım. Erdoğan dönüyor. Daha da dönebilir. Geride ne kaldı bilmiyorum ama. Ve bunlar kendisine çok da fazla zarar getirmiyor. Bir olay daha gördük: Sisi. Ne zaman olacağını bilmiyorum ama olursa, “Esad ile de barıştı: Erdoğan’ın U dönüşleri” diye bir yayında tekrar buluşuruz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.