Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan iktidarında tarikat ve cemaatlerin serüveni (16) | “Al gülüm, ver gülüm” devri biteli çok oluyor

“Tarikat ve cemaatlerin serüveni”ni ele aldığım 16 yazıdan oluşan dizi boyunca, Nurcular, İsmailağa ve Süleymancılar üzerinden Erdoğan’ın 21 yıllık iktidarında dindarların yaşadıkları değişim ve dönüşümlere ışık tutmaya çalıştım. Dizinin bu son yazısında ise tarikat ve cemaatlerin Türkiye siyasetinde bugün geldikleri konuma ve Erdoğan’la ilişkilerinin yıllar içinde nasıl değişip dönüştüğüne ilişkin genel bir değerlendirme sunmaya çalışacağım. 

Türkiye’de başta tarikat ve cemaatler olmak üzere neredeyse tüm dinî yapılanmalar, Erdoğan’ın iktidara gelişini büyük bir coşkuyla karşıladı. Yıllarca, merdiven altında varlıklarını sürdüren bu yapılar, Erdoğan’ın iktidara gelmesinin kendileri için büyük bir özgürleşme fırsatı olduğunun farkındaydılar. Nitekim öyle de oldu. Erdoğan çok hızlı bir şekilde olmasa da süreç içerisinde, toplumu alıştıra alıştıra bu yapıları özgürleştirdi, hatta onlara birçok imtiyaz tanımaya başladı. Dinî yapıların birçoğu da tanınan imtiyazları reddetmeyi bırakın, bu konuda Erdoğan’dan oldukça talepkârdılar. 

Başta bu ilişkiden herkes memnun gözüküyordu, hem Erdoğan bu yapıların ilgisi ve sevgisi sayesinde iktidarını günden güne pekiştiriyor hem de bu yapılar faaliyet alanlarını Erdoğan’ın desteğiyle genişletebiliyorlardı. Ancak bu “Al gülüm, ver gülüm” ilişkisi bir noktadan sonra istenildiği gibi gitmemeye başladı. Erdoğan’ın bu yapılara tanıdığı özgürlük, özellikle 17-25 Aralık sürecinden sonra “Siz benim emellerime hizmet ettiğiniz ölçüde özgürsünüz” hâline büründü. 

Öte yandan bu ilişkiden eskisi kadar menfaat sağlayamayan yalnızca dinî yapılar değildi, Erdoğan da artık onlardan umduğunu bulamıyordu. Çünkü Türkiye’de bu yapıların tarihsel süreç içerisinde bu denli güçlenmesinin en önemli nedeni, dindarların kendilerine dinlerini yaşayacak bir alan arayışıydı. Kamusal alanda dinleriyle birlikte var olamayan dindarlar, dinî yapılanmaları kendilerine alternatif bir kamusal alan olarak görüyorlardı.

Ancak Erdoğan’ın iktidara gelişiyle dinin kamusal alanda görünür olmasına ilişkin problemler peyderpey ortadan kalktı ve dindarlar, alternatif bir kamusal alana eskisi kadar ihtiyaç duymamaya başladılar. Ayrıca Erdoğan’ın güdümü altına almak istediği bu yapılanmalar, dindarların kendilerini eskisi kadar özgür hissedebildikleri yerler olmaktan da çıktı. Bu, hem başta gençler olmak üzere yeni toplum kesimlerinin bu yapılara ilgi göstermemesine hem de bu grupların hâlihazırda var olan mensuplarından bazılarının bu yapılardan kopuşuna veya eskisi kadar güçlü bir bağlılık duymamaya başlamalarına neden oldu. 

Fakat tek problem bu yapıların niceliklerindeki küçülme değildi. Bundan daha önemlisi, Erdoğan’ın güdümü altına aldığı bu yapılar günden güne toplumu etkileme güçlerini kaybetmişlerdi. Eskiden bu yapılarla organik bağı bulunmayan insanlar dahi, bu grupların söylemlerinden etkilenip faaliyetlerini desteklerlerken, zamanla bu ilgi ve sevginin yerini nefret ve öfke almaya başladı. Bunda 15 Temmuz 2016’nın toplumda yarattığı infialin yanında Erdoğan’ın toplumdaki saygınlığını günden güne yitirmesinin de payı vardı. 

Dinî yapıların oyları hâlâ kıymetli mi?

Bugün başta Erdoğan olmak üzere pek çok siyasetçi dinî yapılanmaların oylarını istemeye devam ediyor. Peki, Türkiye’de tarikat ve cemaatlerin mensuplarına ilişkin herhangi bir istatistik bulunmasa da toplumu etkileme gücünden bu denli mahrum olan bu yapıların oylarını kıymetli kılan ne?

Öncelikle güç kaybı yaşayanın yalnızca tarikat ve cemaatler olmadığını söylemek gerekiyor. Hem anketler hem de Erdoğan’ın eylem ve söylemleri, 14 Mayıs’ın onun siyasî hayatının en kritik seçimleri olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla eskiden olsa umursamayacağı sayılar, önümüzdeki seçimlerde yüzde 50+1’in tek hedef olduğu da göz önüne alındığında Erdoğan için bir hayli kritik. 

Ayrıca Erdoğan’ın oy isteyebileceği kapıların sayısı da artık oldukça sınırlı. Çünkü dava arkadaşlarından pek çoğu Erdoğan’ı terk etmiş ve hatta karşısına geçmiş durumdalar. Bu nedenle Erdoğan’ın kapısını çalıp oy isteyebileceği yegâne yapılar, zamanında oldukça bonkör davrandığı tarikat ve cemaatler olarak karşımıza çıkıyor. 

Tarikat ve cemaatlerin seçim kampanyaları ne kadar etkili?

Bugün Erdoğan’ın Türkiye toplumuna vaat edebileceği neredeyse hiçbir şey kalmadı. Bu durum, kendisinin seçim kampanyasının, yalnızca LGBTİ+’lar, dindarların kazanımları ve millî güvenlik üçgeninde ilerliyor olmasından da çok net bir şekilde görülebiliyor. Buna paralel olarak, tarikat ve cemaatlerin yöneticilerinin de mensuplarından Erdoğan için oy isterken kullanabileceği fazla argüman kalmamış gibi görünüyor. 

Bu nedenle Erdoğan’la bu denli bütünleşen, artık deyim yerindeyse Erdoğanlaşan tarikat ve cemaat liderleri de mensuplarından oy isterken Erdoğanvarî metotlar izleyerek,  Erdoğan gibi negatif söylemler üzerine kurulu bir kampanya yürütüyorlar. Örneğin, artık Erdoğan iktidarının dini ihyâ edeceği söyleminin yerini, Kılıçdaroğlu’na oy verenlerin cennete gidemeyeceği veya cemaatlerinin liderlerinin CHP’ye oy vermeyeceğini söylemi almış durumda.

Ayrıca tarikat ve cemaatlerde Erdoğan için yürütülen kampanya geçmişe göre oldukça yoğun. Bunun nedenlerinden biri, bu yapıların mensuplarını Erdoğan’a oy vermeye ikna etmek için daha fazla çabalamalarının gerekliliğiyken, bir başka nedeni ise Erdoğan’ın bu yapılar üzerinde kurduğu baskının geçmişe göre bir hayli artmış olması. 

Geçmişte, “Biz siyasetten uzak duruyoruz” söylemini gerçek mânada olmasa da görünüşte devam ettirmeye çalışan birçok tarikat ve cemaatin artık böyle bir derdi de kalmamış durumda. Tarikat ve cemaatlerin pek çoğu seçim kampanyası yürütmek için yeni metotlar geliştiriyor, deyim yerindeyse Erdoğan’ın seçim ofisi gibi çalışarak paralel bir kampanya yürütüyorlar. 

İsmailağa Cemaati’nin yürüttüğü seçim çalışmaları

Türkiye’de tarikat ve cemaatlerin geleceği

Tarikat ve cemaatlerin pek çoğu Erdoğan’ı iktidarda tutmak için var güçleriyle çalışsa dahi Erdoğan’ın tekrar iktidara gelmesinin onlara kazandıracağı pek bir şey yok. Tam tersine Erdoğan iktidarının devamı, bu yapıların itibarlarını -eğer kaldıysa- tümden kaybetmelerine neden olacak. Elbette ki tarikat ve cemaatlerin iktidarla kurdukları rant ilişkilerini sürdürebilmeleri Erdoğan’ın iktidarına bağlı, ancak bunlar bu yapılara mensup küçük bir kitlenin menfaatini sağlayabilecek türden ilişkiler. 

Muhalefet ise Türkiye’de tarikat ve cemaatlerin geleceğine dair net bir politika önermekten kaçınıyor. Gündeme bu yapılara ilişkin acı verici olaylar düştüğünde “Tarikat ve cemaatleri kapatacağız” gibi söylemlerde bulunan muhalefet partileri olsa da bunun gerçekçi olmadığı oldukça açık. Çünkü bu yapıların zaten yasal bir statüleri yok, ayrıca muhalefetin de her ne kadar geçmişteki kadar etkili olmasalar da bu yapıları karşısına almak istemeyeceği muhakkak. 

Ancak eğer bu konu muhalefetin gündemine girerse, tarikat ve cemaatlere ait yapıların denetlenmesi elbette ki mümkün. Bu, tarikat ve cemaatlerin toplumdaki güvenilirliklerini yeniden kazanmalarının bir yolu. Ancak Türkiye’deki geleneksel dinî yapılanmalardan hiçbiri daha geniş toplum kesimlerine hitap edebilmek için kollarını sıvamaya istekli değil. Yok olmak pahasına da olsa gelenekçi yapılarını korumak konusunda oldukça dirençliler. Bu nedenle, yakın gelecekte varlıklarını devam ettirebilecek olsalar da sonunda yok olmaya mahkûm gibi gözüküyorlar. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.