Sinan Ateş’i kim vurdu?

Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesinin yankıları sürüyor.

Ateş suikastının siyaseten gerçek arka planı açığa çıkar mı? Ateş’i esas olarak kim vurdu?

Ruşen Çakır özel yayında farklı boyutlarıyla Ateş suikastını yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Çok yoğun bir gündemimiz var. Altılı Masa toplandı. Aynı zamanda Emek ve Özgürlük İttifâkı toplandı. Anayasa Mahkemesi, kapatma konusundaki karârı açıklanana kadar HDP’ye Hazîne yardımının bloke edilmesine karar verdi. Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimin daha erken yapılacağını bir kere daha vurguladı ve bu arada şartlara göre Esad’la buluşabileceğini de söyledi. Böyle bir gündemin arasında –ki bu gündem iyice tırmanacak– seçim aşamasına iyice geliyoruz. Bu arada kaynamaya yüz tutan bir olay var. O da Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş’in 30 Aralık günü Ankara Çukurambar’da gündüz gözüyle herkesin gözü önünde öldürülmesi olayı. Başlığı “Kim vurdu?” diye verdim, “Sinan Ateş’i kim vurdu?” Buradaki kastım, kim vurduya gitme ihtimâli. Evet, birileri yakalandı, birileri aranıyor. Motosikleti kullandığı söylenen kişinin tutuklandığı belirtiliyor. Tetiği çeken kişinin adının saptandığı söyleniyor. Hattâ onun Suriye’ye kaçtığını söyleyenler bile var. Bunların hepsi, işte, yardım eden, para veren, şunu yapan bunu yapan isimler var, arananlar var. 

Bunların hepsi doğru olabilir, eksikler olabilir; birtakım alâkası olmayan kişiler de aranıyor ya da gözaltına alınmış olabilir. Ama bunların hiçbirisi bize, Sinan Ateş’i vuran kişinin “o” olduğunu göstermeyecek. Tetiği çeken kişinin pek bir anlamı yok. Çünkü tetiği çektiği söylenen kişi muhtemelen Sinan Ateş diye bir kişinin belki adını duymuştur vs., ama herhangi bir sorunu olduğunu düşünmemize el verecek hiçbir malzeme yok. Belli ki birileri bu iş için tutuldu. Bunun için birilerine para verildi. Bunlara imkân sağlandı. İstanbul’dan Ankara’ya gelmeleri, Ankara’da kalacak yer. İşte motosikletti, şuydu buydu; bütün bunlar sağlandı. Peki kim yaptı bunları? Esas “Kim vurdu?” sorusunun muhâtabı bu. Yoksa Suriye’ye kaçtığı iddia edilen Eray adındaki kişi vurmuş olabilir; ama o vurmuş olmuyor. Burada bence her şeyiyle siyâsî bir cinâyet söz konusu, bir suikast söz konusu. İşin içerisine para pul ilişkileri girmiş olabilir. Çünkü bu çevrelerin birtakım böyle yarı yasal ya da yasadışı faaliyetlerle ilgisi olabileceği hep öteden beri söylenir.

Ama bu olayın detaylarına bakıldıkça, siyâsî bir olay olduğu, siyâsî bir hesaplaşma olduğu ve hayâtını kaybeden kişinin de bunu bildiği, hissettiği, başına bir şey geleceğini hissettiği, belki öldürülme şeklinde değil ama hedefte olduğunu bildiğini anlıyoruz. Sâdece o bilmiyor, belli ki yakın çevresi de biliyor ve o câmiadaki birçok ilgili insanın da bildiği, en azından olay olduğu zaman şaşırmadığı bir vaka yaşadık. Belki öldürülmüş olmasına şaşırmış olabilirler. Sâdece yaralanmış olsaydı daha bir yüksek sesle konuşanlar olabilirdi. Ama şu hâliyle, işin içerisine ölüm girince işler iyice karışıyor. Burada âile bir tür suskunluk içerisinde, sükûnet çağrısı yapıyor; hattâ bu çağrıyı siyâsetçilere de yapıyor. Meral Akşener grup toplantısında dedi ki: “Âile soru önergesi bile vermemizi istemedi. Biz de buna sâdık kalıyoruz”. Bu ne derece isâbetli bir karar, açıkçası anlamak mümkün değil. Âile şu ya da bu nedenle, büyük bir ihtimalle ürktüğü için birtakım hamleleri istemiyor olabilir, dile getirmiyor olabilir. Ama onların da herhalde bu olayın gerçek anlamıyla aydınlanmasını isteyecekleri ve bu olayın gerçek sorumlularının kanunlar önünde, yasalar önünde hesap vermesini isteyeceklerini herhalde tahmin ederiz. Ama durumlarının zor olduğu ortada. 

Siyâsetçiler bu âilenin zor durumu nedeniyle dile getirdiği şeylere bire bir riâyet etmek zorundalar mı? Açıkçası hiç böyle düşünmüyorum. Eğer güçleri varsa –ki var– bu olayın sonuna kadar üzerine gidip aydınlatılması için ellerinden geleni yapmaları gerekiyor. Tabiî ki olayı esas aydınlatacak olan yargıdır; güvenlik güçleridir, ama esas olarak da yargıdır. Ama Türkiye’de yargının ne kadar siyâsîleşmiş olduğunu biliyoruz ve dolayısıyla yargı burada olayın sonuna kadar gitmek için siyâsî irâdeden ışık bekleyecektir ve o ışık verilmiş değil. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı kısa açıklama, hiç de olayın sonuna kadar gidileceği ve özellikle arka plandaki kişilerin ortaya çıkarılacağına yönelik işâretler taşımıyordu. Büyük ölçüde topu taca atan bir açıklamaydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, maktulün eşi Ayşe Ateş’i aradığını biliyoruz; ama bu konuda herhangi bir sözünü görmedik. İktidârın ortağı MHP ise tam tersine, bu olayın kendisini değil de, bu olay üzerine yapılan büyük ölçüde mahçup tartışmaları, üstü kapalı bir şekilde dile getirilen iddiaları sorgulamayı tercih etti ve dikkat edilirse, gerek Devlet Bahçeli grup konuşmasında, gerek daha sonra yardımcısı Semih Yalçın yaptığı açıklamada, Sinan Ateş’in adını bile anmadılar. Herhangi bir şekilde yakın zamâna kadar bu hareket içerisinde en üst düzeyde görev yapmış ve en son öldürüldüğü âna kadar bir milletvekiline danışmanlık yapan, o câmianın içerisinden yetişmiş, âilesi de zâten ülkücü olan bir kişinin öldürülmesi üzerine Ülkücü Hareket’in en yüksek mercilerinden herhangi bir kınayıcı ifâdeye tanık olmadık. 

İşin ilginç tarafı, zıddı birtakım açıklamalar da geldi. Meselâ yeraltı dünyasının isimlerinden ülkücü olarak bilinen –ki bu kimliğini sürekli olarak bize hatırlatanᅳ Kürşat Yılmaz, bu olayların başlangıcı olabileceği iddia edilen Mersin’deki çatışma olayını, orada hayâtını kaybetmiş birisini ᅳeski Ocak Başkanı’na saldıran, Adana’dan gelmiş ülkücülerden birisi hayâtını kaybetti biliyorsunuzᅳ, onu şehit olarak tanımlayıp, o şehidin ölümünden sorumlu olanlara ülkücü denemeyeceğini söyleyen ᅳneden yaptığını bilmediğimiz diyeceğim; ama aslında bildiğimizᅳ bir açıklama yaptı. Orada da, hayâtını kaybeden, öldürülen Sinan Ateş’in kendisine sâhip çıkmak, onun öldürülmesini kınamak bir yana; onu bir nevi suçlu gibi gösteren bir açıklamayla karşımıza çıkıldı. Bu olayın çok büyük siyâsî sonuçları olabilirdi. Şu an îtibâriyle bakıldığında, Türkiye’nin siyâset gündemine de bakıldığında bu pek olacağa benzemiyor. Çünkü buradan çok ciddî bir siyâsî hesaplaşmayı yaratabilecek aktörler yok. Ülkücü Hareket’in içerisinde yok. Yakın bir zamâna kadar içinde yer aldığı Ülkücü Hareket’ten şimdi ya tasfiye edilen ya da kendi rızâsıyla ayrılan kişi ve odakların bu konuda bir şey yapması pek beklenmiyor, çok ürkek davrandılar ilk günden îtibâren. Meselâ Meral Akşener, MHP’den kopmuş bir grubun kurduğu bir partinin lideri. Kendisi de yakın bir zamâna kadar bu hareketin içerisindeydi, ülkücü câmianın içerisindeydi. Onun grup toplantısında bu olaya daha geniş yer verip, bir şeyleri iyice kurcalaması, sorgulaması beklenirdi. Yapmadı, bir tercihte bulundu. 

Şu hâliyle bakıldığı zaman, Kemal Kılıçdaroğlu’nun en son yaptığı video var biliyorsunuz. Ama orada da ağzında bir şeyler var, ağzından birtakım cümleler çıkıyor; ama tam olarak cümleleri kurmadığını görüyoruz. Onlarda da bir ürkeklik var. Bu ürkeklikle, bu olay zamanla unutulacağa benziyor. Çok acayip bir şey yaşıyoruz. Bu kadar önemli, özel olarak Ülkücü Hareket için, MHP hareketi için; ama genel olarak Türkiye siyâseti için bu kadar önemli bir olayın hızlı bir şekilde unutulmaya terk edildiğine tanık oluyoruz. Bir nevi Sinan Ateş’in kim vurduya gitmesine tanık olma sürecindeyiz. Yanılır mıyım? Yanılmak isterim. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, bu olayın tüm boyutlarıyla, bugün, bu süreçte, en azından seçime kadarki aydınlanabileceğini, birtakım gerçek sorumluların ortaya çıkabileceğini söylemek çok fazla naiflik olur. Bunu kabul etmek lâzım. Yani sonuçta ölen öldüğüyle, daha doğrusu öldürülen öldürüldüğüyle kalıyor ve normal şartlarda çok ciddî siyâsî sonuçlara yol açması gereken bu kadar önemli bir olay daha şimdiden ademe mahkûm ediliyor. Bunu söylemek lâzım. Ben şu âna kadar iki tâne yayın yaptım bu konuda. Bir de dün “Adını Koyalım”da ben çok konuşmadım; ama bu konuyu ele aldık biliyorsunuz. 

Arada bâzıları diyorlar ki: “Sizi ne ilgilendiriyor? Siz ülkücü değilsiniz”. Hattâ ben solcuyum, ama Ülkücü Hareket üzerinde de çalışan bir gazeteciyim. Ama aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Sonuçta burada çok ciddî bir olay var. Birisinin, 38 yaşında iki çocuk babası bir akademisyenin sokak ortasında, herkesin gözü önünde büyük bir cüretle katledilmesi var, öldürülmesi var. Ne yapmış olursa olsun, siyâsî duruşu ne olursa olsun bu olayda bir insanın, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yapacağı, her şeyden önce tabiî ki burada hayâtını kaybedenin ve onun yakınlarının yanında olmaktır. Gazeteci olarak da tabiî ki gerçeğin peşinde olmaktır. Şu hâliyle bize sunulmak istenen şey gerçeğin çok az bir bölümü. Bununla yetinmemizi istiyorlar. Bunun peşine gitmek, bunu sürekli gündemde tutmak ve buradan bunun gerçek sorumlularının bulunmasını istemek herkesin boynunun borcu olması gerekir. Açıkça söyleyeyim, daha önce de söylemişimdir; her ne kadar Ülkücü Hareket’le ilgilenen bir gazeteci olsam da bu konuda yazı dizileri, hattâ kitap yazmış birisi olsam da, Olcay Kılavuz’dan sonraki Ülkü Ocakları başkanlarının adlarını, Sinan Ateş de dâhil, bilmiyordum. Gözüme çarpmış olsa bile aklımda kalmamıştı. Kendisinden haberdar olmam ölümüyle oldu. Ama sonra baktığımızda, onu farklı farklı tanıyanlarla da konuştum, bu konuda çıkan haberlere, onun sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımlara da baktım; bir iddiası olan, siyâsî bir iddiası olan, ileriyi düşünen ve ileriye yatırım yapan bir ülkücü, çekirdekten ülkücü gördüm ve onun öldürülmesinin nedeninin de bu ileriye yönelik arayışları olma ihtimâlinin hayli yüksek olduğu kanısındayım. Bunu ortaya çıkaracak olan tabiî ki esas olarak yargıdır. Ama Türkiye’de siyâsetin bu kadar kontrolünde olan yargının bunu yapabilmesi için siyâsî irâdenin bunun önünü açması lâzım. Şu hâliyle bakıldığı zaman kapı açık değil, aralanmış bile değil. Ben öyle görüyorum. Umarım yanılıyorumdur. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.