Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Dünyada örneği olmayan direniş: Boğaziçi Üniversitesi | Bir problemi çözmeye bir ömür adayan akademisyenler anlatıyor

Prof. Dr. Melih Bulu’nun, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasıyla başlayan prostestolar devam ediyor. Protestoların ikinci yıldönümünde Prof. Dr. Kuban Altınel, Dr. Tolga Sütlü ve Prof. Dr. Yaman Barlas Medyascope’un sorularını yanıtladı.

Prof. Dr. Melih Bulu’nun, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasıyla başlayan protestolar ikinci yılını geride bıraktı. 2 Ocak 2021’den beri üniversite bileşenlerinin kabul etmediği atamalar, görevden almalar, gözaltılar, akademisyenler ve öğrenciler tarafından protesto ediliyor. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Dr. Kuban Altınel, Dr. Tolga Sütlü ve Prof. Dr. Yaman Barlas’la söyleşilerimize geçen iki yılın bize neler söylediğini sorarak başlıyoruz:

Prof. Dr. Kuban Altınel: “Yokluktan varlık yaratırız”

Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kuban Altınel, direnişin başından beri protestolarda aktif rol alan ve kendi deyimiyle “gayrimeşru yönetime” karşı açıktan tavır alan çok sayıda akademisyenden biri. Boğaziçi Üniversitesi’nde işe 1991’in Şubat ayında başladığından ve hâlâ haftada altı gün, günde 10-12 saat çalıştığından bahsederken “yokluktan varlık yarattıklarını” söylüyor:

“Boğaziçi Üniversitesi, bir kamu üniversitesi ve dünya çapında bir kamu üniversitesi. Bu, Türkiye’de çok yaygın olan bir durum değil. Bunda, bizim emeğimizin çok payı var. Maddi olanaklarımızı birtakım vakıf üniversitelerininkilerle karşılaştıramayız. Fakat bir kaynak, ortam yaratma uğraşı içerisindeyiz. Yakınmak için söylemiyorum. Biz bunu başarıyoruz.”

Üniversitedeki demokratik yönetim kültürün gerilemesini 2547 numaralı “12 Eylül askeri darbesinden kalma” kanuna dayandıran Altınel “Darbe yönetiminin bu kadar bariz başka bir kalıntısı var mı, bilmiyorum. Bu üniversitelerin gelişmesinin önündeki en büyük engel. Üniversitelerle kışlalar arasındaki farkı ayırt edemeyen bir yasa” diyor.

Kuban Altınel, buna rağmen Boğaziçi’nde “demokratik ve akılcı bir ortam” yaratabildiklerini söylüyor:

“2 Ocak’ta yapılansa buna tamamen ters, akla ziyan bir işti.”

Prof. Dr. Kuban Altınel

Rektörün cumhurbaşkanı kararı ile atanmasının anayasaya aykırı olduğunu düşünen Altınel, kararı Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Anayasa Mahkemesi’ne, kendisinin de dahil olduğu 100’e yakın öğretim üyesinin ise Danıştay’a taşımasını bu açıdan değerlendiriyor: 

“Dünyada da rektörler her yerde seçimle belirlenmiyor. Ama rektör belirlemek için arama komiteleri kuruluyor. Öğretim üyeleriyle en ince ayrıntısına kadar istişare ediliyor. Bazen bir ya da iki yıl alabiliyor bu süre. İsimler bağlamında değil, yöntem bağlamında konuşuyorum.”

“Şerh yazmayı öğrendik”

Altınel, son iki yılda rektör atamalarından açılan yeni fakültelere kadar her hamleyi “siyasi bir dönüşüm projesinin saldırısı” olarak görüyor:

“Bugünkü yasalarda bile cumhurbaşkanının fakülte ve enstitü kurma yetkisi yok. Fakülte ve enstitüler kanunla kurulur. Gayrimeşruluğun hukuk felsefesi ve terminolojisi anlamında ne kadar önemli bir kavram olduğunu tekrar öğrendik. Hukuksuz kararlarına şerh yazmayı öğrendik.”

Atanmış rektör yönetimlerinin, üniversite içinde yeterli destek bulamadıkları için girdikleri kadrolaşma süreciyle ilgili “Melih Bulu atandığında idari ve yönetsel kadrolara hâkim değillerdi. Oylamayla alınan kararlara hâkim olabilmek için vekâleten tepeden inme isimleri oturttukları koltuklar sayesinde mükerrer oy kullanmaya başladılar. Sekiz kişi 13 oy veriyordu örneğin” diyen Altınel, üniversite senatosunda buna rağmen “antidemokratik kararları” engelleyebilecek çoğunluklarını Naci İnci’nin İktisadi ve İdari Bilimler, Fen-Edebiyat ve Eğitim fakültelerinin dekanlarını Yükseköğretim Kurulu’na (YÖK) şikayet edip görevden uzaklaştırmasıyla kaybettiklerini söylüyor.

Altınel şöyle devam ediyor:

“Bizim fakültemizdeki durumsa daha ilginç. Melih Bulu atanmadan iki-üç ay önce dekanımızı demokratik yollarla seçmiştik. Fakat, Bulu’nun rektör yardımcısı, Makine Mühendisliği’nden Fazıl Önder Sönmez, bu seçimin antidemokratik olduğunu öne sürdü. Yaptığımız istişareler sonunda YÖK’e üç adayımızı, aldıkları oylarla birlikte iletmekte anlaştık. Fakat o zamandan beri, neredeyse bir buçuk yıl olmuştur, o isimlerden biri atanmadı ve Fazıl Önder Sönmez dekanlık görevini vekâleten sürdürmeye devam ediyor.”

Kuban Altınel’e bu şartlar altında devam etme motivasyonunun kaynağını sorduğumuzda ise şu yanıtı alıyoruz:

“Biz akademisyenler takıntılıyızdır. Bir ömrü, bir problemi çözmek için harcarız. Onlar bunun farkında değiller. Biz aslında bunu yalnızca Boğaziçi Üniversitesi için de yapmıyoruz, bu bir sorumluluk. Biz, bir kamu üniversitesiyiz. Maaşlarımız bize halktan geliyor ve bizim bu halka karşı bir sorumluluğumuz var.”

Prof. Dr. Kuban Altınel

“Ona bakıp nefes alsın”

Naci İnci’nin geçen günlerde verdiği bir röportajda uluslararası bilimsel kalite göstergelerindeki düşüşle ilgili “40 yıldır bünyesinde herhangi bir bölüm ya da enstitü kurulmayan belki de tek üniversite biziz. Uluslararası düzeyde rekabetin arttığı alanlarda atılım yapamamışız. ‘Küçük olsun bizim olsun’ anlayışı yüzünden yol alamıyoruz. Bu statükocu tavır değişirse her şey değişir” ve nöbete katılan akademisyenlerle ilgili de “10-15 akademisyenden oluşan bir grup var. Bazı günler sayıları biraz daha artıyor ama bunların önemli bir kısmı da zaten emekli öğretim üyeleri” sözlerini de Kuban Altınel’e soruyoruz:

“Bu çok komik tabii. Bu, Naci İnci’ye son zamanlarda öğretilen bir şey bence. Sürekli bunu yineliyor. Ben bu söylediğinin antiteziyim. Çoğunlukla nöbetlere katılıyorum. Bir idari arzum yok. Bir sürü makalem çıkmış, doktora öğrencisi mezun etmişim. Sayıya gelince, üç dekanın görevden alınmasıyla ilgili 365 öğretim üyesinin açık imzalı itirazı var. Hani, maçlarda derler ya: Ona bakıp nefes alsın. Fakülte açarak üniversite kalitesini artırmayı hedeflemek gibi şeyler söylemeye hakkı yok. Kendi doktora öğrencisini Veri Bilimleri Enstitüsü’ne atadı. Ama öğrenci bir deneysel fizikçi, alanla hiç alakası yok. Bu sadece bir örnek, bunun gibi onlarcası var.”

Prof. Dr. Altınel’e son olarak beklentilerini ve protestolardan Türkiye akademisi için hangi derslerin çıktığını sorduk. “Bir dakikanızı rica ediyorum” diyerek dolabından “Türkiye’de Yükseköğretim Alanının Yeniden Yapılandırılması Çalıştayı Sonuç Raporu”nu getirdi ve şunları söyledi:

“Bu çalıştay yalnızca Boğaziçi Üniversitesi’nden değil, Türkiye’de birçok üniversiteden 50’ye yakın öğretim üyesinin katıldığı bir çalıştay. Bu raporda baştan beri savunduğumuz şeyler var. Nasıl olmalı, Türkiye’de üniversite yapısı açısından ne değişmeli? Dediğim gibi, bizim amacımız yalnızca ‘Boğaziçi’ni kurtaralım’ değil. Kamu üniversiteleri, kamu araştırma üniversiteleri nasıl olmalı, bunu konuştuk. Rektör belirlenmesinden tutun akademisyenlerin istihdamına kadar bir sürü süreç var bunun içinde. Yani kıssadan hisse; ‘Biz buradan nasıl dersler çıkarabiliriz’ aklımızda bu var. Bizim idealimiz Türkiye’de özgür, özerk akademi; demokratik ve çoğulcu ilkelere bağlı üniversiteler.”

Dr. Tolga Sütlü: “2023, Boğaziçi’ndeki ve diğer üniversitelerdeki kayyumların gideceği yıl olsun”

Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tolga Sütlü de Naci İnci tarafından görevden uzaklaştırılan akademisyenlerden biri. Sütlü, iktidara yakın gazetelerde kendisiyle ilgili çıkan “bilimsel bir çalışma neticesinde bazı hastaların hayatını kaybettiğini ancak makalesinde bunu sakladığı” iddiası üzerine sözleşmesi yenilenmeyerek görevden uzaklaştırılmıştı. Sütlü, söz konusu çalışmayla ilgili kendisinin de dahil olduğu ekibe açılan soruşturmada ceza almadığını belirterek bu iddiaları daha önce de yalanladı:

“Peşinde oldukları şey, buradaki öğretim üyelerini susturup, uzaklaştırmak ve onların yerine kendi liyakatsiz siyasi kadrolarını doldurmak. Bu yüzden de öncelikle nispeten daha güvencesiz olan grupları hedef alıyorlar. Emekli öğretim üyeleri ya da işçi sözleşmeli öğretim üyeleri bunlar arasında. Benim gibi doktor öğretim üyesi kadrosunda olduğu için belli aralıklarla sözleşmesi yenilenmesi gereken kişiler bunlar arasında.”

Sütlü, görevinden uzaklaştırılan Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim Üyesi Can Candan ile birlikte Boğaziçi Üniversitesi’nde Eğitim Sen işyeri temsilciliğini de üstleniyor:

“Direnişe yüksek sesle destek verdiğimiz için ikimiz de işimizden uzaklaştırılmış durumdayız. Eşimin Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili olarak yaptığı açıklamalar da şimşekleri üzerime çekti. Tamamen kanunsuz, hukuksuz bir şekilde hakkımda bir kelimesi bile doğru olmayan iddialarla ve abuk subuk imzasız gazete haberlerini bahane göstererek işime son verdiler. Tabii, ben bunu yargıya taşıdım. Hâlâ devam ediyor dava.”

Dr. Tolga Sütlü

Kendisine de Naci İnci’nin son röportajını sorduğumuzda, “Evet, biraz okudum. Yeni hiçbir şey yoktu zaten. İki senedir papağan gibi yalan yanlış bilgiler vererek algı yönetmeye çalışıyorlar. Bir üniversiteyi üniversite yapan şey bölüm ve fakülte sayısı değildir. Bunlar yetkili kurullarda tartışılır, ihtiyaç varsa açılır. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin yüzde 95’i İnci’ye karşıdır. Mezunlar Derneğimizin yaptığı anket, mezunlar için de aynı durumun geçerli olduğunu gösteriyor” yanıtını alıyoruz.

Sözleşmesi yenilenmediği için ders veremiyor

Sütlü, sözleşmesi yenilenmediği için şu anda ders veremiyor. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) projelerinin de resmi olarak askıya alındığını söylüyor:

“Bir yandan eğitime, çalışmaya devam eden öğrencilerimiz var. Daha birkaç gün önce, 29 Aralık’ta bir doktora öğrencimin tez savunması vardı mesela, ona çalıştık. Ben, her ne kadar pozisyonum elimden alınmış olduğu için resmi olarak tez danışmanı olarak görünmemiş olsam da arkadaşlar çalışmaya devam etmek zorundalar. Ben de onlara gelip destek oluyorum. Laboratuvardaki günlük çalışma pratiğimize dair bir şey değişmedi zaten. Dediğim gibi sadece ders veremiyorum” diyor ve gülerek ekliyor:

“Ve tabii maaş da alamıyorum.”

“Akademik kadrolarımızı elimizden almak tatmin ediyor onları”

Çalışmalarına devam etmelerine engel olunup olunmadığını sorduğumuzda da “Göz yumuyorlar çünkü öğrencilerimize zarar gelmesine içimizin el vermeyeceğini biliyorlar. Akademik kadrolarımızı elimizden almak tatmin ediyor onları” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Bu ilk defa bizim başımıza gelmiyor. Birçok üniversite bunu yaşadı. Bizde daha uzun ve görünür bir direnişin örgütlenmiş olmasının farklı sebepleri olabilir. Boğaziçililer mevcut başarılarının kendine özgü sistemlerinden kaynaklandığına inanıyorlar. Ayrıca siyasi konjonktürün de etkisi var. Birtakım üniversitelere bu operasyonlar yapılırken OHAL’in ortasındaydık. Ses çıkarmak çok daha zordu. Şimdiyse seçim sürecine girerken yükselen bir toplumsal muhalefet var. Bunun da bir parçası olarak görmek gerekir Boğaziçi’ni.”

Dr. Tolga Sütlü

Sütlü, dava sürecinin tamamlanmasını beklerken devam edebildiği çalışmalarını gönüllü olarak sürdürmeye çalışıyor:

“Hâlâ Boğaziçi’nde devam etmenin yollarını arıyorum. Ama bu ne kadar sürdürülebilir emin değilim. Araştırmaya devam etmek zorundayız.”

Sütlü, söyleşimizin sonuna gelirken ekliyor:

“Bu yeni yılın hem Boğaziçi’ndeki kayyumun hem de diğer kayyumların üniversitelerden gideceği yıl olmasını diliyorum.”

Prof. Dr. Yaman Barlas: “İşgali yavaşlatmak, çöküşü önlemek için üniversitede kalmamız elzem”

Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaman Barlas da emekli edilerek görevinden uzaklaştırılan akademisyenlerden biri. Emeklilik yaşı iki sene önce gelen Barlas, yasanın tanıdığı hak doğrultusunda emekliliğini ertelemek için YÖK’e başvurmuş ve başvurusu üniversite kurullarında da oybirliğiyle onaylanarak kabul edilmişti.

Fakat Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasından sonra emekliliğini ertelemek için her yıl yapması gereken rutin başvuru, bölüm ve fakülte kurullarının oybirliği ile destek kararlarına rağmen bir gerekçe gösterilmeden YÖK tarafından reddedildi:

“Tabii, sonra anlıyorsunuz bunu niye yaptıklarını. Bu, üniversiteyi belli bir görüşün arka bahçesine çevirmek isteyen bir partizan müdahale açısından çok rasyonel bir adımdı.”

Barlas, rektör yönetiminin kendisi gibi birçok emekli akademisyenin ders vermesini, araştırma yapmasını, elektronik forumlara katılmasını ve kampüslere girmesini engellemeye çalıştığını söylüyor.

Dünyada alanındaki en prestijli ödüllerden “Uluslararası Sistem Dinamiği Derneği Yaşam Boyu Başarı Ödülü”nü 2022 Temmuz’unda aldıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi resmi internet sitesinde konuyla ilgili hiçbir paylaşım yapılmadığını da belirten Barlas, “Benim adımın önemi yok. Bu ödülle birlikte aslında Boğaziçi Üniversitesi, laboratuvarımız, öğrencilerimiz, hocalarımız takdir edilmiş oldu. Ödülün duyuru metni, Boğaziçi Üniversitesi’ni, bizim öğrencilerimizi de göklere çıkarıyor, bunu dünyaya duyuruyor. Normal bir üniversite yönetimi, üniversitenin prestiji, hatta kendi prestiji için bu ödülü hemen internet sitesine koyar. Ama üniversitemiz, hocalarının ısrarlı hatırlatmalarına rağmen ödülü de ödül metnini de inatla duyurmadılar” diyor.

Prof. Dr. Yaman Barlas

“Müdahale böyle devam ederse kurum çökebilir”

Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne atandığı günden beri yönetimi açıktan eleştirdiğini söyleyen Barlas, kendi bilimsel alanına gönderme yaparak, şöyle devam ediyor:

“Sistem kuramının bir ‘yasasını’ güzel bir Türkçe deyişimizle özetleyeyim: Olmayacak duaya ‘amin’ demek yaptıkları. Bir ciddi kurumun, bir üniversitenin yerleşik kültürünü dışarıdan müdahaleyle değiştiremezsiniz. Tepeden kararlarla, sözde yeni akademik birimlerle, yeni ‘atamalarla’ üniversiteyi işgal edip, kurum kültürünü, adetlerini değiştirmeye kalkarsanız, o kurum doğası gereği direnir. Sistem yasasına göre, eğer kurumu dışarıdan işgalle değiştirmekte ısrar ederseniz, sonunda kurum çöker ama yine size yar olmaz. Dolayısıyla, şu anda üniversite ya bu müdahale ve kayyum yönetiminden kurtulacak ya da çökecek; seçenekler bunlar. Sorun o ki eğer ses çıkarmazsak, direnmezsek, müdahale böyle devam ederse kurum çökebilir. Biz bunu yavaşlatmaya çalışıyoruz işte. Müdahale ekibi sanıyor ki bizimki bir siyasi saplantı. Hayır, bu bir bilimsel saplantı, akademik bir saplantı bu. Bir sürü emeklilik projemi, hobimi ve hevesimi erteledim. Bana kalsa, bu yaşımda daha çok bilardo oynamak isterdim. Çok da iyi oynarım bilardoyu, üniversiteye bir ödül de bilardodan getirmek isterim! Şimdiyse daha çok gelmemiz gerekiyor Boğaziçi’ne bu bahsettiğim saplantıdan ötürü.”

Rektörülüğün üç “safsatasına” üç cevap

Naci İnci’nin son dönemlerde basına yansıyan demeçlerinde “üç tane safsatayı tekrarladığını” söyleyen Barlas, bunları şöyle özetliyor:

“Birincisi, aslında muhaliflerinin sürekli eski imtiyazlı alanlarına dönmek isteyen bir akademisyen ‘kulübünden’ oluştuğunu söylüyor. Eski yönetimleri kötüleyerek kendi yönetimine meşruluk kazandırmaya çalışıyor. Kuşkusuz, eski yönetimlerin de bir sürü hatası vardır, biz bunları yıllardır eleştiriyoruz. Sütten çıkmış ak kaşık olduğumuzu hiçbir zaman iddia etmedik. Ama bu eski hataların olması şimdi hiç istişare etmeden tepeden rektör ve dekan atamalarını, görevden almaları, tepeden inme fakülteleri, liyakat dışı partizanca kadrolaşmaları meşru kılamaz. İkisinin, birbiriyle hiçbir alakası yok. Rektör ve yönetim böyle saçma bağlar kuracağına, kendi yaptığını savunmaya çalışmalı ama yapamaz. Olup bitenlerin hiçbir akademik meşruiyeti yoktur. Yapılanları ‘eskiden de yönetimin ve sistemin hataları vardır’ diyerek savunmak baştan sona safsata.”

Prof. Dr. Yaman Barlas

İnci’nin nöbete katılan akademisyenlerle ilgili “10-15 emekli akademisyenden oluşan bir grup” sözlerini ise Barlas, “züğürt tesellisi”ne benzetiyor:

“Emeklilerin, bu mücadeledeki rolü yüzde 10 bile değildir belki de. Bir rektör, kendisine rektör yardımcısı bulamayacak durumdaysa, dekanları görevden alıp dışarıdan dekan bulmaya çalışıyorsa, kendisine karşı tüm bölüm başkanları sürekli duyurular yayınlıyorsa, bunu nasıl 15 emekliye bağlarsınız? Güney Meydan’a her gün 20-30-40 akademisyen gelir. Dikkat edin, iki yıldır her gün. Rektörlüğe karşı olanlar bu kişilerden ibaret demek mi bu? Neden 200-300 kişi gelmez her gün meydana? Çünkü herkesin işi gücü vardır. Ne kadar basit değil mi? Sadece 15 emekli hocanın ortalığı karıştırdığını düşünen bir rektörlük, Akademik Genel Kurul toplayamıyor iki senedir. Bırakın 15 emekliyi, toplayabiliyorsanız kalan 400-500 tam zamanlı hocayı toplayın. Yapamıyorlar. İşte bu nedenle, bu yönetim meşru değildir diyoruz.”

Barlas üçüncü “safsatanın” da rektörlerin dünyanın farklı yerlerinde de seçimle belirlenmediği iddiasından kaynaklandığını söylüyor:

“Dünyanın farklı yerlerindeki üç-dört üniversitede doğrudan çalıştım, bir o kadarında da ziyaretçi olarak bulundum. 15-20 üniversiteyle de bağlarım oldu. Evet, bunların çoğunda rektör ‘sandık oylamasıyla’ seçilmiyor. Fakat aralarında bir tanesi bile yoktur ki rektör, öğretim üyelerine hiç danışılmadan bir cuma gece yarısı merkezi siyasi erk tarafından pat diye habersiz atansın. Yurtdışında ‘atamayla’ rektör belirlenmesi aylar, hatta bazen bir-iki yıl alan bir süreç. Dünyada bir sürü farklı rektör belirleme sistemi vardır ama bizde bugün uygulananın bir benzeri hiçbir medeni demokratik ülkede yoktur. Bizdeki atamayı ‘Rektör başka ülkelerde de oyla seçilmiyor’ diye savunmak, bir akademisyen için utanç verici bir safsatadır.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.