Meral Akşener kızmakta haklı mı?

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı davada mahkeme heyeti, 14 Aralık’ta İmamoğlu’na iki yıl yedi ay 15 gün hapis cezası vermiş ve siyasi yasak getiren TCK’nın 53. maddesini uygulamıştı.

Kararın ardından İmamoğlu, “16 milyon İstanbullunun evi Saraçhane’dir” diyerek herkesi Saraçhane’ye davet etmişti.

Sosyal medya hesabından İmamoğlu’nun çağrısına yanıt veren İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de o gün herkesi Saraçhane’ye davet etmiş ve Ankara’dan yola çıkmıştı.

Akşener o akşam İmamoğlu’nun yanında olmuş ve destek vermiş, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise Almanya’da bir programda olması eleştirilmişti.

İmamoğlu’nun yanındaki liderin Kılıçdaroğlu olması gerekirken, kendisinin Berlin’de olması nedeniyle Akşener’in fırsatı iyi değerlendirdiği yorumları yapılmıştı.

Akşener ise İmamoğlu’na hapis cezası verilmesinin ardından Saraçhane’ye gitmesiyle ilgili tartışmalara yanıt verdi.

Akşener, İmamoğlu’nun çağrısı üzerine Saraçhane’ye gitmekle yanlış mı yaptı? Asıl İmamoğlu’nun yanında olması beklenen Kılıçdaroğlu’ndan rol mü çaldı? Kılıçdaroğlu’nun “Bir parti başka bir partinin içişlerine karışmamalı” sözleri kimeydi? Peki Akşener kızmakta haklı mı?

Ruşen Çakır, Kılıçdaroğlu’nun İmamoğlu’nu Saraçhane’de yalnız bıraktığı o günün ardından iki lider arasındaki durumu değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Gazetecilerin bâzen birbirlerini kıskandıkları olur, sık olur. Ama çok îtiraf edemezler. Dün FOX TV’de İlker Karagöz’ün sabah programına İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener çıktı ve orada söyledikleri bayağı çarpıcıydı. Açıkçası meslektaşımı kıskandım. Meral Hanım’la yakın bir târihte biz de yayın yapmıştık; ama bu tür polemikler yoktu. Çok iyi bir yayın oldu. Çok memnun kaldım. Kendisi de anladığım kadarıyla memnun kalmış. Ancak İstanbul’daki Saraçhâne olayının ardından gelen bu yayında, çok açık ve net konuşmuş. Bizim Burak Bilgehan Özpek’in çok kullandığı gibi, “kitabın ortasından konuşmuş” ve bir gazeteci olarak gerçekten kıskandım, keşke bu yayını ben yapabilseydim diye. Artık bir sonraki yayınlarda bakalım şansımıza ne çıkacak? 

Yayının başlığını, “Meral Akşener kızmakta haklı mı?” diye verdim. Aslında yayının başlığı, “Kızmakta haksız mı?” olması lâzım. Ama “haksız mı?” dediğiniz zaman, zâten tavrınızı, cevâbınızı vermiş oluyorsunuz. Bir anlamda, “haksız mı?” diye sorduğunuz zaman, o kişinin haklı olduğunu kabul ediyorsunuz. “Haklı mı?” diye sorduğunuz zaman, acaba haklı mı diyecek, haksız mı diyecek diye merak edilir. Ben baştan söyleyeyim; Meral Akşener haksız değil, haklı söylediklerinde. Tabiî birtakım şeyleri başka türlü ifâde etse daha mı iyi olur? Bilmem, bu tartışmalar olabilir. Meral Akşener, Saraçhâne’yle ilgili başlayan, Altılı Masa içerisindeki spekülasyonlara, oradaki tartışmalara kimi zaman üstü örtülü kimi zaman açık lâflara, karşılıklı yapılan eleştirilere, hattâ yer yer saldırılara karşı pozisyonunu savunmuş ve pozisyonunda da bence haklıydı. Bunu ilk defâ söylemiyorum. Çarşamba günü “Adını Koyalım”da tartıştık, Edgar Şar’ın yönetiminde. Burada kendimce tâne tâne anlatmıştım. Onu tekrar bir görelim. Bir anlamda kendimi alıntılamış olayım. Ondan sonra devam edelim: 

21 Aralık 2022 târihli “Adını Koyalım” yayını:

Kılıçdaroğlu’nun Çarşamba günü Berlin’de değil de İstanbul ya da Ankara’da olduğunu ve tıpkı Meral Akşener’in yaptığı gibi, daha önce Canan Kaftancıoğlu dâvâsında yaptığı gibi, hemen uçarcasına Saraçhâne’ye Ekrem İmamoğlu’nun yanına geldiğini varsaysak, Meral Akşener’in de geldiğini düşünsek; Kılıçdaroğlu’nun geldiğini görünce bir ihtimal Ali Babacan ve Davutoğlu da, daha ilk geceden Saraçhâne’ye gelebilirdi. Orada çıkacak olan fotoğraf, bambaşka bir fotoğraf, çok güçlü bir fotoğraf olurdu. İktidar neyi hedeflemiş olursa olsun, baştan kaybetmiş olurdu. Ama orada o fotoğraf neden olamadı? Kılıçdaroğlu Türkiye’de olmadığı için olamadı. Türkiye’de olmadığı ve Berlin’de olduğu için olmadı. Ekrem İmamoğlu, ‘Kılıçdaroğlu burada yok’ deyip ilk günün kamuoyunda oluşan tepkisini bir şekilde sokağa yansıtmaktan imtinâ mı edecekti? Yani yaptığı yanlış mı? Bence yanlış değil. Meral Akşener’in, o çağrının üzerine atlayıp gitmesi yanlış mı? Bence yanlış değil. Siyâseten çok akıllıca bir şey yaptı. Bence burada yanlışı Kılıçdaroğlu yaptı. Bunu bir şekilde kabul etmiyor. Hattâ bâzı danışmanlarının, Kılıçdaroğlu’na bu süreçte en çok kendisinin kazançlı çıktığını söyledikleri iddia ediliyor. Doğrudur yanlıştır bilemiyorum.Sonuçta biz, bir haftadır Kılıçdaroğlu’nun yaptığı hatâyı telâfî edememesinin ya da etmemesinin muhâlefete ve Altılı Masa’ya yaşattıklarını tartışıyoruz ve iktidârın, iktidar ortaklarının bundan aldığı keyfi izliyoruz. Çok acayip bir olay.”

Evet, aradaki fark, hafta içi olduğu için ben ceket ve kravatlıyım. Hafta sonu olduğu için bugün gömlekli ve kravatsızım. Aynı şeyleri söylüyorum. Bir de şunu özellikle vurgulamak lâzım; son dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik olumsuz bir şey söylediğinizde, bir eleştiri dile getirdiğinizde, bir koro hâlinde “Beşli çete”nin tetikçisi olmakla suçlanıyor insanlar. Beni de suçlayanlar var mıdır bilmiyorum; ama doğruya doğru, eğriye eğri. Kılıçdaroğlu o gün İstanbul’da ya da Türkiye’de olsaydı bambaşka şeyler konuşuyor olacaktık. Mahkeme gününde Almanya’ya giderek –ki daha önceydi programı, ertelemişti–, gidişini mahkeme gününe alarak, bu yaşanacakları öngörmeyerek bence çok bâriz bir hatâ yaptı. Ama tabiî hatâyı kabullenmenin değişik yolları var. Bunun yerine, tam tersine, bir hatâ olmadığı söylendi; özellikle danışmanları, yanındaki birileri tarafından yönlendirildi — ki Meral Akşener de FOX TV’deki yayında, hedefinin Kılıçdaroğlu değil onun kurmayları olduğunu söylüyor, bunu bir not olarak düşelim.

Akşener ayrıca birtakım detaylar da verdi. Bunları bilmiyorduk, öğrendik. Şaşırmadım açıkçası. Ne diyor meselâ? “Kılıçdaroğlu’nu aradım, telefonu kapalıymış, ulaşamadım” diyor. Almanya’da olduğunu bilmiyormuş. Uçakta olduğunu sanmış, herhangi bir yerden bir yere gittiğini düşünmüş. Sonra Almanya’da olduğunu öğrenmiş. “Ama ben bunu izin almak için yapmadım. Böyle bir mecbûriyetim yok” diyor. Bunu söyleyenlere de lâf ediyor: “Kimse bana bunu söyleyemez. Böyle bir şey söyleyemez” diyor. Şöyle söylüyor: “Sonra Sayın Gültekin Uysal’ı aradım. Çok ağır gripti. Sayın Babacan’ı aradım, basınla ilgili bir programdaymış. Sayın Davutoğlu akşama gelebileceğini söyledi. Temel Bey’e hiç ulaşamadık, hastânedeymiş. Ben orada bir güç gösterisi yapabilirim diye aramıştım.” Nitekim bu güç gösterisi bir gün sonra yapıldı. Yani şunu da diyenler olabilir; “O da diğerleri gibi bir gün sonra gitseydi” diyenler olabilir. O zaman da söylediği şu: “Ekrem İmamoğlu’nu tek başına mı bıraksaydık?” Burada söylediği şu husus bence çok önemli: Kazanan büyükşehir belediyelerinde –Mersin dışındaki illerde– tek adayla gittiklerini; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya gibi, büyükşehirlerde tek adayla gittiklerini, dolayısıyla burada seçilenlerin CHP’li olmakla birlikte, aynı zamanda kendi partilerinin de belediye başkanı olduğunu söylüyor. Bu vurgu önemli; çünkü Millet İttifâkı olarak girildi ve diyelim ki İstanbul’da, Ankara’yı bilemiyorum, Ankara da belki öyledir; ama İstanbul’da İYİ Parti olmasaydı zâten başta –“ilk turda” diyecektim, ama ilk seçimde– Binali Yıldırım kazanıyordu, yani İYİ Parti ayrı bir aday çıkarsaydı –biliyorsunuz İmamoğlu kıl payı kazandı, onun üzerine îtiraz edip seçimi yenilettiler– Ekrem İmamoğlu kazanamıyordu. Tabiî biz HDP’ye, Selahattin Demirtaş’ın söylediklerine daha çok odaklanıyoruz; ama tek başına HDP’nin desteğiyle Ekrem İmamoğlu kazanabilmiş değil. Burada İYİ Parti’yi atlamak çok büyük bir haksızlık olur. Onun dışında İYİ Parti, örgüt olarak da –il başkanları Buğra Kavuncu başta olmak üzere– baştan îtibâren buna destek verdiler. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu, Meral Akşener’in de sâhip çıkmasında sorun olmayacak birisi ve samîmîyetini o anlamda söylüyor. Diyor ki: “Burada birtakım kurmaylar, olayın gerçekleriyle yüzleşmek yerine…” –tabiî ben bunu meâlen aktarıyorum– “… Erdoğan’ın yaptığı oyuna geldiler, trollemeye geldiler” diyor. O trolleme ne? “Mahkeme karârından Meral Akşener’in haberi vardı” diye bir hava yarattılar biliyorsunuz. Akşener tek başına gitti. Orada kucaklaştı. “Çak yaptı” demiş Erdoğan galiba, ellerini birbirine çakmak anlamında. Bunu söyleyerek burada bir komplo aradılar. “Bizansvâri oyunlar” dediler. Erdoğan da dedi, diğerleri de dedi. Halbuki İsmail Saymaz dün bize bir atlatma haberle, isim isim kimlerin katıldığını sayarak, olaydan bir gün önce Saray’da bir toplantı yapıldığını ve orada Erdoğan’ın İmamoğlu dâvâsını konuştuğunu ve îtiraz edenler olduğunu, sessiz kalanlar olduğunu ve de cezâlandırılmasının doğru olduğunu savunanlar olduğunu söyledi. Yani mahkeme, önceden Külliye’de kurulmuş, onu bize gösterdi. Meral Akşener’e önceden atfedilen, sonucu önceden biliyordu meselesi, bir anlamda sonucu kendilerinin önceden bilmesi — hattâ sonucu önceden bilmek de diyemeyiz buna; sonucu bir şekilde tebliğ etmek bu. Yani son âna kadar, belli bir aşamaya kadar, ne karar vereceğini ya da hangi karârı açıklayacağını mahkemenin de bilmediğini düşünmemiz için çok sebep var. 

Burada, bu olay ciddî bir şekilde sarstı. Kılıçdaroğlu, “Partiler birbirinin iç işlerine karışmamalı” dedi ve belli ki hedefi Meral Akşener’di. Meral Akşener de hiç üstüne alınmadı; “Bunlar iç işlerine karışmak değil” dedi. Hangisi haklı iç işlerine karışmak konusunda? Ekrem İmamoğlu CHP’den seçildi. İnsanları Saraçhâne’ye çağırdı. Meral Akşener, “O benim partimden değil” deyip gitmeyecek miydi? Bence Meral Akşener her açıdan doğru yaptı. Bir kere kendisi açısından siyâsetçi refleksi olarak, kendi partisi açısından, Ekrem İmamoğlu açısından ve aslında tüm muhâlefet açısından, orada olarak bence siyâseten doğru bir şey yaptı. Tekrar baştaki olaya dönüyoruz; burada yanlış yapan CHP’liler. Özellikle de Kılıçdaroğlu, o gün Türkiye’de olmayarak ve o akşam İmamoğlu’nun dâvetine ânında uyamayarak… Canan Kaftancıoğlu dâvâsında bunun tersi olmuştu. Kılıçdaroğlu bütün milletvekilleriyle, parti yöneticileriyle İstanbul’a çıkartma yapmıştı. Hattâ ondan sonra da, İstanbul İl Başkanlığı’nda toplanmışken o meşhur baskını da yaptılar –ki ben de yerinde izlemiştim o olayı– baskın da yapmışlardı. Bu olayda bunu yapamadı, çünkü mesâfe uzaktı.

Burada başka bir soru var. Bunların dillendirilmesi, böyle açıktan medya üzerinden konuşulması ne derece doğru? İşte, Altılı Masa’nın en büyük handikaplarından birisi bu. Meral Akşener diyor ki: “Kılıçdaroğlu ile birbirimizin telefonları var. Doğrudan, özel kalemleri atlayarak birbirimizle konuşabiliyoruz”. O kadar çok olay oldu ki. Meselâ Akşener’in “Biz noter değiliz” demesi, Kılıçdaroğlu’nun son söylediği ya da partililerine söylemiş gibi algıladığımız, ama aslında Altılı Masa’daki muhâtaplarını da kapsadığını varsayabileceğimiz, “Ya yanımdasınız, ya karşımda” çıkışı vs.. Bütün bunlarda, niye bunları kendi aralarında konuşmuyorlar da böyle medya üzerinden, sosyal medya üzerinden yapıyorlar? Bu, Altılı Masa’nın bence önemli bir sorunu. Kendi aralarında konuşsunlar, gerekiyorsa kamuoyunun önünde de birtakım şeyleri tartışsınlar; ama anlaşıldığı kadarıyla bu meseleleri kendi aralarında hiç konuşmayıp, konuşma ihtiyâcı hissettiklerinde –ki artık sık sık olmaya başladı– kamuya karşı medya üzerinden yapıyorlar. Bu başlı başına bir sorun. Bunu nasıl aşacaklar? 5 Ocak’taki toplantıda –10. toplantı olacak Gelecek Partisi’nin ev sâhipliğinde– herhalde bütün bunları artık masaya koyarlar diye düşünmek lâzım. Çünkü iş bayağı bir karşılıklı lâf yetiştirmeye kadar vardı. 

Bir diğer husus: Akşener sıklıkla kendisine zamânında kimsenin sâhip çıkmadığını söylüyor — evi basıldığında ya da kendisine “Meral Kılıçdaroğlu” dendiğinde. Bunları bizim yayında da söyledi. Bu gerçekten onda bayağı bir etki yaratmış anlaşılan — ki burada da haksız değil açıkçası. Evi basıldığı zamânı hayal meyal hatırlıyorum. Çok çok büyük bir olaydı. Kamuoyunda yeterince yankı bulmadı. Tabiî burada medyanın büyük ölçüde iktidar tarafından kuşatılmasının etkisi var; ama bunu bütün muhâlefet bir olaya çevirmedi. Diğer husus, “Meral Kılıçdaroğlu” meselesi biraz daha farklı bir olay. Çok yakışıksız bir şey. Gerçekten tavır alınması gereken bir şey siyâsetçiler açısından. Ama tabiî baskın kadar görsel yönü güçlü bir olay değildi o. Evine baskından farklı; ama yine alenî olarak –Rize’deydi yanlış hatırlamıyorsam– uğradığı bir tür saldırı da var. Bunların hepsinde de görüyoruz ki iktidar sık sık, “Gelsene bizim yanımıza. Orada harcanıyorsun” dediği Meral Akşener’i, aynı zamanda korkutmak ve sindirmek de istiyor ve Akşener de bu konuda şu âna kadar açıkçası sağlam bir duruş sergiledi ve bu onun en büyük avantajlarından birisi. 

Şimdi tekrar FOX TV’deki yayına dönecek olursak, Akşener’in böyle arada sırada yaptığı gib, lâfı doğrudan söylemesi, hiç dolandırmadan söylemesi, kızgınlığını da açıkça îlân etmesi doğru mu yanlış mı? İşte bu önemli bir soru olarak karşımızda duruyor. Tüm siyâsetçiler için geçerli bu. Siyâsetçilerin içiyle dışının bir olduğu anlar çok fazla yoktur. Genellikle içeride taşıdıkları şeyi birtakım süzgeçlerden geçirirler. Ama Meral Akşener bu anlamda gerçekten farklı bir tablo çiziyor. Geleneksel olarak, daha ilk Doğru Yol Partisi’nde bakanlık yaptığı zamandan beri siyâsî olarak, ideolojik olarak ondan çok uzak olan insanlar da bunu bir şekilde görüyorlar. O değişik bir profil çiziyor. Eskiden bu tür şeylere ne denirdi? Çok yanlış bir şekilde, “Erkek gibi siyâsetçi” filan derlerdi. Şimdi özellikle son dönemde İYİ Parti’yle berâber kadın kimliğini çok ciddî bir şekilde, açık ve güçlü bir şekilde savunan Meral Akşener’e bunu söylemek çok haksızlık olur. Ama orada kastedilen şeyin farkındayız. O kastedilen şeyi, cinsiyeti erkek olan çok kişinin yapmadığını da biliyoruz. Burada daha bir doğrudan siyâset yapma yönü var Meral Akşener’in ve o yönünün kendisine zarardan çok yarârı olduğu kanısındayım. Burada bir denge olması lâzım tabiî. Onun esnaf ziyâretlerini de tâkip ettim; birçok şehirde, genellikle ülkenin batısındaki ziyâretlerini gördüm. Ama gittiği yerlerin hemen hemen hepsinde partisi geri plandaydı. Meselâ Sakarya’da, AKP’nin ve MHP’nin çok güçlü olduğu yerlerde bile bu doğrudanlığı ve açık sözlülüğüyle bayağı bir prim yaptığını, bunun etkili olduğunu da kabul etmek lâzım. 

Evet, bu yayın aslında Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek için yapılmış bir yayın. Siyâsî olarak çok farklı yerlerde duruyoruz. Ama siyâsetçi-gazeteci ilişkisi olarak karşılıklı olarak birbirimize mesâfelerimizi koruyarak ve karşılıklı bir güven ilişkisi içerisinde olduğumuzu düşünüyorum kendisiyle ve bir anlamıyla Ekrem İmamoğlu’nun cezâ alması ve sonrasındaki süreçte Meral Akşener’in Altılı Masa için ne kadar önemli olduğunun bir kez daha ortaya çıktığını vurgulamak istiyorum. Kendisi ısrarla, bizim yayında da yapmıştı, bu son yayında da, “Altılı Masa’nın adayı cumhurbaşkanı olacak, tek aday çıkarmalıyız, ben aday değilim” vurgularıyla duruşunu da hep koruyor. Yani bu îtirazlar, bu sitemler, yer yer bu doğrudan sert eleştirilere rağmen, Altılı Masa’nın sâhibi olduğunu, onu sâhiplenmeye devam ettiğini de söylüyor. Umarım diğerleri de bu siyâseten söylenmiş şeyleri böyle alıp, Masa’nın buradan çok da fazla zarar görmediğini ya da Masa’yı hedef almadığını anlıyorlardır diye tahmin ediyorum. Ama sonuçta siyâset bu. Herkesin farklı farklı beklentileri var. Dünkü yayında da değindim; Selahattin Demirtaş’ın Murat Sabuncu’ya verdiği cevaplarda söylediği çok anlamlı bir şey var. O da şu: “Bugün kazanabilir aday diye birilerini söyleyenler, aslında o kişilere yatırım yaptıkları için söylüyor. Sonuçta eğer ilkeler temelinde bir mutâbakat oluşursa, aday kim olursa olsun kazanır” diyor. Evet, görüldüğü kadarıyla Meral Akşener de büyük ölçüde bu noktada. O hâlâ tek aday konusunda ısrarlı. Adayların kazanabilirliği veya şu ya da bu üzerinden yapılan o değerlendirmelerin belli bir yerden sonra çok fazla bir anlamı yok. Önemli olan, bu bir araya gelen partilerin mutâbık kalması ve tabiî  –Selahattin Demirtaş’a da tekrar gönderme yapacak olursak– mutâbık kalırken HDP başta olmak üzere muhâlefette olduğunu bildiğimiz ya da en azından iktidârın yanında yer almayan diğer partileri de gözetmeleri herhalde en isâbetlisi olur. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.