Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdem Yörük ile söyleşi: Toplumsal hareketler ve protestolarda şiddetin rolü

Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Oxford Üniversitesi’nden Doç. Dr. Erdem Yörük ile 2022 yılına damga vuran sosyal hareketler üzerinden protestolarda şiddetin rolü üzerine konuştuk. Şiddetin “rasyonel kolektif aktörlerin dizaynı sonucu” da ortaya çıkabileceğini söyleyen Yörük, sorularımıza verdiği yanıtlarda yürütücülüğünü yaptığı “Emerging Welfare” ERC projesi kapsamındaki bulgulara da yer verdi.

Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erdem Yörük’le söyleşiye başlamadan önce 2022’de dünyanın farklı yerlerinde yaşanan ve bazıları hala devam eden sosyal hareketler üzerine konuştuk. Söyleşinin konusu teorik düzlemde toplumsal hareketler ve protestolarda şiddetin çıkış kaynağı, algılanış şekli ve sonuçları üzerine olsa da, konuyu tarihsel örneklerle ele alan Yörük, Güney Afrika’dan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) yurttaşlık hakları hareketine, Meksika’daki Zapatista hareketinden yakın tarihli Fransa’daki Sarı Yelekliler eylemlerine ve İran’da Mahsa Amini’nin ölümü sonrasında gelişen rejim karşıtı protestolara kadar pek çok toplumsal harekete değindi.

Protestolarda şiddetin rolü hakkında değerlendirmenize bunlardan hareketle başlamanızı rica edeceğim. Şiddet, sokak eylemlerinde hangi durumlarda ortaya çıkar? Şiddetin kullanımı, protesto eden aktörle mi, protesto konusu ile mi ilgilidir yoksa durumsal olarak mı -örneğin polis şiddetine tepki gibi- ortaya çıkar? Hem günümüzde olup biten, bahsettiğimiz protestolar, hem de genel teorik düzlemde şiddetin protestolardaki rolü ve sebepleri üzerine neler söylemek istersiniz?

Erdem Yörük: Şiddet çok kritik bir mesele. Şiddeti irrasyonel bir aşırılık olarak nitelendirmek kamuoyunda ve kimi zaman akademide gördüğümüz bir eğilim. “Bir protesto hadisesinde neden şiddet kullanıldı?” diye sorulduğu zaman, aslında çoğu insanın cevabı, bunun sosyo-psikolojik bir bozukluktan kaynaklanan bir başıbozukluk, irrasyonel bir performans olduğu olacaktır. Ancak bu olayın sosyolojisine baktığımız zaman, hem şiddetin sebepleri, hem sonuçları hem de oluş şekli açısından çok farklı rasyonaliteler içeren dinamikler gözlemliyoruz. Örneğin, şiddet bir protesto hadisesinde kendi kendine ortaya çıkmış olabilir. İnsanlar sokağa çıkar ve “artık yeter” dedikleri noktada kamu düzenine zarar verecek maddi şiddet içeren davranışlarda bulunurlar. Ama, bazı siyasi ve akademik figürler, şiddetin, zaten şiddeti bir siyaset yapma aracı olarak gören kolektif aktörlerin dizaynı sonucunda da ortaya çıkmış olabileceğini söylüyor. Burada, şiddet uygulamanın siyasi dengeyi değiştirecek ve toplumsal hareketin öznelerine avantaj yaratacak bir strateji olduğunu söylüyorlar. Bu akademisyenlerden birisi, 1960’lardaki şiddet içeren siyahi ayaklanmalarını inceleyen sosyolog Frances Fox Piven. 

Doç. Dr. Erdem Yörük

Piven’ın çalışması çalışması bize ne diyor? “Bir toplumsal hareketin kazanım elde edebilmesinin en temel yolu, bu insanların topluma yaptığı katkıyı sağlamayı durdurmalarıdır” diyor. İşçi sınıfını ele alalım. Topluma sağladığı en büyük katkı üretimdir ve üretimi durdurdukları anda bir pazarlık gücü elde ederler. Bu pazarlık gücünü kullanıp sermayeden hak talebinde bulunurlar. Ya da vatandaş olarak sisteme yapılan en kritik katkılardan bir tanesi tüketim. Tüketimi boykotla durdurmak da böyle bir grup için pazarlık gücü anlamına gelir. Ama Piven diyor ki, “Yoksullar, marjinalize edilmiş gruplar, ekonomiden de düzenli istihdamdan da tüketimden de büyük ölçüde dışlandıkları için, sağladıkları en büyük katkı kamu düzeninin devamlılığıdır.  Şiddet kullanarak kamu düzenini bozma potansiyeli de bu Amerika’daki siyah yoksullara bir pazarlık gücü sağlamıştır” diyor. 

Bu durumda “İşçiler, üretim sürecini, tüketiciler tüketim sürecini bozarak, yoksul ve marjinalize edilmiş kesim ise kamu düzenini bozarak pazarlık gücü elde ederler” diyor Piven. Bu sırada da şiddet kullanırlar, yani ortalığı yakıp yıkarlar.  Amerika’daki siyahları düşünecek olursak, bu onlara pazarlık gücü sağlayan aslında tek şeydi. Tabii ki, yoksullar bunu sendikalı işçi sınıfının üretim durdurma kararı alırken ki stratejik planlamasıyla yapmıyorlar. Daha kendiliğinden olan şeyler. Ama altında yatan ve ABD toplumunun bilinçaltında taşıdığı şey, yoksulların şiddet aracılığıyla siyasi bir güç kazanabiliyor olması. 

Çoğu zaman, insanlar şiddet içermeyen hatta protesto bile diyemeyeceğimiz şekillerde taleplerini dile getirmeye çalışıyorlar ve bu insanlar, özellikle de yoksul ve marjinalize edilmiş kesimler, daha kurumsallaşmış kanallardan dışlandığı için taleplerini zaten pek dile getiremiyorlar. Piven iddia ediyor ki, bu durumda protesto etmek ve şiddete başvurmak Amerika’daki siyah yoksulların kullanabileceği son enstrüman olarak ellerinde kalmış oluyor. Ya kaderlerini kabul edecekler ya da kamu düzenini bozup seslerini yükseltecekler. 

Şimdiye kadar protestolarda şiddeti ortaya çıkartan motivasyonlardan bahsettik. Bunların sonuçları nedir? İşe yaradıklarını söyleyebilir miyiz?

Erdem Yörük: Yürütücüsü olduğum “Emerging Welfare” projesinde toplumsal hareketlerin sosyal refah devleti uygulamalarını değiştirmede bir etkisi olup olmadığına bakıyoruz. Yaptığımız küresel analiz bize şunu gösteriyor: Hükumetler sosyal yardımları, şiddet içeren toplumsal ayaklanmaların olduğu ülkelerde ve yıllarda arttırıyorlar.  Yoksulların öncülük ettiği ve şiddet içeren toplumsal ayaklanmalar hükümetleri tedirgin ediyor ve hükumetler bu tedirginliği gidermek için yoksullara sosyal yardım formatında imtiyazlar, çeşitli haklar tanıma yoluna gidiyorlar. Bu, çok küresel bir eğilim. 2000 ile 2015 yılları arasında dünyada 54 ülkeye baktığımızda çıkan sonuç bu. 

Bu dediğiniz toplumsal hareketin taleplerine ikameler bularak hareketi pasifize etmekle de bağlantılı sanırım.

Erdem Yörük: Evet öyle. Yani yoksullar Güney Afrika’da olduğu gibi, kendileri için çeşitli sosyal yardımlar talep edip bu talepleri çerçevesinde protesto ederken hükümet onlara bu yardımları veriyor olabilir. Ya da bambaşka bir şey talep ediyorlardır. Örneğin, Meksika’daki Zapatista hareketinde gördüğümüz gibi yerli halklar, haklarını talep ediyorlardır. Hükümet, bu hakları tanımayıp, onları sosyal yardımla ikame ederek hareketi demobilize etme stratejisi güdüyor. En nihayetinde devlet sosyal yardım veriyor ve hareketi pasifize etmeye çalışıyor.

Konumuzla daha alakalı olarak, Güney Afrika’da gösterdiğimiz bir başka şey de, eğer ki bir protesto şiddet içeriyorsa, devletin sosyal yardım dağıtma ihtimali beş kat artıyor. Yani, çok ciddi bir ilişki var burada. Örneğin, Fransa’daki Sarı Yelekliler protestoları barışçıl gösterilerle başlamıştı. Sonrasında şiddet olayları başladığında, dünya kamuoyunda, bazı marjinal gruplar şiddet uyguluyor bu yüzden hareket marjinalize oluyor ve güç kaybediyor görüşü ortaya çıkmıştı. Bu doğru olabilir ama olmama ihtimali de var. Yani, Fransa’da sadece Sarı Yelekliler barışçıl bir şekilde protesto ettikleri için değil de, aslında “marjinal”  gruplar şiddet içeren protestolar uyguladığı için hükümet kamu düzenini yeniden tesis edebilmek adına geri adım atmak zorunda kalmış olabilir.

Aslında bu Güney Afrika örneği yaygın kanının aksine çoğunluğun, yani halkın geri kalanının desteğinden bağımsız olarak da protestocuların kazanımlar elde edebileceğini mi gösteriyor bize?

Erdem Yörük: Aynen öyle, bir meşruiyet meselesi. Tabii ki her protestonun farklı fonksiyonları var. Yöneticilerden bir şey talep etmek bunlardan biri. Ama aynı zamanda protesto bir iletişim yoludur. Protestoya katılmayan insanlara, toplumun kalanına sözü duyurmak için de bir yöntem. Dolasıyla, bu ikinci fonksiyona daha fazla önem atfedilirse şiddet içeren protestoların sonuçları ve etkileri görülemeyebiliyor.

Kimi rejimler için yönetici elitlerin şiddet ve çatışmaya ihtiyaç duyduğuna dair bir düşünce de var. Şiddet ve çatışma yönetmeyi kolaylaştırdığı için elitler bunun karşısına koydukları keyfi güvenlik ve istikrar referansları ile siyasi ömürlerini uzatırlar şeklinde. Trump’ın da söylediği gibi “law and order”. Bu düşünceye göre, bu yüzden protestolarda şiddetten kaçınmak gerekir. Bunun hakkında ne söylemek istersiniz? Bu da bağlama ve rejim tipine bağlı olarak değişir mi?

Erdem Yörük: Birincisi, bu söylediğin rejimin karakteristiği ile, yani hükümetin yönetim tarzı ile çok bağlantılı. Var olan sistemin kurumsal olarak ne kadar demokratik haklar tanıdığı önemli. Dolayısıyla, bu düşüncenin doğruluğu hep bu bağlamlar tarafından şekillendirilebilen bir şey. “Şiddet içeren bir protesto her zaman hükümetin işine yarayacaktır” diyemeyiz. Böyle olsa tüm bu devasa kamu güvenliği çabasını ve polis teşkilatlarını anlamlandırmak zorlaşır. Hükümetlerin tek derdi, seçmenlerinden gelecek oy ve onların gözündeki meşruiyeti değil, aynı zamanda kamu güvenliği, sermaye birikimi, düzen ve otorite gibi farklı öncelikler var.

Bu Türkiye’de de çok aşina olduğumuz bir düşünce aslında. İktidarın, muhaliflerine yönelik her “provakatif” hamlesinde aslında nihai amacın onları sokağa itmek olduğuna dair bir akıl yürütmesi var. Yani, hamlenin içeriğinden dolayı değil ama potansiyel sonuçlarının insanları sokağa dökmek olacağı için bu hamlenin yapıldığına dair bir akıl yürütme bu.

Erdem Yörük: Çoğu akıl yürütme gibi bunun da çok rasyonel bir akıl yürütme olmadığını düşünüyorum. Çok ezbere bir düşünce bu.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.