Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Millet İttifakı’nın ekonomi programı ve Malvarlıklarının Geri Alınması Ofisi | Ruşen Çakır sordu, İYİ Partili Bilge Yılmaz yanıtladı

Altı partiden oluşan Millet İttifakı, 30 Ocak’ta Ankara’da Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ni açıkladı. Başta hukuk, temel hak ve özgürlükler olmak üzere çok detaylı başlıkların yer aldığı mutabakat metni genel olarak ekonomi ağırlıklı bir metin. Millet İttifakı’nın uzun bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkardığı bu mutabakat metni nasıl bir ekonomi vizyonu sunuyor?

Türkiye ekonomisinden yaşanan sorunlar konusunda altı partinin de hem fikir olduğuna dikkat çeken İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Bilge Yılmaz, “Enflasyona yönelik yapılması gerekenler ve alınması gereken önlemler bir araya getirildi. Kalkınmaya yönelik tarımda neler yapılması gerektiği ve israfın önlenmesi için maliyenin yapması gerekenleri de söylüyoruz. Fakat asıl altını çizmek istediğim nokta bu metinde ekonomiyle ilgili olarak daha önce yapmış olduğumuz hazırlıkları vatandaşın anlayabilmesi için bir mesaj niteliği taşıyor” dedi.

Millet İttifakı iktidara gelirse ekonomiyi kim yönetecek?

Mutabakat metninde en çok dikkat çeken başlıklardan biri olan “Mal Varlıklarının Geri Alınması Ofisi” ne amaçla kurulacak ve nasıl çalışacak?

Ruşen Çakır sordu, İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Bilge Yılmaz yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler. İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Prof. Bilge Yılmaz stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle, Millet İttifakı’nın açıkladığı ‘’Ortak Politikalar Mutabakat Metni’’ üzerinden ekonomiyi konuşacağız. Hoş geldiniz Bilge Bey.

Bilge Yılmaz: Hoş bulduk, teşekkürler.

Ruşen Çakır: Türkiye’de siyasete atıldıktan sonra, medyadaki ilk siftahı Medyascope’ta yapmıştınız. 13 ay oldu, değil mi?

Bilge Yılmaz: Evet, 13 ay oldu.

Ruşen Çakır: O zaman daha ortada Altılı Masa yoktu. Sadece İYİ Parti ve CHP’nin birlikte hareket etmesi söz konusuydu. Sizin konumunuz da net değildi. Sonra o da netleşti. Masa büyüdü, ittifaka dönüştü. Artık ‘’Millet ittifakı’’ diyoruz ve şimdi elimizde bir de çok önemli bir metin var: ‘’Ortak Politikalar Mutabakat Metni’’. Bu metne baktığımızda, proje ve politikaların ekonomi ağırlıklı olduğunu görüyoruz. Tabii ki hukuk devleti ile ilgili temel hak ve özgürlükler de var ama orada esas olarak, çok detaylı bir şekilde açıklanan ekonomi alanındaki politikalar ağırlık kazanıyor. Sosyal Politikalar da var ama o da ekonomiyle çok alâkalı. Altı partinin kurmayları bayağı uzun bir süre çalışıp bunu çıkarttılar. Sonuç olarak bu metinde çok detay şeyler var. Bunlardan bir tanesini ayrıca konuşacağız ama Millet İttifakı’nın ekonomi vizyonunu nasıl özetlemek mümkün?

Bilge Yılmaz: Türkiye’de ekonomi uzun bir süredir çok yanlış yönetiliyor. Ama Türkiye’deki kötü yönetim sadece ekonomide değil, hukukta eğitimde ve birçok alanda var. Bunların arasında ekonomi anlaşma ve bir uzlaşı açısından en kolayı. Yani çok basit ekonomi biliminin önerdiği yönde, mantıklı, makul politikalar olması çok aşikâr. O konuda da Millet İttifakı’ndaki altı parti arasında da büyük ölçüde bir fikir birliği vardı zaten. Küçük fikir ayrılıkları var, olabilir. Ama büyük ölçüde uzlaşı sağlandı. Türkiye’nin problemleri birçok açıdan aşikâr. Yurt dışından da bir ekonomi uzmanı getirtip ‘’Türkiye’nin problemlerini say’’ deseni, belli bir çalışmadan sonra sayacağı şeyler, aşağı yukarı, zaten bu altı partinin teşhis ettikleri olacak. O anlamda, bir anlaşma, uzlaşı çok da şaşırtıcı değil. Ama tabii, bundan bağımsız olarak, partilerin de kendi yaptığı ekonomi programları var. Biliyorsunuz, İYİ Parti 3 tane Kalkınma Kongresi düzenledi. Daha sonra, 18 Ağustos 2022’de bir Ekonomi Kurtuluş Planı açıkladık. Bu Mutabakat Metni ne kadar detaylı olsa da, bizim oradaki planlarımız kadar detaylı değil. Sonuçta, bu bir uzlaşı metni. Biz daha önce zaten ne yapılması gerektiği konusunda fikrimiz söylemiştik. O fikirlerimiz aynen devam ediyor ve bunlar büyük ölçüde de, zaten insanların aşağı yukarı inandığı, doğru bulduğu şeyler. O anlamda, topluma yeni bir bilgi vermek konusunda, bence biz yeni bir bilgi, yeni bir çözüm önermedik. Sadece altı değişik partinin değişik programlarını bir araya getirip uzlaşması ve yol haritasını çizmesi açısından önemli.

Ruşen Çakır: Peki, buradaki temel perspektif nedir?  ‘’Ekonominin en temel bilgilerinden hareket edilse dahi’’ dediniz. Ama orada da mesela kampanya boyunca seçmene ne söylenecek? Başkanı adayı ve yanında yer alan insanlar vaatlerini nasıl yapacak? Olay sadece enflasyonun düşürülmesi gibi başlıklar mı? Bir vizyon olarak ne veriliyor?

Bilge Yılmaz: Tabii çok geniş bir vizyon var. Enflasyon konusu bunlardan biri. Enflasyonun düşürülmesi için alınması gereken kararlar, atılacak adımlar, daha önce de bizim tarafımızdan diğer partilere açıklanmıştı, onlar bir araya getirildi. Ama onun dışında kalkınma yönüyle, tarımda ne yapılması gerekiyor, israfını engellenmesi için maliyenin yapması gerekenler… Onları da söylüyoruz. Ama benim özellikle altını çizmek istediğim şey şu: Şöyle bir yanlış bir beklenti var. Tabii insanların büyük bir sabırla 300 sayfa dokümanı okumasını beklemek de doğru bir şey değil, ama bizim burada yaptığımız şey şu: Her parti, her alt başlıkta üçer sayfaya sığmak üzere bir katkıda bulundu ve ondan sonra bu üçer sayfalar birleştirildi. Takdir edersiniz ki Türkiye’nin derin problemlerini üçer sayfada detaylı bir çözüm planına ulaştırmak mümkün değil. Zaten biz çok daha geniş planları onun için açıklamıştık. Ama herhangi bir sade vatandaşın, her partinin açıkladığı yüzlerce sayfayı okuyup, onları hazmedip konunun uzmanı gibi kendini yetiştirmesi mümkün değil. O anlamda, bu bence çok önemli bir hamleydi. Ama işin teknik tarafından yaklaşan teknokrat kadrolar açısından, bu sadece, bizim daha önce yaptığımız hazırlıkların birer özeti olup, daha çok, ekonomi biliminden ziyade, kamuoyuna duyurma sanatıyla alâkalı. Yani ‘’Bunu kamuoyuna stratejik olarak nasıl sunarız, nasıl kolay mesaj olarak verebiliriz ve sade vatandaş tarafından nasıl hazmedilebilir?’’ konusunun çalışmasıydı.

Ruşen Çakır: Sunumda önemli hususlardan birisi de ‘’kim yapacak?’’ meselesi. Aslında ilk başta Altılı Masa için çok fazla konuşulan bir şey değildi bu. Ama özellikle sizlerin İYİ Parti’de öne çıkmanızla beraber işler biraz değişti. Şu ânda hâlâ en çok merak edilen hususlardan birisi, ‘’Millet İttifakı iktidara gelirse ekonomiyi kim veya kimler yönetecek? Bir koalisyon mu olacak?’’ Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Giriş Yol Haritası diye bir başka belgeden bahsediliyordu. Ama onun açıklanması ertelendi. Normalde Mutabakat Metni ile birlikte açıklanacaktı. O konuda bir netlik var mı?

Bilge Yılmaz: Ben sırayla cevaplamaya çalışayım. Şimdi Altılı Masa’da altı farklı parti var. Son yapılan açıklamayla birlikte Altılı Masa, ‘’Millet İttifakı adını aldı. Altı partinin eşit ağırlıkta yaptığı bir sunum bu. Bu sunumda da konular sıraya konmuş. Biliyorsunuz, bu altılı çalışmada, her parti, bir genel başkan yardımcısının bir görev verdi ve o insanlar takım halinde, uzun süre, aylarca toplanıp çalıştılar. Partilerdeki diğer genel başkan yardımcıları ve diğer uzmanlar, kendi alanını uzmanlık alanındaki belgeleri hazırlayıp verdiler. Yani bu, altı  arkadaşımızın yoğun bir çalışması ama arkadan da diğer insanların beslediği bir düzen vardı. Ve bu altı arkadaşımız sundular. 

Bunun sunumu da şöyle oldu: Konular belirlenmiş, sıraya konmuş. Ondan sonra da,  kim neyi sunuyor konusunda tartışma yaşanmaması için ‘’alfabetik sırayla sunalım’’ denmiş. Bu yöntem iyidir, kötüdür, tartışılır ama böyle yapmaya karar vermişler ve sonuçta öyle sunuldu. Yani bunun altında derin bir anlam aramak, onun tartışmasına girmek, bence herkese zarar verir. Bun girmek istemiyorum. Şimdi önümüzde verilmesi gereken kararlar var. Yani milletvekilleri listeleri hazırlanacak. Bazı yerlerde ortak liste olabilir, birçok ilde olmayabilir, bunlara karar verilecek. Aynı zamanda, ortak Cumhurbaşkanı adaylığı mevzusu var. Bunlara karar verildikten sonra, kampanyaya geçilirken, eminim yeniden bazı dokümanların hazırlanması ve kampanya sürecinde kullanılması gerekecek. Ama bunların dışında, bir ortaklık olmakla beraber, bunlar değişik siyasi partiler ve her partinin kendi programı da olacak. Aday belirlendikten sonra bazı şeyler de olabilir. İnsanlar neyi nasıl sunmak istediklerine karar verebilirler. Cumhurbaşkanı adayımız belli olduktan sonra da verilmesi gereken başka kararlar da olacak. 

Tabii o kararlar benim oturduğum bir masada tartışılmıyor. Yani genel başkanlar seviyesinde verilen kararlar olacak. Orada da tahmin ediyorum, cumhurbaşkanı adayı ile beraber yola çıkıldığı zaman, yanında kimler olacak, hangi pozisyonlarda insanlar bulunacak, onlar ne söyleyecek gibi konular da, yeri geldikçe karar verilecek. Ama şu anki aşama, o bahsettiğim ilk iki şey çok önemli.

Ruşen Çakır: Demin, altı partiden birer genel başkan yardımcısından bahsettiniz. Sizin partiden katılan Ümit Özlale, cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda bugün itibariyle bayağı bir çıkış yaptı ve açıklaması çok da ilgi uyandırdı. Ama sanıyorum siz o konulara girmek istemiyorsunuz. 

Bilge Yılmaz: Sonuçta, partimizde bir anlamda demokrasi işliyor. İnsanlar kendi fikirlerini söyleyebilirler. Ümit Özlale de bizim çok değerli bir takım arkadaşımız ve Genel Başkan Yardımcımız. Düşüncelerinin bir kısmını, halktan, parti tabanından, partinin üst kademesinden paylaşanlar da var. Ben bu mevzularda gerekirse konuşurum. Ama benim mukayeseli avantajım o alanlar değil. Şu ân Türkiye’nin yeterince büyük ekonomi programları var. Cumhurbaşkanlığı mevzusunda yeterince arkadaşımız konuşuyor. Genel Başkanımız zaten liderimiz olarak fikirlerini gerektiği yerde belirtiyor. Benim de bu konuda çorbada tuzumun bulunmasının çok büyük bir katkı sağacağını zannetmiyorum. Ama genelde soru sorulduğu zaman da ‘’Prensip itibarıyla ben bu konularda konuşmuyorum’’ da demiyorum. Ben enerjimi ve zamanımı Türkiye’nin ekonomi problemlerinin tespiti ve çözümü üzerine harcamayı tercih ediyorum.

Ruşen Çakır: Peki. Mutabakat Metni’nde çok dikkat çeken Mal Varlıklarının Geri Alınma Ofisi diye bir şey var. Kemal Kılıçdaroğlu bunu daha sonra kişisel olarak da ileri götürdü ve ‘’Beşli Çete’’den bahsetti. Anladığım kadarıyla Mal Varlıklarının Geri Alınması meselesinin  iki ayağı var. Biri, yurt dışına haksız, yolsuzluk yoluyla kaçırılmış olan malvarlıklarının Türkiye’ye geri getirilmesi. Diğeri de, o uzun vadeli, devletle özel sektör arasındaki sözleşmelerin iptali ya da sürelerini kısaltılması. Aslında iç içe geçen iki şey. Bu perspektif, Türkiye’nin ekonomi sorunlarının çözümünde nasıl bir yere sahip? 

Bilge Yılmaz: Çok önemli bir soru bu. Bizim son açıkladığımız 18 Aralık’taki ekonomik programın önemli bir ayağı. Bazı açılardan çok da iyi anlaşılmadı aslında. Siz de farkındasınız biraz da çarptırılmaya müsait de bir konu olduğu için bu fırsatı da bazı arkadaşlar kaçırmadılar. Ben olayı biraz daha geniş tutuyorum. Ama önce sizin sorunuza cevap vereyim. Türkiye’nin ciddi bir mâli problemi var. O problem, devlet bütçesindeki açık, önümüzdeki birkaç ayda daha da büyüyecek. Geçtiğimiz birkaç ayda çok büyüdü, önümüzdeki birkaç ayda daha da büyüyecek. Halkımızın ‘’seçim ekonomisi’’ dediği şey bu. Şimdi seçime gidiliyor. Genelde iktidar partisinin yapmayacağı harcamaları seçim kazanmak için yapması, yani vatandaşın çıkarıyla iktidarın çıkarının ayrıştığı dönemler bunlar. Uzun vadede zararı olacak ama kısa dönemde göz boyamak içi harcamalar yapılıyor. Onun yarattığı bir problem var. Ama bu problemin altında daha büyük bir problem var Türkiye’de. O da, devletin uzun vadeli giderleri. Ve orada verilen çok ağır sözler var. Birçoklarına göre ki ben de bu kanıdayım, orada yapılan anlaşmalar haksız kazanç sağlıyor. Devlet bunu uzun vadede öderse, ciddi derecede çok geniş halk kitlelerinden, çok küçük bir kaç kişiye büyük bir servet transferi gerçekleşecek. Buna kanunlar çerçevesinde engel olmak lazım. Bu çok önemli. 

Onun dışında, Türkiye’de daha ciddi başka problemler de var, onların da çözülmesi lazım. Yani ben sizin dediğiniz o iki noktanın dışında daha geniş tutuyorum. Bizim yazdığımız ve benim 18 Aralık’ta açıkladığım programa detaylı bakarsanız, orada onu göreceksiniz. Biz bunu madde madde açıklıyoruz. Özelleştirmeler, kamu bankalarından verilen krediler, dövize yapılan şeffaf olmayan müdahaleler. Sizin biraz önce bahsettiğiniz Kamu-Özel işbirliği ile yapılan anlaşmalarının hepsinin araştırılması lazım. Sadece yurtdışına kaçırılan paralar ve Kamu-Özel işbirliği değil, bu özelleştirmeler, kamu bankalarından verilen krediler ve dolambaçlı yollarla satılan Türkiye’nin dövizleri de araştırılması gerekiyor bence. Ama orada önemli bir fark var. Ben olaya biraz daha teknik yönden bakıyorum. Çünkü uzun vadede problemlerin nasıl çözülmesi gerektiğini ve nasıl çözülemeyeceğini gayet iyi biliyorum. Orada yapılması gereken şu: Bizim, politikacılar olarak altını çizmemiz gereken bir şey var: Bunu biz bireyler olarak, politikacılar olarak yapmayacağız. Bizler bağımsız yargı ve bağımsız denetimin önünü açacağız. Bağımsız denetim ve bağımsız yargı bunun üzerine gidecek. Bizler sadece bu araştırmaların başlanması için gereken mevzuatı hazırlarız. Bağımsız denetim araştırır ve bağımsız yargıya sevk eder. Bağımsız yargı da bunları araştırır. Zaten burada politikacıların bir sınır koyması da doğru değil. Bağımsız denetim ve bağımsız yargı, nereye gidilecekse gider. Yani biz ‘’sadece bu iki konudan mustaribiz. Onlar bir çözülsün’’ desek bile, hayır. Türkiye’de 20 yıl boyunca ciddi suçlar işlendi. Siz bağımsız denetim ve bağımsız yargıyı getirip hukukun üstünlüğünü tesis ettikten sonra, hukuka sınır koyamazsınız. Nereye gidilmesi gerekiyorsa gider ve gidilmesi de lazım. Bu, kamu vicdanı ve kamu maliyesi için de gerekli. Çünkü burada alınan çok ciddi miktarda haksız kazanç var. Aslında bu, gelecek nesillerin ödeyeceği, hatta şu ânki neslimizin ödediği vergilerin haksız bir şekilde başkalarına transfer edilmesi olayı. Bunların önüne geçilmesi, geri alınması, daha sonra da böyle şeyler olmaması için de mevzuatların dikkatle yazılması gerekiyor.  İşlenen bazı suçlar cezasız kalırsa, bu, ileriye yönelik olarak başkalarını da suç işlemeye teşvik edecektir. 

Tabii ben hukuk profesörü değilim; bu, kendi uzmanlık alanım değil. Ama açıkça görünen şeyler var. Suç cezasız kaldıkça, o toplumda suç işleme olasılığı artacaktır. Cezasızlık insanları suç işlemeye teşvik ediyor çünkü suç işleyenin yanına kalıyor. Bunların da halledilmesi lazım. Ben bu olaya bu çerçeveden bakıyorum. 

Ruşen Çakır: Bu konu, özellikle sözleşmeler meselesi ilk gündeme geldiğinde Erdoğan, ‘’Tahkim var nasıl yapacaksınız?’’ gibi bir yaklaşım sergiledi. Bunlar uluslararası bir takım yükümlülükleri de olan sözleşmeler herhalde. Hakikaten zor bir şey mi bunları halletmek?

Bilge Yılmaz: Bazılarının uluslararası tahkime kadar gitme olasılığı var, bazılarının yok. Bu Kamu-Özel işbirliğinin dışında, biraz önce bahsettiğim, yurtiçinde kamu bankalarının verdiği krediler konusunun yurtdışına gitmesine gerek yok. Ama bazı anlaşmalarda evet, haklısınız. Benim altını özellikle çizdiğim bir şey var. Bizim burada bu olayları nasıl çözdüğümüz çok önemli. Diyelim bir şahıs, bu tür sözleşmelerle haksız kazanç elde etmiş ve parasını yurtdışına çıkarmış. ‘’Biz bu parayı takip edip geri alacağız’’ diyoruz.  Ama bunu yapabilmeniz için yurtdışındaki tahkim ya da mahkemeleri ikna etmeniz gerekiyor. Her mevzuat değişik, bunun detayına girmek zor. Ama burada önemli bir şey var. Biz Türkiye’de Millet İttifakı’nın bireyleri, siyasileri olarak, çok dikkatli bir dil kullanmak zorundayız. Bağımsız yargı ve bağımsız denetim… Biz sadece temiz, adaletli bir sistemi kurup, bağımsız denetim ve bağımsız yargının çalışmasına müsaade edeceğiz. O nereye giderse, oraya kadar gidecek. ‘’Yumruğumuzu masaya vuracağız, ellerinden alacağız, bize güvenin. Hesap soracağız’’ gibi bir dil kullandığınızda, siz yurtdışındaki mahkemelerde bu dediklerinizin delil olarak kullanılmasına müsaade etmiş olursunuz. Çünkü karşı tarafın avukatı şunu diyecek: ‘’Biz bu suçu işlemedik. Türkiye’deki mahkemeler bizi suçlu buldular ama Türkiye’deki mahkemeler bağımsız değil, siyasilerin kontrolünde. Bu, Tayyip Bey’in zamanında da öyleydi, şimdiki Cumhurbaşkanı zamanında da böyle. Bu mahkemeler siyasi olarak yargılıyorlar. Biz siyasi olarak karşıda olduğumuz için böyle bir şekilde cezalandırılıyoruz. Sizin Yüce Mahkemenize sığınıyoruz’’ diyecekler. Bizim böyle bir kozu kimsenin eline vermememiz lazım. Zaten bu insanlar suçluysa, birçoğumuz öyle düşünüyorsak, o zaman bırakalım bağımsız denetim ve bağımsız yargı çözsün ki gittiğimiz zaman bizim de elimiz kuvvetli olsun. Yoksa burada halkımızı kandırırız, bu iş iyi sonuçlanmaz. Onun için bunu dikkatli yapmak lazım. 

Bazı mevzularda bu bir sorun değil. Ama bazı mevzularda bu bir sorun teşkil edecek. Onun için bu konularda dikkatli bir dil kullanarak, kısa süreli politik kârlar gütmeden, devlet adamı ciddiyetiyle yaklaşmamız lazım. Türkiye’nin bu paralara ihtiyacı var ama daha önemlisi, bu, Türkiye’nin hakkı. Biz gelecek nesillere karşı borçluyuz. Çocuklarımız bu vergileri verecek. Bunu kimseye yedirmememiz lazım. 

Ruşen Çakır: Bu konuda dünyada herhalde çok örnek vardır. Türkiye ilk olmayacak. Dünyada değişik ülkelerde yönetimler değiştikten sonra, özellikle otoriter ve totaliter rejimlerden sonra, yeni hükümetler, özellikle Batı ülkelerindeki mal varlıklarına yönelik bir takım taleplerde bulundular. Konuya çok hâkim değilim ama bildiğim kadarıyla bunların bazıları da başarılı oluyor. Aslında dünya da, prensip olarak bu tür işbirliklerine açık, değil mi? Dünyada bunun altyapısı var. 

Bilge Yılmaz: Evet, altyapısı hazır. Bunun dışında, dünyada parayı saklamak, kaçırmak, zannedilenden çok daha zor. Eğer siz bir devlet ciddiyetiyle olaya yaklaşırsanız ve uluslararası ilişkilerinizi doğru kullanırsanız, uluslararası ortamda saygın bir üyeyseniz, bunlar çok kolay. Kimse sizin önünüze geçemez. Ama dediğim gibi, bunu şahsi bireyler üzerinden değil, bağımsız hukuk üzerinden yapmak lazım. Onu yaptığınız sürece sistem işler. Bunun altyapısı hazır. Zaten dünyada da bunların daha önce örneği olduğu gibi, yeni bazı mevzularda örneği olmayan yerlerde de sistem hazır olduğu için, siz kanuni haklarınızı takip edebilir, hatta yeni bir vaka da çıkarabilirsiniz. Yani illa, daha önce analiz edilmiş vakalardan örneklerle gitmenize de gerek yok. Önemli olan kanunları doğru çalıştırmak. Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarını ve daha sonra uluslararası kanunları doğru çalıştırarak hakkınızı savunmanız lazım. Sizin dediğiniz gibi, bunun bir altyapısı var. Ama bu aynı zamanda bir uluslararası diplomatik ilişkiler yumağı. Bunu da iyi becermek lazım.

Ruşen Çakır: Kişisel bir şey soracağım. 13 ay önce burada  yaptığımız ilk yayında sizinle konuştuğumuz zaman, daha yolun başıydı. Aradan epeyce bir zaman geçti ve Türkiye’de bayağı bir şeyler oldu. ‘’İyi ki gelmişim’’ diyor musunuz? 

Bilge Yılmaz: Evet, diyorum. Verdiğim karar çok doğruydu. Yaptığım tercihten de çok memnunum. İYİ Parti’yi tercih etmem, Meral Hanım’ın beni tercihe etmesi –iki taraflı bu tercih- bence çok hayırlı oldu. Çok verimli çalıştığım bir yerdeyim. Seçimin kazanılmasına yönelik en çok burada katkıda bulunabileceğim inanıyorum ve görüyorum. Sonuçta bu ülke hepimizin. Bireysel olarak tabii ki çok yoruluyoruz, çok büyük sorumluluğumuz var. Bir de, ben böyle bir işe gireceğimi planlamadığım için, daha önce yaptığım yükümlülüklerim de vardı, aileme ve bir önceki işime yönelik, onları da bitirip geldim. Tabii aile hiçbir zaman bitmiyor ama en azından çocukların belirli bir yaşa gelmesiyle beraber, biraz daha rahatlayacağız. Ben doğru kararı verdim. Eğer bunu yapmasaydım, büyük ihtimalle ileride çok üzülecektim. Türkiye’nin bana ihtiyacı olduğu bir zaman vardı ve ben ‘’elimi taşın altına sokmadım’’ diyecektim. Şimdi çok memnunum. 

Ruşen Çakır: Peki, bir ekipten bahsediyorsunuz ama hâlâ ortada kimseyi görmüyoruz. Onlar gizlenmeye devam mı ediyorlar?

Bilge Yılmaz: Bazı arkadaşlar bürokrat kadrolarına gelecekler. Tabii bu bir ittifak çalışması. Bu, tek başına Bilge Yılmaz’ın ya da İYİ Parti’nin vereceği bir karar değil. Ama biz her pozisyon için bir öneride bulunacağız; bu kadrolarımız var. Bu arkadaşların siyasi olarak pozisyon alması doğru değil. Zaten bürokrat olarak kalmak istiyorlar ve bürokrat olmak istiyorlar. Ama daha siyasi görev alacak arkadaşlar sahaya inmek zorundalar. Artık son dakikalar, sahaya inecekler.

Ben aslında kadronun akademi ağırlıklı kısmını açıklayacaktım. Çünkü biliyorsunuz akademide olan arkadaşların işi biraz daha rahat. Özel sektörde olanlar, Türkiye’de devlet baskısıyla maalesef işlerini kaybediyorlar Yani bunların devlette çalışmalarına gerek yok. Özel sektörde çalışsalar bile baskı yapılıyor. Onun için de kimsenin ekmeğine engel olmamak için bu arkadaşları koruyoruz. Ama akademide olan arkadaşlar biraz daha korumalı oldukları için üniversitede… –ki herkes değil bu arada. Biraz önce Ümit Özlale’den bahsettik. Ümit Özlale Türkiye’de bir üniversitede hocaydı. Politikaya girdikten sonra istifa etmek zorunda kaldı. Bunları da unutmamak lazım. Arkadaşlarımı korumak benim görevim. Ama buna rağmen bazı arkadaşlarımızın ismi açıklayacaktık. Fakat sonra biliyorsunuz, tam ben açıklamak üzereyken, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Vizyon Belgesi tanıtımı yapıldı geçtiğimiz Aralık ayında. Hatta belki de burada, Medyascope’ta da söylemiş olabilirim. O zaman, stratejik bir karar verdim. Biz aynı ânda açıklarsak sanki ben rol çalıyorum, onları gölgelemeye çalışıyorum gibi görünecekti. Böyle bir şey yapmak istemedim. CHP’nin önünü açtık. Onlar Vizyon Belgesi tanıtımını yaptılar. ‘’Biraz süre geçince açıklarız’’ dedim. Şimdi o süre doldu. Yakında bazı arkadaşlarımızın isimlerini açıklayacağız. Onlar zaten sahadalar, benimle beraber çalışıyorlar. Ama isimleri kamu tarafından da bilinmeli. 

Ruşen Çakır: O zaman yakında isimler gelmeye başlıyor. 

Bilge Yılmaz: Evet.

Ruşen Çakır: Peki, CHP’nin açıkladığı isimler ya da Vizyon Belgesi sunumundaki en çarpıcı isim, Daron Acemoğlu idi. Daron Acemoğlu da siyasete girecek mi? Tanıyorsunuzdur herhalde. 

Bilge Yılmaz: Tanıyorum tabii. Daron sevdiğimiz bir insan. Zaten Amerika’daki saygın okullarda bir avuç Türk’üz; birbirimizi tanıyoruz. Daron benim birkaç dönem büyüğümdür. Ben doktoraya başladığım yıl, o doktorayı bitiriyordu. Benim yıllardır tanıdığım, çok saygın, iyi bir ekonomisttir. Gönül ister ki o da siyasete girsin. Ama Daron’un kendi tercihi o yönde değil. Herhangi bir partiye, CHP’ye ya da İYİ Parti’ye girmiyor. Danışman dahi olmuyor. Ama tabii ki yardım etmek istiyor, yardım edecektir de. Ama şu ânda Türkiye’nin ihtiyacı olan şey danışman da değil. Elini taşın altına sokacak, sahaya inip çalışacak, görev alacak insana ihtiyacımız var. Tabii ki Daron çok kıymetli. Onun Cumhuriyet Halk Partisi’nde ya da herhangi bir partiye fikir vermesi, arada konuşması da çok kıymetli. Ama gönül isterdi ki daha çok arkadaşımız elini taşın altına soksun. 

Ruşen Çakır: Tabii bütün bunların olabilmesi için önce seçimin kazanılması gerekiyor 

Bilge Yılmaz: Seçimin kazanılması için de elini taşının altına sokmak lazım. Mesela sizinle Urfa’da karşılaştık. Daha önce Diyarbakır karşılaştık. Ben sizden sonra da İzmir’e gittim. Sonuçta biz Anadolu’yu geziyoruz. Seçimi kazanmak için uğraşıyoruz. Bu sadece, ‘’seçim kazanıldıktan sonra yapılacak şeyleri kararlaştıralım, takımlar hazırlayalım, bütün problemleri çözelim’’le bitmiyor. Seçimi kazanmadığınız sürece, yaptığınız çalışmanın hiçbirini uygulama şansınız yok. Onun için, seçime yönelik de çalışmanız lazım; onun için uğraşmanız lazım. Biraz önce bahsettiğim şey biraz da onunla alâkalı. Yani bir partiye gidip, yılda 3 kez fikrini söylemesi tabii ki kıymetli. Ama onun virüsü danışmanlıktır. Onun virüsü de yakanıza rozeti takıp sokakta çalışmanızdır. Aralarında çok ciddi fark var. Seçimler kazanıldıktan sonra aktif görev almaktır

Bazı arkadaşlarımız, bu arada bir konuşma ve fikir vermekten danışmanlığa geçmiyorlar. Onun bir ötesinde de, operasyon olarak seçimden önce çalışmak, seçimden sonra aktif görev almak önemli. Oralar birkaç katman ötesinde. İkisi de çok önemli, ikisini de yapmak lazım. Bu arada ben Daron’u suçlamıyorum, yanlış anlaşılmasın. Herkesin hayatta kendi tercihleri, öncelikleri var. Daron çok kıymetli bir akademisyen. Kendi yolundan gitmesi de çok kıymetli. Ben bir tercih yaptım. Kimseyi de benimle aynı tercih yapmadığı için suçlayamam. Bu, tercih meselesidir.

Ruşen Çakır: Peki son olarak şunu sorayım: Meral Akşener’in gittiği yerlere genellikle siz de gidiyorsunuz. Gündüz görüşüp, akşamları onun da katıldığı yemekli toplantılarda, ekonomi ağırlıklı, genellikle de gittiğiniz bölgelerin Ticaret ve Sanayi Odası mensupları, yöneticileri, iş çevreleri ile bir araya geliyorsunuz. Bildiğim kadarıyla son bir yıldır birçok ilde bunu yaptınız. Genel olarak nasıl bir izlenim var? İnsanlar ilgili mi, meraklı mı? Ya da size mesafeli mi? Mecburiyetten mi geliyorlar? Nasıl oluyor?

Bilge Yılmaz: Hayır, hiçbir mecburiyet yok. Hatta tam tersi, ters yöne bir baskı var. Biliyorsunuz Türkiye’de, İYİ Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi ve muhalif diğer partilerin bir arada gözükmesinin bir maliyeti var. Zaten o görüşmeler basına açık olmadığı gibi, basına da bayrak gibi sallamıyoruz. Fotoğraflar yayınlanmıyor. Ama şöyle bir şey var: Orada, o şehrin Sanayi Odası, Ticaret Odası, Ziraat Odası, önemli ileri gelenleri, görüş sahibi kanaat önderleri bir araya geliyor. Onlar kendi dertlerini, problemlerini anlatıyorlar, önerilerini söylüyorlar ve sorular soruyorlar. Biz onların dertlerini, problemlerini yerinde görüp değerlendiriyoruz ve çözüm önerilerimizi anlatıyoruz. O anlamda, bizim hem problemlerini görmemiz hem de çözümünü oluşturmaz açısından kıymetli. 

Tabii bunun bir de siyasi yönü var: Onlar bizi tanıyor, biz de onları tanıyoruz. O anlamda da, bizim geleceğe dönük, seçimi kazanmaya yönelik ciddi bir şekilde çalışmamızı sağlıyor. Bu çok önemli bir parça. Siz de takdir edersiniz ki, Medyascope ve diğer muhalif ya da muhalif demeyeyim. Çünkü siz bağımsız gazetecilik yapmaya çalışıyorsunuz ve en azından bağımsız olarak herkese şans veriyorsunuz. Mecralar o kadar sınırlı ki. Ana akım medya olarak bilinenlerin çoğu maalesef iktidarın kontrolü altında. AK Parti ve MHP’ye oy veren vatandaşlarımızın önemli bir kesimi, maalesef sizin kanalınızı seyretmiyorlar. Onların seyrettikleri kanallarda da biz çıkamıyoruz. Bizim hakkımızda bağımsız haber de yapılmıyor. Çoğunlukla çok taraflı ve yanlış haberler çıkıyor. Bizim o vatandaşlara bir şekilde ulaşmamız lazım. O anlamda bizim bu şehir ziyaretlerimiz… Tabii sadece il merkezleri değil. Mesela Ben Bozöyük’e de gittim. Oradaki kasabalara da gidiyoruz. Organize Sanayi bölgelerini ziyaret ediyoruz. Kanaat önderleriyle, iş adamlarıyla, esnafla, vatandaşla buluşuyoruz. Bunlar bizim sadece dertleri tespit etmemize, çözümlememize yaramıyor, aynı zamanda da vatandaşın bizi tanımasını da sağlıyor. Sonuçta vatandaş aynı masada oturup soru sorma fırsatını yakalıyor. ‘’Benim böyle böyle bir derdim var. Sen gelirsen ne yapacaksın?’’ Hem onun öğrenmesi açısından hem de benim böyle bir fırsatı yakalamam açısından bu çok önemli. Bu bence, bizim seçimi kazanmamızda da çok büyük bir etken oluyor. Bu, Sayın Genel Başkanımızın oluşturduğu bir strateji. 

Tabii ben siyasette çok yeniyim. Bunların yararı konusunda çok büyük bir fikrim, bir iddiam yoktu. Ama yaptıkça görüyorum ki, Genel Başkanı çok haklıymış. Biz Anadolu’da gerçekten bu sayede tanınır hâle geldik.

Ruşen Çakır: Evet çok teşekkürler Bilge Bey, burada noktalayalım.

Bilge Yılmaz: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır:  İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Prof. Bilge Yılmaz ile Millet İttifakı’nın ve İYİ Parti’nin ekonomiye bakışını konuştuk. Özellikle mal varlıklarının geri kazanılması perspektifini ele aldık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.