İsmail Güzelsoy yazdı: Ninemin kazları

Ninemin hayali, kendisi gibi basit ve güzeldi. Torunlarını kaz yumurtasıyla beslemek… Her nedense kaz yumurtasıyla beslenen çocukların daha güçlü ve dayanıklı olduğuna inanırmış.

“Sonunda dedemi ikna edip on iki kaz aldırdı” diye anlattı ablam.

Ancak bir tuhaflık vardı. Kazlardan biri, o bahçeye giren çocuklara saldırıyor, onları ısırıyordu. “Torunlarım beni görmeye gelemeyecek mi, bu nedir be?” diye onu terbiye etmeye çalışmış ninem ama kaz bir türlü yola gelmemiş, çocukları korkutmaya, kovalamaya ve ısırmaya devam etmiş. Bunun üzerine ninem, kocasına bu kazdan kurtulmak gerektiğini söylemiş. Dedem kazı, Kars’taki bir ahbabına hediye olarak göndermiş. Bir günlüğüne sorun çözülmüş böylece ama ertesi gün, sürünün içindeki munis kazlardan biri aynı görevi üstlenmiş anlaşılan. Önceki saldırgan kazın davranışlarının aynısını kopyalayan bu ikinci kazı dizginlemek, yola getirmek için günlerce uğraşmış kadıncağız ama bir çözüm bulamamış. Sonunda dedem, “Gel bunu da gönderelim” demiş ve Karakoyunlu Köyü’ndeki bir öğrencisine hediye etmiş ikinci kazı. Birkaç gün sonra ninem, başka bir kazın, kendisini ziyarete gelen torunlarından birine saldırdığını görmüş şaşkınlıkla. “Ne oluyor yahu bunlara, sırayla deliriyorlar!” demeye başladığında dedem biraz uğraştıktan sonra bu üçüncüyü de bir yere okutmuş. Tuhaflık bu değil mi, bu kaz da gittikten sonra dördüncü bir kaz aynı şekilde saldırganlaşmaya başlamış? “Bütün kazlar sırasıyla bu delilik halini sergileyince garip nenem de hepsini sağa sola gönderdi sonunda” dedi ablam.

Bu coğrafyadaki yönetim anlayışı böyle bir modele dayalı gibi görünüyor. Siyasal yapıları bu hale getiren yapısal bir sorun var ortada. Bu yapısal sorun ise, siyasal iktidarın “her şey” ve karşısındakilerin “hiçbir şey” olarak algılandığı, siyasal iktidarın ülkenin sahibi olduğu, hatta ülke insanının sahibi olduğu algısı… Bu algının değişmesi, yöneticilerin haddini bilip memurluk vasıflarına geri dönebilmelerinin tek yolu insanların mevcut yönetim anlayışını reddetmeleriyle mümkün. Ancak bunun için gerekli “sivil” aygıtlar yok ortada. Düne kadar siyasal iktidar çizmeyi aştığı zaman “durumdan vazife çıkararak” müdahale eden bir ordu vardı. 2002’de VS dergisine bir yazı yazmıştım. Yanlış hatırlamıyorsam başlığı “Asgari Darbe”ydi. Askeri darbe ihtimalinin varlığı, toplumdaki sivil tepkileri boğar, pasifize eder, demiştim özetle. Öyle ya, senin yerine kavga edecek biri varken ne diye yoracaksın kendini? Karşında ceberut bir devlet var ve ne zaman ki rejime meydan okur, asker masayı devirir, olur biter. Bu akıl dışı formül yüzünden sivil örgütlülük, sivil inisiyatif, dahası hukuk duyarlığı gelişemedi. Bir kurtarıcının devreye gireceği sistemin yarattığı konfordan çıkınca bu ülke insanı bir anda kendisini yağmurun altında şemsiyesiz buluverdi. Yönetenler ve yönetilenler, onları tehditlere karşı koruması gereken ordudan korkarak iş görmeye öylesine alışmıştı ki bu korkunun ortadan kalktığı bir duruma dair sivil bloğun bir programı yoktu; bu görüldü. Yani siyasal erkin çizmeyi aştığı bir durumda ne yapılabileceğine dair kimsenin bir fikri yok. Bu da siyasal erke sınırsız bir yetki alanı tanımış oldu. Thomas Jefferson’ın ünlü sözünü hatırlıyorum: “Halk, iktidardan korktuğu zaman tiranlık, iktidar halktan korktuğu zaman özgürlük vardır.”

Olması gereken, siyasal erkin, sivil alana karşı kendisini sorumlu hissedeceği aygıtlar ortaya koymaktır. İktidarın halktan korkmasını sağlayacak önlemlerden söz ediyorum. Bunun da başat yolu hukuk, demokrasi, özgürlük alanlarının yeniden tanımlanması. Bu iş geniş ölçekte bir restorasyonla mümkün olsa gerek. Oysa Ortadoğu’da korku, psikolojik bir durumdan ziyade siyasal bir kavramdır. Dünyanın bu bölümünde insanların günlük kamusal ilişkilerini belirleyen temel saik korkudur. Siyasal iktidarı öfkelendirmek, en büyük suçtur. Daha doğrusu, suçun niteliği, iktidarı ne kadar öfkelendirdiğiyle ölçümlenir. Bu da bir yönetim biçimi işte! Belki adına “kastrakrosi” falan demek gerek bunun. Bütün reddiye, muhalefet güdüleri, üzerlerine korku salınarak iğdiş edilmiş ve iktidar kadiri mutlak hale getirilmiş. Bu halklara kalan tek şey, kendilerini daha az ezecek, incitecek birilerinin iktidara gelmesi için dua etmek…

Kendimi bildim bileli, “Bunlar bir gitse de” dedim durdum ve her defasında gidenlerin yerine gelenlerin daha iyi olmadığın tanık oldum. Oysa sıkıntı gidende-gelende değil, yapısal olarak siyasal erkin kendisini bu ülkenin zenginliklerinin, hatta halkın sahibi ve efendisi olarak görmesi. Gelenin, gidenin ve sırasını bekleyenin uyacağı kurallar, sınırlar net çizilmek zorunda.

Ninemin kazlarından birinin sürekli öne çıkıp torunları kovalama işini üstlenmesinin tek nedeni, ondan önceki liderin bunu yapabildiğine tanık oluşuydu. Öğrenilmiş bir nobranlık… Bugüne kadar yapılan hangi zulmün hesabı soruldu? Sivil alanda hangi siyasi figür yaptığı haksızlıkların, yolsuzlukların, hukuk dışı davranışın hesabını verdi halka? Demek ki her siyasal erk, kendisinden öncekinin hesap vermezliğini bir yönetsel model olarak alarak ilerliyor. Her birinin elinde bir Mushaf ve bayrak, zulmüne diklenen herkesi terörist ilan ediyor. Bunun sonu yok sahiden. Bir yerde bu halk frene basmak zorunda. Deprem olduktan sonra, en yoğun haberleşme ağını kapatırken ne düşünüyordu bu ülkeyi yönetenler sence? Ben söyleyeyim: “Bir iki söylenir, susarlar!” Bunu yapanlar, yaptıranlar, bu gayri insani emri yerine getiren en alttaki memura kadar tüm failler ölüme sebebiyet suçuyla, haberleşme hakkını ihlal gibi suçlarla yargılanınca fikir özgürlüğünün kutsiyeti anlaşılır ve bir sonraki iktidar da ayağını denk alır. Kamusal alanda kutsal olan şey bayrak ve dini motifler değildir. Bunlar bir ülkenin ve bir inancın simgeleridir yalnızca. Birinin bunlara itibar etmeyişinin bir sonucu yoktur ve haliyle kamusal alandan ziyade bireysel davranışların konusudur bunlar. Hukuk, özgürlük, demokrasi kamusal alanın kutsalları haline gelirse gerçek anlamda seküler bir uygarlığın ilk adımı atılmış olur. Yoksa ninemin kazları gibi, yumurtasını yemeyi hayal ettiğimiz kazlar tarafından ısırılır dururuz böyle.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.