Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İsmailağa Cemaati’nden ayrılan kadınlar anlatıyor (2): “Okuyabilseydim eminim akademisyen, belki de gazeteci olabilirdim”

İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızını altı yaşındayken bir tarikat üyesiyle “imam nikâhıyla evlendirdiği” haberleri Türkiye’nin gündeminde. Annesinin isteği üzerine ilkokulu bitirdikten bir yıl sonra İsmailağa Cemaati’nin yatılı kursuna gönderilen ve orada dört yıl kalan Zeynep*, o yıllarda yaşadıklarını Medyascope’tan Emine Bıçakcı’ya anlattı.

Zeynep 45 yaşında, bir tekstil firmasında çalışıyor ve İstanbul’da yaşıyor. İlkokulu bitirdikten bir sene sonra annesinin isteği üzerine İsmailağa Cemaati’nin İstanbul-Bayrampaşa’da bulunan bir yatılı kursuna gönderilen Zeynep, kursta yaklaşık dört yıl kaldıktan sonra farklı bir şehre taşınmaları nedeniyle buradan ayrılıyor.

Şimdi sizi Zeynep’in hikâyesiyle baş başa bırakıyoruz:

“Ailem ve tüm akrabalarım dindar. Hepsi farklı tarikatlara bağlılar. İlkokulu bitirince annem yatılı Kuran kursunda din eğitimi almamı istedi. Babam pek istekli değildi. Çünkü babam, anneme göre daha demokrat, din konusunda da daha ılımlıydı. İlkokul bittikten bir sene sonra ablam, kuzenim ve benim yatılı kurs sürecim başladı. Toplam dört yıl yatılı din eğitimi aldım.

Ben, asi, dik başlı, bildiğini okuyan, aktivist ruhu olan bir insanım. O zaman da asiydim, bir bahane bulurdum, hasta numarası yapıp sabah namazlarına kalkmazdım, abdestsiz safa geçerdim, abdest almazdım… Din ile, din dersleriyle aram aslında hiçbir zaman çok iyi olmadı.

“Birkaç kere gece uyandırılıp nedenini bilmeden sıra dayağı yemiştik”

Mesela çocukken uzun etek giymekten hiç hoşlanmaz, annemden gizli eteğimi kısaltırdım. Çarşaf giydiğim dönemlerde, bir yere giderken annem görmesin diye merdivende makyaj yapardım. Uzun topuk ve ojeye bayılırdım. Evimize başörtüsüz, hoş görünümlü, bakımlı bir misafir gelmişti, çok tuhafıma gitmiş, yadırgamıştım. Bize o kadar uzaktı ki bu yaşam tarzı. Yadırgamıştım ama aynı zamanda çok da hoşuma gitmişti.

Çok şiddet gördüm diyemem. Birkaç kere gece uyandırılıp nedenini bilmeden sıra dayağı yemiştik. İnanın bu dayakları niye yedik ben de bilmiyordum.

 “Okuyabilseydim eminim şu an iyi bir yerde olabilirdim”

Benimki çalınmış ve boşa geçmiş bir hayat aslında. Kızların okuması haram olduğundan okutulmadık. Yıllar sonra sitem ettiğimizde annem ‘Sanki çok meraklıydınız?’ diye savundu kendini. İyi de biz o kültürde yetişmedik ki. Okumanın önemini nereden bilecektik? O bilince nasıl sahip olacaktık? Kaldı ki ablamın polis olmak istediği için ağladığını çok iyi bilirim.  Okuyabilseydim eminim şu an iyi bir yerde olabilirdim. Akademisyen, belki de gazeteci olabilirdim. Çünkü siyasetle çok ilgiliyim. Bu benim içimde çok ukdedir, yaradır, sızıdır, mutsuzluğumdur.

Bu yüzden benim öfkem cemaatten çok aileme. Annem vefat etti, buna rağmen annemi hiç ama hiç affetmiyorum. Bir anne, baba henüz kendini koruyamayacak yaşta olan çocuğunu başkasına, başkasının vicdanına nasıl teslim eder? O anlarda hissettiğim değersizlik duygusunu hiç unutmuyorum. Bu bir çocuk için travma. Hâlâ ailem için değersiz olduğumu düşünüyorum.

“Kendi adıma, hayatım adına üzülüyorum, çok üzülüyorum”

Uzun yıllar bu geleneksel kodlarla ve dindar biri olarak yaşadım. Kursa gittiğim dönemde çarşaf giydim. Hayatımda hep tek kaynaktan beslendim ve ideolojik olarak ailemin doğruları doğrum oldu. 20 yaşıma geldiğimde aslında dindar, muhafazakâr ama görüntü olarak seküler yaşam biçimi olan biriyle kendi isteğimle evlendim. Mutluydum. Pantolon giyebiliyor, makyaj yapabiliyordum. 

17 yıllık evliliğim bittikten sonra farklı ideolojik görüşleri olan nitelikli, entelektüel insanlarla tanıştım. Arkadaş, dost olduk. Uzun sohbetlerimiz oldu ve hâlâ oluyor. Farkındalığım oluştu. Doğru bildiğim birçok şeyin aslında doğru olmadığını anladım. Arkadaşlarıma bakınca tabii kendi adıma, hayatım adına üzülüyorum, çok üzülüyorum, ‘Böyle olmamalıydı’ diye düşünüyorum. Çevremde zeki, akıllı olduğumu söylerler. Bunu duyunca daha çok üzülüyorum.

Keşke farklı olsaydı…

“Mesela sutyen giyemezdik, gâvur icadı diye”

Yurtta, psikolojik sorunları olanlar oluyordu mesela. Cin çarpmış denilip dualar vs. ile tedavi etmeye çalışıyorlardı. Cehalete bakar mısınız? Utanç verici. Yobazlık… Mesela sutyen giyemezdik, gâvur icadı diye. Daha sonra arkadaşlarımdan sırt ağrıları olanları duymuşumdur çünkü göğüsleri belli olmasın diye iki büklüm duran arkadaşlarımızı, hocalarımızı hatırlıyorum. Gece yatarken mutlaka namaz başörtüsüyle uyurduk çünkü aksi takdirde melekler gelmezmiş. Böyle saçma sapan, absürt şeyler…

Ben hocalığı bitirseydim, orada kalmaya, onlara hizmet etmeye devam edecektim. Mesela, kuzenim, ablam orada hoca oldular ve orada hocalık yapmaya devam ettiler. Ben dördüncü sınıfın sonlarına doğru başka bir ile taşındığımızdan ayrıldım kurstan.

“Merdivenlerde Atatürk fotoğrafı vardı, kurs denetlenirse diye bir kandırmaca”

Oraya giden çocuklar çarşaf giyiyorlardı. Tabii pardösü giyenler vardı ama genel olarak çarşaf giyme yönünde dayatma yapıldığından çarşaf giyiliyordu. Kuzenim ve ben çarşaf giydik ama ablam giymedi, pardösü giyiyordu. Bol kesim elbise, uzun paçalı iç çamaşırları giyiyorduk. Diğerleri gavur icadıydı çünkü.

Merdivenlerde Atatürk fotoğrafı vardı, kurs basılırsa, denetlenirse diye bir kandırmaca. Atatürk’le uzaktan yakından alakaları yok elbette. Kurs denetlendiği zaman onu bir argüman olarak kullanacaklardı işte.

“Normal kitap okumak kesinlikle yasaktı”

Ranzalarımızda, yatakhanelerde yatıyorduk. Sabah namazına kaldırılıyorduk, zaten bazen derslerimiz olduğu için gece Teheccüd Namazı’na kalkıp hiç uyumuyorduk. Sabah gidip buz gibi suda abdest alıyorduk -ki ben çoğunlukla almıyordum çünkü şadırvan çok soğuk su buz gibi oluyordu kışın.

Çok erken uyandırılıyorduk; yani ezandan yarım saat önce gibi. Ondan sonra namaz, sonra kahvaltı, kahvaltıya kadar ders çalışıyorduk, ezber yapıyorduk, ondan sonra bütün gün ders, sonra öğle yemeği, ondan sonra tekrar ders, sonra akşam yemeği, sonra Kuran dersleri, sonra birkaç saat serbest zaman fakat normal kitap okumak kesinlikle yasaktı. Dini romanlar bile yasaktı, sürekli ders çalışmak zorundaydınız. Mesela ben Ahmet Günbay Yıldız’ın bütün romanlarını gizli gizli okudum orada, dini, İslamî bir yazar olmasına rağmen; çünkü yasaktı. Hafta sonu ancak okunabiliyordu. Kursun bana kattığı tek güzel şey kitap okuma alışkanlığımdır.

 “Yıllardır yapamadığım şeyleri şu an yapıyorum”

Ben kurstan ayrıldıktan sonra bağlantım kesildi ama o kültürün içindeydim ailem İslamcı olduğu için. Sohbetlere falan gitmiyordum ama o kültürle yıllarca yaşadım, çarşafı giydim, 17-18 yaşına kadar çarşafı giydim.

Şu an ailemdeki tek başı açık insanım, üç yıl önce başımı açtım, hatta şu an herhangi bir dine, dogmaya inanmıyorum, Alkol alıyorum, dekolte giyiyorum. Ailem bu konuda bana çok ciddi bir baskı yapmadı, belki onları dinlemeyeceğimi bildikleri için bir şey söylememiş de olabilirler en azından yüzüme karşı.

Hatta arkadaşlarım bana ‘Sen yıllardır yaşayamadıklarının acısını çıkarıyormuş izlenimi veriyorsun’ diyorlar, kısmen öyle aslında. Ben konserlere, müzik dinlemeye gidiyorum, arkadaşlarımla eğleniyorum. Yıllardır yapamadığım şeyleri şu an yapıyorum. Bazen çok dekolte giydiğim zaman uyarıyorlar. ‘Yıllardır kapattım biraz da böyle deneyeyim’ diyerek gülüyorum.

“Derse girmemek için ‘regl oldum’ yalanı uydurmuştum”

Çocukluk aklımla bir de şu dikkatimi çekmişti: Kahvaltıya hocalarla birlikte, aynı anda iniyorduk. Hocaların masası her zaman bizim masalarımızdan çok daha güzel olurdu. Patates kızartmaları falan bizde hiç olmazdı, ona çok kızardım. Haykırmak istiyordum: ‘Niye siz bunu yiyorsunuz, İslam’da bu var mı, göz hakkı diye bir şey var’ diye. O çocuk aklımla söyleniyordum. O zaman bu beni çok incitirdi çünkü patates kızartmasını çok seviyordum.

Ders çalışmak istemiyordum. Mesela bir gün ‘Ben hasta (regl) oldum’ demiştim. Halbuki daha hiç regl olmamıştım, sırf o dersten muaf olmak o derse girmemek, ders çalışmamak için böyle bir yalan uydurmuştum. Ben hep haylazdım, yaramazdım.

“Camlarımız kapalıydı, perdelerin arkasından bile bakmamız mümkün değildi”

Biz erkek sinek göremiyorduk, nasıl taciz vakası olacak? Bu yüzden hiç taciz olayına denk gelmedim. Bizim camlarımız kapalıydı, perdelerin arkasından bile bakmamız mümkün değildi. A… Hoca’mız vardı, büyük hocamızın eşi, yani oranın sahibi. Azıcık perdeyi aralarsan, olur da dışarıdan biri görürse anında telefon gelirdi, duyardık, ‘Şikâyet var, camlardan bakıyorlar’ diye. Erkek sinek göremezdik yani.

“İlkokul mezunuyum ama okudum, okudum, okudum, kendimi geliştirdim”

Dinlerin gerçekten insanların başına gelmiş en büyük felaket olduğunu düşünüyorum, din çok ciddi ilkellik. Ama bazen de insanlar için motivasyon kaynağı olduğunu düşünüyorum. Dinler olmalı sanırım.

Ben ilkokul mezunuyum ama okudum, okudum, okudum, kendimi geliştirdim. Benim arkamdan şey diyorlarmış bazı yaptıklarımla ilgili, ‘Bu, ilkokul düzeyinde bir insanın yapabileceği, başarabileceği şeyler değil, bu kesin yurtdışı bağlantılı, ajan’ diye şeyler de duyuyorum hakkımda. Çünkü benim gibi örnekler çok az, ilkokul mezunu olup da kendini geliştirebilen… Ben de çok fazla geliştirdiğimi söyleyemem tabii ki, çok çok çok fazla eksiğim ama bu da benim için bir başarı…

“Benim artık ailemle paylaşabileceğim hiçbir şey kalmadı”

Ailemle, kuzenlerimle, kardeşlerimle inanın arkadaşlarımla görüştüğümün yüzde biri kadar görüşüyorum. Onlarla bir saat görüşüyorsam, arkadaşlarımla 10 saat görüşüyorum. Çünkü benim artık ailemle paylaşabileceğim hiçbir şey kalmadı, bu da beni aslında çok olumsuz etkiledi, çok yalnızlaştırdı. Artık ailemle paylaşabileceğim çok az şey var. Bir araya geldiğimizde konu ya din ya Erdoğan oluyor. Erdoğan’ı çok seviyorlar, buna katlanamıyorum. Benim ilkelerim, etik değerlerim ve vicdanım var.

Önceki kafamla daha mutluydum, inanın. Kafan rahat bir kere. Senin yerine birileri düşünüyor, karar veriyor vs. Ne güzel sen hiç yorulmuyorsun. Bu büyük bir konfor aslında. Oysa düşünen, sorgulayan insan öyle mi?  Düşünen için hayat cehennem, yalnızlık, mutsuzluk bence.”

*Röportaj yapılan kişinin ismi, isteği üzerine gizli tutulmuştur.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.