Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kürtler, HDP tabanı, HDP, PKK ve Abdullah Öcalan – Ruşen Çakır yorumluyor

Ruşen Çakır, İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı Ümit Özlale’nin Habertürk’teki yayında HDP ile İYİ Parti ilişkisine dair sorulan soruya verdiği cevaptan ilhamla Kürtler, HDP tabanı, HDP, PKK ve Abdullah Öcalan ile ilişki meselesini ele aldı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Başlıkta bir sıralama yaptım. Nasıl bir sıralama: Kürtler, HDP tabanı, HDP, PKK ve Abdullah Öcalan. Şimdi neden bunu yaptım? Bu yayına ilhâmı İYİ Parti’nin önde gelen isimlerinden Ümit Özlâle’nin Habertürk’teki bir yayında HDP ile ilişki üzerine sorulan soruya verdiği cevaptan aldım. Çünkü tam birebir böyle değil, ama özetle şunu şöylemiş Özlâle: “Biz, Kürtler’le ve HDP tabanıyla ilişki kurarız. Ama HDP ile kumayız. Çünkü onlar terörle aralarına mesâfe koymuyorlar.” Bu aslında sâdece İYİ Parti’nin değil merkezdeki birçok siyâsetçinin yıllardır söyleyegeldiği bir şey. Yani ne yapmaya çalışıyorlar? Genel olarak Kürtler’le, hattâ özel olarak da o dönemin Kürt hareketinin yasal siyâsî partisiyle –çünkü zamânında hep vardı: DEHAP vardı, birçok parti değişti, şimdi de HDP– tabanını ayırmaya çalışıyorlar. Yani diyorlar ki: “Bizim meselemiz Kürtler’le değil, bizim meselemiz HDP’ye oy veren vatandaşlarla değil”. Dün de “DEP’e oy veren vatandaşlarla değil” diyorlardı. Bugün, “HDP’ye oy verenlerle değil” diyorlar. HDP kazârâ kapatılırsa yarın yeni kurulacak parti için aynı şeyi söyleyecekler. Bu anlaşılır bir şey. Türk sağında çok meşhur olan, “Türk, Kürt kardeştir; ayrım yapan kalleştir” sloganı gibi sert olmayan, ama o slogana neredeyse benzer bir dalga boyunda giden bir yaklaşım. Bu yaklaşıma göre şöyle bakıyoruz: Aslında bu hareket, bu parti, daha da ilerisinde tabiî PKK ve Abdullah Öcalan, bunlar kötü; ama halk iyi. Ama işin ilginç tarafı şu ki o parti o halkın, o tabanın sâyesinde var oluyor. Tabana rağmen var olan bir parti yok. İşte bunu anlamak istemiyorlar; belki de bu gerçekle yüzleşmek istemiyorlar. Yüzleşseler ellerine ne geçer? Ellerine pek bir şey geçmeyeceğini düşündükleri için, belki de kendi ezberleri bozulacağı için, bu yüzleşmeyi yapmak istemiyorlar. Fakat bu konuyu tâkip etmeye çalışan bir gazeteci olarak yıllardır defâlarca değişik meselelerde, kimi zaman çatışma kimi zaman barışma dönemlerinde, bölgede, Güneydoğu’nun hemen hemen gitmediğim yeri kalmamıştır. Ama Diyarbakır, Batman gibi yerlere, Şanlıurfa’ya, Şırnak’a defâlarca gitmişliğim vardır ve burada sâdece HDP ve onun öncesindeki partilerin taraftarları değil; ona karşı olanlarla da ve o dönemde bölgede görev yapan resmî şahıslarla –kimi zaman polis, kimi zaman vâli, kaymakam– görüşmelerim oldu. Şunu görüyorum ki burada artık“ parti ayrı taban ayrı”; yani “parti yönetimi, tavanı ayrı, tabanı ayrı” gibi yaklaşımların hiçbir kıymetiharbiyesi yok. Çok politize olmuş bir kesimden bahsediyoruz: HDP’ye oy veren, oy vermeyi düşünen kesimler. Bunların büyük bir çoğunluğu Kürt ve büyük bir çoğunluğu Kürt sorununun var olduğunu düşünüyor ve çözülmesinin öncelikli perspektif olduğunu düşünüyorlar. Bunlar alabildiğine politize olmuş kesimler. Dolayısıyla bunların, HDP yönetimindeki birtakım kötü niyetli isimlerin oyununa gelmiş, onlar tarafından ayartılmış kişiler olduğunu düşünmek kesinlikle hiçbir maddî temeli olmayan, hiçbir zemini olmayan bir yaklaşım.

Bir diğer husus –bunu daha da genelleştirebiliriz–; PKK ile ilişki konusunda da tabiî ki sonuçta bir terör örgütü olarak tanımlanmış, kodlanmış bir yapı var ve onun düzenlediği terör eylemleri, şiddet eylemleri var ve dolayısıyla insanların bu konuda açık açık bir şey söylemeleri çok mümkün değil. Fakat baktığımız zaman, bu kesimlerin örgüte, PKK’ya bir terör örgütü olarak bakmadığını ve eleştirileri olmakla birlikte aslında ona bayağı bir yakınlık duyduklarını da görüyoruz. Tabiî ki bunu reddetmek herkesin kolayına geliyor; ama hiç gerçekçi değil ve bu yalanla, bu gerçekdışı tespitle üretilen siyâsî tahlillerin hiçbir anlamı yok. Bunun ötesine gidersek, Abdullah Öcalan da kezâ öyle. Öcalan tecrit nedeniyle uzun bir süredir devredışı kalmış olduğu için insanların çok gündeminde değil. Fakat onun da çok ciddî bir yeri olduğunu kabullenmek zorundayız. Yani bu realiteleri veri olarak almayıp, bunun yerine birtakım olmayan şeyleri gerçekmiş gibi sunarak yapılan politik tahliller, ancak zaman kazanmaya ve karşılıklı olarak herkesin, yani söyleyenin de dinleyenin de inanmadığı bir önerme oluyor.

Nedir? Bir kere, unutmayalım: Yıllardır süren bir çatışma ortamı var ve burada binlerce kişinin bundan doğrudan etkilendiğini biliyoruz. Hayâtını kaybedenler, yaralananlar, hapse atılanlar, şunlar bunlar ve bu artık Kürtler’in ve herkesin bir şekilde birinci derecede yaşadığı bir olay. Yakını ya da en yakını olanlar ya da bir şekilde uzaktan da olsa yakını, akrabası, arkadaşı, iş arkadaşı olup da bu süreçte hayâtını kaybeden, hapse atılan, yaralanan, ülkeyi terk etmek zorunda kalan kişi olmayan yok gibi bir şey. Sonuçta yok sayılan bir realite, aslında bizzat Kürtler tarafından iliklerine kadar yaşanmış ve yaşanmaya devam eden bir realite. Bunu görmek lâzım. Birçok kişiye iş kolay geliyor. Uzaktan bakılıp, “Onlar da bunu yok saysınlar” demek kolay geliyor; ama insanlar bu konuyu düşünürken akıllarına hep birtakım bildikleri, tanıdıkları ve çoğunlukla da sevdikleri insanlar geliyor. Bunu özellikle unutmamak lâzım. Yani bu olayı, bütün bu yaşanmışlıkların üzerine eski bir tâbirle “şal örtmek” mümkün değil. Bu insanların yaşadıkları var: Yargısız infazlar da yaşandı, gözaltında kaybolanlar da oldu, Cumartesi Anneleri yıllardır cumartesi günü bunları dile getiriyorlar, bunun önemli bir kısmı Güneydoğu’da yaşanan olaylar ve başka bir dizi olay. Bütün bunlarla berâber düşünüldüğünde bu realiteyi yok saymak ve insanların bütün bunları yaşamadığını düşünmek hiç gerçekçi değil. 

İkinci bir husus da şu anda “taban” derken ne geliyor akla? HDP tabanı deyince akla, yani bu tür şeyler söyleyenler; “Biz HDP tabanıyla görüşürüz, ama HDP’yle görüşmeyiz” diyenlerin aklına gelen, hani böyle eğitim düzeyi düşük, yaşı ilerlemiş anneler, babalar, dedeler vs. geliyor. Ama şu anda özellikle Kürt nüfusunun en dinamik –tüm nüfusun öyle, ama Kürtler’de en dinamik– kesim gençler ve bu gençler çoktan bir çatışma ortamında doğmuş, büyümüş kişiler. Çatışmanın ilk başladığı anda doğanlar artık bayağı bir yaşlarını başlarını aldılar. Onların çocukları da çatışma ortamında doğuyor, büyüyorlar. Ve burada yeni kuşak, hani yeni tâbirle Z kuşağı var; Kürtler’de eğilimi çok ciddî bir şekilde ölçebilmek lâzım. Bu konuda çok önemli çalışmalar yapılıyor bölgede, arayışlar, yönelişler vs. ve bunlara baktığımız zaman, unutmayın ki o Çözüm Süreci’ndeki kısa bir rahatlama ânı dışında, büyük ölçüde olağanüstü şartlarla geçmiş bir hayat söz konusu ve tamâmen bu sorunla yatıp bu sorunla kalkan insanlar söz konusu. Eğitim düzeyi daha da artıyor. Lise mezunluğu, üniversiteye gitme oranı daha da artıyor ve eğitim düzeyi arttıkça bu tür olaylardan haberdar olma imkânı da artıyor. O 2015’te yaşanan çatışma –“hendek savaşları”, öyle deniyor–, o dönemde hatırlıyorum meselâ Hakkâri’ye gittiğimde, orada insanlar, HDP’nin önde gelen isimleri şunu söylemişlerdi: “Devlet şunun farkında değil: Biz görüşebilecekleri, konuşabilecekleri belki de son kuşağız”. Bunu diyenler 40’lı 50’li yaşlardaki HDP’lilerdi. Bu yeni kuşak gençlerle konuşabilmenin de imkânı olamayacak. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum. Gençlerde çok ciddî bir şekilde, aşırı bir politizasyon var, yaşadıkları ortamdan dolayı. Bu aşırı politizasyon illâki çok radikal, politik yerlere savrulması anlamına gelmeyebilir. Ama en azından birtakım sorunların çözümünün demokrasi içerisinde, hukuk devleti içerisinde olabileceğine inancın çok ciddî bir şekilde düştüğünü kabul etmek lâzım.

Dolayısıyla başa dönecek olursak: Kürtler’i HDP kitlesinden, HDP kitlesini HDP’den, HDP’yi PKK’dan, PKK’yı Abdullah Öcalan’dan soyutlamak mümkün değil. Hadi son bölümleri bir kenara bırakalım. Ama meselâ Meral Akşener hep şunu söyler: “Kürtler bu ülkenin şerefli ve eşit vatandaşlarıdır”. Güzel sözler… ama bunun ötesinde onların derdini anlamak da gerekli. Aslında bizim yayında yapmıştı ve hemen Ümit Özdağ onu yakalayıp oradan hareketle Akşener’i bayağı bir hırpalamaya çalışmıştı. Ne demişti? “Çağıracağım, soracağım kendilerine: Ne istiyorsunuz?” Şimdi, bu aslında bir hamle, tamam; en azından bir dinleme hamlesi. Ama Meral Akşener gibi bir siyâsetçinin artık Kürtler’in ne istediğini bilmemesi diye bir şey olabilir mi? Bunca yıl yaşananları herhalde hepimizden daha iyi bilen kişilerden birisidir kendisi. Tabiî onu söylemesinin bir anlamı var. Ama şöyle bir husus var onun söylediğinde: Artık işler değişince, iktidar değişince oturup ”Bu işi berâber nasıl çözebiliriz?”i arayacağını söylüyor ve bunun adresi de bence kesinlikle Parlamento’dur. Zâten Altılı Masa partileri de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’den bahsediyorlar. Parlamento’da nasıl olacak? Meclis’te kiminle çözeceksiniz? Tabiî ki o zaman toplumun farklı kesimlerinin temsilcileri bir araya gelecek. Kürt sorununda o toplumun temsilcileri kim olacak? Ya da yine bir hatâ yapıp Anayasa Mahkemesi HDP’yi kapatırsa yerine kurulacak olan parti var. %10 alması her şart altında garanti olan bir partiden bahsediyoruz. Bu partinin her hâlükârda bütün engellemelere rağmen %10 ve üzerine geçebiliyor olmasının sırrının tabanda olduğunu, her şartta ona sâhip çıkan tabanda olduğunu artık tüm siyâsetçilerin bir şekilde görmesi gerekiyor. Ve bunu gördükten sonra da, “Tabanla ayrıca konuşurum, ama tavanını terörist olarak görürüm, hiçbir şekilde muhâtap almam” anlayışının bir karşılığı olmadığını da göreceklerdir. Ne olacaktır? Meselâ diyelim ki bölgeye gittiğinizde, bölgenin herhangi bir yerine gittiğinizde HDP seçmenine seslendiğinizde, onlar size, “Çok güzel konuşuyorsunuz. Halbuki bizim partiler bizi yanlış yerlere sürüklüyor” mu diyecekler? Yoksa tam tersine: “Bunları Meclis’te bizi temsil eden milletvekilleriyle de konuşsanıza” mı diyecekler? Veya diyecekler ki: “Bizim seçimlerimizle gelen belediye başkanlarını tekrar göreve iâde etsenize”.

Bir de şununla ilgili birkaç şey söyleyeyim: Tabiî ki bütün Kürtler HDP’ye oy vermiyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Bölgede özellikle AKP birçok yerde birinci, birçok yerde de HDP’den sonra ikinci parti. Aynı zamanda Hizbullah’ın yasal uzantısı olan HÜDA PAR var. Onun da belli bir oyu var. Onun dışında da diğer partiler az da olsa oy alıyorlar. Bir zamanlar merkez sağ ve merkez sol partilerin muayyen bir oyu vardı; ama belirli bir aşamadan sonra bunlar iyice eridi gitti. Ama şunu biliyorum ki bugün orada siyâset yapan, siyâset yapmak isteyen HDP dışındaki partilerin –bâzı birtakım küçük Kürt partileri de var, ayrıca onu da biliyoruz–, bu partilerin tabanları ve tavanları aynı zamanda HDP gerçeğini sâdece bir taban gerçeği olarak değil; bir hareket gerçeği olarak da kabul ediyorlar. Yani onların kalkıp, “Burada siyâseti sâdece biz yapıyoruz” deme gibi bir durumları yok. Çünkü şunu çok iyi biliyorlar ki kendi tabanlarında da, her ne kadar oylarını HDP’ye vermeseler de Kürt meselesine sâhip çıkmak isteyen ve bunu bir realite olarak gören ve bunun çözümünü isteyen çok güçlü bir damar var. İşte bu partiler, özellikle AKP, hattâ HÜDA PAR –HÜDA PAR son yıllarda, eskiden yapmadığı şekilde Kürt meselesini, Kürtçeyi sâhiplenerek bir duruş sergilemeye çalışıyor–, bunların, bu partilerin temsilcilerinin bunu reddetmesi mümkün değil. Şunu tabiî ki söylüyorlar: “HDP ile bu iş çözülmez, biz çözeriz” diyorlar. O ayrı bir iş siyâseten. Ama “Kürt meselesi yoktur, Kürt-Türk kardeştir ayrım yapan kalleştir” gibi Türk sağı sloganlarına îtibâr eden Kürt siyâsetçisini hiçbir partide görmemiz mümkün değil. Bu realiteyi de görmek gerekiyor. Dolayısıyla Kürtler ve HDP tabanını da ayırmak o kadar kolay bir şey değil. Özellikle HDP’ye son yıllarda diğer partilere oy veren isimlerden ciddî bir kayış olduğu göz önüne alınırsa. Evet, birtakım kendi gözlediğim olguları anlatmaya çalıştım. Ne işe yarayacağını bilmiyorum; ancak bu şerhi ya da şerhleri düşmenin bir görev olduğu kanısındayım. Gördüğüm Kürt realitesi, sâdece Kürt sorunu değil, Kürt realitesi ve Kürtler’de siyâsetin nasıl işlediği konusundaki gözlemlerim bunlardır. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.